19 Mayıs Ü. İlahiyat F. İslam Tarihi Ana Bbilim Dalı Öğretim Üyesi
Tarihi vesikaların önemli bir parçasını meşakkatli seyahatler sonrası müdekkik seyyahların kaleminden sâdır olan seyahatnâmelerin oluşturduğu hepimizin mâlumudur. Gezginin aktardığı bilginin yalınlığı, yerindeliği, salt müşahedeye dayalı olması ve eş zamanlı kayıt altına alınması, başarılabildiği ölçüde dönemin siyasi mülâhazalarından uzak kalınmaya çalışılması güvenilirliği artıran unsurlardan bazılarıdır diyebiliriz. Günümüzde seyahatlerin çağın getirdiği imkanlar sayesinde eski dönemlerle mukayese edilemeyecek ölçüde kolaylaştığı ve yaygınlaştığı görülse de, tarihe düşülecek not olmasından kaynaklanan değeri ve topluma katkısı yönüyle geçmişteki işlevini tam anlamıyla yerine getirdiği söylenemez. Zira, seyyâhın hedefi sadece doğal güzellik, güneşli bir kumsal, dünya harikası veya kendi manevî motivasyonunu zirveye taşıyacak dinî bir merkezi anlatmak değildir. Ayak bastığı coğrafyada tarihe ve bugüne dair arzu ettiği her şey onun için ayrı bir değer taşır. Bazen başkası için hiçbir anlam ifade etmeyen harabeye dönüşmüş bir sur kalıntısı, önemli bir olaya ev sahipliği yaptığına inandığı bir su birikintisi hedefini iyi belirlemiş seyyahın kalp atışlarını hızlandırabilecektir. Tarihsel bağlamda aralarında yapısal farklılıklar bulunsa da İslâm Tarihçileri Derneğinin (İSTAD) düzenlemiş olduğu “Hicaz Bölgesi Araştırma ve İnceleme Gezisi” bireysel hedeflerin gerçekleştirilmesinden öte umumi maslahatları öncelemesi ve tarihe not düşmesi açısından belki planlananın da ötesinde ınkıtaya uğramış geleneksel seyahat halkasına bir yenisini eklemeyi başarmıştır. Şüphesiz ki, geniş hedefleri olan toplu seyahatlerin gerçekleştirilmesi spontane gelişmelere bırakılamaz. İyi bir planlama, seyahat edilecek bölgelerde lojistik desteğin sağlanması gibi unsurların daha önceden öngörülmesi ve bu konuda gerekli adımların atılması gerekmektedir. İşte bu noktada ziyaret hedeflerini şeffaf bir biçimde ortaya koyan ve bunu üyeleri ile paylaşan İSTAD ile bu hedeflerin muhtevasını çok iyi kavramış Diyanet İşleri Başkanlığımız arasındaki koordinasyon verimli bir araştırma ve inceleme gezisinin gerçekleşmesine vesile olmuştur.
Derneğimizin tertip ettiği Diyanet İşleri Başkanlığının katkıları ile planladığı araştırma inceleme ve umre gezimiz, Hac Dairesi Başkanlığının dernek üyeleri için tahsis etmiş olduğu kısa süreli (iki hafta) özel program kapsamında gerçekleştirilmiştir. Derneğin üyelerine yapmış olduğu duyuru sonrasında katılım listesine dahil olan ve gerekli resmî işlemlerini tamamlayan on üç ayrı üniversite mensubu 25 öğretim üyesi ve ailelerinden oluşan 54 kişilik grup, 03.07.2010 tarihinde saat 23.00’de İstanbul Atatürk Hava Limanı’ndan Türk Hava Yolları’na ait uçakla Medine’ye hareket etmiştir. Medine havaalanına iniş sonrası gerekli işlemlerin tamamlanmasıyla birlikte 04.07.2010 saat 3.30 sularında Mescidü’n-Nebevi’ye yakın bir bölgede bulunan otele (Diyar-ı Ma’mure) intikal ettik ve odalarımıza yerleştik. Müteaddit defalar Hac ve umre organizasyonlarına iştirak eden bir kısım öğretim üyesinin duymuş oldukları olağanüstü heyecan, ilk defa kutsal toprakları ziyaret edenlerin coşkusunu bir kat daha arttırmış olacak ki, onca yol yorgunluğuna ve uykusuzluğa rağmen bütün kafile sabah namazını kılmak için Hz. Peygamber’in içinde bugün medfun bulunduğu kutsal mekana koşturdu. Resulün mah-cemâli, Bilal’in yanık sesi, zeminin çakıl taşı, ashabın tevazuu ile karşılaşamasak da, geçmişin büyüleyici hatırası kalpleri titretmeye fazlasıyla kifayet etti.
Sabah namazı sonrası kısa süreli istirahatın akabinde kahvaltıda bir araya geldik. Kafile başkanlığını üstlenen dernek yöneticilerimizle, Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirmiş olduğu Hac ve Umre organizasyonu Medine sorumluları arasında burada kalacağımız sürenin en verimli bir şekilde geçirilmesi amacıyla küçük bir toplantı tertip edildi. Bize mihmandarlık yapacak olan çok değerli görevlilerin güleryüzü, yardımcı olma arzuları ve heyecanları gezimizin faydalı geçeceğinin ilk sinyalleriydi. Pek tabii ki, dernek yöneticilerimizin talebi doğrultusunda Diyanet İşleri başkanımız ve Başkan Yardımcılarımızın özel ilgilerinin ve talimatlarının işimizi kolaylaştırdığı gözden kaçırılmamalıdır.
İkinci gün daha ziyade Mescidü’n-Nebevî merkezli ziyaretlerle geçti. Bir taraftan ibadetlerin ifası, diğer taraftan üst katları ve avlusu ile birlikte yaklaşık bir milyon insanın ibadetine imkan sağlayacak genişlikte bir alana oturan mescidin tanınması için tam bir gün ayrılmasının faydalı olacağı düşünülebilir. Hz. Peygamber’den bugüne Mescid’in geçirdiği evreleri daha iyi kavrayabilmek için Diyanet İşleri Başkanlığı Medine İrşad Heyeti Başkanı İbrahim ÖCÜT’ün rehberliğinde saat 23.00’de tanıtım amacıyla mescide gidildi. Bâbu’s-Selâm kapısından girerek Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu, yani ilk inşa edilen bölgeye Osmanlı revakları ve muhteşem duvar süslemelerinin arasında ilerlerken Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı mihraba yaklaştığımızda hışımla üzerimize yürüyen görevlinin sözlü saldırısına maruz kaldık. Belki de bu tavır, ileri ki günlerde sıklıkla karşılaşacağımız anlamsız mukavemetin bir başlangıcı gibiydi. Diyanet görevlisinin ve bizlerin izlemiş olduğu akılcı ve yumuşak üslupla tutumunu değiştiren görevli bu defa söz aralarına kendince tevhid bildirisi de sıkıştırarak bizzat kendisi tanıtıma devam etti. Her ne kadar video ve fotoğraf çekimine müsaade edilmese de bazı öğretim üyeleri önemli mekanları kayıt altına almayı başardı. Hz. Peygamber’in hücre-i saâdetleri ve konumu, suffa ashabının bulunduğu bölge, ilk minber mahalli, Osmanlı Devletinin iç mimariye katkıları gibi konularda teorik anlamda bilgi sahibi olan öğretim üyeleri soruları ve açıklamaları ile katkıda bulundular. Daha sonra avlu bölgesine çıkılarak tarih kaynaklarındaki bilgilerle ve yıllar önce buraları ziyaret edenlerin ifadeleri doğrultusunda bugün mescide katılan bölgelerdeki yapılar hakkında bilgiler alındı. Örneğin Ebû Eyyûb el-Ensarî, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi sahabelerin evlerinin bulunduğu bölgeler, yakın döneme kadar varlığını sürdüren Arif Hikmet Kütüphanesi’nin mahalli tanıtıldı. Kıblenin aksi istikâmetinde yer alan ve bugün avluya paralel olarak geçen caddenin bitişiğinde hurmalıklardan oluşan parkın yer aldığı bölgenin tarihî Sakîfe toplantısının yapıldığı Beni Sa’îde sakifesi/gölgeliği olduğu bilgisini aldık. Son olarak mescidin güney duvarına paralel uzanan Hz. Peygamber’in Yahudilere alternatif olarak kurduğu pazar mahalli (es-Sûku’l-Kadîm) ziyaret edildi.
05. 07.2010 tarihinde bir gün öncesinden yapılan program kapsamında tahsis edilen otobüslerle Uhud savaşının cereyan ettiği bölgeye intikal ettik. Derslerinde defalarca öğrencilerine Uhud harbini anlatan, konuya dair yazılar kaleme alan öğretim üyeleri nerede ise Uhud’u yeniden keşfetmekteydi. Yetmişli yıllarda bölgeyi ziyaret edenler coğrafyanın ne denli değişime uğradığından bahsederken, diğer bir kısmı okçu birliklerinin Cebel-i Rummât’ın hangi bölgesine konuşlanabileceğinin tartışmasını yapmakta, diğer bir kısmı Halid b. Velid’in nasıl kendisini kamufle ettiğini algılamaya çalışmaktaydı. Demir parmaklıklarla çevrilmiş Uhud şehitliği içerisinde yatan Hz. Hamza ve diğerlerinin kahramanlıkları hayal dünyasında yeniden canlandırılmaktaydı. Uhud meydanı, ahde vefa göstermemenin elim sonuçlarını, başarı isteniyorsa cehdin gerekliliğini haykırıyordu. Rasûlünü en zor ânında bağrına basan yalçın kayalıklardaki o mağara, uzaktan mahzun mahzun bizleri selamlıyordu adeta. Her ne kadar coğrafya değişse veya değiştirilmeye çalışılsa da, Ayneyn tepesi küçülse de Uhud yine aynı Uhud’du. Bu ilk ziyaret sonrasında bölgeye, özellikle bozgun sonrası Hz. Peygamber’in öncülüğünde sığınılan mağaralara tekrar münferid ziyaretler gerçekleştirildi.
Uhud ziyaretini müteakib, Hicret esnasında Hz. Peygamber’in on beş gün süreyle kaldığı sırada “temeli takva üzerine inşa edilen” Kuba Mescid’i ziyaret edildi. Namazlar kılındıktan sonra mescidin uğramış olduğu tadilâta ilişkin bilgi alındı. Daha sonra hicret esnasında Kuba’nın stratejik önemi, Hz. Peygamber’in Medine’ye çok yaklaşmasına rağmen neden bu bölgede günlerce kaldığı ve buradan Medine’ye girişi gibi konulara dair farklı tarihî malumât üzerine yorumlar yapıldı ve tartışıldı. Bölgenin incelenmesi ve tarihi rivayetler ışığında değerlendirilmesi sonucunda; Kuba’nın stratejik bir seçim ve ilk mescidin burada inşa edilmesinin anlamlı olduğu ortak bir görüş olarak benimsendi. Bugün mescid avlusuna bitişik cadde kenarındaki fıskiyeli havuzun bulunduğu bölgenin, Hz. Osman’ın hilafet mührü olan yüzüğünü düşürdüğü Eriş kuyusunun mevki olduğu ifade edilmekle birlikte, bunu kanıtlayacak geçmişten kalan herhangi bir alametle karşılaşılamadı.
Sonuçları itibarı ile İslâm Tarihi açısından önemli etkileri olan kıble tahvîli olayının gerçekleştiği Benî Selime yurdundaki Mescidü Kıbleteyn’in ziyareti, tahvile konu olan tarihi vâkıaların tartışılmasına neden oldu. Değişen kıble mihrabının bulunduğu bölüm dış kapı olarak kullanılmakta olup, kapı üzerinde eski kıble cihetini sembolize eden bir levha bulunmaktadır. Mescidü Kıbleteyn’den ayrıldıktan sonra Benî Nadir Yahudilerinin diyarına doğru hareket etik. Yol güzergâhı üzerinde Medine de yaygın olan toprak yapıların aksine taştan inşa edilmiş Urve b. Zübeyr kasrının harabelerine uğradık. İki kattan oluşan ve geniş alana yayılan saraydan çok az bir bölümün ayakta kaldığına şahit olduk. Köşkün son derece basit taş binalardan müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır. Benî Nadir bölgesine ulaştığımızda hicivleri ile Hz. Peygambere hakaretler yağdıran ve akabinde öldürülen Ka’b b. Eşref’in utum/kalesinin kalıntılarının bulunduğu bölgeye intikal ettik. Buranın diğer Yahudi kabilelerinin yerleşim alanı olarak seçtiği bölgelerde olduğu gibi Medine’nin sulak, tarıma elverişli bir bölgesi olduğu göze çarpmaktadır. Suyu kurumuş tarihî kuyu ve diğer kalıntılar tel örgü ile muhafaza edilmekle birlikte herhangi bir restorasyon çalışması göze çarpmamaktadır. Mescidü Feth’i ziyaret sonrası, mescide yakın bölgedeki Hendek savaşı esnasında Hz. Peygamber’in karargâh olarak kullandığı bölgeyi uzaktan izledik. Burada bugün su deposu bulunmaktadır. Sel’ dağından başlayarak Medine’nin saldırıya açık bölgesine kazılan Hendek mahallini görmekle birlikte, hendekten herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Medine’yi kuşatan yalçın dağlarla ve düz arazinin geçilmesi imkansız hendekle çevrildiği düşünüldüğünde Müslüman ordusunun hassas ve akılcı bir strateji izlendiği daha iyi anlaşılmaktadır. Gezdiğimiz tarihi bölgeleri zihnimizde pekiştirmek maksadıyla maketlerin sergilendiği müzeyi ziyaret ettik. Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına dair Medine’yi tasvir eden maketlerden birçoğunun profesyonellikten uzak, basit bir anlayışla hazırlandığı görülse de alan incelemesi ile örtüşmesi açısından bizlere katkı sağladığı söylenebilir. Müzede Türkçe hazırlanmış Medine’yi tanıtıcı gösterim sonrası, akşam 22.00’de akademik toplantıda buluşmak üzere ayrıldık.
MEDİNE GECELERİNDE BİLİMSEL TOPLANTILAR
Diyanet görevlilerinin de iştirak ettiği ilk toplantıda Dr. Tahsin KOÇYİĞİT “Hz. Peygamber’in Şehri: Medine” adlı sohbetinde, Medine’nin topoğrafik yapısına, sakinlerine, muhacirlerin yerleştirilmesine ve Hz. Peygamber’in imar faaliyetlerine ilişkin yaptığı sunum sonrası, konu derinlemesine tartışıldı ve faydalı sonuçlara ulaşıldı. Yapılan ikramla toplantı son buldu. Katılımcılar yoğun tempoya rağmen bu tür bilimsel toplantıların devamı hususunda ortak görüşe vardı. Ertesi gün (06.07.2010) yoğun geçen bir önceki günün yorgunluğunu atmak maksadıyla diyanet yetkilisinin öncülüğünde işletmesini bir Türk’ün yaptığı hurma bahçesine gittik. Medine’ye yakın bu hurma bahçesi Medine sıcağına inat olabildiğince serindi. Amacımız hem burada kahvaltı yapmak, hem de hediyelik hurmalarımızı tedarik etmekti. Bu iki hedefimizi de gerçekleştirmenin yanında hurmanın tarihten bu güne bölge için nedenli önemli bir meyve olduğunu bizzat müşahade ettik. Bir çoğumuz hurmanın susuzluğa dayanaklı bir meyve olduğunu düşünürken bahçe sahiplerinden hurmanın günü birlik sulanması gerektiğini duyunca şaşırdık. Bahçe içerisindeki havuza sondaj kuyularından aktarılan su ile bahçe sürekli sulanmaktaydı. Bahçe çalışanları geçmişte 3-4 metreden su çıkarken yeraltı sularındaki azalma nedeniyle 25-30 metreden rahatlıkla su elde edildiğini ifade ettiler. Bu da Medine’nin tarıma elverişli bir yapıda olduğunu göstermektedir. Bugün Arap yarımadası yeraltındaki siyah altının nimetinden faydalanıyor olsa da, geçmişte hurmanın birincilikli geçim kaynağı ve Arab’ın yaşamında önemli bir yerinin olduğu çok açık olarak anlaşılmaktaydı. Kuş sesleri, su şırıltıları arasında yaptığımız kahvaltı esnasında Medine’nin farklı bir yönünü görmüş olduk. Bahçe dönüşü Mescidü’n-Nebeviye yakın bir bölgede bulunan Kral Faysal kütüphanesini ziyarete gittik. Farklı tarihlerden kalma ve bir çoğu Osmanlı dönemi hattatları tarafından kaleme alınan elyazması eserleri inceleme ve fotoğraflama imkanı bulduk. Yazma müellif nüshaları ise bizde bir başka dikkat uyandırdı. Peygamber mescidine bitişik olan Arif Hikmet Kütüphanesi’nin buraya taşındığını öğrendik ve bu bölümü de dikkatlice gezdik, görevlilerden bilgi aldık. Akşam yine otel yemekhanesinde Doç Dr. Adem Apak’ın hicret konulu sunumu sonrası gece geç saatlere kadar müzakereler devam etti ve faydalı sonuçlara ulaşıldı.
07.07.2010 günü daha önce üniversite rektörlüğünden randevu alınmamış olsa da Diyanet İşleri Başkanlığı Medine temsilcimizin girişimleri ile Câmiatü’l-İslâmiyye’yi ziyarete gittik. Üniversite rektörünü ziyaret etmek düşünülse de rektörün makamında olmadığı öğrenildiğinde rotamız üniversite kütüphanesine çevrildi. İşini ve kitapları çok sevdiği anlaşılan kütüphane yetkilisi büyük bir heyecanla ve zevkle kütüphane hakkında bizleri bilgilendirdi. Kütüphaneden bazı tanıtım broşürleri hediye edildi. Üniversitenin basın danışmanı ile yaptığımız mülâkâtta o, üniversitenin her hangi bir şart aranmaksızın lise mezunu yabancı öğrencileri kabul edebildiklerini ve bunlara burs imkanı da sağladıklarını ifade etti. Ülkemizden bazı öğrencilerin de eğitim gördüğü bu üniversitenin denkliğinin YÖK tarafından henüz kabul edilmediğini biliyoruz. Aslında öğrencilerimizin karşılıklı işbirliğine dayalı ortak bir program çerçevesinde eğitim faaliyetlerini yürütmelerinin daha faydalı olacağı tüm öğretim üyelerinin ortak kanaatini oluşturmaktadır. Üniversiteden ayrıldıktan sonra, Suud Krallığı’nın finanse ettiği Kur’an matbaasına gidildi. Mushafların farklı dillere tercümelerinin de yapılarak basıldığı bu matbaa geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir. Burayı ziyaret eden her bir kişiye farklı ebatlarda Mushaf hediye edilmektedir. Biz de hediyelerimizi alarak buradan ayrıldık. Miraç kandilinden bir gün önceye tekabül eden bu gecede rutin toplantılara devam edildi. Doç. Dr. İsrafil Balcı’nın “İsra ve Miraç” konusuna farklı bir bakış açısı getiren sunumu yoğun tartışmalara neden oldu ve toplantı geç saatlere kadar devam etti.
BEDİR ZİYARETİ KARAKOLDA BİTTİ (!)
Umre ve Hac vizeleri sadece Mekke ve Medine ile sınırlı olduğu için bu mahaller dışına çıkmak özel izinle mümkün olmaktadır. Farklı nedenlerden dolayı izin alamamamıza rağmen Bedir savaşının vuku bulduğu alanı görmek maksadıyla imkanları zorlayıp riske girmeye karar verdik. Aslında getirilen yasağın temel gerekçesi ziyaret süresince karşılaştığımız tevhide muhalif tutum ve davranış sergileme ihtimali (!) yani mezarlara saygı göstermek veya önemli hadiselerin yaşandığı alanları kutsamak… Bu yaklaşımın dinsel temelli olmaktan öte siyasi alt yapısının bulunduğunu ifade etmek daha isabetli olacaktır. Bu davranışla, selefî anlayışın örtülü olarak asabiyet duygusunu besleyen, seçkinci bir düşünce yapısını ortaya koyduğu açıkça gözlemlendi.
Görevlilerin en erken 09.00 veya 10.00 da mesâiye başlayacağını ve bu esnada ziyaretimizi gerçekleştireceğimizi düşünerek sabah 05.30 da yola çıktık. Medine’ye yaklaşık 120 km. mesafede bulunan Bedir’e bir buçuk saat sonra ulaştık. Etrafı surlarla çevrili Bedir mezarlığı kenarına aracımızı park edip henüz birkaç kişi otobüsten inmiştik ki, kulübe içerisindeki polis memurunu uyandırdık. Görevli şoku atlatıncaya kadar kabristanlık içerisindeki şehitliğin ve etrafın çekimini yaptık. Bedir şehitlerinin isminin yazılı olduğu kitabeyi incelerken, araç ruhsatına el koyan polis aracının peşine takılarak Bedir karakoluna gittik. Bizim ulaşımızı üstlenen firma görevlisi sorunu halledeceğini belirterek bizden ayrıldı. O esnada Hz. Peygamber’in Bedir savaşında orduyu idare etmek için karargâhını kurduğu yere inşa edilen Mescid-i Ariş’i görüntüledik. On beş yirmi dakika sonra araca dönen şirket görevlisi ruhsatı geri aldığını, polisin şehri derhal terk etmemiz şartıyla aracı serbest bıraktığını ifade etti. Bizim için çok da sürpriz olamayan bu tavır sonrasında, biraz buruk oradan ayrılmak zorunda kaldık. Maksat tam anlamıyla hasıl olmamış olsa da, izlediğimiz güzergâhın Hz. Peygamber’in hangi amaçla kilometrelerce uzaklıktaki bir bölgede Mekke müşriklerini karşılama ihtiyacı hissettiği hususunda ve bölgenin coğrafi yapısı hakkında bir takım bilgiler edinmemize vesile oldu. Çöldeki bedevi çadırlarını izleyerek ilahiler eşliğinde Medine’ye döndük. Sınırlı vakit nedeniyle tamamını gezemediğimiz Medine Müze’sine tekrar giderek, buradaki maketleri detaylı olarak inceledik ve fotoğrafladık.
BİR GRUP ÖĞRETİM ÜYESİ HAYBER YOLUNDA
Bedirde yaşanan olumsuz tecrübe sonrası, Hayber ziyaretini toplu olarak gerçekleştirme imkanı bulunmadığı için bu bölge gezi programından çıkartıldı. Risk alarak Hayber ziyaretine karar veren dört kişilik öğretim üyesi grubu, dernek başkanı Prof. Dr. Mehmet Şeker öncülüğünde kiralanan taksi ve aynı zamanda aracın şoförlüğünü yapan Doğu Türkistanlı bir yüksek lisans öğrencisinin rehberliğinde 09.07.2010 sabah saat 4.00’de Hayber’e doğru yola çıktı. Tebuk yolu üzerindeki vâdiyi geçtikten sonra, Medine’ye 170 km. uzaklıktaki bu eski Yahudi yerleşim alanına ulaşıldığında ilginç bir manzara ile karşılaşıldı. Zira, Siyer kaynaklarında yer alan Hayber kalesi bütün ihtişamı ile ayaktaydı. Arap yarımadasında eski dokusunu bozmadan aslına en yakın ayakta kalan nadir eserlerden biri de Hayber kalesi idi. Bölge stratejik konumu açısından önemli olduğu kadar münbit bir arazi yapısına da sahipti. En yüksek tepe üzerine inşa edilen ve Hz. Peygamber’in muhtemelen son olarak ele geçirdiği Hayber kalesinin etrafı tel örgüyle çevrilmişti. Kalenin Medine yönündeki eski yerleşim yerindeki kerpiç evler harabe haline gelmişti.
Muhtemelen buradan kısa süre önce taşınan sakinleri için, Hayber kalesinden iki-üç km. uzağa yeni bir inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aracımızı harabeler arasına gizleyerek hızlı bir şekilde kaleye yaklaştık. Uzaktan ve yakından görüntüler almaya başladık. Tel örgülere iliştirilmiş sert uyarı levhası ve yakalanma korkusu ile işlerimizi bir an önce bitirme gayreti içerisine girdik ve kaleyi her taraftan görüntüledik. Yaban hayvanlarını dahi barındıran kalenin muhafaza altına alınması, kaleye bitişik yerleşim yerlerinin boşaltılmış olması bizi, kendi aramızda değişik ihtimalleri sesli olarak düşünmeye sevk etti. Geniş hurmalık arazilerin kaderine terk edilmesine rağmen, hala verimliliğini sürdürmesi bölgenin sulak bir bölge olduğunun da ayrı bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevcut kale dışında, doğal suru andıran sıra tepecikler üzerinde de kale yıkıntılarıyla karşılaşmak mümkündür. Harabelerden yerleşim alanının geniş bir bölgeye dağıldığını anlamaktayız. Hz. Peygamber tarafından düzenlenen seferin temel hedefinin, her an Medine’yi tehdit altına alabilecek bu önemli merkezin feth edilmesi olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Rivayetlerde yer alan savaş taktiğinin bütün ayrıntılarına dikkatlice bakıldığında, fethin hiç de kolay başarılmadığı sonucuna varılmaktadır. Hayber ziyaretinden elde edilen görsel materyaller diğer ekip elemanlarıyla paylaşılmış ve onların istifadesine de sunulmuştur.
Grup üyelerimiz bu yoğun gezi programlarından arda kalan zamanın büyük bir kısmını Mescid-i Nebevî’de geçirmiş ve olabildiğince vakit namazları cemaatle kılınmıştır. Geziye iştirak eden öğretim üyesi eşleri ve çocukları da ilgi duydukları bütün gezi programlarına katılmışlardır. Medine’de tarihî özelliğe sahip gezilmedik bir mekanın neredeyse kalmadığını ifade etmek abartı sayılmaz.