Tadeuz Kowalski



Yüklə 45,74 Kb.
tarix26.08.2018
ölçüsü45,74 Kb.
#75008

Tadeuz Kowalski
Dobriç Türklerinin etnik özellikleri: Tadeuz Kowalski

Tercüme eden. Özge Baydaş

Her şey den önce, Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde, neden Balkan Türkleri sorununu ikinci bir kez ortaya koyduğumu açıklamak istiyorum. Bunu Avrupalı araştırmacıların dikkatini az sayıda fakat oldukça ilgi çekici olan bu etnik gruplara çekebilmek umuduyla yapıyorum; Çünkü bu gruplar korkunç bir hızla yok olmakta ve bu nedenle onların özellikleri üzerine yapılan çalışmaların en kısa zamanda gerçekleştirilmesi gerekiyor. Dobriç Türklerinin bir bölümü iki ya da üç yıl içinde herhangi bilimsel bir çalışma için geri dönüşü olmayan bir yok olma sürecine girmiştir. Öncelikli bir neden olarak ,Türkiye ve Romanya hükümetleri arasında 1936’ da sonuçlanan Göç Anlaşması, beş yıl içinde, on beş bin Dobriç Türk’ünün Türkiye’ye göçünü öngörmektedir. Bölgesel türk basınının yardımıyla büyük ölçüde propagandası yapılmış olan bu anlaşma sonucunda, yerli halk mallarını satıp Türkiye’ye göçmeye başlıyor ve kasabalar bir bütün olarak değişime maruz kalıyor. Özellikle Bulgar sınırındaki bölgelerde bir yıl öncesine kadar Türkçe dışında hiçbir dil konuşulmazken, bugün aynı yerlerde bir tek türk bile yaşamamaktadır. Türk bölgelerinin nasıl bir hızla yok olduğunu saptamak için,elinizde St. Romansky’nin Etnografik Harita’sı (Sofya 1915) ile batı Dobriç’in bir bölümünü dolaşmak yeterli olacaktır. Buna rağmen, çok az sayıda da olsa bu bölgede, Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşumu ve Türklerin Balkanlar’daki politikalarını takiben koloniler halinde varlık gösteren Türk bölgelerine rastlanmaktadır.

Bu noktada göçün içine aldığı kimliği yok etmediği ve göç edenlerin yeni ülkelerinde de bir araştırma konusu olabileceği öne sürülebilir. Fakat daha önceki deneyimler bunun tam tersini ortaya koyar niteliktedir.

Her şeyden önce göç ana kimliğin yapılarını yıkar. Göçmenler yanlarında sadece az miktardaki gerekli eşyalarını götürürken, belki de kuşaklar boyunca oluşmuş birikimlerini ya satmakta ya da evlerinde bırakmaktadırlar. Kırsal türk mimarisinin ilginç örneklerini oluşturan bu terkedilmiş evler harabelere dönüşmektedir; bunların içinde üzerlerini süsleyen yazmalar ve onları toprağa bağlayan kültürle birlikte yok olan camilere, manastırlara, hamam, mezarlık ve mezar taşlarına da rastlanmaktadır. Aynı zamanda mobilyalar ve temizlik malzemelerinin yanında göçmenlerin önem vermediği işe yaramaz nesneler yığını bu manzaranın bir parçasını oluşturur.

Çoğunlukla göç eden bir kasaba, yeni ülkenin içinde dağılmaktadır. Bu durumda, toplumsal bütünlüğün yeniden yaratılması söz konusu olamaz.Genelde, coğrafi ve teknik açıdan tamamen farklı bir bölgeye taşınan göçmenler, alışkanlıkları doğrultusunda, inşaat, tarım, hayvancılık, giyim-kuşam, örf-adet konularındaki geleneklerini devam ettirmeye çalışıyorlar, fakat sonuçta büyük bir hızla, yeni doğal şartlara ve yeni etnik ortamın etkisine karşı koymayarak uyum sağlıyorlar. Teknik kültür engellenemez bir biçimde değişime uğruyor, eski özellikler yerini yenilerine kolayca bırakıyor.Terkedilmiş topraklara yüksek derecede bağlı olan eski folklorik özellikler, unutulmaya mahkum oluyor. Yabancı getirilerle bozulmaya başlayan ilk kuşak her şeye rağmen lehçesini korurken, ikinci kuşaktan itibaren, bölgesel halkın , okulun ve askeri hizmetin etkisiyle bu lehçe de kayboluyor.

Balkan Türklerinin en karakteristik özelliği, bugün bile aktif haldeki dini tarikatlar ve bölgesel azizlerin mezarlarında gerçekleştirilen haclarla desteklenerek özgürce gelişen dini yapıları da aynı şekilde yok olma yolundadır. Ülkeyi laikleştirme hevesinde olan ve her türlü dini taşkınlık belirtisini sert bir şekilde bastıran modern Türk Cumhuriyeti, Müslüman kesimlere uygun şartları sunmamaktadır.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak, bir dizi maddi nesnenin yıkımı bir yana ,Balkan Türklerinin göçünün gerçekte bir geleneğin uzantısının yok edilmesi anlamına geldiğini tespit etmek durumundayız. Bilimin görevi burada hala kurtarılabilecek olanları koruma altına almaktır.

Yardım etme isteğiyle, bu görevin çok küçük bir parçası da olsa, geçen sene Güney Romanya’ya yaptığım eytişimsel bağlamdaki gezimin sonuçlarını kısaca sunmak istiyorum. Arazi anlamında, araştırmalarım, Leyde’de 18.Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde raporunu sunduğum bir önceki kuzey-doğu Bulgaristan gezime bağlanır. Araştırmalarımı Dobriç’te , yani Güney Romanya’da, aşağı Danube, Bulgaristan sınırı ve Karadeniz kıyısı arasında yayılan ve dört merkezi kapsayan bir alanda gerçekleştirdim: Dorustor, Caliacra, Constanta ve Tulcea. İlk ikisi, Bucarest barışı ile 1913’te Romanya’ya katılan ‘yeni Romen Dobriç’ini oluşturmaktadır. En batısındaki hafifçe vadileşen bölge dışında, Bulgaristan’a ait Deliorman’ın bir uzantısı olarak Dobriç, ne büyük ormanlara ne de yükselen tepelere yer vermeyen düz ve geniş bir step alanıdır. Dobriç halkının büyük bir bölümünü, bugün bile hala, Türkler oluşturmaktadır. Son yıllara ait kesin rakamlara sahip olmamakla beraber, birçok benzerlikten yola çıkarak, 1937 yılında türk lehçesiyle konuşan halkın nüfusu 200.000 civarındaydı diyebiliriz. Dobriç dışındaki Romanya topraklarındaki türk kültürüne Gagavuzların çoğalması ile Bessarabie’de rastlanmaktadır. Dobriç Türkleri birbirinden farklı birçok gruba bölünmüştür. Deliorman Türkleri en batıdaki grubu oluştururlar. ‘Kuzey-doğu Bulgaristan’da Türkler ve türk dili’ isimli çalışmamda da ortaya koymuş olduğum gibi, Bulgaristan’daki Deliorman halkından farksızdırlar. Turksmil ve Kurtbunar kasabaları Romanya Deliormanı’nın batı ve doğudaki sınırlarını oluştururlar. Büyük ve zengin bir kasaba olan Akaydınlar kasabası ise merkezi oluşturmaktadır. Romansky, etnografik haritasında, bu topraklarda bir kısmı tamamen ya da nüfusunun çoğunluğu türk olan 80 tane kasabayı belirtmiştir. Bunun devamında bu ülkelerin etnografik ilişkilerinin son dönemde büyük değişimlere yol açtığı dikkat çekicidir. Tamamı türk olan gruplar Bulgaristan sınırındadır; Danube’ye yaklaştıkça Bulgar kasabalarının da miktarı artar. Tipik Deliormanlı Türkler, geniş omuzlu, iri, atletik yapıları ile bu bölgelerdeki türk popülasyonunu oluştururlar. Normalde kırmızı renkli, geniş yün kemerlerle giyilen büzgülü pantolonları ve değişik renk ve şekillerdeki baş örtüleri ile günlük geleneksel giysilerini oldukça iyi korumuşlardır.

Bölgede kullanılan lehçe Bulgar sınırındaki Türklerin lehçesiyle aynı prensipleri taşımaktadır. İlk göze çarpan farklar, -ior’lu şimdiki zaman ekinin yerine –ier kullanımı, karakteristik üçüncü tekil şahıs sesiyle kullanılan geliierim, geliiersin,geliieri gibi; ei sesinin i şeklinde telaffuz edilmesi Hüsein yerine Üsin, Meixor(şarapçı) yerine mixor , bir sesli harfi izleyen r harfinin zayıflaması, vardy (gitti) yerine va’dy gibi vs.

Dini açıdan Deliorman Türkleri iki gruba ayrılmaktadır: Sünniler ve Kızılbaşlar. İki grup arasında antropolojik açıdan, dil açısından ya da giyim- kuşam yönünden temel farklar olmamasına rağmen din bu iki grubu birbirinden kesin bir çizgiyle ayırarak aralarında evlilik ya da herhangi bir yakınlaşmaya izin vermez. Daha önceki Kuzey-doğu Bulgaristan Türkleri üzerine olan çalışmamda da belirttiğim gibi (s.10), Deliorman Türklerinden Kızılbaş veya Alevi olanlar Bektaşi tarikatına bağlıdırlar. Bugün emin olduğum bir şey vardır ki o da Kızılbaşların büyük bir kısmının tarik-i naznin adını verdikleri, Bektaşi öğretisinin Rumeli dalına ait olduklarıdır. Bektaşinin en doğru yorumcusu olarak, Bulgaristan’ın güney-doğusunda, Chaskovo’nun güneyinde, Paşaköy kasabasının yakınlarında mezarının bulunduğunu söyledikleri Osman Baba’nın öğretisini izlemektedirler.

Karalar kasabasında Rüstem Belber adında bilgili bir ‘hoca’ ile tanışmam sayesinde, Deliormanlı Kızılbaşlar üzerine, onların bölgesel dağılımları ve dini törenleri gibi bir dizi otantik bilgiye ulaştım. Rüstem Hoca kendi grubunun Osman Baba koluna ait olduğunu ve Deliorman Kızılbaşları arasında rastlanan diğer kolların Bektaşiler ve Çelebiler olarak adlandırıldığını söyledi. Kendilerine ehl-i zahir, münkirler veya yezidler adını veren Sünnilerin aksine onlar kendilerine ehl-i batin adını vermişlerdi.

Kızılbaşlar gerçek Şiilerdir; bunu onların dini ifadelerinde görebiliriz: ‘La ilaha ‘llah muhammad resulu ‘llah Ali veliju ‘llah’ yani, Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah tarafından gönderilmiştir, Ali Allah’ın elçisidir.; ve inançlarının merkezinde kültleşmiş Ali kimliği bulunmaktadır. Bu tür mistik öğretilerin bütün yandaşlarında olduğu gibi, dindarlıkları her şeyden önce duygusallığa dayanmaktadır. İslamiyet’in kuralcı yanını kesinlikle reddederler . Camiye gitmezler ve kendi kasabalarında da inşa etmezler. Özel evlerde, haftada iki kez, Perşembe ve Pazar akşamları, kadınlar ve erkekler birlikte, sohbet veya cemiyet adını verdikleri toplantılarda bir araya gelirler; burada bir rahnuma rehberinin yönetiminde, dua edip, dini şarkılar söylerler ve dini konuları tartışırlar. Bu toplantılar esnasında,aşırıya kaçmaksızın şarap ve yaşam suyu içilir. Alkolün görevi sadece ortamı ısıtmak ve toplantıya katılanları bir araya getiren dostluk duygusunu açığa çıkarmaktır. Toplantılar kesinlikle çok büyük bir konsantrasyon içinde gerçekleşmelidir ve bilgi kaynağımın dediğine göre, Kızılbaş düşmanı Sünnilerin onları suçladığı gibi saygıdan ve ahlaktan en küçük bir ödün bile verilemez. Kerbela’da öldürülen Ali’nin oğulları Şehit Hasan ve Hüseyin anısına, Muharrem ayının ilk 12 günü oruç tutarlar. Haçlarını Mekke’de gerçekleştirmezler, buna karşın, genelde azizlerinin mezarları olan ziyaretgahlara yılda iki kez giderler. Domuz ve tavşan eti yemezler fakat alkollü içeceklerin yasaklanmasını kabul etmezler. Kadınlar , Kızılbaş veya Hristiyan olsun yabancı erkeklerin yanında örtünmezler, onlarla özgürce kaynaşırlar; buna karşın Sünni bir Türk ile aynı ortamdayken yüzlerini bir örtüyle kapatırlar ve Sünni kadınlarınkine benzeyen bir kıyafeti üzerlerine geçirirler.

Kendi inançlarının en iyisi olduğu düşüncesiyle, diğer mezheplere Hristiyanlığa göre çok daha uzak dururlar. Balkan ülkelerinde olduğu kadar Küçük Asya’da yaptığım incelemeler sonucunda da bir araya geldikleri yabancının bir hristiyan olduğundan emin olduklarında Kızılbaşların karşılarındaki insana kusursuz bir yakınlıkla davrandıklarına defalarca şahit oldum. Onlarla ilişki kurmak Sünni köylülerle kurmaktan çok daha kolay çünkü bir hristiyanla aralarında özellikle de basit insanlarda alınganlığa neden olan cinsiyet ayrımı yok. Üstelik onlarda çok iyi bir insancıllık anlayışı, söz konusu bir yabancı bile olsa yardımlaşma isteği dikkati çeker. Kızılbaşlar kendi aralarında birlikteliğe inanırlar ve yardım ederler. Eğitim düzeyleri genelde çok düşüktür; bunlar çoğunlukla çiftçidir, Romen okuluna gidip, yönetimde veya eğitimde görev alan az sayıdaki insanlar da dinle aralarındaki bağları kaybetmişlerdir. Nadiren de olsa, Bektaşi geleneklerini daha iyi bilen ve bunları kuşaktan kuşağa sözlü dille geçiren eğitimli ‘hoca’lara da rastlanmaktadır. Kızılbaşların yazılı yapıtlarına hiç ulaşamadım, fakat evlerinde, içinde Edip Harabi’nin (1853-1915/16) nefesleri gibi Bektaşi şiirlerini okudukları Saadettin Nüzhet’in Bektaşi Şairleri’nin (İstanbul 1930) arasında Bektaşilik üzerine İstanbul ‘da yayınlanmış dergiler görmüştüm.

‘Yeni Dobriç’ adı verilen yerin Romanya’ya katılmasıyla, Kızılbaşların toprakları sınırla ikiye bölünmüş oldu: ancak zor koşullarda birbirleriyle iletişim kurabilen Bulgarlar ve Romenler . Toplanan bilgilere göre, Romanya toprağındaki Kızılbaşların sayısı 15 kasabaya yayılmış 1500 kişi. Bulgaristan’daki nüfusları biraz daha az görünüyor. Her yıl azalmakta olan bu ilgi çekici grup birkaç yıl içinde şüphesiz tamamen yok olmuş olacak; böylelikle de masraflı ve tehlikeli bir yolculuğu göze almaksızın kolayca araştırma yapmak imkansız hale gelecek.

Yapılan bir araştırma, bana Romanya’da olduğu kadar Bulgaristan’daki Kızılbaş kasabalarının isimlerini ve bunun sonucunda dini törenlerinin yerlerini bir araya getirme olanağını sundu. Bunların içinde en bilineni, küçük bir şehir olan Kemanlar’ın yakınındaki

M.Fr.Babinger’in, 1931 tarihli Das Bektaschi-Kloster Demir Baba,MSOS,II.Abt.XXXIV isimli eserine de konu olan, Demir Baba’nın mezarı ve tekkesi (couvent=manastır)dir; Bundan başka, Teke kasabasında, Balçık’ın batısında, Karadeniz kıyısında, bir türk gezgini olan Evliya Çelebi tarafından da çok güzel bir şekilde tasvir edilmiş olan (Seyahatname III 349 ve devamı) ve aynı zamanda Batova tekkesi olarak de anılan Akyazılı Baba tekkesi bulunmaktadır.

Bulgaristan Türkleri ile ilgili çalışmamda ortaya koyduğum gibi, Deliorman Türklerinin lehçesi Gagavuzlarınkine çok yakındır. Öyle ki, onları ortak Danube türkçesi başlığı altına sokmayı önermiştim. Bütün benzerliklerine baktığımızda, bu iki grubun, Deliormanlıların ve Gagavuzların en büyük ortak noktalarından biri de ikisininde Osmanlıların balkan topraklarını işgali ile gerçekleşen göçlerle gelmiş olmalarıdır. Aralarında fark olarak söyleyebileceğimiz tek unsur, Deliormanlı Türklerin Selçuklular döneminde göç edenlerin içinde sayıldığı ve Gagavuzların ise Danube’nin ötesinden, Kuzey’den gelenlerden bugüne kalanlar olduğudur. Daha sonra her iki grubun da Osmanlı Türkleriyle olan komşuluğu ve dillerinin gelişiminin etkisi bu iki Türk halkının dillerini de birbirine yaklaştırmıştır. Yine de altı çizilmesi gereken bir gerçek vardır ki; bunu Moskov (….) XL (1904), s.403/4’ te yayınlanan Balkan Türkleri üzerine yazdığı yazıda zaten çok önceden belirtmiştir; en önemli Türk kasabaları, Küçük Asya’ya yakın bölgelere değil, Danube üzerinde, Deliorman ile buraya bağlı bölgelere yerleşmiştir.

Karadeniz’e yaklaştıkça, dağınık evleriyle Tatar köylerini daha çok görmeye başlarız. Bunların çoğu Rusya’nın Tatar topraklarını işgaliyle, özellikle (la Crimee) ve (nogaiens) steplerinden daha geç dönemlerde göç edenlerden oluşmuştur. Romansky’nin (Yeni Romanya’da Dobriç etnografik haritası s.26) ortaya koyduğu 1850 istatistiklerine göre, Dobriç’te 2.225 Tatar ailenin yaşadığı bilinmektedir. O dönemlerde, Pazarcık ve Balçık çevresinde tek bir Tatar aile bile yoktur. Bilindiği gibi bugün, bu bölgelerde, tamamen Tatar mahalleleri bulunmakta ve bu merkezlerin çevresinde de Tatar köylerine rastlanmaktadır. Buna karşın, Dobriç’in Tatar nüfusunun son yıllarda oluştuğunu düşünmek de yanlış olur. Farklı dönemlerdeki gezginlerin gözlemlerine dayanarak, Tatarlara ait dağınık kasabaların Dobriç’te uzun zamandır varlık gösterdiğini görürüz. Örneğin Evliya Çelebi, Dobriç ‘in 1. Beyazid tarafından Türklerin ve Anadolu Tatarlarının yardımıyla işgalinden sonra, buradaki kolonileşmeden söz eder. Citaq adı verilen bu grup, bir Osmanlı Türkünün çoğunlukla anlayamayacağı dilleriyle, Evliya’nın Seyahatnamesi’nin 3. cildinin 358. sayfasında yer almakla birlikte, ne yazık ki; yayınlanmış baskısında verilmiş örnekler büyük ölçüde çarpıtılmıştır.

Bu örneklerde inceleyebileceğimiz, fonetik ve sözcük bilimsel bazı detaylar bu yörelerde bugün hala rastladığımız dilsel oluşumlara bağlıdır. Örneğin qataıq (arapçada, halayık-hala’iq) , yani ‘köle’ kelimesi , qabar ‘haber’ ( arapçada habar), qalq ‘toplum’ (arapçada halk) , qorlyq ‘aşağılama’ (persçe hor)vs. Evliya Çelebi’nin de ortaya koyduğu gibi Napaiyn ‘ne yapayım’ ; Gagavuzlarda sıkça görülen iap- ‘ın nap- ‘a dönüşmesini anımsatmaktadır; örneğin napsyn? – ‘ne yapsın?’ gibi. (Moskova,…., x 13,9) , napsynnar- ‘ne yapsınlar’ (ibid. 152,4), napardyn yani ne iapardyn – ‘ne yapardın’ (ibid 151, 21). Evliya Çelebi’ye yabancı olan sarık- türban anlamındaki calma kelimesi bugün hala Deliorman’da kullanılmaktadır. ( k. Jiracek, das Fürstentum Bulgarien,137) .

Yakın zamana ait Tatar özellikleri ile eski kolonileşme zamanından kalanları ayırt edebilmek amacıyla, etnografik çalışmalar ve tarihi ayrıntılarla bir alt yapı oluşturmak gereklidir. İlk olarak eleme yöntemiyle, yeni kurulduğundan şüphe etmediğimiz kasabaları bir kenara koyarak başlayabiliriz. Bölgesel yönetimlerin kayıtları ile Kanitz ve Jireck gibi eski gezginlerin bilgileri bizi gerekli verilerle donatacaktır. Aynı zamanda, kendi yaptığım gezi sırasında Dobriç Tatarlarının kullandığı üç lehçe içinde hangisinin genele yayıldığı üzerine eğildim; 1.si Osmanlı etkisindeki Tatarlar, 2.si Crimee şivesini kullananlar, 3.sü kırgızcaya çok yakın olan nogaien ( kara noyai şivesi) şivesiyle konuşanlar.

Osmanlı etkisindeki Tatarlara daha çok büyük şehirlerde rastlarız. Bununla birlikte, Karadeniz kıyısındaki Balçık Tatarları bölgesinde tamamen Osmanlılaşmış bir grup da yaşamaktadır. Bunlar sadece Dobriç’teki varlığı boyunca ortaya çıkmıştır ya da uzun zaman Osmanlı etkisinde kalıp, Crimee boylarından göç edenlerin devamıdır gibi yargılarda bulunmak zordur.

Tatarlar ile Türkler arasındaki ilişkinin hala canlılığını korumakta olduğunun ve ilk öğretimden yüksek öğretime kadar kullanılan yolların Türkiye’den geldiğinin bilgisi ışığında, Osmanlı etkisinin dillerini ve geleneklerini çok iyi korumayı başarmış olan Tatarlar arasında bile kendini hissettirdiğini söyleyebiliriz.

Bazı bölgesel farklılıklar göstermekle beraber Crimee’nin iç tarafının lehçelerini kullanan köyler Constanta ve Tulcea düzlüklerinde toplanmıştır. Saadet İshaki Şakir, Polonya Fen ve Edebiyat Akademisi’nin Oryantalist Birlik Yazılarında, Azaplar köyü ( günlük dilde Tatarul köyü, Constanta’nın yaklaşık 42 km güneybatısında) hakkında uzun bir metin yayınlamıştır. Bununla birlikte, I. Dumitrescu,1920-1929 yılları arasında, Analele Dobrogei dergisinde yayınlanan birçok yazıda, Pervelia (günlük dilde Moşneni köyü, Constanta’nın yaklaşık 30 km güneyinde) köyünün özelliklerine değinmiştir. Buradaki lehçe, fonetik, morfolojik ve kelime haznesi bakımından, kuzeydeki Türk dilinin özelliklerini barındırmaktadır. Bazı fonetik özellikler dikkat çekicidir;

1* i den önce gelen b harfinin üzerindeki vurgu, örneğin bir, biz ;

2* kelime başındaki t ve k harflerinin türk dillerinde d ve g okunması, örneğin turmak-durmak, tüia-dava- deve;

3* kelime başındaki i sesinin …….. sesine dönüşmesi , ….arusmaz- uyuşmaz-yaraşmaz , …arıkq- işık , bunun dışında bir de, iildız-yıldız, iaxsi-iyi örneklerine rastlanır;

4* kelime başındaki q nun h okunması, örneğin, Tatar qalai- Tatar halkı , qor-hor, qabar-habar-haber;

5* baştaki h ın okunurken kaybolması, örneğin, arkas (herkes), akli (arapçada haklı), eç (heç-hiç);

6* p şeklinde yazılan sesin f okunması; örneğin, pursat (arapçada fursat-fırsat), …apar (arapçada …afar- özel bir isim olan Gafar);

7* y nin yanında … (ğ) harfinin çok kullanılması, örneğin, tuy..an (osm. Doğan) ; tay..a ( osm. Dağa)
Bu lehçenin morfolojik özelliklerine bakalım;

1* -ga, -ğa, -qa, -ga, -ka şeklindeki ismin –e hali;

2* sessizlerden sonra gelen -ni, -ni, -nu, -nü şeklinde ismin–i hali;

3* ortaçlar (isim-fiiller) –ğan , -qan, -gan, -gan, -kani ;

4* birinci tekil şahıs zamiri man, -e haliyle mağa,

5* birinci tekil şahıs fiil eki –man, -man , Ta’tarman (Tatarım),

6* şimdiki zaman eki –a, -a, eşi’taman (işitiyorum), bara (gidiyor), kö’ramiz (görüyoruz) , -a, -a ile biten gövdelerde 3. tekil şahıs –aia, -aia olarak değil, -ai,(-ii), -ai, -ei, -ii ekleriyle biter, örneğin daianmai (dayanmıyor), tözmii (katlanmıyor anlamında), innii (inliyor);



7*bir sesliden sonra gelen bağlaç görevindeki bağ-fiil –p okunmuyor, -dap (diyerek), -qarap (bakarak);

8* -man,- man son ekleri ile anlamında.
Crimee kökenli Tatarlarda gelenekler çoğunlukla iyi korunmuştur ve halka ait gelenek, görenekler ve adetler büyük bir zenginlikle diğerlerinden ayrılır. Saadet İshaki Şakir Hanım’ın daha önce bahsettiğimiz çalışmasında, halk kahramanı Cora Batir üzerine örneklerine rastladığımız epik şiir kalıntıları üzerinde durulmaya değer niteliktedir. Kusursuz bir gelişme içindeki ses yinelenmeleri (aliterasyonlar) ile eski kelime yapıları epik şiirde olduğu kadar diğer alanlarda da , örneğin atasözleri (…irli atalar sözü) ve tekerlemelerde ( tapmaşa) karşımıza çıkar. Bir atasözünü ele alalım; örneğin, ..ürak ..olu ..utuqtan gaşar ‘kalbin yolu boğazdan geçer’ veya bir bilmecede olduğu gibi cevabı ‘tis’ yani diş olan, ‘ayla ayzinda aq tanaa’rüman dep maqtana’ yani ‘avlunun girişinde tertemiz satılan beyaz bir dana’ gibi.
Constanta’nın kuzeyinde Kanara, Kozali, Kara Murad ve Müslü gibi bazı köylerin halkı kara nogayi şivesini konuşmaktadır. (qara noyai sivasi). Bu lehçenin özellikleri Kanara’lı bir kimsenin notlarına bakarak daha yakından incelendiğinde Kırgız şivesine yakınlığı ortaya çıkar. İşte ilk göze çarpan özellikler:


  1. ş nin s ye dönüşmesi.:

‘aralasip (karşılaşıp)

‘pskan’ (pişen)

‘doustu’ (dövüştü)

‘tskan’ (düşen)




  1. kırgızcadaki gibi kullanılan tamlayan eki ‘din,-tin’ve –i hali olan ‘di, -ti’ekleri:

3-Radloff ‘un sözlüğünün sadece Kırgızca olarak belirttiği bir miktar karakteristik kelime.



İçinde yaşayan insanlarla çok fazla tanışmak için zaman bulamadığım bazı köyler dilsel anlamda olduğu kadar etnolojik anlamda da ilginç özellikler taşımaktadır. Dilsel örnekler arasından Radloff’un eserinde de bölümlerine rastladığımız, zelkildak kahramanına bağlı döngünün bir bölümünü oluşturan epik şiir parçalarını not aldım.
Tatar köyleri genel görünümleri ve detayların miktarı açısından türk köylerine göre faklılıklar taşımaktadır. Tarım, mimari, yemek kültürü, kıyafetler açısından genel olarak daha uygardırlar. Yer altı suyu çok derinlerden gelmektedir. Bir kuyu açmak hem çok masraflı hem de zor bir iştir. Metrelerce uzunlukta kirişlerin kurulması , şehirdekilerin başka bir şekilde gerçekleştirdiği teknik yapıya dayanmaktadır. Tatarlar ve Türklerin kullandığı teknik terimler de birbirinden oldukça farklıdır. Bunun yanında dini kültür de çok faklı ayrıntılar içermektedir. Örneğin Dobriç’te Türkler müzikte genel olarak zurna ve iki yanı deriyle kaplı büyük davul kullanırlar. Buna karşın Tatarların üç tane enstrümanı vardır, 1 darbuka (tek tarafı deri kaplı gümüşi bir tambur, 2- dare (Tahta bir çerçevesi olan, deri kaplı ve sallayınca titreyen üç metal zile sahip bir tambur), 3-zilli maşa (uçlarında bronz veya demirden küçük yuvarlak parçalar olan demir maşalar)
Gagavuzlar, burada ele alacağımız son Dobriç halkıdır. Bessarabi’ye doğru göç ederken terk ettikleri (19. yüzyılda) eski evleri Dobriç’te Karadeniz kıyısında bulunmaktadır. Dobriç Gagavuzları hakkında Bessarabi’dekilere göre çok daha az bilgiye sahibiz. Bunun nedeni Dobriç’te çok küçük bir grup olarak bulunmaları olmuştur. Balçık’ın doğusuna 25 km uzaklıkta küçük bir şehir olan Cavarna onların merkezidir. Cavarna’nın doğusunda şehre 5 km uzaklıkta, Cap Caliacra’nın yanında olan Gaur Süiütçük köyünde de tamamen Gagavuzlar yaşamaktadır.Gagavuzlar onları değiştirecek her türlü etkiye direnmişlerdir.Yunan ve Bulgar kiliselerine karşı büyük direnç göstermişlerdir. Bugün milli bilinç Gagavuzlarda gittikçe gelişmektedir. Bunu Latin alfabesiyle yazılmış Gagavuz edebiyatında görebiliriz. Mihail Ciachir’in Bessarabie Gagavuzlarının tarihini anlatan kitabında (1934) Gagavuzlar ayrı bir millet olarak görülmüştür.
Bu kısa yazı, Dobriç’in bir Türkolog için olduğu kadar bir İslam araştırmacısı için de ilgi çekici bir kaynak olduğunu özetler. Başta da söylediğim gibi, Dobriç’teki türk yapısı kısa bir zaman içinde tamamen kaybolmaya mahkum edilmiştir. Avrupa biliminin yararına, hızlı bir organizasyonla, gelecekteki çalışmalar için hala kurtarılabilecek durumda olan yapıları korumak gereklidir. Bir yandan, ülkenin içinde farklı yerlerde bulunan ve sayıları hala çok olan cami, tekke, hamam, çeşme, mozoleler ve üzerlerini süsleyen işlemelerin birer listesini çıkarıp bölgesel tarihi yapıyı koruma altına almak, öte yandan , türk ve tatar köyleri topografik ve etnografik olarak doğru bir şekilde tanımlamak, şiveler açısından dil çalışmalarına yeterli kaynak oluşturabilmek için dilsel ve folklorik örneklerden büyük bir miktarda toplamaya başlamak gereklidir. Kendi sınırları içindeki bilimsel sorunlara büyük anlayış gösteren Romanya yönetimi, bu tür çalışmalara da duyarsız kalmayacaktır.
Son olarak kabul edileceğini umduğum şu öneriyi sunmak istiyorum:
Bir yandan güney doğu Avrupa topraklarındaki Türklerin göçler sonucunda hızla kaybolduklarını, diğer yandan, bu ülkelerin geçmişlerine ait çalışmalar için büyük önem taşıdıklarını göz önüne alarak 20. Uluslararası Oryantalistler Kongresi; tarihsel , etnografik ve dilsel açılardan bu topraklar üzerinde Türklerden geriye kalanlara değer vererek ve bu çalışmanın bilimsel bir sorun olarak en kısa zamanda ele alınmasını merkeze koyarak, gelip araştırmalar yardımcı olmaları için tüm balkan ülkelerindeki uzman ve bilim adamlarını davet etmektedir.
Yüklə 45,74 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin