Konuşmaci : Ortak basın bildirisini sizlere sunuyorum



Yüklə 207,76 Kb.
səhifə1/4
tarix28.10.2017
ölçüsü207,76 Kb.
#19221
  1   2   3   4



MEDYA VE KADIN
PANEL PROGRAMI
14:00 AÇILIŞ

AV. VEDAT AHSEN COŞAR

ANKARA BAROSU BAŞKANI
AV. MÜJDE AVCIOĞLU

ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI


OTURUM BAŞKANI : PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR

G. Ü. İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKANI
KONUŞMACILAR : NURAN BAYER

TV PROGRAM PRODÜKTÖRÜ
AV. FİKRET İLKİZ

İSTANBUL BAROSU

YRD. DOÇ.DR. AYSUN YÜKSEL

ANADOLU ÜNİ. İLETİŞİM FAK. ÖĞR. ÜYESİ
AV. MÜJDE AVCIOĞLU

ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI

08 MART 2005
BASIN BİLDİRİSİ
KONUŞMACI : Sayın basın mensupları Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu ve Ankara Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonun “08 Mart Kadınlar Günü” nedeniyle hazırlamış olduğu Ortak basın bildirisini sizlere sunuyorum; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüketim ekonomisinin yarattığı bir gün değildir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olma yolunda verdiği mücadelenin temsili günüdür. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günleri gibi tüketim ekonomisinin yarattığı günlerden biri değildir. Bu özel günde daha duyarlı olup, tüketim toplumunun kıstığı, duyulmasını engellediği sesimizi daha fazla yükseltip, gerçeklere sahip çıkmalıyız. Güncel olması nedeniyle çalışmalarını bu konular üzerinde yoğunlaştırmış olan Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu olarak bizler, 01 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanunu’nun kadınlara karşı ayrımcılığın devamı için yasal zemin hazırlamakta olduğunu ve toplumsal cinsiyet değişikliğini göz ardı ettiğini düşünmekteyiz. Türkiye’de kadın ve çocukların yaşadığı insan hakları ihlallerinin çoğunluğunu oluşturan, cinsel tecavüz, cinsel bütünlüğe tasaddi , namus cinayetleri, zorla evlendirme, çocukların cinsel istismarı gibi suçlar, Türk Ceza Kanununun kapsamı içindedir ve bu suçların ihlal ettiği hakları korumak ceza kanununun temel görevidir. Ancak mevcut Türk Ceza Kanunu bu görevi yerine getirmek yerine, yıllardır kadınları mağdur duruma düşürmekte. Bekaret, namus, edep baskılarıyla yaşamalarına, namus cinayetlerinde öldürülmelerine, tecavüze uğramalarına ve zorla evlendirilmelerine göz yummaktadır. 1.4.2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanunu’nda da bu insan hakları ihlallerinin önüne geçmek için alınan tedbirlerin yetersiz olduğu ve bazı maddelerin, hala yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nun ayrımcı bakış açısını koruduğu görülmektedir. Yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanun’da töre cinayetleri, ceza artırımı nedeni olarak sayılırken, namus cinayetleri bu kapsama alınmamıştır. Öncelikle bu haksızlığın giderilmesi gerekmektedir. Yine medeni kanunun, yürürlüğe ilişkin kanunun 10 maddesindeki eşitsizlik, Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle yıkılmış olup, biran önce düzeltilmelidir. Cinsler arasındaki ayrımcılığın önlenmesi için anayasanın 10. maddesine “kadın erkek eşit haklara sahiptir” ibaresinin konulması yeterli olmayıp, “devlet, cinsler arası eşitliği sağlamak için olumlu ayrımcılık dahil, gereken her türlü önlemi alır.” ibaresi de konulmalıdır. Yasalarda ve toplum önünde cinsler arası ayrımcılık giderilinceye kadar çalışmalarımıza devam edeceğiz. Daha uygar, eşit ve aydınlık bir dünyada, kutlayacağımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için elele ve yan yana tüm kadınları dayanışma ve mücadeleye çağırıyoruz. Teşekkür ederim.

SAYGI DURUŞU VE İSTİKLAL MARŞI
KONUŞMACI : Bu panelin düzenlenmesi için bu tasarıyı yürüten, Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu Başkanı Avukat Müjde Avcıoğlu’nu, açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Sayın Başkan, Sayın Yönetim Kurulu Üyelerimiz, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve sevgili konuklarımız. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün Dünya Kadınlar Günü. Dolayısıyla da zaten panelde de konuşacağım için açılış konuşmasında Dünya Kadınlar Gününden bahsetmeyi tercih ettim ve konuşmama da Pekin +5 Dekorasyonu ve sonuç bildirgesiyle başlamak istiyorum. Kadının ilerlemesi, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve insan hakları sorunudur ve sosyal adaletin bir şartıdır ve sadece bir kadın konusu olarak görülmemelidir. Bunlar sürdürülebilir, adil ve kalkınmış bir toplum icra etmenin tek yoludur. Kadının güçlendirilmesi, kadın erkek eşitliği bütün insanlar için sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel güvenliği başarmanın da ön koşuludur. Bu bir gerçektir ve Pekin +5 dekorasyonu hakikaten önemli kadınlar içinde önemli adımlar atılmış olması bulunmaktadır. Cumartesi günü Ankara dışında kadın günü dolayısıyla bir oturumda konuşma yaptım ve ilginç bir soru geldi. 08 Mart nedir? Ve neden 08 Marttadır? Diyerekten. O zaman aklıma açılış konuşmasından 08 Martın tarihçesine değinmek geldi. 08 Mart bilindiği üzere 1857 yılında Amerika’da yüzlerce tekstil işçisi kadının düşük ücret aldıklarından dolayı grev yapmasıyla başlamış olayların ilkidir. Kadınların yaptığı bu grevin diğer fabrikalara yayılmasını önlemek için patronlar, grev yapan bu kadınları fabrikanın içine kilitlerler ve orada çıkan yangın neticesinde de 140 kadın yanarak can verir. Kadın mücadelesi bu tarihten sonra başlar ve 1909 yılında 28 Şubatta ilk büyük kadınlar günü kutlaması yapılır. 1910 yılında 2. Enternasyonel Kadın Konferansında, Clara Zippgeht isimli bir Alman kadın, Dünya Kadınlar Günü olarak günün tespit edilip kutlanmasın teklifinde bulunur ve bu teklif kabul edilir. 1. Dünya savaşı neticesinde, Dünya Kadınlar Gününün kutlanması kesintiye uğrar. Ancak 1917 yılında, Sen Petersburg’da Rus kadın işçileri seçme hakkı ve emeğinin karşılığını almak için grev yaparlar. Neticede Rusya tarafından Rus kadınlarına seçme hakkı tanınır. 1975 yılında Birleşmiş Milletler Rusya’da ki kadınların seçme hakkının kabul edildiği 08 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak ilan eder ve o tarihten beride Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanır geleneği gelmiş olmaktadır. Tabii 1917’den veya 1975 yılından beri çok büyük adımlar atılmış olmakla birlikte, yine de maalesef kadının insan hakları istenen seviyeden hala çok uzaktadır. Bizlerde bu nedenle, şimdi yine kadının insan hakları olarak baktığımız medyadan, medyadan nasıl kadın gözüküyor. O yüzden o konuları bugün işlemek üzere burada toplanmış bulunmaktayız. Aslında gönül ister ki, bundan sonra 08 Martlar, dayaksız, gaz püskürtülmeden ve 08 Martın simgesi olan, sarı mimoza dallarıyla, kadınlar coşkulu bir şekilde kutlasın. Bugünlerde inşallah gelecektir. 08 Mart Dünya Kadınlar Gününüzü kutluyorum ve bu anlamda sizlerle birlikte olmaktan da onur ve mutluluk duyuyorum.
KONUŞMACI : Şimdi konuşmasını yapmak üzere Ankara Barosu Başkanı Avukat Sayın Vedat Ahsen Coşar’ı kürsüye davet ediyorum.
AV. VEDAT AHSEN COŞAR : Sayın konuklar, değerli meslektaşlarım, sevgili stajyerler. Şahsım ve Ankara Barosu adına sizlere hoş geldiniz diyor, Kadın Hakları Kurulumuz tarafından düzenlenen bu etkinliğe katıldığınız için sizlere teşekkür ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1982 Anayasası’nın 34. maddesindeki bölüm, herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. 1982 Anayasası’nın 11. maddesi “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı makamlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” demek suretiyle, en üsten norm olarak Anayasanın üstünlüğüne duygu yapılmaktadır*. Yine 1982 Anayasasının 90. maddesi ile hukuk yönünden bağlayıcı olduğu kabul edilen, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11/1. maddesi ile İnsan Hakları Evrensel Beyanatı bildirgesinin 11/1. maddesi hükümleri herkesin önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu, hal böyleyken kendilerini en üstün hukuk normu olan Anayasanın üzerinde gören, Anayasayı kendi üstün bağlayıcı kabul etmeyen, yine ülkemizin hukuken ve ahlaken taraf olduğu yukarıda değinilen, uluslararası sözleşmeleri tanımayan, iktidarın polis gücü 08 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, İstanbul Beyazıt Meydanında basın açıklaması yapmak isteyen kadınları izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle ve biber gazı da kullanmak suretiyle dağıttı, bir kısmını ise gözaltına aldı. İktidarın polis gücünün, ekonomik, toplumsal, kültürel ve dini baskılar altındaki kadınlarımızın, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan kadınlarımızın temel haklarına yönelik bu haksız ve uygar dünya önünde, ülkemizi utanca muhatap eden şiddetin kınadığımızı, hukuka aykırı olan bu tavrı, demokrasiyi işlevleştiremediği için onu araç olarak gören ve öylede kullanan günümüz iktidarının yönetim anlayışının bir çeşitlemesi olarak nitelediğimizi belirtir, bu hususu kamuoyunun dikkatine sunarız. Kadın Hakları Kurumumuzun düzenlediği bu etkinliğe dün yaşanan bu üzücü olayı anımsatmak zorunda kaldığım için sizlerden özür dileyerek konuşmamı sürdürmek istiyorum. Değerli konuklar, “bütün güzel kadınlar zannettiler ki, aşk üzerine yazdığım her şiir kendim için yazılmıştır.” her şair böyle mi düşünür veya duyumsar bunu bilmiyorum. Ama Orhan Veli böyle diyor. İster annemiz, ister eşimiz, ister kız kardeşimiz, isterse sevgilimiz veya arkadaşımız