Hukukun temel kavramlari



Yüklə 43,75 Kb.
tarix20.11.2017
ölçüsü43,75 Kb.
#32378

İnsanın sosyal bir varlık olması, onu daima toplum içinde yaşamaya sevk etmiştir. Toplumsal yaşam ise düzeni gerektirir. Toplumsal yaşamı düzenlemeye çalışan kural sistemleri emirler ve yasaklar koyarak insan davranışlarını yönlendirmek, bu suretle sosyal hayatı tanzim etmek istemişlerdir. Toplumsal yaşamı düzenleyen kural sistemleri (sosyal düzen kuralları) arasında din kuralları, ahlâk kuralları, görgü kuralları, örf ve âdet kuralları ile nihayet hukuk kuralları yer alır. Bu kural sistemlerinin hepsi, insan davranışını konu edinir, normatif (kural koyucu) karakter taşır ve norma aykırı hareket edenler bir tepkiyle karşılaşırlar.

Hukuk kurallarını diğer sosyal düzen kurallarından ayıran özelliklerin en belirgini, hukuk kurallarının yaptırımının (müeyyidesinin) maddî nitelikte olmasıdır. Zira bir hukuk kuralına aykırı davranışta bulunan kişi, karşısında devlet desteğine sahip zorlayıcı bir gücü bulacaktır. Bir hukuk kuralı hâline gelmemiş olan diğer sosyal düzen kurallarında bu özellik yoktur.

Sözlükte “haklar” anlamına gelen hukuk sözcüğünün başka manaları da bulunmaktadır. Diğer yandan “hukukun görünümleri” olarak da nitelendirilen bazı kavramlar da söz konusudur. Bunlardan pozitif hukuk, bir ülkede belirli bir zaman diliminde yürürlükte bulunan hukuk kurallarının tümünü ifade eder. Mevzu hukuk ise pozitif hukukun örf ve âdet hukuku dışında kalan kısmını oluşturur. Yürürlükteki hukuku değil, olması gereken hukuku, ideal hukuku ifade eden kavram ise tabiî (doğal) hukuk kavramıdır.

Hukuk kurallarının kaynakları asli kaynaklar ve yardımcı kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılır. Asli kaynaklar yazılı ve yazısız kaynaklar olarak kendi içinde bir ayırıma tabidir. Örf ve adet hukuku ise hukukun asli kaynaklarının yazısız kaynağını oluşturur.

Genel ve soyut olan hukuk kurallarının uygulanması da önem arz etmektedir. Yalnız başına kuralların var olması yetmemekte bu kuralların somut ve özel olaylara uygulanması gerekmektedir.

Türk hukuk düzeninin hâkime tanımış olduğu hukuk yaratma ve takdir yetkisi kavramları da hukukun uygulanması konusunda değinilmesi gereken konulardandır.

Hak, hukukun temel kavramlarının başında gelir ve “gerçekleşmesi hak sahibinin iradesine bağlı, hukuken korunan bir menfaat” olarak tanımlanır. Hakkın konusunu malvarlığı değerleri oluşturabileceği gibi kişilik hakları da olabilir. Her hakkın bir sahibi vardır. Hukukun hak sahibi olma yeteneği tanıdığı varlıklara kişi denir. Hukukta gerçek kişi (insanlar) ve tüzel kişi olmak üzere başlıca iki tür kişi söz konusudur.

Haklar, çeşitli açılarda muhtelif sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır. Öncelikle ilişkin oldukları veya düzenlendikleri hukuk alanından yola çıkılarak kamu hakları (kamu hukukundan doğan haklar), özel haklar biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Hakkın niteliğine (ileri sürülebileceği çevreye göre) göre mutlak haklar ve nisbî haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Haklar, konusuna (parasal değer taşıyıp taşımamalarına) göre malvarlığı hakları - şahıs varlığı (kişilik) hakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Devir kabiliyetlerine (el değiştirip değiştirilememelerine) göre haklar devredilebilen haklar ve devredilemeyen haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar yenilik doğuran haklar ve yenilik doğurmayan haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Hakların bağımsız olup olmaması yönünden bağımlı haklar ve bağımsız haklar ayrımı söz konusudur. Haklar, kullanma yetkisi bakımından ise şahsen kullanılması zorunlu (münhasıran şahsa bağlı) olan ve olmayan haklar şeklinde tasnif edilmektedir.

Mutlak hak-nisbî hak ayrımı, özel hukuka karakterini veren bir hususiyet taşıyan ve pratik sonuçları olan önemli bir ayrımdır. Mutlak haklar, ilişkin oldukları kişiler ve eşya üzerinde sahibine en geniş hâkimiyet ve tasarruf yetkileri veren, herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara uyması ve bunları ihlal etmemesi zorunluluğunu içeren haklardır. Nisbî haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır.

Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Hakların kazanılmasına veya kaybına sebep olan etkenler ya bir hukukî olay, ya bir hukukî fiil ya da bir hukukî işlemdir.

Haklar, aslen, devren ya da tesisen olmak üzere başlıca üç şekilde kazanılır. Hakların kaybedilmesi bakımından mutlak kayıp-nisbî kayıp ayrımı yapılır. Hak sahibinin hakkını bilerek ve isteyerek sona erdirip erdirmemesi bakımından da iradî kayıp- irade dışı kayıp şeklinde bir ayrım da yapılmaktadır.

İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukîsonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyet hakların kazanılmasında önemli rol oynayabilir.

Türk Medeni Kanunu “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır” hükmünü içermekte, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağını belirtmektedir.

Kişinin hakkının ihlal edilmesi durumunda hakkın korunması zorunluluğu doğar. Hakların korunmasında kural devlet eliyle korunma olmakla birlikte istisnai olarak kişinin kendi eliyle hakkını korumasına izin verilen durumlar vardır.

Hakkın sağladığı talep yetkisinin yargı organı aracılığıyla kullanılması dava açmak şeklinde karşımıza çıkar. Medeni hukukla ilgili davalar, eda davası, tespit davası ve yenilik doğuran (inşaî) dava olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır.

Davada davacının hakkına temel olarak ileri sürdüğü olgu ve olaylara iddia, davalının buna mukabil ileri sürdüğü olgu ve olaylara ise savunma denir. Davada inkâr, itiraz, def’î gibi savunma vasıtaları mevcuttur. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.

Dava sonucunda verilen hükmün gereğini yerine getirmeye rızasıyla yanaşmaması hâlinde ilgili hakkında devletin yetkili organları (icra ve iflas daireleri) aracılığıyla cebrî icra (zorla yerine getirme) yoluna başvurulur.

Kendisine hukuki sonuçlar bağlanan olaylara, hukuki olaylar denir. Hukuki olaylar insan fiillerinden ve doğa olaylarından oluşmaktadır. İnsan fiillerinden oluşan hukuki olaylara, hukuki fiiller denmektedir.

Hukuki fiiller, hukuka uygun ve hukuka aykırı filler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hukuka aykırı fiiller, haksız fiiller ve borca aykırı davranışlardan oluşur. Hukuka uygun fiiller kategorisinde ise en önemli yeri hukuki işlemler tutar.

Haksız fiillerde, hukuka aykırı bir fiille bir başkasının şahsına ya da mal varlığına bir zarar verilmektedir. Bu nedenle bir fiilin haksız fiil olduğundan söz edebilmek için; hukuka aykırılık, zarar, kusur ve nedensellik bağı olmak üzere dört unsurun bir arada bulunması gerekir.

Bir fiil bir başkasına zarar verse de eğer o fiilin hukuka aykırılığını kaldıran bir neden varsa kural olarak zarar görene bir tazminat ödenmesi gerekmez. Kamu hukukuna dayanan bir yetkinin kullanılması, zarar görenin rızasının varlığı ve haklı savunma, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerdendir. Bunun gibi zorda kalma hâlinde, hakkını korumak için kuvvet kullanmada ve üstün nitelikteki bir kamusal ya da özel yarar nedeniyle bir başkasına zarar verildiği durumlarda da hukuka aykırılığı kaldıran bir nedenin varlığı kabul edilmektedir.

Haksız fiilin unsurlarından bir diğeri haksız fiilden dolayı bir kişinin mal varlığında rızası dışında bir azalmanın meydana gelmiş olmasıdır. Yani haksız fiile uğrayan kişi zarar görmüş olmalıdır. Bu anlamdaki maddi zarar fiilî zarar ile kârdan yoksun kalmayı kapsar.

Hukukumuzda haksız fiil sorumluluğu için zarar verenin, kural olarak kusurlu olması da gerekir. Yani haksız fiil sorumluluğunda kusur sorumluluğu esastır. Kusur ise kast ve ihmal olmak üzere ikiye ayrılır. İhmal de kendi içinde ağır ve hafif ihmal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazı hâllerde ise hukukumuzda kusursuz sorumluluk esası benimsenmiştir.

Haksız fiilin son unsuru, failin fiili ile zarar arasında bir nedensellik (illiyet) bağının, neden-sonuç ilişkisinin varlığıdır. Yani zarar, onun fiili sonucunda doğmuş olmalıdır ki faile zararı tazmin yükümlülüğü yüklenebilsin.

Hukuki işlemlere gelince, bunlar kişlerin hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır. Hukuki işlemler kendi aralarında; -tek taraflı ve çok taraflı hukuki işlemler, -karşılıklı ve karşılıksız hukuki işlemler, -borçlandırıcı işlemler ve tasarruf işlemleri ve -sağlararası ve ölüme bağlı işlemler olmak üzere çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir.

Hukuk, Roma hukuku döneminden beri kamu hukuku-özel hukuk ayrımına tabi tutulmaktadır. Bu ayrımı benimsemeyenler ve eleştirenler bulunmakla birlikte söz konusu ayrım önemini bir ölçüde korumaya devam etmektedir. Bu ayrıma göre kamu hukuku devlet ve kamu kuruluşlarının örgütlenmeleri, kamu hizmeti gördükleri sırada işleyişlerini ve bu sıfatla diğer kişilerle olan ilişkilerini düzenlerken özel hukuk kamu hukukunun aksine, eşit statüde olan kişiler arasındaki hukukî ilişkileri düzenler. Bu ayrımın çeşitli ölçütleri bulunmakta, bu ölçütlerin yeterliliği noktasında getirilen eleştiriler çeşitli yönlerden haklılık payı taşımaktadır. Bu yetersizliğin bir sonucu olarak karma hukuk dalları denilen üçüncü bir kategorinin varlığı kabul edilir olmuştur.

Genel kamu hukuku, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku, milletlerarası hukuk (devletler umumî hukuku) ve vergi hukuku kamu hukukuna dâhilken; medeni hukuk, ticaret hukuku, milletlerarası özel hukuk (devletler hususi hukuku) ise özel hukukun başlıca dalları arasında yer almaktadır. Karma hukuk dalları arasında iş hukuku, fikrî hukuk, çevre hukuku, kitle iletişim hukuku, Avrupa Birliği hukuku, banka hukuku, tüketici hukuku, sermaye piyasası hukuku, rekabet hukuku, toprak hukuku, maden hukuku, noterlik hukuku, hava hukuku sayılabilir.

Anayasalar modern çağda ortaya çıkışları itibarıyla sınırlı devlet iktidarını kurmak için yapılmışlardır. Bu, bir yandan insan hak ve hürriyetlerini güvence altına almak, diğer yandan da devlet iktidarının hukuk kurallarına bağlı olarak kullanılmasını tesis etmeye matuftur.

Anayasa Hukuku, temel siyasal tercihlerin hukuki formülasyonlarını hem siyaset hem hukuk ve hem de olması gereken hukuk ekseninde inceleyen bir bilim dalıdır.

Tarihimizde 1876 yılında yapılan Kanun-i Esasi ilk Anayasamızdır. 1982 Anayasası ise beşinci Anayasamız olup halen yürürlükte bulunmaktadır.

1982 Anayasası temel hak ve özgürlükler bakımından özellikle 2001 yılında yapılan değişiklik ile Avrupa sistematiğini benimsemiş ve uluslararası standartlara kavuşmuştur.

Hükûmet sistemi bakımından Cumhurbaşkanına parlamenter hükûmet sisteminden açıkça bir sapma oluşturan birtakım yetkiler tanınmıştır. Bu nedenle bir bakıma parlamenter hükûmet sistemi ile yarı başkanlık sistemi arasında melez bir hükûmet sistemi benimsenmiştir denilebilir.

İlk defa 1961 Anayasası ile kabul edilen ve yasama organının tasarruflarının yargısal denetimi anlamına gelen anayasa yargısı ve Anayasa Mahkemesi'nin kabulü ve kuruluşu 1982 Anayasas'ında da benimsenmiştir. Benimsenen model, Avrupa anayasa yargısı modeli olmuştur.



İdare hukuku yeni gelişen bir hukuk dalıdır ve bu gelişimini esas itibarıyla yargı içtihatları ile sağlamıştır. Bugün bile yargı içtihatları bu hukuk dalının gelişiminde önemli rol oynamaktadır.

İdare kesintisiz olarak faaliyet göstermekte ve günlük yaşantımızı sürekli olarak etkilemektedir.

İdare faaliyetlerini sürekli olarak kararlar almak (idari işlemler yapmak) suretiyle gerçekleştirmektedir. İdarenin bunların yanısıra idari eylemleri söz konusu olmaktadır.

İdare, faaliyetlerini kamu görevlileri eliyle gerçekleştirmektedir.

İdarenin eylem ve işlemlerinin haksız ve hukuka aykırı olması durumunda en etkili hak arama yolu, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak idarenin yargısal denetimi vasıtasıyla olmaktadır

Kamu hukukunun bir alt disiplinini oluşturan ceza hukuku, esas olarak bireylerin suç teşkil eden eylemlerini ve bu eylemler karşılığında öngörülen yaptırımları incelemektedir. Ceza hukuku, suç oluşturan haksızlık dolayısıyla, ceza hukuku kurallarını koyan devletle bu haksızlığı gerçekleştiren yani ceza hukuku kurallarını ihlal eden kişi arasında bir ilişki tesis etmektedir. Ceza hukukunun kendi içerisinde maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku olmak üzere ikiye ayrıldığından bahsetmek mümkündür. Maddi ceza hukuku da kendi içerisinde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler olmak üzere ikiye ayrılmakta ve bu şekilde incelenmektedir.

Ceza hukuku genel hükümlerde öncelikle ceza hukuku hakkında genel bilgi verilir. Bu bağlamda, ceza hukukuna hâkim olan ilkelerden kanunilik ilkesi, kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve hümanizm ilkesi açıklanır. Suç teorisi başlığı altında suçun tarifi yapılır ve suçun unsurları olan suçun kanuni/tipiklik unsuru, suçun maddi unsurları, suçun manevi unsurları ve suçun hukuka aykırılık unsuru açıklanır. Yaptırım teorisi başlığı altında ise Türk ceza hukukundaki ceza hukuku yaptırımları olan cezalar ve güvenlik tedbirleri hakkında bilgi verilir.

Ceza hukuku özel hükümlerde ise ceza hukuku genel hükümlerde kazanılan bilgilerin bir suç ile ilgili değerlendirmelerde ve açıklamalarda bulunulurken nasıl kullanılacağı anlatılır. Ceza hukuku özel hükümlerde bir suç incelenirken öncelikle suçla korunan hukuki değerin ne olduğu belirtilir. Daha sonra söz konusu suç; suçun maddi unsurları, manevi unsurları ve hukuka aykırılık unsuru bakımından incelenir. Suçun özel görünüş biçimleri olan teşebbüs, iştirak ve içtima bakımından da suç incelendikten sonra, suç karşılığında kanun koyucunun öngördüğü yaptırımın ne olduğu ve nihayet bu suçta soruşturma usulünün nasıl olduğu açıklanır.

Ceza muhakemesi hukuku bir suçun belli kişi veya kişiler tarafından işlenip işlenmediği hususundaki maddi gerçeğin araştırıldığı ve ilgili kişi veya kişiler hakkında yapılabilecek işlemler ve verilebilecek kararlar ilgili esas ve usullerin, bu sürece katılabilecek kişilerin haklarının, görevlerinin ve yetkilerinin belirlendiği süreçtir. Ceza hukukunun ceza muhakemesi hukuku kısmında bir suç işlendiği hususundaki şüphenin öğrenilmesiyle başlayan ve kural olarak hükmün kesinleşmesiyle sona eren ceza muhakemesi süreci hakkında bilgi verilir. Bu süreçte şikâyet, izin, talep ve karar gibi muhakeme engellerinin varlığından bahsedilmesi gerekir. Ayrıca ceza muhakemesinin iddia, savunma ve yargılama şeklindeki faaliyetleri ve bu faaliyetleri yerine getiren makamları anlatılır. Ceza muhakemesi sürecinin soruşturma ve kovuşturma şeklinde iki evreye ayrıldığından bahsedilmesi mümkündür. Ceza muhakemesi hukuku kısmında bu evreler ve evrelerin özellikleri de açıklanır. Nihayet koruma tedbirlerinin ne anlama geldiği ve kanun yollarının neler olduğu incelenir.

İnsanların devletler kurup toplumlar halinde yaşadığı eski çağlardan günümüze kadar vergi konusu her zaman güncelliğini korumuştur. Verginin bu güncel olma özelliği, verginin dönemden döneme niteliği ve konu edindiği gelir kaynakları açısından farklılıklar arz ettiği gibi, ülkeler arasında da farklı uygulamalara konu olmaktadır. Ancak hukuki zor altında alınan vergilerin, kanuniliği ilkesi her zaman gözetilen bir amaç olmuştur. Vergilerin yurttaşlar üzerindeki iktisadi, siyasi, sosyal ve psikolojik etkileri gözetilmek suretiyle, vergileme ilişkisinde hem mükellefe hem de devlete birtakım haklar sağlandığı gibi çeşitli maddi ve şeklî ödevler de yüklenmiştir. Ancak vergileme açısından, her zaman tarafların tam bir uzlaşma içerisinde olduklarını söylemek çok da rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. İşte taraflar arasında çeşitli nedenlerle sağlanamayan uzlaşının, kimi zaman idari yolla, kimi zaman da yargı yoluyla sağlanmasına çalışılmaktadır.

Hukukta kişi, hukuk düzenince muhatap alınan, hak edinebilen ve borç altına da girebilen varlıkları ifade eder.

Kişilik ise kişinin ehliyetleri, kişilik alanına giren değerleri ve kişisel durumların toplamını anlatan bir kavramdır.

Hukukumuzda insanlar dışındaki bazı varlıklar da hukuki açıdan kişi sıfatını taşırlar. İnsanlara gerçek kişi denirken, bunlara tüzel kişi denmektedir.

Gerçek kişilerde kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.

Hak ehliyeti denince, kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneği ya da iktidarı anlaşılır. “Her insanın hak ehliyeti vardır” (TMK m.8) kuralı gereği, hukukumuzda her gerçek kişinin hak ehliyeti de kendiliğinden var olmaktadır.

Fiil (eylem) ehliyetine sahip olmak ise kişinin kendi fiilleriyle hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesini sağlar. Fiil ehliyeti açısından gerçek kişiler dört gruba ayrılmaktadır: Tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, sınırlı ehliyetsizler ve tam ehliyetsizler.

Tüzel kişilere gelince bunlar, gerçek kişiler dışında kalan, hukuk düzenince kendilerine haklara sahip olma ve borç edinme olanağı sağlanmış kişilerdir.

Tüzel kişiler kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar ve böylece hak ehliyetine sahip olurlar. Fiil ehliyetini ise kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla kazanırlar.

Tüzel kişiler iç yapılarına göre; kişi toplulukları ve mal toplulukları olmak üzere ikiye ayrılır. Tabi oldukları kurallara göre ise kamu hukuku tüzel kişileri ve özel hukuk tüzel kişileri olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Bu son ayırım içinde kamu iktisadi teşebbüslerinin hukuki niteliği ise tartışmalıdır.

Aile hukuku Medeni hukukun temel alanlarından biridir. Aile kavramının farklı anlamları vardır. Hukukumuzda evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşlerden oluşan aile dar anlamda aileyi ifade ederken, eşler ve çocuklardan oluşan aile geniş anlamda aileyi ifade eder.

Aile hukukuna; süreklilik, birlik, zayıfların korunması, düzenleme özgürlüğünün bulunmaması, devletin müdahalesi ve eşler arasında eşitlik ilkeleri hâkimdir.

Nişanlılık, evlenmeden önce, eşler arasında nişanlanma sonucu ortaya çıkan hukuki ilişkidir. Nişanlanma evlenme vaadiyle olur. Hukuki niteliği itibarıyla aile hukukuna özgü bir sözleşmedir.

Evlenme de öğretideki hâkim görüşe göre, aile hukukuna özgü bir sözleşme niteliğindedir. Evlenme, evlenme ehliyeti ve evlenme engelleri denen birtakım şartlara bağlanmış bir işlemdir. Bunun dışında evlenmenin bir kısım şekil şartlarına da uyularak gerçekleştirilmesi gerekir.

Boşanma, Türk hukukunda tamamen tarafların iradesine bırakılmamıştır. Boşanma nedenleri kanunda gösterilmiş ve boşanma için hâkim kararının varlığı aranmıştır.

Miras hukuku Medeni hukukun bir başka temel alanıdır. Miras ilişkileri ve mirasla ilgili sorunlarla ilgilenir.

Hukukumuzda miras; birine, ölen bir yakınından kalan mal mülk, para veya servetin tamamını ifade eder. Ölümü sonucu mal varlıkları başkalarına (mirasçılara) intikal eden/edecek kişiye ise mirasbırakan denir.

Ölüme bağlı tasarruf kavramı, kısaca, mirasbırakanın ölümünden sonra sonuç doğurmak üzere yapmış olduğu hukuki işlemleri ifade eder. Vasiyet ve miras sözleşmesi şeklî anlamda ölüme bağlı tasarrufun iki türüdür.

Hukukumuzda yasal mirasçılar dört kategori altında toplanırlar: Kan hısımı olan mirasçılar, evlatlık, mirasbırakanın eşi ve devlet.Türk hukukunda mirasbırakana kan hısımı bulunanlar arasında mirasın paylaştırılmasında zümre sistemi benimsenmiştir. Gene hukukumuzda evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Mirasbırakanın eşinin mirastan alacağı pay hangi zümre ile birlikte bulunduğuna göre değişmektedir. Devletin mirasçılığı ise mirasbırakanın başka yasal mirasçısının ya da atanmış mirasçısının bulunmamasına bağlıdır.



Özel hukuk disiplinleri arasında yer alan bir hukuk dalı olarak Ticaret Hukuku, mahiyeti gereği kamu hukuku karakteri gösteren müesseseleri de barındırmaktadır. Türk hukuk sisteminde ticaret hukuku ile ilgili son düzenleme, genel itibarıyla 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’dur. Bu kanun, ticari işletmeyi esas kavram olarak kabul eden modern sisteme sadık kalınarak hazırlanmış ancak hem tacir kavramını esas alan subjektif sistemden hem de ticari iş kavramını esas alan objektif sistemden etkilenmiştir.

Ticaret hukuku ile ilgili esas kaynağımız olan Türk Ticaret Kanunu’ndaki sistematiğe göre ticaret hukukunun altı ana dalı bulunmaktadır. Bunlar, Ticari İşletme Hukuku, Şirketler Hukuku, Kıymetli Evrak Hukuku, Taşıma Hukuku, Deniz Ticareti Hukuku ve Sigorta Hukuku olarak sıralanabilir. Bunların yanında Rekabet Hukuku, Sermaye Piyasası Hukuku, Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hukuku ve Bankacılık Hukuku gibi ticaret hukuku ile yakın ilişkisi inkâr edilemeyen hukuk dallarını da alt dallar arasında saymak mümkün olacaktır.

Ticari işletme TTK’da açık bir şekilde tanımlanmış ve bu tanımda devamlılık, gelir sağlama hedefi ve bağımsızlık unsurlarına faaliyetin esnaf faaliyetinin sınırlarını aşması gerekliliği eklenmiştir. Tacir sıfatı gerçek kişi tacir ve tüzel kişi tacir olarak iki başlıkta incelenmiştir. Gerçek kişi tacir kanun koyucu tarafından bir ticari işletmeyi kısmen dahi kendi adına işleten kimse olarak tanımlanmış tüzel kişi tacirlerin ise hangileri olduğu yine kanun koyucu tarafından sayılmak suretiyle tespit edilmiştir. Ticari iş de TTK’da düzenlenen hususlar ile bir ticari işletmeyi ilgilendiren fiil ve işlemler olarak belirlenmiştir.

Şirketler tüzel kişiliği bulunan şirketler ve tüzel kişiliği bulunmayan şirketler olarak iki başlıkta incelenebilir. Nitekim tüzel kişiliği bulunmayan şirketlere adi şirket denir. Tüzel kişiliği olan şirketler ise ticaret şirketi olarak nitelendirilmektedir. Nitekim hangi şirketlerin ticaret şirketi olduğu kanun koyucu tarafından tartışmaya lüzum bırakmadan açıkça belirlenmiştir. Buna göre, kolektif şirket, komandit şirket, anonim şirket, limited şirket ve kooperatifler ticaret şirketleridir. Kollektif ve komandit şirket şahıs şirket iken anonim ve limited şirketler ile kooperatifler ise sermaye şirketi olarak nitelendirilir.

Kıymetli evrak hak ile senet arasında sıkı bir bağın bulunduğu senetlerdir. Bu sıkı bağ, hakkın senetten ayrı şekilde devredilmesine ve hakkın senet olmaksızın ileri sürülmesine mani dahi olmaktadır. Kıymetli evrakın devir şekline göre tasnifi yapıldığında, nama yazılı kıymetli evrak, hamile kıymetli evrak ve emre yazılı kıymetli evrak şeklinde bir ayrım karşımıza çıkar. Nitekim poliçe, bono ve çek, kanunen emre yazılı kıymetli evrak statüsündedir ve tümü kambiyo senetleri olarak ifade edilmektedir.

İnsanlar genellikle çalışarak hayatlarını kazanırlar ve bu çalışanların önemli bir bölümü başkalarının işlerinde ona bağımlı olarak ücret karşılığında bir iş görmek suretiyle geçimini temin eder. İş hukuku bir iş sözleşmesi ile işverene bağımlı olarak çalışanların hukuki ilişkilerini konu edinir. İş hukuku, modern anlamıyla sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan işçi sınıfının haklarının korunması düşüncesinden doğduğu için yeni ve genç bir hukuk dalıdır. İş hukuku hem kamu hukukuna hem de özel hukuka ait özellikler taşır. Bu yönüyle iş hukukunun karma nitelikte bir hukuk dalı olduğu söylenebilir.

İş hukukunda işçinin korunması ve yoruma ihtiyaç duyulan hususlarda hukuk kuralının işçinin yararına olacak şekilde yorumlanması ilkeleri geçerlidir. İş hukuku kendi içinde bireysel iş hukuku ve toplu iş hukuku olmak üzere iki kısma ayrılır. Bireysel iş hukukunda işçi ile işveren arasında kurulan iş sözleşmesinden ve kanundan kaynaklanan hukuki ilişkiler konu edinilir. Toplu iş hukukunda ise işçi sendikaları ile işverenler veya işveren sendikaları arasında toplu iş sözleşmesi, toplu iş uyuşmazlıkları ve bunların çözüm yolları incelenir.

Hastalık, yaşlılık, ölüm, meslek hastalığı, işsizlik gibi sosyal risk ve tehlikelere karşı insanları güvence altına almak amacıyla sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetlerden oluşan sistemi ele alan sosyal güvenlik hukuku ise bir kamu hukuku dalı olma özelliğini gösterir. Sosyal güvenlik hukuku da yeni ve genç bir hukuk dalıdır.

Bugün ülkemizde bireysel iş hukuku alanında temel kanun olarak 4857 sayılı İş Kanunu, toplu iş hukuku alanında Sendikalar Kanunu ile Toplu İş sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu bulunmaktadır. Sosyal güvenlik

hukukunun temel kanunu ise 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'dur. Ülkemizde daha önceden bulunan sosyal güvenlik kurumları da Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında birleştirilmiştir

Medeni Usul Hukuku dersinde bu hukuk dalının amacı, yargı kavramı, yargı kolları, hukuk yargılamasında görevli mahkemeler,mahkemede çalışan kişiler, hâkimin davaya bakmaktan yasak olması ve reddi, mahkemeye yardımcı organlar, yargılamaya hâkim olan ilkeler, mahkemelerin görev ve yetkisi, yetki sözleşmesi, yetki itirazı, dava kapsamı, dava şartlarının nelerden ibaret olduğu, ilk itirazlar, yargılama usulleri ve aşamaları, ispat kavramı ve deliller, karar çeşitleri ve hüküm, kanun yolları kavramı ve çeşitleri, bu anlamda istinaf, temyiz ve yargılamanın iadesi konuları genel hatlarıyla işlenmiştir. Ders materyali hazırlanırken, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu esas alınmıştır.



İcra ve İflas Hukuku dersinde İcra ve İflas teşkilatı, iflas takibinde görevli teşkilat, süreler ve tatiller, icra işlemlerinin ertelenmesi, icra takibinin tarafları, icra takibi yolları, bu bağlamda genel haciz yoluyla takip ve takibin aşamaları, itirazın kaldırılması ve iptali kavramları, icra takibinin iptali, haciz, haczedilemeyen mal ve haklar, ilamlı icra, ihtiyati haciz, iflas hukuku, iflas takibinin aşamaları, iflasın hukuki sonuçları, iflasın kapanması ve kaldırılması, iflasın kamu hukuku açısından sonuçları ile iptal davası konuları genel hatlarıyla işlenmiştir. Ders materyali hazırlanırken 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu esas alınmıştır.

TÜM ÜNİTELERİN ÖZETLERİ Sayfa


Yüklə 43,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin