Yine özgür toplum olmalı yani madem 1982 Anayasası’nı “ama yasa” diye eleştiriyoruz, özgürlükleri düzenledikten sonra da arkasından, hurra, şunlar, şunlar olmamalı diye de bir kısıtlayıcı şeye gitmemeli.
İleri demokrasinin temel koşulları düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve basın özgürlüğüdür. Bunların muhakkak ki, daha rafine bir şekilde garantiye alınması gerekir.
Örgütlü toplumun önündeki engeller de kaldırılmalı, özellikle sendikal haklar yönünde, bence negatif bir değişim var son zamanlarda, bunlar önündeki engeller kaldırılmalı.
Siyasi parti özgürlükleri genişletilmeli. Bir kere siyasi partilerin yasaklanması tamamen kaldırılmalı yani bireyler, örneğin şiddet ve terör gibi birtakım “clear and present danger” denen o yakın ve mevcut tehlikeli bir şeyler yapıyorlarsa bu zaten Ceza Kanunu bakımından, Terörle Mücadele Kanunu bakımından suçtur ve cezalandırılırlar. O yüzden, siyasi partileri kapatmanın bir manası yok diye düşünüyorum.
Toplumumuz güvenli toplum olmalı yani sabah uyandığımız zaman, sütçü mü, polis mi, o çok söylenen bir şey şu an ama yani özellikle ceza mahkemesi koruma tedbirlerinin çok iyi şekilde anayasada yer alması gerekir ki, yasa koyucunun yersiz bir genişletmesi olmamalı özellikle koruma konusunda.
Yine, son anayasa değişikliğinde iyi bir yaklaşımdı fişlemenin yasaklanması, maalesef maddeyi okuduğunuz zaman yani eklenen fıkrayı okuduğunuz zaman hiç de fişlemenin yasaklandığını görmüyorsunuz. Fişleme gerçekten yasaklanmalı yani bireylerin objektif bilgileri dışında, yaştır, cinsiyettir, doğum yeri, doğum tarihi, bu tip bilgiler dışında, ne düşüncesine ne inancına ilişkin hiçbir düzenlemenin, bir şeyin olmaması gerekir.
Yine, toplumumuz güvenceli toplum olmalı, hocalarımız deminden beri ondan bahsediyorlar yani dikkat ediyorsanız bir güvence istiyorlar. “Ben üretmek istiyorum, ben çalışmak istiyorum ve bunun karşılığında da bir güvence istiyorum devletten.” diyorlar. Yine sosyal devlet burada devreye girerse iyi olur kanaatindeyim.
Yeni anayasanın netleştirmesi gereken hususlar var, bunların başında temel ilkeler gerekiyor. Hangi temel ilkeler olmalı, olmamalı? Bunlar tabii tartışılabilir ama vazgeçilmemesi gerekenler, insan haklarını güvence altına alan devlet, hukuk devleti ve laiklik. Tabii, buralarda bence birtakım eklemelerle yani laikliğin ne olduğu… Laiklik, din ve inanç özgürlüğünün kullanılması için engelleri ortadan kaldırıcı devlet, laik devlet; devlet organlarının ve idarenin her türlü inanca karşı tarafsız olduğu bir devlet, bunların konarak, laikliğin ne olduğu da belirlenirse esas itibarıyla, ondan korkulmasının da önüne geçilebilir diye düşünüyorum.
Yine Hükûmet sistemi şu an çok net değil yani başkanlı parlamenter sistem deniyor ama bir tarafta seçilmiş cumhurbaşkanı var, bir tarafta yetkileri çok kısıtlı yani siyaset üreten değil tarafsız bir cumhurbaşkanı. Bence, geleceği çok düşünülmeden sadece cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi iyi olarak konmuş, getirdi referandum ama bunun netleştirilmesi gerekir anayasa yapım sürecinde muhakkak.
Yine yargı sistemiyle ilgili, madem yargıdan şikâyetçiyiz yani yargının bir reforma ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz, bu anayasa süreci bunun için iyi bir fırsat. Bir kere, çok kollu yargıyı biraz daha daraltmayı, özellikle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kaldırılmasını bu anlamda öneriyorum.
Yine Adalet Bakanlığı ve Müsteşarın olmadığı bir yüksek hâkimler kurulu olması… Çünkü savcıların bağımsız ve tarafsız olduğunu iddia edemeyiz ama hâkimlerin gerçekten bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak maksadıyla böyle bir kurulun kurulmasını, daha doğrusu yenilenmesini öneriyorum.
Yine yeni anayasada olmaması gereken hususlar var. Birincisi, genel kısıtlama maddesi, hak ve özgürlüklere ilişkin. Şu an yok ama ola ki, 1982 Anayasası’nın ilk hâlinde olduğu gibi, 13’üncü madde getirilebilir. O yüzden, aman yapmayın diyorum.
Anayasal kuruluşların hiçbir manası yok, daha doğrusu, Millî Güvenlik Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Diyanet İşleri Başkanlığı veya başka bir şey yani niye Emniyet Genel Müdürlüğü yok Anayasa’da madem olacaksa? Yani bu, bazı kuruluşları önemsemek olur. O yüzden, bunların…
Zaten Millî Güvenlik Kurulu diye bir kurula ihtiyaç yok yani Genelkurmay Başkanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün Bakanlar Kuruluna brifing vermesiyle bunlar çözümlenebilecek şeyler yani Millî Güvenlik Kuruluna ihtiyaç yok zaten.
Yüksek Öğretim Kurulu, gerçekten üniversiteler üzerinde çok büyük bir baskı oluşturan, baskı derken, şu anlamda söylüyorum, rahat hareket etmesini engelleyen bir kuruluş, bürokrasiyi artırıcı, hantallaştırıcı bir şeyi var. O yüzden bunun kaldırılmasında yarar görüyoruz. Bir kere, siyasallaşmaya da çok elverişli bir yer.
Diyanet İşleri Başkanlığının laik bir devlette, daha doğrusu, çok inançlı olan bir toplumda yeri yok ve çok da devlet kaynakları boşa harcanıyor diye düşünüyorum şahsen.
Yine diğer bazı kuruluşlar, işte Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Devlet Denetleme Kurulu, bunların Anayasa’da yeri yok yani kanunla düzenlenebilir, orada bir fıkranın içinde söylenebilir, geçebilir yani bunları ayrıca düzenlemeye gerek yok.
Mevcut bazı düzenlemeler, din kültürü ve ahlak bilgisinin ilköğretimde ve ortaöğretimde zorunlu olmasını -bir kere, anayasada herhangi bir dersin zorunlu olması, İlla olacaksa matematik olur da- gerektirecek bir şey değil ki, anayasa metni bununla alakalı bir şey değil.
Yine kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin, madde 91’in yeni anayasada yer almamasını öneriyorum. Olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerle olabilir ve yararlıdır, gereklidir ama normal, olağan süreçte kanun hükmünde kararnamenin hiçbir şekilde, Parlamento var iken, olmasına gerek yoktur diye düşünüyorum.
Yine yeni anayasada olması gerekmeyen birtakım düzenlemeler var. İşte değiştirilemeyecek hükümler mevzusu mesela, onları da ben burada sıraladım ama tek tek girmeme gerek yok. Mesela İnkılâp Kanunlarının Korunması, 174’üncü madde, şöyle bir durum var: Bu kanunların Anayasa yargısına gitmesi engelleniyor, değiştirilmesi engel değil ki, 677 sayılı Kanun 3 defa değiştirilmiş, en son 1990 yılında. Şimdi, 1925 tarihinde kabul edilip 1990 yılında değişime uğramış bir İnkılâp Kanunu’nu, bir Devrim Kanunu’nu Anayasa yargısından korumanın bir anlamı yok ama daha bir otantik bir düzenleme yapılabilir, bilmiyorum.
Başlangıç ve kenar başlıklar konusunu söylemiştim biraz önce, onu gerekçeyle düzenlemek gerekir.
Yine anayasanın yürürlüğüne ilişkin, dürüst ve katılımcı bir halk oylaması süreci, gerçekten 2010 referandumu Türkiye’de kötü bir sınavdı yani tamamı böyle kamplaşma “Evet-hayır” oyunu yani kimse içeriğini tartışmadı, insanlara soruyorsunuz hıncahınç “Evet” diyorlar, hıncahınç “Hayır” diyorlar. “Niye diyorsun?” diyorum, cevap yok. Yani, sırf bir parti onu desteklediği için, sırf bir parti istemediği için falan. Yani bu anayasanın böyle bir oyuna gelmemesini öneriyorum yani lütfen, sizler, partilerin de yetkilileri olarak aynı zamanda böyle bir referandum süreci yaşamayalım. Referandum iki aşamalı olsun yani bir, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda kabul edilen metin yine tartışmaya açılsın, onların önerileri geldikten sonra son, rafine bir şekilde sunulsun. Böyle kademeli. Ayrıca, aceleye getirmeye gerek yok yani 2014 seçimlerine kadar yapılsa olur yani iki yıl gibi hatta iki buçuk yıl gibi uzun bir süre var. Bu süre iyi değerlendirilsin ama olsun yani, iyi olsun istiyoruz.
Son olarak, beşinci madde, yeni anayasayı tamamlayıcı sorunlar, anayasal özgürlükleri koruyacağız ama kanunlarda hâlâ sıkıntı varsa yani kanun bir şeyi yasaklıyorsa veya sınırlıyorsa o zaman bunun da bir anlamı yok. Dolayısıyla, yeni anayasadan sonra bu anayasanın getirdiği özgürlükleri kısıtlayıcı bütün mevzuat taranmalı ve aykırı düzenlemeler ayıklanmalıdır. Hatta şöyle öneriyorum: Bu bir milat olsun, kanun numaralarını bilmiyoruz, bir kanun bir kanunla değişiyor, onun nerede olduğunu bulmak mümkün değil. Elinize eski mevzuat geçiyor, doğru hüküm veremiyorsunuz. 1 numaralı kanun Medeni Kanun olsun ve bütün değişiklikler onun üzerinde olsun, 2 numaralı kanun, örnek veriyorum, Ticaret Kanunu, 3 numaralı kanun Ceza Kanunu olabilir ve bütün mevzuat onun üzerinde… İngiltere’nin bu anlamda bir modeli var, çok iyi bir model, değişiklikleri kolay takip edebiliyor bireyler ve bu anayasayla birlikte bir milat olsun öneriyorum.
Yine, barajsız bir seçim sistemi yani baraj olabilir ki TEPAV yüzde 4 diyor mesela, hem istikrarı düşürmeyen hem de katılımı yükselten, gayet önemli bir şey.
Demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu olsun. Demokrasi siyasi partilerde yaşansın ki sonra bütün topluma yayılsın.
Özgürlükçü bir yargı düzeni istiyoruz.
Demokratik bir parlamento… Bir kere Meclisin İç Tüzük’ü muhalefete son derece geniş yer vermeli. Yani muhalefetsiz bir parlamento olmamalı.
En sonunda da rasyonelleştirilmiş bir hükûmet sistemi yani sistemin getireceği şeyler, gelecekte çıkarabileceği bütün tıkanıklıklar baştan düşünülmeli. İşte, bizim tam yüz otuz altı yıllık bir anayasa tecrübemiz var. Cumhurbaşkanının seçilemediği oldu bu ülkede, cumhurbaşkanının kararnameleri imzalamadığı oldu. Cumhurbaşkanı mesela hukuka aykırı, tek başına bir işlem yaparsa bunun karşılığı ne olacak? Bunu bilmiyoruz. Yani herhangi bir çözücü mekanizma yok şu an. İşte, bütün bunların çözümlenmesi yani anayasa hazırlanırken sistemin bütün olarak ele alınması gerektiği kanaatindeyim.
Dinlediğiniz için, sabrınız için teşekkür ederim.
Saygılar sunuyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, peki, Veysel Dinler, Öğretim Görevlimiz, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde.
Demin Halil Hocam başlarken bir şey sormuştum, “Burada sunacağınız anayasa değişikliği veya anayasa yapım sürecine önerileriniz Hitit Üniversitesinin görüşleri midir?” demiştim, siz “Görüşleri.” demiştiniz. Veysel Hocamın sunduğu da sizin görüşleriniz mi?
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Sayın Başkan, biz bu arada kendimiz ortak bir görüş…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani bunu kendi aranızda tartıştınız mı?
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Yok, ortak bir görüşümüz değil işin açıkçası.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anladım, anladım.
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Şimdi, ben bir tane -kendimle alakalı- öğretim üyeleriyle bir taslak belirlemiştim, genel, daha şey. Hocam kendi notlarını, Doğan Hocam engelli olduğu için… Bu da Veysel Hocamın notları. Yani biz…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama bizim görev alanımıza giren, Anayasa ile ilgili konuları daha çok Veysel Dinler dile getirdi. Yani bizim Komisyonumuzu ilgilendiren öneriler daha çok Veysel Bey’den geldi, onun için soruyorum. Eksik olmasın, Veysel Bey de incelemiş, çalışmış; gerçekten ilginç önerilerle bizim Komisyonumuzun karşısına geldi. O bakımdan teşekkür ediyoruz. Ama şimdi, soruyorum, tabii, Hitit Üniversitesini davet ettik buraya. Hitit Üniversitesinin görüşleri mi, değil mi; onu da bilmek isteriz.
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Şimdi, şu anlamda ben bilgi vereyim: Hepimiz ayrı fakülteden seçildik. Bir nevi her fakültenin…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama sizi gönderen Üniversitenin Rektörü değil mi?
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Evet, evet; bizi o seçti.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – O Rektör göndermişse herhâlde…
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Yani burada biz bir metin üzerinde uzlaşalım, bir metni “Arkadaşlar, bunu kabul ediyorsunuz, etmiyorsunuz.” değil de hepimiz ayrı ayrı bir metin hazırlama, bu şekilde sunmayı tercih ettik. Rektör Bey’e de sorduk, bu anlamda herhangi bir, hani “Şunu bizim adımıza temsil edin.” demediği için arkadaşlara ben dedim “Herkes bir hazırlık yapsın.” O anlamda biz bir karma olarak geldik. Bilmiyorum, “Mevzuata aykırı.” mı derler ya da… Ama Anayasa Komisyonu olduğu için…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Burada herkes düşüncesini özgürce ifade edebilir ama daha iyi anlaşılsın. Çünkü biz değerlendirirken bizim teknik heyetteki arkadaşlarımız bütün bunları daha sonra bir değerlendirme raporuna bağlayacaklar, bağlarken bir tereddüt olmasın düşüncesiyle bu soruları soruyorum. Yoksa sizleri sorgulamak için falan değil.
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HALİL AYKUL – Biz bu anlamda da bilgi verelim. Yani biz ortak bir metinde uzlaşma ya da “İlle de bunu kabul ediyorsun, etmiyorsun.” değil, biz ayrı ayrı ifade edelim dertlerimizi, daha demokratik olsun dedik. Yani bu anlamda da aslında her derdini söyleyen öğretim üyesi…
FARUK BAL (Konya) – Çok önemli değil Hocam, canını sıkmayalım, çok önemli değil. Özeli, resmîsi neticede bu fikirleri aldık.
Şimdi, Hitit Üniversitesine çok teşekkür ediyoruz. Aslında Türkiye'nin çok ciddi bir yarasını büyük bir cesaretle burada ifade ettiniz, YÖK sorununu. Bilimsel çalışma özgürlüğünün elindeki, sanki engizisyona kadar gidebilecek, rijit uygulamaları belki siz birebir anlatmadınız ama sonuçlarını ifade ettiniz, hepinize teşekkür ediyorum. Ama bir anlatmadan ibaret oldu, bunu biz de biliyoruz yani en azından muhalefet partisi olarak biz biliyoruz. “Şöyle olursa bu iş düzelebilir.” diye bir görüşünüz yok mu? Yani “Bu YÖK şöyle düzenlenebilir, bilimsel özgürlüğün önünü açabilir.” vesair şeklinde…
FARUK BAL (Konya) – Kalktı ama bir şey olacak orada yani ne olsun? Onunla ilgili bir çalışmanız olursa memnuniyet duyarız.
Tabii, anayasal bir organ olarak kalacaksa anayasal bir şekle ve renge bürünmesi lazım ki herkes ona uyabilsin, bugünkü gibi çok vahşi uygulamalara sahne olmasın, yüzlerce, binlerce, rektöre karşı oy vermiş olan akademisyen arkadaşlarımız rektörün ağzından çıkacak bir çift “evet” veya “hayır” lafına kaderini bağlamasın. Böyle bir öneriniz olursa memnuniyetle değerlendiririz ama çok ayrıntıya girdiniz.
Veysel Bey’e teşekkür ediyorum, bir çalışma yapmış ama temenni çalışması olmuş. Yani not vermek için söylemiyorum, teklif bekliyoruz biz yani “Şöyle olsun.” Yani sıkıntıyı hepimiz biliyoruz, hepimiz düzeltelim diye çalışıyoruz ama bir somut öneri yok, bir temenni. “Toplum özgür olmalı.” Zaten olmalı yani onun dışında, nasıl özgürleştirebiliriz? Nasıl örgütlü hâle getirebiliriz? Nasıl demokratikleştirebiliriz? Yani bu daha spesifik bir çalışmayı gerektiriyor sanıyorum. Bu konuda düşünceleriniz olursa memnuniyetle biz en azından parti olarak değerlendirmeye çalışırız.
Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, Süheyl Batum, Eskişehir Milletvekili, Cumhuriyet Halk Partili ve Komisyonumuzun üyesi.
Süheyl Hocam, buyurun.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim.
Değerli hocalar, bir kere ben de çok teşekkür ederim Hitit Üniversitesine fakat demin Sayın Şahin’in söylediği bir şey gerçekten önemli değil yani ortak bir şey yapmanız filan falan önemli olduğu için söylemedi. Fakat dikkat edin, hep bununla karşılaşıyoruz. Üniversitenin üzerinde anlaşamadığı üç madde varken bizim Parlamentodan bir ortak metinde uzlaşmamız bekleniyor. Bu Türkiye’de, maalesef, son dönemde olan bir şey. Belki yirmi otuz yıldır bize üstün insan vasıfları atfediliyor, deniliyor ki “Bizler yapamıyoruz ama siz herhâlde yaparsınız artık.” ve yapamayınca da çok kızılıyor “Yahu ne biçim adamsınız siz! Biz size bunun için mi para veriyoruz, burada oturuyorsunuz!” diye. Şeye de geçsin diye söylüyorum.
Şimdi, Veysel Kardeşim benim zaten daha eskiden de tanıdığım bir arkadaşım, şeyleri aldım. Şimdi, bir tek, bence de ne olur aranızda… Bizim üniversitelerden, hocalardan beklediğimiz, mesela akademisyenler için -çok haklısınız- birtakım güvenceleri yasaya… Hepimiz bunu biliyoruz. YÖK şeyinden mutlaka kurtulmamız lazım. Yani YÖK nedir ya? Eskiden yoktu, Türkiye’de bilim daha iyiydi. Bu toplumu bir şey altına almak için getirildi. Fark etmez, şimdi o siyasi parti, bugün bu siyasi parti şey altına alıyor, yarın öbür siyasi parti alacak; böyle bir rezillik gidiyor. YÖK kaldırılabilir. Yerine ne gelmeli? Yerine geleni koymadığınız zaman şöyle bir sıkıntı oluyor: Bakın, Sevgili Veysel de söylemiş, güvenli toplum. Şimdi, ne güzel söylemişsin, “Özgür ve güvenli toplumda her türlü hukuki güvenliğe sahip olmalı, Anayasa güvenceye almalıdır. Ceza yargılamasındaki koruma tedbirlerine ilişkin güvenceler -filan falan, falan, falan- her türlü… Anayasa güvence vermelidir.” demişsin. Çok doğru, ben de aynı kanaatteyim. Bizim Anayasa’mıza bak, söylüyor ama bugün uygulamada tutukluluk beş sene. Buraya gelen bazı hocalar da -o da şeye geçsin diye söylüyorum- “Kısalttık, çok güzel.” diyorlar. Burada hocalar da -ceza hukuku hocasıymış- dedi ki: “Türkiye de tutukluk süreleri kısaldı.” Şimdi, demek ki bunu ne hocaya bırakacaksın ne hacıya bırakacaksın ne bacıya bırakacaksın; bu işi güvence altına alacaksın. Yazsa da hâkim anlamazsa anlamıyor, anlamazlıktan geliyor. Ama bu kısa anayasa isteğiyle örtüşmüyor.
Yani mutlaka kısa olsun… Senin için söylemiyorum. Aranızda bir şey verin, bize yol gösterin; şöyle yönümüzü açın. Kısa, her konuyu incelemeyen anlıyorum ben ama bugün “Kürt sorunu” diyoruz, bugün “her türlü inancın, mezheplerin eşitliği” diyoruz, -lafın gelişi, çok basit şeyler- işte, “öğretim üyelerinin güvencesi” diyoruz, bugün “anayasal güvenceler” diyoruz; birileri de gelmiş bize: “Kısa, kısa, kısa olsun.” E, kısa oluyor, işte böyle rezillik oluyor. O zaman bunun dengesini bulacak bir şey kafamızda var mı? Var. Ama sizlerden gelirse biz arada daha rahat “Bak, böyle düşünenler var.” deriz.
Son şunu söyleyeceğim: Mesela “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” demişsin. Neden Askerî Yargıtay kalsın? Lafın gelişi söylüyorum, yani neden kalsın?
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – “Hükûmet sistemi belirli değil.” demişsin. Peki, bunu belirlemek için ne yapmamız lazım? Yani anlıyorum ben, ben seninle konuşurum ama burada bizlerin yararlanacağı bir şey olmalı. Çünkü her partinin bunda uzlaşması mümkün değil. O bakımdan, sizlerden beklediğimiz yani mutlaka… “Siz farklısınız birbirinizden, farklı öneriler verdiniz.” değil; üniversite olarak “Bak kardeşim, bunda bunu koyduk, hah böyle olsun.” demek. Siz bize hem kısa olsun hem güvence… Ben güvenceliye kesin katılıyorum, olmalı. Kürt sorunu, yaz; değişik mezheplerin, dinlerin veya başkası, yaz; öğretim üyeleri, yaz; hepsi de anayasada olmaz tabii ama, işte, ceza yargılaması güvenceleri, yaz ama nasıl yazalım? Hem kısa… “Aman aman aman dokunma.” E, var zaten.
Son bir şey söyleyeceğim, onun da üstünde durun, bu bizim aramızda da anlaşamadığımız bir nokta olabilir. “Olabilir.” diyorum bak, “Öyle.” demiyorum. “Anayasa’ya aykırı kanuni düzenlemelerin ayıklanması” demişsiniz, üç satır. Yetmez, ben de aynı… Mesela söyleyeyim. 12 kişi, ben de aynı görüşteyim ama bunu öne mi alalım, sonraya mı alalım? Hiç olmazsa “Bak, Hitit Üniversitesi de söylemiş ya ne güzel. Bu yasaları çıkaralım, ondan sonra anayasayı yapalım.” diyelim mesela. Üç satır, on sayfada. Ya hiç koyma, biz de diyelim ki “Ya bizim görüşümüzü savunan hiç kimse yok.” ya da -bak, ne güzel yazmış- “İlk önce Anayasa’ya aykırı düzenlemeleri bir götürün de ondan sonra anayasayı yaparsınız, bize inandırırsınız.” de. Anladın mı söylemek istediğimi?
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Altan Bey, buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim üzerinde durmak istediğim iki nokta var. Birincisi, buraya gelen fikirlerin, üniversitelerin veya kurumların bir ortak görüşü yani olgunlaştırdıkları, üzerinde müzakere ettikleri ve belli bir neticeye ulaştırdıkları fikir olarak gelmesinde fayda var. Yani birincisi bu çünkü zaten kurumlarla görüşülmesinin sebebi o, yoksa şahıslarla da görüşülüyor, şahıs olarak davet edilir veya edilmez, ayrı bir değerlendirme.
İkincisi de özellikle kurumların, mesela üniversiteleri örnek vereyim, kendileriyle ilgili daha net çözümler sunmaları. Mesela YÖK, işte, şu an en fazla tartışılan konuların başında YÖK var. Yani iyiyse daha iyi, nasıl daha iyi olur? Yok, kaldırılması gerekiyorsa o zaman yerine ne konulması gerekir? Yani nasıl bir üniversite sistemi Türkiye’de işler? Amerika’yla, İngiltere’yle, Batı’yla, dünyayla, Japonya’yla, Çin’le, neyse, rekabet edebilecek ve bilim üretebilecek bir sistem nasıl kurulabilir? Çünkü her yıl, işte, dünyadaki en iyi 100, 500 üniversite veya akademik çalışmalar, çok değişik değerlendirmeler oluyor. Maalesef, biz yani üniversiteler bazında da, sunulan tebliğler, araştırmalar, buluşlar bazında da çok çok gerideyiz bu noktalarda yani dünya standartlarının oldukça gerisindeyiz, en azından birinci ligde değiliz, öyle diyelim. Bununla ilgili neler yapılabilir? Yani daha somut, daha derli toplu; bunlar bizim önümüzü açar.
Teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet.
FARUK BAL (Konya) – Ben bir soru soracağım Doğan Bey’e.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Komisyonumuzun üyelerinden…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yok, ben geç geldiğim için soru sormayacağım.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama misafirlerimize takdim etmem lazım.
Sırrı Süreyya Önder…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Esas üye Sırrı Bey, bugün ben yedek üyeyim.
FARUK BAL (Konya) – Doğan Bey, zatıaliniz engellilerle ilgili açıklamalarda bulundunuz. Malum, Anayasa’nın 61’inci maddesinde, diğerleriyle birlikte, engellilere farklı bir tanımlamayla devlet koruyucu özelliğini ortaya koyan bir hüküm vardı. Daha sonra 2010 Anayasa değişikliğiyle “Engellilere pozitif ayrımcılık yapılacaktır.” diye bir madde daha ilave edildi. 2010’dan sonra, engellilerin durumuyla ilgili pozitif bir gelişme oldu mu?
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRETİM GÖREVLİSİ DOĞAN DEMİRCİ – 2010’dan sonra, bizim şöyle, bunu hissetmek biraz zaman alıcı bir şey olsa gerek. Yani çünkü bunu görebilmeniz için belli düzenlemelerin yapılıp bunların sonuçlarını ortaya koymanız lazım. Çünkü şöyle göremiyoruz yani ben de göremiyorum yerine göre. Ben yaşadığım şehri görebiliyorum, belki diğer şehirleri göremiyorum ama genel anlamda bazı sıkıntılar var. Genel sıkıntı şu: Yani ne yapıldığına yönelik bizim, net, ortada somut bir şey yok. Yani nedir? Örneğin bir dışarı çıktığınızda… Ben biraz daha şanslıyım belki yerine göre ama tekerlikli sandalyeli bir birey her yere ulaşamıyor, önünde bir sürü fiziki engeller…
FARUK BAL (Konya) – O sorunları sormadım ben. Pozitif bir ayrımcılığı ortaya koyan bir şey ortaya çıktı mı?
HİTİT ÜNİVERSİTESİ MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRETİM GÖREVLİSİ DOĞAN DEMİRCİ – Pozitif ayrımcılığı ortaya koyan, o anlamda bir şey ben görmedim.
FARUK BAL (Konya) – Peki, teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Zabıtlara geçsin diye hemen ifade edeyim: Kamuya özürlü personel de alınıyor. Bu sene ilk kez kamu personeli seçme sınavı yoluyla değil, kendi aralarında, özür grubuna göre ayrıca özel sınavlar yapılacak. Bu Anayasa’daki işte “Pozitif ayrımcılık yapılacaktır.” hükmünün bu seneki bir uygulaması olacak, ilk defa olacak. Özürlülerle ilgili, 20 küsur bin özürlü bu sene alınacak, özel sınavlarla alınacak. Daha önce hepsi birlikte sınava tabi tutuluyordu, özür gruplarına göre, onlara tahsillerine göre ayrı ayrı sınavlar yapılmak suretiyle engelli vatandaşlarımızın kamuda istihdamı konusunda bu yeni bir uygulama olarak bu sene başlayacak. Sanıyorum müracaat süreleri de başladı.