olsun kötü kadının olmadığına inanan ben her türlü ilişki de ama her şeyden önce kadın-erkek ilişkisi bağlamında bir şeye daha inanıyorum; kadın ve erkek olarak birbirimize ihtiyacımız var. Onun için kendimizi feda etmeden vermeyi öğrenmemiz gerekmektedir. İlmi bilip, araştıranlar bilir Freud’un düşünce dünyasının anahtarı olan sözcük “bastırmak”. Freud’ a göre tüm istek bastırma kuramı üzerine yükseliyor. Freudcu bakış açısına göre toplumun özü, bireyin bastırması, bireyin özü de kendisini bastırmasıdır. Eğer kadın insan davranışlarını bile tarihi yönlendirip, koşullandırdığını dikkate aldığımızda kadın özgürlüğü hareketinin temelinde de erkeğin kadını bastırması üzerinde yükseldiğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda Sadr’ın “siyah adam sorunu yoktur, beyaz adam sorunu vardır.” hareketle kadın sorunu yoktur, erkek sorunu vardır, demek sanırım yanlış ve biz erkeklere haksızlık olmayacaktır. Maddede temelde kötü olan bir dünyada kendini korumak isteyen hükümdarın iyi olmamayı öğrenmesi gerekir, diyor. Bu alıntıda ki hükümdarın yerine kocayı veya erkeği koyabilirsiniz. Kendi iktidarını korumak isteyen erkek veya koca her nasılsa iyi olmamayı çok iyi öğrenmiştir. Peki, erkeğe bunu öğreten veya iyi olmayı öğretenler kim? Bunu da bir zamanlar çok özlü olan bir fıkrayla çeşitlendirmek istiyorum. Fıkra şöyle; Tanrı, biliyorsunuz önce Adem’i yarattı ama Adem yalnızlıktan yakınıyordu, tanrı onu unuttu ve onun kaburgalarından Havva’yı yarattı. Adem hala üzgündü, bunu gören tanrı canını sıkan ne Adem, diye sordu, senin için yarattığım güzel kadına baksana, Adem şöyle yanıtladı, evet ama benim önce bir anneye ihtiyacım var. Sanırım erkek olarak kadınlara bakışımız ve davranışımız konusunda annelerimizi sorgulamamız gerekiyor. Yaptığım bu ironiyle kastettiğim, bizlerin dinsellikler aracılığıyla tevaris ettiğimiz ve erkek olarak çok benimsediğimiz, aklın ve iktidarın erkek olması ilişkin takıntı nevrozumuz, saplantımız ve yanılgımızdır. Sorunun kadın yönünden ele alınması durumunda, ne söylenmesi gerektiğini, Simentoboar’ın, “İkinci Cinsi İsimli” özgün eserinde, birazda yakınarak şöyle ifade ediyor; “Kadınlar, kendi tasarılarını yansıtan herhangi bir erkek yükü kurmamış oldukları içindir ki, hala erkeklerin rüyalarıyla rüya görüyorlar”. Simentoboar’ın bu eksikliği, kendi bilincine varışta ki can alıcı bir başarısızlığa, kadınların kendilerini bir özne olarak ortaya koyamamış olmalarına, erkeklerle ilişkili olarak, öteki konumda kalmaya göz yummalarına bağlıyor ve ekliyor:”bir mit her zaman umutlarını ve korkularını bir aşkınlık göreviyle yansıtan bir özne ifşa eder.”. Simentoboar’ın kadınlar için çizdiği ideal şudur, kadınlar kendi kendilerine özgürce seçilmiş, tasarı ve serüvenler aracılığı ile kendi aşkınlıklarına, kendi kendini tanımlama ve yargılama durumlarına gelebilmek için içine kapatılmış oldukları içlilikten kurtulmak ve yaşama içliliğinin üzerine çıkan özgür bilinç haline gelmek zorundadırlar. Burada kadının temel özelliği olarak sunulan bu fikrin özgür ve özerk olduğu varsayılan bir varlığın, temel ve egemen olan bir başka egoya göre öteki statüsünü benimsemek zorunda kaldığı özel bir durumdur. Bu anlamda ki öteki olarak alındığında, kadın işkilliğe mahkum edilmiş bir nesne olarak değişmezleştirilir. Aşkınlığın üstü tamamen örtülünür ve bir başka bilinç tarafından aşılır. Sayın konuklar, kadın hakları ve insan hakları ….. işaret ettiği üzere, iç içe geçme ve buna uyan insan hakları rejimi diğer bir deyişle, alt rejimi işlevsel anlamda sınırlı yetkileri olan dünya çapında üyelere sahip olan, organizasyonlarca temsil edilen, toplumsal çerçeveye daha az bağımlı tek konulu insan hakları rejim biçiminde yer alır. Tek konulu rejimler, karşılıklı çıkarların olduğu tek bir alanda geniş katılım sağlamak için kendi faaliyetlerini belirli konular çerçevesinde hazırlayarak, karşılıklı bağımlılıklar anlamında kendilerine bir yer edinirler. İnsan hakları alanında geleneksel olarak, üvey evlat muamelesi gören kadın haklarına ilişkin rejim ırk ayrımcılığı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda ve tüm Birleşmiş Milletler merkezleri içinde ele alınan üst başlıklı bir konu iken, aynı Komisyon tarafından, cinsiyete dayalı ayrımcılığı büyük ölçüde kadın statüsü alanına hapsetmiştir. Ama öylede olsa son 15 yıl içinde kadın hakları rejiminin normatif ve usule ilişkin düzenlemeleri önemli ölçüde gelişme kaydetmiş ve kadın haklarına ilişkin konular uluslararası insan hakları tartışmaları arasında yer almaya başlamıştır.Dileğimiz, ulusal kadın hareketlerinin siyasi faaliyetleri ve bilinç yükseltme etkinlikleriyle birlikte gelişip güçlenen kadın haklarının, uluslararası bir çerçeveye oturması, bu bağlamda kadın hakları konusunda uluslararası bir uzlaşının pekişmesidir. Ulusal düzeyde ise, cinsiyet ayırımının önlenmesi amacıyla Anayasanın 10. maddesinin, “Devlet cinsler arası eşitliği sağlamak için pozitif ayrımcılık dahil gerekli her türlü önlemi alır.” biçiminde değiştirilmesi gerekir. Dünya kadınlarının Kadın Hakları Gününü kutlar, dünya erkeklerinin sadece kadın hakları gününde değil, yaşadıkları her günü bir bayram olarak kadınlara armağan edecek bir duyarlılığa kavuşmasını biran önce diliyorum.
SUNUCU : Panelimize geçmeden önce Oturum Başkanımız, UNESCO Türkiye Komisyonu Başkan vekili, aynı zamanda İletişim Komitesi Başkanı ve Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sayın Korkmaz Alemdar’ı kürsüye davet ediyorum
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Değerli konuklar, aslında ben Baro’nun Sayın Başkanından daha çok konuşmak isterdim. Açılış konuşmama hemen başlarken, aslında biraz geç kaldım. İsterseniz hemen Konuşmacıları davet edeceğim ama bu demek değil ki, sizlere de söz vereceğim. Böyle bir yükümlülük altına girmiyorum. İzninizle konuşmacıların buradaki yerlerini almalarını istiyorum. Aysun Yüksel Hanım Anadolu Üniversitesinden, Fikret İkiz Bey, aslında Fikret İkiz Bey yok diye seviniyordum. Bir tek ben olacaktım diye ama yinede tabii, şanssızlık, Nuran Bayrak Hanımefendi ve Sayın Müjde Avcıoğlu. Onu tanıyorsunuz. Bu seçkin topluluğa neden “Medya Ve Kadın” konuşuyoruz, diye aslında düşünmüyor değilim. Çünkü İletişim Fakültesinde toplantı yapılsaydı herhalde konu ne olacaktı? Medya ve Kadın olacaktı ama Baro’da neden “Medya ve Kadın” diye düşünüyorum. Çünkü zannediyorum, Sayın Başkan Freud’dan söz etti. Muhtemelen bir bildiği var ama son yıllarda maalesef o kadar, yargı alanında da o kadar çok yaşadık ki.herhalde yargı mensupları biraz daha arınmak, kendilerinden daha çok eleştiri konusu yapılabilecek alan olduğu için onun kadına ilişkin bütün binaları sergilemesi gerektiğini..gerek diye düşünüyorum. Aksi takdirde hukuk olsaydı ben zaten burada olmazdım. Çünkü hukuk ve kadın deyince, benim hep tanıdığım örnekler çok zarif, çok alımlı, iyi bilen ve çaba sarf eden örnekler. Onlar iyi örneklerin hiçbirisinden uzun boylu söz etme olanağı yok. Örnek illa negatif unsurlar taşıyacak ki, onun hakkında biraz daha uzun uzun konuşma fırsatı doğsun. Kadın hakkı yada kadınların hakkı konusu gerçekten son yıllarda çok gündemde. Türkiye’de de giderek bu konu gelişiyor, tartışılıyor ama ben iki örnekten size söz edip konuşmalara geçmek istiyorum. Birincisi, İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği insan hakları eğitimi programlarından bir örnek, ben insan hakları tesadüfen 17. Ulusal Komitesi olarak bunlara katılmıştım. Bu kaymakam ve vali yardımcılarına dönük olarak yapılan bu eğitim faaliyetleri genellikle 1 hafta olarak olarak yürütülüyordu ve bu haftanın da en sonunda biz yer alıyorduk. Biz kim? İletişim haklarını anlatan ben ve kadın haklarını anlatan bir başka meslektaşım, kadın ve çocuk haklarını anlatıyordu. Fakat ne hikmetse tabii hepte bizim programın sonrasında sertifika dağıtım töreni oluyordu ve istisnasız her gittiğimiz yerde de valinin programı çok yoğun olduğu için bizim program kısaltılıyordu, sertifika törenine daha çabuk geçiliyordu ama sonunda şu anlaşıldı ki, çoğu erkek olan yöneticiler kadın ve çocuk hakları konusunda pek laf dinlemekten hoşlanmıyor. Yani onlara kadın haklarını anlatmak o kadar ilginç değil, çünkü yani bir taraftan haklılar o kadar yoğun iş baskısı ve sorunlarla karşı karşıyalar ki, birkaç hocanın kadın hakkı diye onların kafasına şişirmesine pek gerekli gibi bakmıyorlar. Ne kadar çabalasanız da eğer bu düzende bir diyalog kuramıyorsanız,yada bunu gerçekten önemli bir sorun olarak paylaşamıyorsanız, o zaman sorun gibi görünün konuyu aşmanın pek imkanı olmuyor. 2. örnek, geçen yıl Birleşmiş Milletler desteğiyle Gazeteciler Cemiyetinin yine farklı illerde yaptığı toplantılardan bir örnek, hangi ile gidersek gidelim, sabahleyin erkeklerle kadınlar arasına bir nifak sokmak için konuşuyorlar. Ben değil tabii Birleşmiş Milletler elemanları konuşuyordu. Kadınların ne kadar kötü durumda olduğu, ne kadar ihmal edildiği, ne kadar eğitimsiz oldukları, ne kadar her 30 saniyede bir kadının şu yada bu nedenlerle öldürüldüğüne dair istatistikleri verip, dünyanın gerçekleri ama sorunları da çözmek pek yardım etmediği için tabloyu çiziyorlardı. Ardından da gazeteciler aslında böyle bir sorunun olmadığının, Türk erkeklerinin kadına o kadar önem verdiklerinin örneklerle anlatıyorlardı ki, mesela verdikleri örneklerden iki tanesi şuydu: o kadar önemliydi ki kadın, üzerinde yaşadığımız yurda Anadolu diyorduk, temel yasamıza da Anayasa diyorduk. Bu iki noktadan hareketle, Türk topraklarında kadına çok önem verildiğini, sabah oturup ta onlara ne kadar kötü davrandığını anlatıyorduk, öğleden sonrada aslında onları çok sevdiğimizin kanıtlarını sergilediler. İnsan hakları bu, bunun gelişmesi gerekiyor. Fakat tabii ben genelde böyle insan kaklarını bir bütün olmaktan çıkartıp, farklı farklı haklardan söz edilmesini bir türlü içime sindiremediğim için bu konuda çenemi tutmayı tercih ediyorum. Çünkü madem ki bir kadın hakları var, evrensel düzeyde tanınıyor ve bende buradayım, özel olarak korunması gereken bir alan olduğunu da kabul etmek zorundayım. Bu sadece bizi ilgilendirmiyor. Dün yabancıların bir gazetesinin, çok seçkin bir gazetenin baş yazısında Fransa’da beş yıl önce çıkmış bir yasaya dayalı olarak Fransa’da da yerel yönetim temsilcilerinin seçildiği meclisler de kadın oranının nasıl ciddi olarak arttığını gösteren bir makale yayımlandı. Çıkarttıkları yasadan gelişmiş Batı ülkelerinde ne yapıyorlar çok mutluluk duyduklarını anlatıyorlar. Yani özel bir alan toplumun dikkat etmesi gereken bir alan, gerektiğinde de yasalarla güçlendirilmesi gereken bir alan tıpkı bizim 1930’lu yıllarda yaptığımız gibi. Ama unuttuk, yapılanları unuttuk, şimdi yeni baştan Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla keşfetmeye uğraşıyoruz ama zararın neresinden dönülürse kardır diyoruz ve ben nereden başlayayım diye düşünüyordum, sanıyorum, genelden özele gitmek, belki biraz daha iyi olacak diye düşünüyorum. Genelden özele gitmek deyince, bu genel meselelere bakan Fikret İlkiz vardır. Ne için, kendisi hem basına bakar, hem radyo televizyonlara bakar, hem günlük hayata çok dikkatli bakar, takip eder. O bize belki bir çerçeve çizerse, kafamızda bir bütünlük oluşur. Ondan sonrada reklam diye konuşabiliriz. Belki dil diye konuşabiliriz. Çok farklı alanlardır, muhtemelen irdeleme şansımız olur. Onun için söz önce Fikret İlkiz’de bakalım ne söyler ve ne kadar zamanda söyler? Zannediyorum eğer konuşmacılar şey yapmıyorlarsa, bir 15-20 dakika civarında bir tur bir atalım izninizle, kalan zamanda da tekrar sizinde eleştirilerinizle, tekrar sürdürmeye çalışalım. Buyurun efendim.

AV. FİKRET İLKİZ : Efendim çok teşekkür ederim. Tabii Ankara’da olmaktan dolayı Hocamı biraz hüsrana uğrattım. Ben tabii son çıkıp geldiğim programda yoktum ama tabii Dünya Kadınlar Günü bakımından, özellikle üç ana konuşmacı ve üç meslektaşımla birlikte konuşmaktan da çok memnunum. Yani Dünya Kadınlar Günü bizim açımızdan da gelişme bakımından memnuniyet verici diye düşünüyorum. Beni genelde bazı konuları anlatmam için ilk sözü verdi ama ben hem genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım hem de bu genel çerçeve içerisinde medya ve kadın denildiği zaman özellikle yer alış biçimi hakkında bir tek veya iki örnek vererek aslında içinde bulunduğumuz durumu bilginize sunmaya çalışacağım. Gerçekten, 2000 yıllarında uluslararası bir anlaşmaya göre örneğin gazetelerde %77 oranında erkek, %23 oranında kadın, televizyonlarda ise, %63 oranında erkek, %37 oranında kadın çalışmaktadır. Buna karşılık radyolarda haber muhabiri olarak kadın bulunuyor ama sunucu kadınlar ise %72 oranında radyolarda görev yapıyormuş. Türkiye’de ise, Basın Ve Enformasyon genel verilerine baktığımız zaman 2000 yılı itibarıyla bu oranlar basın kartı olarak medyada 1998 kadın 8321 erkek çalışıyormuş ama 2004 yılına ulaştığımız zaman bu rakamların bir hayli arttığı gösteriliyor. Kadın gazetecilerin yaşlarına bakıldığı zaman istatistiksel olarak söylüyorum %56.7 oranıyla 20 ile 30 yaş arasında gazeteciler var. Bunun yanında kadın gazeteciler arasında İletişim Fakültesi mezunu olanlar ise, aşağı yukarı %52.8 dir. Bu anlamda kadınların, özellikle medyada yani, kitle iletişim araçlarında ki yönetim kademesinde yer almaları ise,..bakımından yönetim kademesinde oranları %88.3 civarında. Dolayısıyla kadınlarla ilgili olmak üzere konularak, rüyada olunması ve kadın gazetecilerin en azından en zor görevleri dahi üstlenmesi bakımından bazı sorunlar vardır. Örneğin, kadınlar arasında kadın gazetecileri arasında, polis-adliye muhabirliği yapan kadın gazeteci sayısı Türkiye’de yok denecek kadar az. Ama bunu genelde gazetecilik kavramı bakımından polis-adliye muhabirleri olmasının veya olmamasının nedeni gazeteci sıfatıyla gazetelerde veya basında yer almasından dolayı, kadının toplumdaki, genel konumundan kaynaklanan sorunlardan kaynaklandığı bu uluslararası bir araştırmada 2000 yılında tespit edilmiş durumda. Kadının kitle iletişim araçları bakımından konumu veya bu anlamda örneğin ilk kez Türkiye’de kadının kültür anlamında veya sinemada, tiyatroda, radyoda, derneklerde ve gazetelerde görünümü ile başlamış. Kısa bir gezinti yapacak olursak, aşağı yukarı Türk sinemasında kadını ele alan ilk filmi Sedat Simavi çekmiş ve bu çekilmiş olan filmin adı “Pençe”. Yine konulu filmlerin arasında yer alan ve Ahmet Veli’nin çektiği 1919 tarihli “Mürebbiye” filmi kadının gerçekten Türk sinemasında ki göründüğü en önemli filmlerden birisi. 1922’de ise, Muhsin Ertuğrul tarafından “İstanbul’da Bir Faciayı Aşk” isimli, uzun metrajlı bir film çekilmiş. Bunlar Türk kadınının, özellikle sinemada yer aldığı ve önemli sayıda ve herkesin yine hafızalarında yer alan, yine Muhsin Ertuğrul tarafından çekilmiş olan “Aysel Bataklı Damın Kızı” Cahide Sonku’nun özellikle Aysel rolünü üstlendiği bu film Türk sineması severleri bakımından bir aşk filmi olarak izlenen ve hafızalarda yer alan en önemli filmlerden biridir. Daha sonra yani 1933yılında ilk mayolu kadınların yer aldığı filmin adı “Karım Beni Aldatırsa” başlıklı bir film. Bunlar bizim Türk sinemasında kadınların yer aldığı ve hafızalarda yer alan filmler arasında sayılabilecek olan filmler. Bunları geçiyorum. Özellikle televizyonlarda ve radyolarda kadınların durumu ile ilgili olmak üzere bilgi vermek için. Gerçekten, daha özel radyo televizyonlar çıkmadan önce TRT 1’de ilk kez yapılan programın adı, “Hanımlar Sizin İçin” adlı bir programdı. Burada yapısı ve içeriği bakımından bakıldığı zamanda gazetecilerin ve gazetelerinde aslında hedef kitlesi, örneğin magazin eklerinde ise, magazin eklerinde neler yer almışsa, TRT 1’de yapılan, ilk kadınlara ilişkin bu programda onların aynı yer almış. Yani ev işlerini kolaylaştırıcı öğütler verilmiş, yöntemler anlatılmış, yemek tarifleri verilmiş, günün modasından bahsedilmiş, kadının cinsel sağlığıyla ilgili bilgilere yer verilmiş. Daha sonra, 1992 yılında yani TRT’de ki kimliğin kısmen kırıldığı, ortadan kalktığı yeni programlar, kadınlarla ilgili yeni TV programları yapılmaya başlandığı zamanda bizim karşımızda sohbet programları, tartışma programları, yarışma programları ve reality showlarla, pembe diziler, TV dizileri anlamında ilk kez kadınla ilgili olmak üzere karşımıza çıkan TV programlarıdır. Bunların, yani ilk kez özel radyo televizyonların gündeme geldiği zaman, oranlarına bakıldığı zaman, genelde bu programlar içerisinde pembe dizilerin ağırlıklı olarak yayımlandığını görüyoruz ve ilk yıllarda yapılan araştırmalara baktığımızda reklamların %75’inde kadınların ev için kullanılan ürünlerdeki tüketim programlarına ve tüketim elemanlarına da çok ağırlık verilmiştir. Nihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok TRT 1’de başlayan ve daha sonra özel radyo ve televizyonlarla devam eden evin saati, ev, ev için gibi programlar 1970 yılına kadar ve kadının yer aldığı programlar olarak devam eden programlar olarak gözüküyor. 1974-80 yıllarında ise kadın dünyası, TRT 2’deki, “Kadın ile Aile” programı dikkatimizi çekiyor. 1980’li yıllardan itibaren ise, özellikle bu programlar çeşitleniyor ve 1992 yılından itibaren de artık çeşitleri sayılamayacak derecede de artıyor. Bunlar bizim, radyo televizyonlar anlamında ve kadının yer aldığı programlar anlamında geçirmiş olduğumuz yere kadar bütün bu evrelerin dışında ben sadece özellikle bir istatistik, yapılmış olan bir istatistikteki bilgilerinize sunmak ve bu bilgiye sunuş içerisinde de kadınla ilgili olan bazı konuların nasıl yer aldığını örneklemek istiyorum. Özellikle, 1998 yılında yani 31 Ocak 1998 Cumartesi günü ve 1 Şubat 1998 Pazar günü ulusal düzeyde yayın yapan 12 TV kanalının ana haber bültenleri incelemeye alınmıştır. İki günlük bu inceleme içerisinde ana haber bültenlerinin de içeriğinde yer almış. Bu ulusal düzeyde yayın yapan TV kanalları içerisinde toplam haberler, yani Cumartesi ana haber bültenlerinin 8 saat 15 dakika. Bu, 93 haberle %42.27, ikinci günde ise, 98 haberle %40.50 oranında ana haber izleyicilerini ve dinleyicilerine sunulmuştur. Bunların içerisinde ağırlıklı olarak terör haberleri, siyasi haberler, ekonomik haberler, magazin haberleri, spor, dini haberler, adli haberler ve trafik haberleri sıralama olarak bu sıralama içindedir. Ancak bu 8 saatlik program içerisinde, 8 saat 15 dakika, içerisinde bir haber bülteninde yer alan bir bülten ve bir TV kanalının bülteni 71 dakika sürmüş ve 26 haber vermiş Cumartesi günü. İkinci gün, 72 dakika 54 saniye sürmüş ve toplam 26 ayrı haber. İşte bu TV kanalıda haberlerin içerisinde bir haber var, bu haberi seçmişler, bunun içerik analizini de gerçekleştirmişler. O haberin başlığı, “genç kızlara ibret” başlığıyla verilen bir haber. Bu haber iki gün bu başlıkla, üst üste ve kuvvetlendirilerek verilmiş. Cumartesi günü saat 20:04’te başlamış ve tam 9 dakika sürmüş. Bu habere ait 3 alt yazı geçmişler ve 3 ayrı fragman vermişler. Pazar günü bu haberi biraz kuvvetlendirmişler. 20:03’te başlamışlar tam 12 dakika sürmüş ve habere ait 8 alt yazı, 2 fragman geçmişler. Haber, 1. gün fragmanlar dahil olmak üzere 10.5 dakika sürmüş, 2. gün ise fragmanlar dahil olmak üzere 13 dakika sürmüş. Şimdi bu haberin özelliği yani bu haberde yer alan kişi bir kadın. 31.01.1998 Cumartesi günü şikayette bulunduğu birkaç erkek hakkında ki bunlar kadın satıcıları, onları 33 kez tokatlamış ve yumruk atmış. 23 kez tekme atarken, iterken yakasından tutup sarsarken gösterilmiş ve toplam 56 adet bedensel şiddet eylemi uyguladığı sırada Cumartesi günü haberlerde gösterilmiş. Aynı haber, ertesi gün, bu kez Pazar günü biraz daha güçlendirilmiş, biraz daha şiddetlendirilmiş ve 53 kez tokatlanması, yumruk atması, 18 kez onun tekme atması, itelenmesi, yakasından tutularak başka kişileri onun sarsması şeklinde, 71 adetle bedensel şiddet eylemi uygulandığı ekranlarda gösterilmiş. Peki, bütün bunlar anlatılırken, bu olay verilirken, yani genç kızlara ibret başlığıyla kamuoyuna duyurulan bu haber için spikerin kullandığı kelimeler neler. Bu olayı izleyiciye aktarırken spiker, kadın tacirleri, tokat üzerine tokat, fuhuş batağı, erkeklere pazarlanan kadın, kadının son müşterisi gibi ifadeler kullanmış ve 50’ye yakın spiker tarafından kadının başına gelenler anlatılırken ve kadının kıstırıldığı anlatılırken, argo kelimeler kullanmış. Bu kelimeler, affınıza sığınarak TV ekranında anılan tabirlerde verildiği için tekrarlıyorum, lan, ulan kelimesi 26 kez tekrarlanmış, kanımı emdiniz, 6 kez yayınlanmış, git bacını sat, 4 kez yayınlanmış, sat benim gibilerini sözü 2 kez tekrarlanmış, karını zaten satıyorsun kelimesi yine Cumartesi, Pazar yayınlanan haberler bakımından 2 kez tekrarlanılmış ki, arada diğer kelimeleri artık tekrarlama gereği duymuyorum. Ama “genç kızlara ibret” başlıklı bu haber Cumartesi, Pazar günleri bu şekilde yayınlanmış olmakla arada kullanılan bazı kelimeleri de biplemek suretiyle vermişler. Yani 13 ve 15 dakika süren bu haberlerde kamu oyunda kelimeler anlaşılmasın ve belli olmasın diye düşündükleri için o kelimelerin geçtiği yerleri biplemek suretiyle dinleyiciye duyururken, örnek buyurmuşlar ki, zaten bunların anlaşılmaması mümkün değil. Dolayısıyla Cumartesi, Pazar günü yayınlanan bu iki habere baktığımız zaman, özellikle bu haberlerin niteliği ve bu haberlerin içeriği bakımından bu konu TV lerde gösterilen kadın şiddetlerinin en önemli örneklerinden birisidir. Tabii bu arada çok ilginç, özellikle bazen yayınlanır, belki de yayınlanmasında çok büyük fayda vardır. “Alo RTÜK“ hattına bu tür haberleri izleyen veya bizler bu haberleri izlediğimiz zaman şikayetçi olduğumuz bazı konular var. örneğin o konulardan bir tanesi ilk aklıma gelen şikayetler anlamında değerlendirdiğim zaman, doğrudan doğruya kadın haysiyetini hedef alan bir yarışma programında ki, siz patronlarınızın kucağına oturan sekreterlerden ve az kullanılmış cüzdanlardan* yine ana haber bültenlerinde nataşaların fiyatı yarı yarıya gibi arttı, yarı yarıya azaldı ve yarı yarıya indi gibi sözler toplumun her kesiminden Alo RTÜK hattında tepki almış veya şarkıcı, showmen Aydın’ın sunduğu gelin-kaynana isimli programda bu programdaki anlatılan ve gösterilen hanımlarla ilgili, kadınlarla ilgili doğal olmayan tarzdaki tabirler yine çocuklara kötü örnek olduğu iddiasıyla, Alo RTÜK hattında doğrudan doğruya etki ve doğrudan doğruya şikayet almış programlar veya bir hanımın müstehcen tarzda davranışlara örnek olarak bayan konuğun göğsünü sıkması, küçük konuğu kucağına oturtması, erkeklere ilişkin sözler sarf etmesi Alo RTÜK hattında şikayete neden olan konular. Kaldı ki, bazı klipler var yine Alo RTÜK hattına gelen şikayetler içerisinde bu kliplere bakıldığı zaman bunlarında tepki çektiği görülür. Bütün bunları niye söyledim? Aslında sözlerimi bitirmeden önce en son bunlarla ilgili olmak üzere yapılmış olan araştırmalar, sayın konuşmacılar tarafından belki teker teker anlatılacak, değerlendirilecektir ama kadın statüsü sorunlarıyla ilgili olmak üzere TV dizileri bakımından en iyilerinin hangisi olduğunu seçmeye çalışmışlar. Yani olumlu anlamdaki programlar nelerdir? Bunları kendi içinde kategorize etmişler ve kendi içlerinde kadınla ilgili olan programlardan hangisini seçelim diye düşünmüşlerdir. Bu seçicilik anlamında da kategorileri şöyle ayırmışlardır. Örneğin, yerli dizilerde ATV’de yayınlanan “Baba Evi”, ülkemizde kadının yaşadığı sorunlara dikkat çekmesi ve özgürlükçü yaklaşımı nedeni ile seçilmiş, 2. bir kategori, gündüz kuşağında, kadın programları anlamında TRT’de yayınlanan “Dört Mevsim Kadın” adlı program her konuda kadınları aydınlatmaya çalıştığı ve bu konuda çaba gösterdiği için seçilmiş. Yine belgesel anlamında “Bir Yudum İnsan” yani ATV’de yayınlanan programda toplumumuzun farklı kesimlerinden kadın ve erkeklerin yaşam öykülerini sunduğu için onu gösterdiği için seçilmiş, bu programda Arzu Okay ile Nesrin Topkapı’nın toplumda bilinen yönlerinin dışında bilinmeyen, gerçek yaşam öykülerini anlattığı için seçimine doğru bir tespitle bununda kadınlarla ilgili program anlamında iyi bir program olarak yer almış. Diğer bir kategori ise TV kanalı amacında NTV, cinsiyete dayalı ayrımcılığı kırma noktasında özel çabası olmamasına rağmen özenli yayın politikasıyla seçilmiş. Yani burada cinsel obje olarak göstermeden ve kadının ayrımcılık öğeleri içermeyen yayıncılığı içerdiği için seçilmiş. Jüri özel ödülünde ise, Perran Kutman’a çeşitli TV dizilerinde temsil ettiği toplumu iyimser ve güçlü mesajları sunmadaki başarısından dolayı kategori içerisinde yer almış, yine jüri özel teşvik ödülünde “Görsel Medyada Kadın” programıyla, Şeref Turgut, yani ATV de erkek mesleği olarak bilinen savaş muhabirliğinde göstermiş olduğu üstün performansı nedeniyle kategorik anlamda da seçilen ve 08.12 1999 tarihinde bu nedenlede ödüle layık görülen programlar arasında yer almış. Kısaca bu tur anlamında veya bu sözler anlamında en son içinde bulunduğumuz durum veya bu durumla bağlantılı olarak TV de özellikle kadının yer alması için bir küçük yapılmış röportajda gelinen sonuçları da bilginize sunup, 2005 yılı için ve gelinen noktada özellikle kadın gazetecilerin, kadının medyada yer alması konusundaki sözlerinden çıkan sonuçları bilginize aktarmak istiyorum. Medyanın öteki tarihte yapıldığı Aralık ayında yapılmış olan toplantıda, kadın gazeteciler Türkiye’de ve Yunanistan’dan gelen kadın gazeteciler bu tarihi buluşma noktasında birbirinden ilginç tespitlerde bulunmuşlar. Milliyet Gazetesi yazarlarından Recep Mehmetkıran* medya yöneticilerinin etraflarında güzel kızlar görmek istediğini anlatmış ve demiş ki, “artık eli yüzü düzgün olmayan, iyi fotoğraf veremeyen kadın gazetecilere medyada yer yok.”, bu onun sözleri. Devamında, “bundan böyle Türkiye de medyada, yayın organlarında, hangi gazeteye giderseniz gidin, çok fazla kadın gazeteci çalışıyor. Aslında kadınlar çalışıyor, erkekler fikir üretiyor.” demiş. Devamında ise, “bu anlamdaki yazarlık için,”Sex And The City” yazarlığının ortaya çıktığını ve bir taraftan namus cinayetleri işlenirken diğer taraftan da bu kadar özgür ve güzel kadınların olduğu hiçbir kurumlar* yaklaşım olduğunu olması için söyledim demiş. Zaman Gazetesinin yer verdiği bir şikayette ise, özellikle eleştiri bakımından kendisini, bilgisinin, saçlarının renginin ve küpelerinin eleştirildiğinin altını çizmiş. Zeynep Göğüş ise, kadın örgütlerinin güçlenmesi gerektiğinden yana ve sadece üye sayısının arttırılması değil, kadın örgütlerinin etkinliklerinin de arttırılması gerektiğini söylemiş. Yunanlı bir gazeteci ise Enata… * kadın gazeteciler 40 yaşından sonra iyi bir hammadde olamazlar onlar daha pahalıdır, sermaye daha az ücret alan genç meslektaşlarını tercih eder görüşünü ileri sürmüş. Sonuç olarak 2005 yılı bakımından tespit edilmiş olan sonuçlara göre basın kuruluşlarında tıpkı, banka şubeleri gibi çok kadın çalışmaktadır. Kadınlar çalışırken erkekler fikir üretmektedir. Kadın gazeteciler arasında “Sex And The City” yazarlığı ortaya çıkmıştır, bir taraftan namus cinayetleri işlenirken, diğer taraftan bu kadar özgür kadınların ortaya çıkmasını oldukça ironik bir tablo sergilemektedir. Basında kadınların erkeklere rekabetinden çok bu rekabetteki ayrımcı bakış açısı öne çıkmaktadır; ayrım olarak da bu ayrımcılığı herkes yapmaktadır. Basında erkek yöneticiler hatta çalışan kadınlar meslektaşının ilgisini yaptıkları, ürettikleri değil, saçlarının rengini, küpelerini, dudak boyasını, giydiği kıyafeti eleştirmektedirler. Başarılı, güzel ve akıllı kadın gazetecilerin erkekler tarafından hoş karşılanmadığı açıktır. Erkekler başarılı kadınları kendilerine hakaret olarak görmektedirler. Kadın gazeteci kendisine hakaret edilse bile terbiyeli kız çocuğu imajını korumaktır. Kadın gazeteciler erkek meslektaşlarına göre mesleklerinde daha fazla bedel ödemektedirler. Kadın gazeteciler, kadınlıklarını kaybetmeden gazetecilik yapabileceklerinde ısrar etmektedirler. Kadın gazetecilerle, erkek gazeteciler arasındaki ayrımın kalkması için kadın örgütlerinin güçlendirilmesi gereklidir. Bu örgütlerin sadece üye sayısının artması değil, aslında etkinliklerinin arttırılması zorunludur. Dolayısıyla kadın gazeteciler 40 yaşından sonra iyi bir hammadde olarak görünmemektedir. Kadın gazetecilerin aldığı ücret yükseldikçe medya patronları daha az ücret alan genç meslektaşlarını tercih etmektedir. Reklamlarda kadının yer alması kavramını ayrı bir konu, televizyonlarda reklam konusunda kadınların kullanılması konusu yine başlı başına ayrı bir konu ama sözlerimi daha fazla uzatmadan bu tespitlerle şimdilik sonlandırmak istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Yüklə 207,76 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin