Asya Krizi Örneğinde Türkiye'de Muhtemel 2008 Kriz Değerlendirmesi A. Ali Karaca1 Özet



Yüklə 73,59 Kb.
tarix28.07.2018
ölçüsü73,59 Kb.
#61544

ABMYO

Dergisi. 10, (2008) (5-17)

Asya Krizi Örneğinde Türkiye'de Muhtemel 2008 Kriz

Değerlendirmesi

A. Ali KARACA1 ÖZET

1997 Haziran ayında ortaya çıkan Asya krizi, 1 Temmuz 1997 yılında Tayland'ın para birimini devalüa etmesini(değerini düşürmesi) takiben, Asya'nın diğer genç kaplanları olarak tanımlanan Malezya, Endonezya ve Filipinler rekabeti korumak için devalüasyon yapmışlardır. Sonuçta bu krizden bütün bölge ülkeleri etkilendiği gibi Türkiye ve dünya ekonomisi de etkilenmiştir. Bu doğrultuda konuyu dramatize ederek bir çalışma yapmıştım. Günümüzde gündemde olan dünya ekonomik krizi ve Türkiye'nin bu krizden olası etkilenmesini değerlendirmek bu makalenin konusudur. Bu değerlendirmede Asya'da 1997- 1998 de ortaya çıkan güven krizinin nedenleri ve makro ekonomik göstergeleri, Türkiye'de mevcut şartlar ve makro ekonomik göstergelerin birbirine çok benzediği ve dolayısı ile Türkiye'de bir kriz beklentisinin olup olmayacağı tartışılacaktır.

Giriş

1997 öncesi Asya'nın genel görünümünü gösterişli ve çok katlı gökdelenler oluşturmuştur. Seoul'de on yıl önce yapılan 264 metre rekor yükseklikteki Daehan Life sigorta şirketi bütün bölgede yıllarca kıskançlıkla izlenmiştir. Hongkong' da Central Plaza 78 kat yüksekliği ve 374 metre uzunluğu ile bunu takip etmiştir. Kuala Lumpur'da Petronas Towers 88 kat ve 452 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek büro binası olarak Guinness rekorlar kitabına geçmiştir.

Asya son zamanlarda uluslararası inşaat endüstrisinin cazibe merkezi haline gelmiştir. Bangkok, Manila veya Shanghai turizm ilanlarının yerini gayrimenkul ilanları almıştır. Hongkong dünyada önde gelen gıda maddeleri satanların merkezi iken, yerini gayrı menkul tüccarı ve komisyoncularına bırakmıştır. Singapur'da son yıllarda özel konutlar çok cazip hale gelmiştir. Bir gecede büro haline getirilen binalar, ertesi sabah satılacaklar listesine konmuş ve alıcılar sıraya girmiştir. Dünyanın en zengin adamı olan Japonların Yoshiaki Tsutsumis'un "önce borç para al, arazi satın al ve sonra daha çok borç al" parolası başarı reçetesi olarak bütün Asya'da örnek alınmıştır.

Amerika yatırım bankaları Shanghai'ın yeni Pudon semtinde gelecek on yılda hiç de ihtiyaç duyulmayacağı tahmin edilen gösterişli büro kulelerine çok ilgi duymuşlardır. Amerikalı ve Alman iktisatçılar her krizde bir mitosun ölmekte olduğunu ve Asya'nın kendine özgü teorisini hem tehlikeli hem de akılsız bulmuşlardır(Paul Krugman). Alman- Amerikan ekonomisti Rüdiger Dornbusch Asya'da her şey başkadır tezinin öldüğünü söylemektedir. Paul Krugman Asya'nın son zamanlardaki ekonomik çıkışını akılcılıktan öte daha çok alın terine bağlamaktadır.

Son 25 yılda Asya'nın gelişmekte olan ülkeleri, diğer toplam dünya ülkelerine göre ortalama olarak iki kat daha fazla büyümüşlerdir. Eski İngiliz kolonisi olan Hong Kong İngiltere'den daha fazla fert başına düşen milli gelire sahip olmuştur. Endonezya'da 20 yıl önce nüfusun %64 ü açlık sınırının altında yaşarken bu oran % 11 'lere düşmüştür. 90'lı yıllarda gelişmekte olan ülkelere akan bütün özel yatırımların %40'nı Güneydoğu Asya ülkeleri çekmişlerdir. Asya mucizesinin önemli varsayımları her ekonomi öğretinin ayrılmaz bir parçası olan yüksek tasarruf oranı, düşük gelir vergisi, endüstriyel esneklik, iyi bir eğitim düzeyi, düşük ücret ve bilinçli olarak sosyal devletin nimetlerini kullanmamaktır.

Gerekli olduğu zaman bütün Asya ülkeleri hiç ses çıkarmadan kemerleri sıkmaya hazırdır. Tayland'lı bir borsacı borsanın sarsılmasından sonra çabucak bir büfeyi Bangkong'da faaliyete geçirmekte, Malezyalı bir banka memuru %20 ücret indirimine razı olmaktadır, "çok çalış ve zengin ol" birçok Asya'linin çok sevdiği parolasıdır. Cakarta'daki strateji ve uluslararası öğrenim merkezi şefi on yıl boyunca her yıl % 7-10 oranında büyüme olan yerde insanın kendini yarım ilah gördüğünü söylemiştir. 2000 yıl önce Çin filozofu Dong Zhongshu'nun "nerede büyük bir refah varsa orada gurur vardır" söyleminin doğruluğunu kriz bir kez daha teyit etmiştir.

Asya'nın yaşlı liderleri krizi kişisel trajedi olarak nitelendirmektedir. Endonezya'da Suharto, Singapur'da Lee Kuan Yew, Malezya'da Mahathir, Tayland'da emekli General, Güney Kore'de Chaebol patronu ikinci dünya savaşından sonra ülkelerini hazırlık döneminde kamçılamış ve fakat şimdi kendi yapıtlarının nasıl sorgulandığını yaşamlarında görmek zorunda kalmışlardır. Japonya Asya'nın en eski endüstri ülkesidir. Asya'nın gelişmekte olan ülkelerinde ortaya çıkan bu kriz, 1990 yılında Japonya hisse senedi ve taşınmaz mallar piyasasında duyulan büyük gürültünün bir parçasıdır.

Asya modelinin temeldeki zayıflığı, sermayenin büyük projelere yanlış yönlendirilmesi sonucu ödemeler bilânçosu krizi ile Mayıs ayında Tayland'da ortaya çıkmıştır. Uluslararası yatırımcılar bol ve atıl duran paralarını uzak doğuya pompaladıkları zaman bir krizin olacağını hiç hesap etmemişlerdir. Hâlbuki iki haneli büyüme oranı ve büyük kazançlar Asya'da büyük iflasların olacağının ilk habercisi olarak değerlendirilmektedir.

Bu ekonominin özelliği çok sayıda akraba ve politik arkadaşlık üzerine kurulmasıdır. Birçok uzak doğu ülkesinde rüşvet öyle bir boyut kazanmıştır ki batılıların bunu anlaması ve tahmin etmesi mümkün değildir. Endonezya'nın bir köyünde küçük bir vergi kaçakçısı için ne geçerli ise Jakarta'da bir başkan içinde ayını şey geçerlidir. Çin filozofu Hu Shi'nin "birisi Buda olursa bütün ailesi gökyüzüne uçar" söylemi doğruluğunu kanıtlamıştır.

Asya piyasalarında genel olarak şeffaflık ve piyasa kontrolü eksiktir. Devlet ve ekonomi arasında, piyasa güçleri ile devlet ve özel mülkiyet arasında net bir ayırım yoktur. Baba Suharto otomotiv ithalatına koruma gümrüğü koymakta, oğlu Bambang ise bu korumadan yararlanarak Endonezya'da otomobil imalatına başlamaktadır. Her Taylandlı politikacı bir banka sahibidir ve her Taylandlı banka en az iki politikacıya rüşvet vermektedir.

Endonezya'da devlet karanfil sigarasını ve sarımsak üretiminin dilimini dahi kontrol ederken bankaların kimlere kredi verdiğini kontrol etmemektedir. Güney Kore hükümeti her yabancı lüks araba alana bir vergi kontrolörü gönderirken büyük endüstri işletmelerinin yasa dışı bilânço manipülasyonu ile ilgilenmemektedir. Banka kredileri politik istek doğrultusunda veya kişisel ilişkilerle verildiği için her zaman yanlış yatırım ve büyük spekülasyonlar programlanmıştır.

Kronik kapitalizm işletme rizikolarını kısa vadeli yapmakta, böylece uzun vadeli rizikoları genel ekonomiye yüklemektedir. Asya ekonomi modeli her türlü iç ticareti avantajlı kılmaktadır. Karlar özel hesaplara transfer edilmekte, zararlar ise Asya yarımadasının banka sektörlerinin karanlık sınırlarında kaybolmaktadır. Disiplinsiz piyasa ve rizikoya bağımsız kredi politikası nedeniyle büyük paralar kötü düşünülen projelere aktarılmıştır.

Shanghay'da çok sayıda boş büro binaları Bangkong'dan daha fazladır. 1995 yılında dünyanın ikinci en büyük süpermarketi Pudong'da açılmış ve bu Japon işletmesi iflas etmiştir. Jangtse'de 100 milyar Mark değerinde bir baraj projesi hedeflemiş olan Çin başbakanı Li Peng, burada bir anıt yaptırmak istemiştir. Hâlbuki Mahathir'in kilometrelerce uzunluğundaki Multimedia koridor projesi Malezya'da balon olarak sönmüştür.

Buna rağmen Asya fırtınasının dinmesi halinde geçmişteki hızlı büyüme yerine ABD ve Avrupa'dan daha yüksek bir büyüme oranı ile rekabetini sürdüreceği tahmin edilmektedir. Zira Asya'nın geçmiş deneyimlerden ders alma kabiliyeti Asya modelinin gücünü göstermektedir. Büyük Çin düşünürü Menzius 2500 Konfıçius'tan önce kurduğu felsefi düşüncede "insanlar ancak yanlış yaptıktan sonra kendilerini değiştirirler" demiştir.

Japon modeli acaba Asya krizinin sorumlusu mudur? 1868 yılında imparator Meici'nin reformları ile batıya açılan Japonya Fransa ve Almanya'dan 30 yıl İsveç'den LO yıl sonra 1890'larda olgunluğa ulaşmıştır. II. Dünya savaşı sonunda (1951) ulusal geliri İngiltere'nin 113'ü iken 1967'de İngiltere'yi 1968'de Fransa'yı ve 1969'da Almanya'yı geride bırakarak kalkınmayı en iyi bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu gelişmenin temelinde halkın benimsediği iyi bir ekonomik politika ile Japon toplumunun Sosyo-kültürel yapısının bu politika ile uyumu yatmaktadır.

Japon ekonomi politikası, büyümeyi ortak amaç edinen, devlet yönetimi ile özel teşebbüs ve işçi kuruluşları arasında amaç ve işbirliğini esas alan, kaynakların doğru kararlarla teknolojik yenilikleri ön plana alarak isabetli kullanan iç barışa dayalı dinamik kalkınma planlarının tavizsiz ve iyi uygulayan, işletmelerin verimliliğini esas alan, ülkenin sosyo-kültürel yapısına uygun bir organizasyon ve yönetim anlayışını benimseyen esaslar üzerine oturtulmuştur.

Japon insanının tarihsel, kültürel ve çevre şartlarına uyumu; onun korunması ve devamını esas alan kişilik yapısı; hiyerarşik bir düzene rağmen homojen ve sınıfsız herkese fırsat eşitliği tanıyan toplum yapısı; bir amaca ulaşmada birlik içinde yönetime saygılı ve yönetimin şartlarım yerine getiren bir toplum psikolojisi genel özelliğini oluşturmaktadır.

Ülkenin ekonomik gücü 16 büyük holdingin elinde olup ülkede tarihi bir yeri vardır. İç piyasada acımasız rekabet başarının temel koşulu olarak bu firmaları dünya pazarlarına hazırlamıştır. Japon sistemini ömek alan ülkeler neden krize sürüklenmiştir sorusuna iki şekilde yanıt aramak mümkündür: ya bu model diğer Asya ülkelerine bol gelmiştir veya Japon sistemi yanlıştır.

Asya'nın gelişmekte olan ülkeleri yıllarca Japonya'yı ömek almışlardır. Malezya başbakanı Mahathir Muhamad 80'li yıllarda "doğuya bak Japonya'dan öğren" parolasını ilan etmiştir. Japon modeli Hongkong iktisat dergisi 'Far Eastern Economic Rewiev" de Japon modeli ölmüştür demiştir. Japon bankaları en az 300 milyar marklık alacaklarını hesap defteri ile taşımaktadır. Bu ekonominin daha sonraki etkileri yeni mafya skandalları ve rüşvetlerle ülkeyi sallamaktadır. Tayland'ın GSMH sının %20 sine ulaşan 65 milyar Mark Japonya tarafından bu ülkeye pompalanmıştır. Güney Kore'de iflas eden büyük 6 firmanın en büyük yabancı alacaklıları Japon bankalarıdır.

Japon ekonomisti Susumu Saito, Asya güven krizinde baş sorumlu olarak ülkesini göstermektedir. Uluslararası hisse senedi piyasasının deprem merkezinin Tokyo'da bulunmakta olduğunu Trilateral enstitüsü müdürü söylemiştir. Tek taraflı ihracata yönelme, iç piyasanın yabancı rekabetine kapalı olması, aile firmalarının dayanışması, bakanlıkların şaibeli endüstri politikası, işletmelerde istihdam ilişkileri, hayat boyu senyörlük prensibi krizin nedenleri olarak görülmektedir.

Japon bankalarının 1 trilyon Dolara ulaşan batık kredilerin temizlenmesi için bankacılık reform tasarısı gündeme gelmiştir. Bunun için zor durumdaki bankalara kamu kaynaklarının kullandırılması ve batık kredileri bankalardan devralarak tahsil etmekle görevli bir mali kurum oluşturulması planlanmıştır.

19 Ekim 1987 tarihinde Kara Pazartesi adı ile ortaya çıkan borsalardaki hisse senetleri düşüşleri üzerine yazdığım yeni bir dünya ekonomik krizi mi adlı makalede 1929-30 dünya ekonomik krizi ile ilişkilendirmek suretiyle küreselleşen dünyada panik yaratmanın yanlış olduğunu, ancak tedbir alınması gerektiği konusunda aşağıdaki gerekçeler esas alınmıştır.



  • Bugün deneyimler farklıdır: Dünya krizinin deneyimi para ve finansman politikasının daha iyi öğrenilmesini sağlamıştır.

  • Banka sistemi daha sağlıklı değişimleri zorunlu kılmıştır ve mevduat sigorta sistemi ve mevduat garanti fonu ile güvenceler artırılmıştır

  • Politik ilişkiler daha dengeli hale gelmiştir ülke egoizminin yerini dayanışma almıştır, Zira taşın altında herkesin parmağı vardır birisine olan zarar diğerini de etkilemektedir.

  • İşbirliği daha fazladır, uyumsuzluk ve dengesizlik yerini entegrasyona bırakmıştır. Globalleşme ve küreselleşme buna örnektir.

Günümüzde para ve fınans politikası krizi büyütecek derecede değildir. Krizin en büyük faktörü olan korumacılık 30'lu yıllara oranla çok azaltılmıştır. Bütün bunlara rağmen dünya ekonomik problemlerini göz ardı etmek mümkün değildir. Borçlanma ve işsizlik, adil olmayan gelir dağılımı sorunu ile ödemeler dengesi açıklarının giderilmesi yolunda yeni bir büyüme dinamiği yaratmak gerekmektedir. Bunun için teşvik ve sübvansiyonların kaldırılması vergi ve eş etkili vergiler gibi yüklerin azaltılması gerekmektedir. Dünyada serbest ticaret esas alınmasına ve bunun için en son Uruguay görüşmelerinde tarifeleri aşağı çekmek için önemli adımlar atılmış olmasına rağmen miktar kısıtlamaları ve tarife dışı engellerin artması düşündürücüdür.

Yukarıda 1997 krizinin belirtileri ve sonuçlan ironik bir şekilde analiz edilmiştir. Nedeni ise günümüzde yaşanan gelişmelere benzer özellik göstermesidir. Bizi bekleyen ekonomik krizin ayak seslerini özetlemeden kriz konusunda bazı teorik bilgilerin belirtilmesinde eğitim açısından yarar görülmektedir:

Krizlerin türüne bakıldığında:


  • Döviz krizi

  • Banka Krizi

  • Borç krizi

  • Salgın kriz(ülkelerin birbirlerini etkilemesi)

  • Politik kriz

  • Psikolojik kriz,

Bu krizlerin nedenini izah eden teoriler:

  • Aşırı borç birikimi

  • Bankacılıkta panik

  • Rasyonel Bekleyişler

  • Belirsizlikler

  • Kredi sınırlaması veya tahsisi (Tayinlemesi)

  • Bu alandaki giderlerin çok olması yani asimetrik acenta giderleri

  • Finansal piyasaların yapısı

  • Kiralama piyasasının çöküşü

  • Konjonktür teorisinde gördüğümüz arz veya talep fazlası

Kriz teorileri ile konjonktür teorilerinin ortak yanı bulunmakla birlikte ayrıldığı noktalar da mevcuttur. Konjonktürde ekonomik dalgalanma her dönemde değişik şiddette olmasına karşın kriz konjonktürün dibe vurması veya ekonominin en kötü durumudur.

Konjonktürü izah eden teoriler aşağıda özet olarak verilmiştir:



    1. Kozmik-psikolojik ve demografik teoriler(dışsal); bu teoriler konjonktür dalgalanmalarını kozmik etkilere yani güneş üzerindeki lekeler, mahsul ve nüfus hareketlerine dayandırmaktadır.

    2. Psikolojik temele dayalı teoriler, a) iyimser ve kötümser yaklaşımlar (hava) yanlış olarak bir biri ardına bir zincir oluşturmaktadır, b) doğum ve ölüm oranlarındaki dalgalanmalar değişik biçimde iyimserlik ve kötümserlik üretirler ve dolaylı olarak konjonktür yükselmesine ve alçalmasına yol açar.

    3. Ekonomiden ayrılmaz teoriler:

      1. Teknolojik teoriler: Yeni işletmecilik-teknik kombinasyonlar (bileşimler) dalgalanmalarda ortaya çıkar, yükselme ile birlikte arkasından buna bağlı krizlere ve çöküntüye neden olur.(Schumpeter).

      2. Eksik tüketim veya aşırı tasarruf teorileri: Gelir dağılımı ve kullanılması üretim hareketleri ile dengede değildir. Ücret dalgalanmaları belli zaman aralıklarında fiyat dalgalanmalarını takip eder, böylece tüketim malları talebi, münavebe ile arzdan büyük veya küçük olmaktadır.

      3. Aşın üretim teorisi: Üretim ve tüketim genel olarak bir birine eşit değildir. Yükselme döneminde, ilk önce üretim tesislerinin hızla artması üretimi artınr ve bunun sonucu olarak tüketim mallarının sınır (maıjinal) değerleri düşer ve çöküntüye yol açar. Tesis ve üretim için büyüme engeli tüketim mallan sınır talep fiyatını tekrar yukarıya doğru iter ve yeni bir yükselmeye yol açar (aftalion).

      4. Aşın yatırım teorisi: Tüketim, tasarruf ve yatırım dengede bulunmamaktadır. Aşın yatırandan, sermaye malları üretiminin aşırı büyüme oranı anlaşılmaktadır. Kapital malları üretiminin kapital birikiminden fazla olması bir yıkım oluşturur.

        1. Parasal teoriler:

Altın ve gümüş üretimindeki dalgalanmalar - buna uygun fiyat ve faiz hareketleri ile - genel ekonomik yükselişi ve çöküşü belirlemektedir, (faizler, kredi genişlemesi, para miktaı ve fiyatlar genel seviyesi)

Beklentilerin iyi olması durumunda bankalar müteşebbislerin satın alma gücünü kredileri genişletmesi ile artırırlar, yükselme başlar ve bankaların kredileri kısıtlamak zorunda oluncaya kadar devam eder, bunu takip eden uyum krizi ve çöküntüde serbest kalan yeni kaynaklar birikmekte, buda yeniden genişlemeye yol açmaktadır.



        1. Yeni gelişme:

Modern Konjonktür teorilerinde iki özellik tespit edilir. Konjonktür hareketinin gözleminden ilk etapta özel talep ekonomik dalgalanmalar için sorumlu olduğu sonucuna varılabilir. Çarpan ve hızlandıranın ortak etkisiyle konjonktürel istikrarsızlığı ekonomik içerikli fenomen olarak açıklayan model geliştirilmektedir(Hanod, Hicks model). Daha sonraki genişletilen çalışmalarda devlet ekonomi politikasında istikrar elemanı olarak dikkate alınmıştır. İkinci özellik olarak modern konjonktür teorileri talep belirleyicisinin konjonktür gelişmelerine etkileriyle uğraşmaktadır. Burada konjonktür fenomeninin çok sebepli nedenleri hesaba katılmıştır. Bütün geçerli faktörleri bir modelde toplama denemeleri yapılmamaktadır. Bunun yanında istihdam teorileri ile mekanik teorilerde dikkate alınmaktadır. Dünyada krizin veya konjonktürün tahmini konusunda bilimsel yöntemler üretilmiştir. Bunları üç grupta toplamak mümkündür: a) İnşaat izinleri ve siparişler, b) Fiyatlar, c) sanayi üretimi, Bu göstergeleri kullanmak suretiyle Konjonktürü erken, geç veya mevcut durumda tahmin etmek mümkündür.

Türkiye'de ekonomik verilerden yola çıkılarak ekonomiyi tahlil etmek ve kriz konusunda yorum yapmak için önce makro ekonomik göstergelerle analiz edilecektir. Milli ekonomilerin çözmek zorunda olduğu 5 ana sorun olmakla birlikte her ülkede bu sorunların öncelikleri farklıdır. Bu sorunlar:



  • Ekonomik Büyüme hedefi,

  • İstihdam veya işsizlere iş yaratmak,

  • Fiyat istikrarı,

  • Adil bir gelir dağılımı,

  • Ödemeler bilânçosu dengesi,

Bu makıo ekonomik sorunlar ve hedefler doğrultusunda Türkiye'de ekonominin durumu analiz edilecektir. 2007 yılının sonu itibariyle büyüme 4,1 olarak öngörülmüştür. Hâlbuki bu hedef Abdüllatif Şener'in deyimi ile psikolojik sınır olan % 5'in altında kalmıştır. İstihdamda hiçbir artış olmamış ve işsizlik geçen yıla göre % 0,2 oranında artarak işsizlik oranı hedefin altında kalmıştır.

Yoksulluk sınırında yaşayanların sayısının 14 milyona yükseldiği, 10 milyon insanın işsiz olduğu (bazı verilere göre 14 milyon), 10 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı sendikalar (KESK) tarafından ifade edilmektedir. Bunun yanında 8 milyona yakın insanımızın özürlü, 10 milyon insanın vasıfsız ve eğitimsiz olduğu istatistiklerde yer almaktadır. 52,65 milyon faal nüfusun işgücüne katılma oranı % 49,3 olan bir ülkede prim ödeyen çalışan sayısı 14 milyon 980 bin emekli sayısı ise 7 milyon 600 bin civarındadır. 10 milyona yakın insanımızın vasıfsız hatta eğitimsiz olduğu istatistiklerle ifade edildiğine göre kaliteli üretim ve ucuz üretim nasıl yapılacaktır(rekabetin ön şartıdır). Türkiye cumhuriyeti hükümetleri ne sakatına sağlıklı yaşam imkânı vermiş ne işsizine iş bulmuş nede yoksulunu doyurmuştur. Koskoca bir cihan imparatorluğunun mirasçıları sadece kendi coğrafyasından sorumlu değildir. Orta Doğu, Kafkaslar, Balkanlar, Orta Asya, Kuzey Afrika ve hatta bütün İslam coğrafyasına karşı sorumludur. İklimi, bitki örtüsü, verimli toprakları, yeraltı ve yerüstü serveti zengin kültürü ile zor coğrafya ve bölgede bulunan Türkiye'de her kesin gözü ve kıskançlığı vardır. Bu nedenle Hıristiyan dünyası birleşerek haçlı seferleri düzenlemiş, bazen Rusya'yı kışkırtarak ülkenin üzerine saldırtmış bazen de gizli ve kapalı kapılar ardında birleşerek bu coğrafyadan Türkleri kovmak için her türlü entrika ve düzen içine girmişlerdir. Halen günümüzde bu kin ve nefret değişik biçimde sergilenmekte ve Türkiye'nin gelişmesi batılı veya Hıristiyan dünyası tarafından engellenmektedir.

Fiyat istikrarına gelince, resmi kaynaklara göre 2007 hedefi ÜFE de 4,0 TÜFE de 4,0 olarak belirlenmiştir. Ancak hedefler %100 tuttumlamamıştır. ÜFE de % 8,4 olduğu ancak bunun yüksek gelir gruplarına az, düşük gelir gruplarına daha da fazla yansıdığı ifade edilmektedir( çünkü düşük gelir gruplarının zorunlu ihtiyacı olan kira ve gıda maddeleri daha çok zamlanmıştır). Eski ekonomiden sorumlu devlet bakanı Abüllatif Şener'in verdiği bilgileri aktarıyorum "Eski bakan Abdüllatif Şener uyardı: (14 Ocak 2008 de ANKA da yayınlanmıştır)".

Benzer söyleşi bir TV programında da canlı yayınlandı. Kendisi ile geçen dönem milletvekili olan Sayın Turan Çömez, Geçmiş beş yılın ekonomik açıdan değerlendirmesini yapmışlardır. Psikolojik büyüme sınırı % 5 demiştir (Dünya gazetesi). Enflasyon % 12,5 olarak ifade edilmekle birlikte Türk parasının aşırı değerli olması nedeniyle enflasyonu % 20 düşük göstermişlerdir demektedir.

"Cumhuriyetin kazanımları olan KİT'leri, Devletin arsalarını, Limanlarını, rafinelerini satmak ve borç almak suretiyle ekonomi yönetilmiştir. Cumhuriyetin 70 yıllık kazanımları yok pahasına satılmıştır. Özelleştirmeden 24,5 milyar dolar kaynak yaratarak gelecek nesillere hiç miras bırakılmamıştır. TSMF ile hükümet 8,5 milyar dolar tahsilât yapmıştır. Yine bu dönemde hükümet limanları ve önemli arazileri satmak suretiyle 16 milyar dolar ile yurt dışından 10 milyar ve yurt içinden de 100 milyar dolar borç alarak toplam 160 milyar dolar kaynağı 5 yıllık hükümet dönemin de değişik biçimde kullanmıştır" (Abdüllatif Şener). Hükümetin açıklamasına göre, tekelin satılması, Türk Telekom, enerji işletme, üretim ve dağıtım şirketleri yanında milli piyango ve bunun gibi hayati önem taşıyan stratejik kuruluşlara sıra gelmiştir. Bu politika hükümetin yaşaması için can simidi olarak tanımlanmaktadır.

Ancak ekonomi dibe vurmuştur. Her şey satılmış olmasına rağmen ekonomi geçici olarak ayakta zorla durmaktadır. Türkiye'nin finans kesimi milli olmaktan çıkmıştır. Bankaların % 51'i yabacılara satılmış, bazıları tamamen satılacaktır. Sermaye piyasasının %75 ile %80'i yabancıların elindedir. Türkiye'de yatırım araçlarının fiyatı yabancılar tarafından belirlenmektedir. Her yıl 2 Milyar Dolar kar transferi yapılmaktadır. Bu transferin gelecek 10 yılda 20 milyar dolara (yıllık) çıkacağı tahmin edilmektedir. Türkiye'de yaratılan milli gelirin % 50 sine yakın bir kısmı ulusal ve uluslar arası 4—5 bin kişi tarafından paylaşılmaktadır.

Kar/kur veya kur/faiz oranları ile reel faizin yüksekliği sıcak paranın ülkemize akın etmesini sağlamıştır. Ancak bu oranlar düşerse Türkiye cazip ülke olmaktan çıkacak ve sıcak paranın çıkışını durdurmanın nasıl önleneceği merak konusudur. Yabancı sermayenin gelmesi için reel faizin yüksek olması, ekonominin ve siyasetin istikrar içinde olması yanında karlılık oranının ve para transferinin iyi olması gerekmektedir. Burada çok önemli bir konu vardır. Türkiye ihracatının yarıdan fazlasını Euro bölgesine yapmaktadır. Euro'nun dolara göre değerli olması yani 1 Euro'nun 2 dolar veya 3 dolar olması çok şeyi değiştirmektedir. Örneğin Euro ile satış yapan ihracatçı lEuro 2 dolar yerine 3 Dolar getirmesi veya değiştirmesi ile daha çok nemalanması anlamına gelmektedir. Türk parasının aşırı değerli olmasının diğer bir yönü ise fert başına düşen milli gelirin dolar cinsinden yüksek olmasının ifadesidir. Bu örnekte olduğu gibi eğer 1 dolar 1 YTL olursa 600 milyar YTL civarında olan milli gelir, dolar cinsinden fert başına (Türkiye Cumhuriyeti nüfusu 73 milyon olarak kabul edilirse) yaklaşık olarak 8500 dolar olacak, eğer 1 dolar 2 YTL kabul edilirse fert başına milli gelir dolar cinsinden 4250 dolar olacaktır. Eğer bu oran 1 dolar 3 YTL olursa fert başına milli gelir dolar cinsinden 3000 doların altına düşecektir.

Bankalar ve diğer fınans kurumlan, düşük kurdan borçlanarak araç kredisi, tüketici kredisi ve konut kredisi vermiştir. Tüketici kredisi 66 milyar YTL yi, kredi kartı borcu 27 milyar YTL olmak üzere toplam 95 milyar YTL yi geçmiştir. Krediyi alanların ödeme gücü zayıf veya yoktur. Tüketici bu borcu ödeyemez ise bütün fınans kurumlarının yurtiçi ve yurtdışı yükümlülüklerinin zincirleme sonucunu kestirmek zordur.

İç ve dış borç çok büyük boyutlara ulaşmıştır ve 400 milyar doları geçmiştir(bıüt). Yaptığımız araştırmalara göre Devletin ve yerel yönetimlerin, İstanbul Belediyesi, Ankara Belediyesi veya diğer Belediyelerin veya devletin kefil olduğu diğer yönetimler ve bankaların veya şirketlerin TC güvencesi ile dış ülkelerden veya içten borç aldığı dikkate alındığında brüt borç olarak tanımlanan borçların boyutları ürkütücüdür. Türkiye milli geliri dolar cinsinden 400 milyar doların üzerinde olduğuna göre borçlar da bu seviyeye yakındır. Bunun anlamı 73 milyon insan yemeden içmeden 1 yıl boyunca çalışarak ancak borcunu ödemesi mümkündür. Ödemeler dengesine bakıldığında, İhracat 108 milyar dolar, ithalat ise 170 milyar dolar ihracatın ithalatı karşılama oranı % 62, dış ticaret açığı 62 milyar dolar, cari açık ise 38 milyar dolar ile cari açık GSMH'lanm %7,5 ine ulaşmıştır. Hâlbuki Asya krizi bu oranın % 6 seviyesinde olduğu zaman patlak vermiştir. Milli gelirin % 50 si faiz ödemelerine gitmektedir. Türkiye'de gösterişli binalar, bürolar, gökdelenler ve Büyük alış veriş merkezleri 1997'nin uzak doğu Asya'sına benzemektedir. Bu üretken olmayan yatırımlar ekonomiye büyük yük oluşturmaktadır.

Türkiye'de sadece Tekstil ve giyim veya konfeksiyon net döviz getiren sektördür. Diğer bütün sektörler net dış açık veren sektördür. Kayıt dışı ekonomideki makro ekonomik denge hesapları gerçeği yansıtmamaktadır. Türk parasının değerli olması aynı zamanda enflasyonunda düşük gösterilmesine yaramaktadır. Gelir dağılımı dünyada sondan beşinci ve bazı kaynaklara göre Rusya federasyonundan sonra en kötü ülkelerden biri olarak gösterilmektedir.

Sonuç

IMF Asya krizi finans kesiminin gevşekliğine, özellikle bütçe açıklan, vergi ve sosyal güvenlik sistemlerinin bozukluğuna bağlanmaktadır. Halbuki Kore'deki krizin nedeni devletin mali krizi yerine özel sektörün mali krizidir. Fakat diğer ülkelerde krizin kaynağı, dış ticaret ve cari açığın kapanması için yapılan sıcak para ağırlıklı dış borçlanmanın tüketimde, gayrimenkul alımında ve bazı riskli projelerde kullanılması olarak kabul edilmektedir.

IMF Tayland'a batık mali kuruşlarını kurtarmak için Ağustos 1997 de 17.2 milyar dolarlık, Endonezya'ya Ekim 1997 de döviz kurunu desteklemek ve bankaları yeniden yapılandırmak üzere 40 milyar dolar, Aralık 1997 de Güney Kore'ye 57 milyar dolar (yıl sonunda 60 milyar dolar), Filipinlere 1.1 milyar dolar fon sağlamış ve krizin durumuna göre bu miktarlann artınlmasma kesin gözüyle bakılmaktadır. Bütün bu kurtarma fonlarının sadece IMF tarafından çok küçük bir kısmı karşılanmış, büyük bir kısmı IMF'nin koordinatörlüğünde batılı sermaye çevrelerince kendi koşullarına uygun olarak verilmiştir. Bölgeye aktarılan paranın yılsonuna kadar 500 milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmektedir.(Asya ülkelerine sağlanan kredilerin dağılımı: Japonya 97,2,Almanya 21,7, Fransa 24,6, İngiltere 16,3, Diğer Avrupa ülkeleri ve Kanada 80,9, ABD 6 büyük banka 23,8 milyar Dolar olmuştur).

Her şeye rağmen batılı yatınmcılar için uzak doğu geleceğin pazarı kabul edilmekte ve spot fiyatına paylaşılmaktadır. BM- Ticaret Örgütü ve uluslararası ticaret odasının anketine göre 198 firmadan % 26'sının bu bölgede etkinliklerinin kısa ve orta vadede artarak sürdürmek istediğini ortaya çıkarmış, sadece % 12'si yatınmlannın aşağı çekmek istemektedir. Amerikalı ve Avrupalılar bölgede Japonların üstünlüğünü azaltmak yönünde yatırımlarını artırmaya devam etmektedir.

1988 yılı ortalarından itibaren IMF ve IMF koordinatörlüğünde batının kurtarma girişimi, 80 li yıllarda Güney Amerika ülkeleri ve 1994/95 de Meksika'da Peso krizinde olduğu gibi dünya krizine izin verilmemiştir. 1997 yılı temmuz ayında Tayland'da başlayan kriz, daha sonra Malezya, Endonezya, Güney Kore ve Singapur ve Filipinler'de kendini göstererek Asya krizi adı ile ekonomik literatüre geçmiştir.

Tayland'da başlayan ve bütün Asya kaplanlarını etkisi altına alan kriz, sermayenin üretken olmayan yatırımlara yanlış yönlendirilmesi, sıcak para akışı, piyasanın şeffaf olmaması ve kontrolünün eksikliği, mali piyasaların bozukluğu, Rüşvet ve kayırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Bu ülkeler korumacılık üzerine kurulmuş, Japon sistemini örnek almışlar ve Japonya da aynı krizi yaşamak zorunda kaldığından örnek ülke olmaktan çıkmıştır. Her ne kadar bu kriz dünya ekonomisini etkisi altına almış olsa da (Çin ve Rusya), Globalleşen ve küreselleşen dünyada sermayenin dayanışması ön plana çıkmıştır. Batı ülkelerinde ortaya çıkan borsa düşüşleri kapitalizmin mantığında yatmaktadır. Kapitalizm krizden en büyük zararı kendisinin göreceğini bildiği için IMF ve IMF koordinatörlüğünde batılı sermaye çevreleri kurtarma operasyonları başlatarak krizin etkilerini azaltmış ve iyileşme başlamıştır. 1998 yılı ortalarından itibaren de yapılan vergi düzenlemeleri ve mali piyasalara yönelik yasal düzenlemelerle bir düzelme eğilimi gözlenmiştir.

Asya krizi öncesi görüntüler ülkemizde de mevcuttur: Örneğin Devletin en önemli alanları ve kuruluşları, bankaları, sermaye piyasası yabancıların eline geçmiştir. Sıcak para had safhadadır. Moskova'dan sonra en cazip arsa ve gökdelen alımları İstanbul'da gerçekleşmektedir. Büyüme ve enflasyon hedefleri tutturulamamıştır. Gelir dağılımında en bozuk ülkelerden birisi durumuna gelmiş ve borç batığına saplanmış bir ülke durumundayız. Özellikle ihracat ile ithalat arasındaki fark gittikçe büyümekte ve sonucunda ödemeler bilançosu açıklan ile cari açık büyük boyutlara ulaştığı gibi cari açığın nasıl finansa edileceği çok düşündürücüdür. Kayıt dişilik büyük boyutlara ulaşmıştır(vergide ve istihdamda ve hatta sokakta). Yoksulluk ve yolsuzluk konusunda Türkiye örnek olmaya devam etmektedir. Nitekim had safhaya ulaşan kirlilik her alanda görülmektedir. Çevre, toprak, su, görüntü, atmosfer, gürültü, insan ve en önemlisi ise mal ve can güvenliğinin olmaması kirliliğidir. Sokaklann seyyar satıcıya, ehliyeti olmayan sürücülere, köfteciye, balıkçıya, simitçiye, park mafyasına veya caddelerin işgaline, kamu arazilerinin ve ormanlannm siyasi çıkar uğruna birilerinin işgal etmesine, bavulu eline alanın bir caddeyi işgal edip ticaret yapmasına ve buna göz yumulmasına, devletin güvenlik güçlerinin hiçbir şey yapamamasına, açıkçası sokağın, caddenin, mahallenin ve kentin sokağa teslim edildiği can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ülkede ekonomik disiplinin kurulması mümkün değildir. Bu durumda kriz her zaman kapıdadır. Dünyada başta ABD olmak üzere kriz Avrupa'da hissedilmeye başlanmış, Türkiye'de dalgalanma olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki Türkiye'de şişmiş değerlendirme söz konusudur. 2001 krizine benzer gelişmeler gözlenmektedir. Bankaların açık pozisyonlarının artması, reel sektörün üretemez duruma gelmesi, zor durumda olması (hayatta kalma mücadelesi vermektedir) işsizliği giderek daha fazla artırmaktadır.

KİT'ler, Spor kulüpleri, Dernekler, Birlikler, Belediyeler, sosyal güvenlik kurumlan ile Vakıflann durumu son derece ilginçtir. Her kurum kendi asli görevinin dışına çıkmış şeffaflık ve esneklik kalmamıştır. Sermayenin ve demokrasinin tabana yayılmadığı(tekelleşmenin büyük boyutlara ulaştığı) Türkiye ekonomisinde dengelerin yeniden kurulması için: Eğitim, Adalet, sağlık, sosyal güvenlik ve güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlannın uyumu önem taşımaktadır. Sokaklann işgal edildiği bir durumda güvenlik güçlerinin çaresiz kaldığı kamu hizmetinin cadde, sokak, yol, su, enerji, kanalizasyon, çöp, çarpık kentleşme, gece kondu ve kirlilik gibi sorunları çözmeden ekonomiyi düzlüğe çıkarmak zordur veya geçicidir. Ekonominin gerek yurt içinde gerek yurt dışında rekabet edebilmesi üretim faktörlerinin kalitesine bağlıdır. Diğer bir değimle ucuz üretmek, kaliteli üretmek, üretimi çeşitlendirmek veya marka olmaktan geçer.

Nitekim Asya' da ki güven krizinin önemli bir nedeni rüşvet, yolsuzluk, kayırmacılık, korumacılık, kaynakları üretken olmayan gösterişli yatırımlarda kullanmak, büyük borçlar yapmak ve sıcak parayı ülkede yaygınlaştırmak olarak kabul edildiğine göre Türkiye'de de buna benzer şartlar oluşmuştur. ABD'de başlayan durgunluk ve kriz AB ülkelerinde hissedilmeye başlanmış Türkiye'de ise ayak sesleri duyulmaktadır.

Kaynaklar

Asienkrise kostet Industrielander 70 Millarden Dolar, archiv .Berliner Morgenpost. 1997

Güvenen, Orhan (1998) "Asya Krizine Önlem" Ekonomik Forum, Mart(lO-lö).

Karaca, A. Ali (1988a) "Yen Bir Dünya Krizi mi ?" Yeni Forum Dergisi, 1988

Karaca, A. Ali (1988b) "Japon Ekonomik Mucizesinin Temelleri" Yeni Forum Dergisi, sayı 200. Ocak 1988

Newsweek, December 29th, 1997.

Newsweek, January, 1998.

The Economist, December 13th, 1997.

Ulagay, Osman (1998) "Küresel Şoklar" Milliyet, 24-25 Mart (Yazı Dizisi). Wirtschaftinstitute in Europa: Konjunktur steigt trotz Asienkrise, Wirtschaftswoche, (4.12.1997), sayı SO, (47-60) Wirtschafts Woche, (9.4.1998), sayı 16, (32 - 34)

Sayısal veriler DPT. Ekonomik gelişmeler bülteni, Merkez bankası, KESK ve TÜİK Raporlarından alınmıştır.

Diğer verilerin bazıları Abdüllatif Şener'in büyüme dibe vurdu yorumu 14 Ocak 2008 de ANKA haberinden alınmıştır.



ABMYO

Dergisi. 10, (2008) (19-34)




1 Prof. Dr. A. Ali KARACA, İstanbul Aydın Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı, Beşyol Mah. İnönü Cd. No:40 Sefaköy- Küçükçekmece/İST. E-posta: alikaraca@aydin.edu.tr


Yüklə 73,59 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin