1 nolu yazim komisyonu tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 8,47 Mb.
səhifə77/111
tarix18.05.2018
ölçüsü8,47 Mb.
#50715
növüYazi
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   111

12.12.2012 Tarihli Toplantı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.24

BAŞKAN : Mustafa ŞENTOP (İstanbul)

-----o----

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli arkadaşlar, bugün 12 Aralık 2012. 1 numaralı yazım komisyonunun toplantısını açıyorum.

Bütün partilerimizin temsilcileri var.

Uzman ve teknik komisyondan, danışman arkadaşlardan bulunanları okuyorum: Doçent Doktor Selin Esen, Profesör Doktor Hasan Tunç, Profesör Doktor Ali Akyıldız, Meral Danış Beştaş, Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Ali Zengin, Taylan Barın, Dilek Kumcu, Demirhan Burak Çelik, Oğuz Turhan, Kürşat Türker Ercan, Yusuf Uygar, Yusuf Buzgan, Ferhat Kabaiş.

Şimdi değerli arkadaşlar, ekrana da yansıtmış arkadaşlarımız, 7 madde var, herhâlde bu son, daha bundan başka ilave madde yok. Evet, bugün itibarıyla bundan eminiz, kalanlar bunlar.

“Kültürel kimlik hakkı”, “Ana dilini kullanma hakkı” diye bir madde önerisi vardı BDP’nin. Bununla ilgili bir müzakere yapmıştık galiba, bir ön müzakere gibi. Yani üst komisyonda görüşelim falan diye bir şey yaptık aşağıda, hatırlıyorum ben, konuşmuştuk. Görüşüyoruz değil mi bunu, bir karara varmadık neticede.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Biz yoktuk o komisyonda zaten.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ne zaman kültürel kimlik ve ana dille ilgili bir şey gelse, o gün gündemde olmayan başka bir maddeye atıf yaparak “Nasıl olsa orada görüşeceğiz.” diye diye bugünlere geldik.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yok, yok Sırrı Bey şöyle: “Önce CHP’nin önerilerini bitirelim, sonra BDP’ninkilere… “ demiştik.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır, hayır…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – CHP’de kabahat, bitirmiyorlar onun için size sıra gelmiyor. Yoksa, hiç kimsenin bir kastı yok.

Ne yapalım, bir öneri var mı? Devam edelim o zaman buradaki şeye göre. Peki, üzülmeyin, hemen buradan başlıyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “Anadolu’dan Görünüm” programında bir Kürt korucuyla röportaj yapıyordu Ertürk Yöndem. Mikrofonu sopa gibiydi hatırlarsanız, şöyle 40 santim falan uzunluğunda. Artık maziye gömdüğümüz, karda yürürken çıkan “kart kurt” teorisini söyledi Ertürk Yöndem. “E, şimdi size Kürt diyorlar yani bu durumda siz Kürt mü oluyorsunuz?” dedi. Korucu dedi ki “…” (*) O günlerden bu günlere gelmeyi hayırlı bir gelişme olarak niteliyoruz. Bu meseledeki çözümsüzlük girdabına gark olmasına yol açan en büyük olgunun altını çizmek gerekir belki. Bunun “politik” bir hak olduğu zannediliyor, bir yönüyle böyledir kuşkusuz. Fakat buradaki “politik” kullanımını bir zamanlar, ne söylense “Bu ideolojiktir.” falan diye, bir kavramın kendisini terörize etme anlayışının bir yansıması.

Şimdi, şunu kavradığımız anda, herhangi bir siyasal yapı bunu kendi varoluş gerekçesi bile yapmış olsa eğer dünyaya dinî referanslarla bakıyorsanız, bu, Allah’ın, doğuştan her insana verdiği bir hak ve ayrıcalık. Buna daha seküler bir noktadan bakıyorsanız da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 1’inci maddesi: “Her insan annesinden özgür, eşit olarak doğar…” diye başlayan “…kendi dilini…” diye devam eden şey.

Onun için, kültürel kimlik hakkı ve ana dilini kullanma hakkı bugün artık üzerinde laf edildiği zaman ileride tarihe kalacak bir vesikada, “21’inci yüzyılda hâlen bunu tartışıyorlar mı?” ayıbını tarihe bırakmak olur.

Bu anlamda referans getirmeyi, bu anlamda kendi önerimizi detaylandırmayı falan bile gerçekten ve vallahi zül addediyorum. Buna dönük itiraz eden düşünceler, bunun bir bölünme ya da giderek bir bölünmeye yol açacağı argümanı üzerinden şekilleniyor genellikle. Bunun tersinin bu sonucu doğuracağı, gelinen noktada, ülkemizin geldiği noktada aşikâr ama genel bir prensibi hatırlatarak, karşı görüş varsa onları dinleyip ondan sonra konuşmayı tercih ediyorum.

Yasaklar böler, hürriyetler birleştirir diyorum, sözü tekrar size bırakıyorum. Kim itiraz ediyorsa itirazını gerekçelendirirse daha sağlıklı bir tartışma olur diye düşünüyorum.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Buyurun Rıza Bey.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Önder’in bu güzel konuşmasını büyük bir keyifle dinledim.

Biz ilke olarak böyle bir maddenin yer almasını kabul ediyoruz.

Yazımla ilgili bazı önerilerimiz var. Bir kere, 1’inci fıkrada “insani varoluşun çoğulcu yapısından kaynaklanan…” filan gibi, böyle felsefe kitabı yazar gibi laflara gerek olmadığını düşünüyoruz.

Eğer “Herkesin kendi kültürünü ve kimliğini geliştirme hakkı vardır.” diyorsanız, bu kabul ediliyorsa zaten farklı kültürlere ve kimliklere sahip olduğu da kabul ediliyor demektir. Onu ayrıca artık söylemeye gerek yok mademki geliştirme hakkı vardır, herkesin kendi kültürünü ve kimliğini geliştirme hakkı vardır ancak sahip olduğunuz bir şeyi geliştirebilirsiniz, sahip olmadığınız bir şeyi geliştiremezsiniz.

Onun için, “Geliştirme hakkı vardır.” dediğiniz zaman, zaten farklı kültürlere, kimliklere sahip olduğunuzu da kabul ediyorsunuz demektir.

Ondan sonra, biz şöyle bir şey öneriyoruz.

DOÇ. DR. SELİN ESEN – Bunu sonra konuşalım, içeriğini, önce genel konuşma…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır yani…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bütünü üzerinde konuşalım önce, sonra maddelere geçelim.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tamam, bütünüyle ilgili olarak yani biz ilke olarak böyle bir maddenin yer almasına karşı değiliz.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun Faruk Bey.

FARUK BAL (Konya) – Siz konuşacak mısınız Sayın Başkan, yoksa…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, ben de konuşacağım ama yani Başkanlıkla karıştırmayayım diye düşünüyorum.

FARUK BAL (Konya) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bu, Sırrı Bey tarafından kısaca özetlendi. Bizim düşüncemiz bununla çelişir durumda olduğu için ben biraz geniş bir şekilde MHP’nin düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

1’inci olarak bu, Türkiye'nin gündemine bugünlerde düşmüş bir sorun değildir. 2’nci olarak, bu sadece Türkiye'nin gündeminde olan bir sorun değildir. 3’üncü olarak bu, bilinen insanlık tarihine baktığımızda, insanlık tarihi, bu Anayasa’ya girmesi talep edilen ve hak olarak tanımlanan sorunların çelişkileri, çatışmaları ve savaşlarıyla doludur. İnsanlık bunu aşmıştır, evrensel değerler bunu aşmıştır ve “hukuk devleti” dediğimiz kavrama ulaşmıştır. Hukuk devleti, burada din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin ve diğer ayrımcılık maddelerini de ifade ederek herkesi eşit kabul etmiştir ve hiç kimseye de hiçbir ayrıcalık tanınmayacağını kabul etmiştir. Bu bizim inancımıza ve itikadımıza da uygundur. Anayasa hukukunu bir kenara bırakırsak, inanmayanlar için tabii, doğal yaratılış felsefesi ama inananlar için de Kur'an-ı Kerim’de ayet vardır: “Ben sizi kavim kavim yarattım, görüşesiniz, anlaşasınız diye.” Dolayısıyla, bu doğal olan bir şeyi Anayasa’ya yazmanın bir anlamı yoktur. Yani güneş her gün doğudan doğuyor. “Ya doğmazsa.” diye bir düşünce olabilir mi? Olmaz.

Burada sorun, bu doğallığın devamındaki taleplere ilişkindir. O talepler de bize tanımda bir sakatlık yaratıyor bizim Milliyetçi Hareket Partisinin görüşüne göre. “Kürt sorunu” deniliyor. Biz Kürt sorunu gibi bir sorunun etnik bazda bir sorun olmadığına inanıyoruz. Türkiye’de üç tane sorun vardır kastedilen anlamıyla: 1’incisi, uluslararası destekli bölücü terör sorunudur; 2’ncisi, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde ağırlıklı olarak hissedilen ekonomik sorundur; 3’üncüsü, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde ağırlıklı olarak hissedilen eğitim ve kültürel sorundur. Güneydoğu Anadolu’muzda daha fazla hissedilen sosyal sorundur. Bu üç sorun birbiri içine girmiş, sosyoekonomik ve sosyokültürel sorunlar olarak tanımlanacak şekilde karmaşık hâle gelmiş ama içi daha çıkmaza sokan, bölücü terör örgütünün tanımlamaları ve talepleriyle bütünleştirilerek, iş, içinden çıkılmaz hâle gelmiş ve masum “Ertürk Yöndem” ifadeleriyle de haklılık payı kazanmaya başlamıştır.

Şimdi ne kadar haklı, beraber oturalım düşünelim. Bu sorunların varlığını kabul ediyoruz, bunu başından itibaren söyleyelim. Türkiye'nin bir terör sorunu vardır, bu sorun terörle mücadele yöntemi içerisinde halledilmelidir. O ayrı. Güneydoğuda ekonomik sorun vardır, üretimsizlik vardır, verimsizlik vardır, işsizlik vardır. Bu, vatandaşlarımızın üzerinde çok olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu sorun halledilmelidir. Neye göre? Ekonomik kurallara göre halledilmelidir.

Kültürel sorunlar, eğitim sorunu vardır, okuma-yazma oranı zayıftır, efendim, kültürel bir entelektüalizm yaygınlaştırılamamıştır. Yaygınlaştırılmalıdır. Neye göre? Kendi kurallarına göre, sosyal sorunlar kendi kurallarına göre yapılmalıdır. Bu kuralları da biz ihdas etmiyoruz. Bu kurallar hem evrensel değerlerde hem bizim hukukumuza girmiş değerlerde vardır.

Sorun var mı? Var. Çözelim mi? İşte, bu kurallara göre çözelim.

Şimdi, önerilen talebin tarihî gelişimini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Daha önce de ifade ettim, Osmanlı İmparatorluğu döneminde böyle ciddi sorunlar olmuyordu. Osmanlı, kendine has ve manevi ve millî değerlerle bağdaştırarak geliştirdiği hoşgörü ortamı içerisinde yönettiği 3 kıtada, yetmiş iki buçuk milletten, farklı din ve mezheplerden insanların yaratılış felsefesine uygun olarak onlar arasında adaleti, hakkaniyeti, vahdaniyeti gözetiyor ve bu nedenden dolayı bir ayrımcılık yapmıyordu. Onun içindir ki aynı sokak içerisinde kilise, havra, cami yan yana durabilmiştir. Onun içindir ki bir İsrailli yetkilinin ikrarına göre “Kudüs’e bir Osmanlı jandarması gelseydi buranın asayişini temin edebilirdi.”

Şimdi, bu anlayış bizde böyle iken Batı’da nasıl? Batı’daki durum çok vahim ve evrensel değerlerin kaynakları da o vahametten kaynaklanarak hukuka girmiş, uluslararası hukuka girmiş. En canlı örneği Amerika’dır. “Amerika” diye bir kıta vardı, Kristof Kolomb gitti orayı buldu; orada İnkalar yaşıyordu, Mayalar yaşıyordu, Kızılderililer yaşıyordu. Tarih de çok eski değil, 1400…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – 1492…

FARUK BAL (Konya) – 92…

Şimdi baktığımızda orada İnka yok, Maya yok, Kızılderili yok.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Kürt de olmayıversin, ne olur. (Gülüşmeler)

FARUK BAL (Konya) – Sulandırma Sırrı Bey.

Niye yok? Çünkü medeniyet farkı nedeniyle oradaki İnkaların, Mayaların ve Kızılderililerin “birer insan olduğu” noktasından değil de “yok edilecek varlıklar olduğu” noktasından hareket edilmiş. Bugün Amerika Kıtası’nda İspanyol var, Portekiz var, İtalyan var, Irish var, efendim, İngiliz var, Hollandalı var, Fransız var, var oğlu var. Bu, işte oradaki çatışmayı günümüze taşırken insanlar arasında din, dil, ırk gibi ayrımcılık yapılmamasına ilişkin tarihî olayın özünden gelen önemli bir tespittir.

Diğer taraftan, Amerika’da çok yoğun miktarda zenci vardır. Amerika toprağında zenci nüfus yetişmez. Nereden geldi bunlar? Bunlar da zencilerin insan olduğu unutularak Afrika veya dünyanın diğer bölgelerinden sanki bir av hayvanıymış gibi, tavşan gibi avlanıp zincirlenip, kendi çektikleri kol kuvvetiyle çalışan gemilerle Amerika’ya nakledilmesinin sonunda oldu.

Tom Amcanın Kulübesi’ni hepimiz hatırlarız. Tom Amcanın, beyaz çocuklara karşı şefkati, merhameti onun insan değerleriyle donatıldığının en tabii değeridir. Bu da Amerikan kültürünün ortaya koyduğu bir sonuçtur. Tom Amcanın Kulübesi’ni yazan Amerikan kültürü, zencilerin aynı lokantada beyazlarla yemek yemesine, aynı otobüse binmesine, aynı okullara gitmesine, hatta aday olup olamamasına, 1960’lı yıllara geldiğimiz 20’nci yüzyılın başlarına kadar bir çare bulamamış. Sonunda bulmuş, gecikmeli de olsa bulmuş. Bugün Amerika’nın devlet başkanı Afrika kökenli bir Amerika vatandaşıdır.

Avrupa’ya baktığımız zaman iş biraz daha vahimdir. Avrupa, yüz yıl boyunca mezhep savaşları yapmış aynı Hristiyanlığın kolları arasında. Aynı Hristiyanlığın mezhebinin dalları arasında ise otuz yıl savaşmıştır. Avrupa bu vahşi ve gaddar görünümünü ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında da göstermiş. Kosova’dan doğuya doğru Osmanlı topraklarında yaşayan ahalinin insan olduğu unutulmuş, onlara karşı tarihin Ermenileri yazdığı ama Osmanlı devletinin tebaasını yazmadığı en ağır katliamını gerçekleştirmiştir. Orada ortaya çıkan komitacıların, orada ortaya çıkan insanların silahı, karşıdaki kişiyi Cenabı Allah’ın yarattığı bir varlık olarak görmemiş, yok edilmesi gereken bir değer olarak kabul etmiş ve netice itibarıyla, sadece Balkanlardan, 1912 yılı itibarıyla 5,5 milyon insan yerinden yurdundan olmuş ve bunlar en hızlı ulaşım aracı olarak kağnıyı kullanmışlardır. At bulamamışlardır, eşekle, öküzle dönmüşlerdir, kışta kıyamette hastalıkla perişan olmuştur.

Bir başka çatışma İspanya’da olmuştur Endülüs Emevilerinin çökmesinden sonra. Ben gittim, gördüm İspanya’daki o engizisyon mahkemelerinin verdiği hükümleri, yaptığı işleri. Tavsiye ederim. “Goya” diye bir de ressamları var İspanyolların, o da tasvir etmiş bunları. O resimlerden de anladığımıza göre, o kadar vahşi bir hukukun, nasıl insan tarafından insana karşı kullanılabildiğini gördük. Yani bir Müslüman kadının Müslüman olduğunu başörtüsündeki hilalden anlıyorlar. Anladıktan sonra -onlarda ona göre hüküm vermek hemen gerekiyor- etrafını kerpiçle örüyorlar, küçücük bir kulübenin içerisinde canlı olarak ölüme bırakıyorlar ya da yerini de söyleyeyim, “Toledo” diye eski bir şehri vardır İspanya’nın. Orada yakaladıkları Endülüs medeniyetine mensup insanları kilisenin damına canlı canlı asıyorlar, kollarından, bacaklarından asıyorlar, adamlar açlıktan çıldırarak ölüyorlar ya da biraz mekanizmayı geliştirmişler, iki tane çark buluyorlar, bir rayın üzerinde; çarkları çalıştırdığınız zaman rayların istikametinde o çarklar karşılıklı olarak gidiyorlar testere gibi, ortaya koydukları insanı ikiye bölüyor.

Şimdi bu böyle. Bu böyleyken mesela İngiltere’de de bunun örneğini görüyoruz. “hangingover” diye bir cezaları var bunların. Onlar da haç şeklinde canlı canlı adamın göğsünü ikiye yarıyorlar ve kalbini çıkarıp ölüme terk ediyorlar, giyotini vesaireleri bırak.

Şimdi, buralardan işte insanlık gelmiş, 20’nci Yüzyılda Almanya’da başlayan Nazist, İtalya’da devam eden, İspanya’da görülen faşist eğilimlerde ırk ayrımcılığının ne kadar vahim sonuçlara ulaştığını görmüş, yaşamış. Yani tabii çoğunu romanlardan öğrenebiliyoruz ama gerçeklik payı vardır. Yahudiler sokağa çıkamıyormuş. Niçin? Bir SS subayı gelirse sokağın ortasında pantolonunu indirir, eğer –affedersiniz- sünnetliyse doğrudan toplama kampına.

Şimdi, bu kadar vahşi bir geçmişten gelerek din, dil, ırk, etnik değerin neticesinde dünya bir çare bulmuş buna. Bu çare de hukuk, hukukun üstünlüğü ve evrensel temel hak ve hürriyetler. İşte, bütün bunları değerlendirdiğiniz zaman, bu değerlerin özü, “Herkes eşittir, hiç kimseye ayrımcılık yapılamaz.” Burada buluştuktan sonra tekrar tarihi geriye dönüştürerek tekrar etnik, tekrar ırki, tekrar farklı din ve mezhepler nedeniyle talepler ve haklar peşinde koşarsak aynı olayları teker teker yaşama riskini ülkeye Anayasa marifetiyle taşımış oluruz.

Dolayısıyla, temeline girmeyecek isek yani maddelere girmeyecek isek geneli hakkında, bizim insanlığın geliştirmiş olduğu evrensel değerlerden geriye dönüşü ifade eden bu teklife karşı olduğumuzu ifade ediyorum.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Biz de görüşümüzü kısaca ifade edelim bütünü üzerinde.

Şimdi tabii, maddenin içeriğiyle ilgili olarak, Rıza Bey’in de dediği gibi, birçok hususa, biraz ayrıntıya kaçan yönler var ama özellikle “Herkesin kendi kültürünü, kimliğini geliştirme hakkı vardır.” gibi ifadeye biz de içerik olarak katılıyoruz ama bu maddenin, böyle bir maddenin Anayasa’da ayrı bir madde olarak düzenlenmesine gerek olmadığı kanaatindeyiz.

Buyurun.


FARUK BAL (Konya) – Diğer maddeler…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Efendim?

FARUK BAL (Konya) – Yani tamamı mı? Bitirdiniz mi bütünü üzerinde görüşlerinizi?

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii yani maddelerin bütünüyle ilgili olarak…

FARUK BAL (Konya) – Ben de girizgâh zannettim, kulaklarımı diktim sizi dinleyecektim.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Maddenin ayrı bir madde olarak yer almasının gerek olmadığını, doğru olmadığını düşünüyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Allah razı olsun.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çok teşekkür ederim.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Önce, Faruk Bey’in, hepimizin zaman zaman düştüğü bir incitici tanımını belki bu hatırlatmayla tutanaklardan çıkarmayı öneriyorum.

Bu “yetmiş iki buçuk millet”in “buçuk” kısmı çok aşağılayıcı bir şey, bunu…

FARUK BAL (Konya) – Yok, ben hiç kimseyi aşağılamak için söylemedim. Sadece bizim yani dilimizde böyle bir tabir var, onu kullandım.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ha, işte, yani onu dedim ben de, zaman zaman hepimizin…

FARUK BAL (Konya) – Yani öyle bir, buçuk millet varlığı iddiasında değilim. Sadece bir kullanılan genel…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sanırım buradan Çingene yurttaşlar, Çingene halkı bahsediliyor buçuk olarak.

FARUK BAL (Konya) – Yok ben onu, hiç kimseyi kastetmedim…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yok, bu “yetmiş iki buçuk” “buçuk millet”le kastedilen o. Onun için, bu yanlışı düzelterek başlayalım.

FARUK BAL (Konya) – Bu Faruk Bal’ın yanlışı değil, dilimizdeki ıstılah itibarıyla bir yanlış.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İkinci ya da buna… Evet, bu, zaman zaman herkesin düştüğü bir şey, onun için sizden önce de Çamlıca’ya cami yapan mimar bu gerekçeyi kullanmıştı, çok ayıptı. “Ölürsem oralarda, ölümü oradan kaldırmayın.” diye vasiyet ettirecek kadar. Minarenin boyu 72,5 metreymiş çünkü Osmanlıda yetmiş iki buçuk millet varmış. Aferin yani. Bu “buçuk” meselesinden hepimizin süratle kurtulması gerekiyor, hele böyle bir Anayasa meselesinde.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – “Buçuk” diye, insani değerlere hürmeti olmayan topluluğu kastediyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Mesela öyle bir topluluk mu var?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ee, vardır yani.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Mesela?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ne bileyim. İlle birine sıfatı eklemek zorunda değiliz yani illa “Şunlar buçuktur.” demek zorunda değiliz. İnsanlıktan nasibini almamış, insanlık değerlerine hürmeti olmayanların oluşturduğu topluluğu da “buçuk” olarak alıyoruz. Zaten tam olamadığı için millet de olmamış. Böyle anlıyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yani kafanda bunun bir karşılığı yoksa dile getiremezsin. Kim bu nasipsizler, biz de bilelim. Bu irfandan niye bizi mahrum ediyorsun?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani işte buna kim hürmet etmiyorsa onlar.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Kim “kim”? Kim?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hürmet etmeyenler.

FARUK BAL (Konya) – Müzakereyi münakaşa ederekten…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Kim?

İkincisi, bu büyük vebal yani bu halka “buçuk” demek. Bunu dilimizden uzaklaştırmamız gerekir, bunu zihnimizden de aynı zamanda.

Bir diğeri, Kürtlere orangutan muamelesi yapan yaklaşım. Bu, Kürt halkını çok incitiyor.

FARUK BAL (Konya) – Kim yapıyor onu?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şu yaklaşım: “Orada ekonomik sorun var. Bu giderilirse Kürtlerin derdi biter.” Yani bu, Kürt’e davar muamelesi yapmaktır. Önüne ekmek koyarsan sesini keser; üstüne urba verirsen, soğuktan korunursa sesini keser; daha iyi evde oturursa sesini keser; efendime söyleyeyim, daha iyi işi olursa, daha iyi geliri olursa sesini keser.

FARUK BAL (Konya) – Bir saniyenizi rica edebilir miyim.

Şimdi, Sırrı Bey, bu mantıktan hareket ederse, bizim eleştirilerimize, bizim düşüncelerimize cevap veriyor anlamında aldığım için…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Evet, öyle yapıyorum zaten.

FARUK BAL (Konya) – Bundan sonra yani nasıl algılayacağız biz bunu, bilemiyoruz. Öyle bir şeye bizim kastımız yok. Aksine, biz, herkesin birinci sınıf vatandaşlık yönünde eşitliğini ifade ediyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şöyle Faruk Abi, dediniz ki: “Orada ekonomik bir sorun var.”

FARUK BAL (Konya) – Vardır.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “Diğer bölgelerden daha fazla.”

FARUK BAL (Konya) – Evet.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “Orada sosyokültürel sorunlar var, diğer bölgelerden daha fazla.”

FARUK BAL (Konya) – Evet.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “Bunlar hallolursa bu mesele de hallolur.” Hulasaten böyle bir şeydi yaklaşım, mantık…

FARUK BAL (Konya) – Terörle mücadelede başarıya ulaşılırsa elbette ki hallolur.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tamam, ben de buna…

FARUK BAL (Konya) – Oradaki bütün vatandaşlarımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit şartlarda yaşayan…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum.

FARUK BAL (Konya) – …huzurlu, refah ve müreffeh bir vatandaşı olur.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hah, işte o eşit yaşamanın bilindik bir tanığı, ölçüsü var. Diğerlerine, size, bize ne haksa ona da onun hak olması. Kuru kuruya… Sen dilini konuşabiliyorsun, o adama konuşamıyor. Bitti gitti. Senin dilinde, çocuğun kendi ana dilinde eğitim görüyor, benim çocuğum kendi ana dilinde eğitim görüyor, Kürt’ün çocuğu kendi ana dilinde eğitim görmüyorsa eşitlik bunun neresinde? Biz de bulalım, Kürtler de rahat etsin, biz de edelim. Sorun bu.

FARUK BAL (Konya) – Peki, bu…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şimdi, böyle karşılıklı müzakereyle gitmeyelim

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bu konu karşılıklı müzakereyi de içerisinde barındıran bir konu.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Barındırsın ama ben bir derli toplu anlatayım, sonra sabaha kadar karşılıklı müzakere ederiz.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani konuşacak o kadar şeyimiz de yok netice itibarıyla. Bu konunun bugüne gelebilmesi için güneydoğuda binlerce insan ölmüş, bunları istedikleri için ölmüş. Karşılıklı olarak. Dağdaki eşkıya da gitmiş, asker de şehit olmuş ve bu konu bu noktaya gelmiş. Bu konunun eğer haklı bir tarafı var idiyse devletin askerini çekmesi lazım, ötekisinin de var ise kısıtlanmış hürriyetini tanıması lazım. Eğer böyle bir şey yok ise uluslararası belgeleri kendi işimize geldiği şekilde tahrif ederek ortaya koyarsak bu bir hak arama değildir, bu yeniden bir millet oluşturmanın, yeniden bir millet inşa etmenin mücadelesidir. O zaman bunun yolları farklıdır. Bu hak masa başında olmaz, alınır. Bunun yolu budur.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Sırrı Süreyya Bey, sırayla…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben gayet hürmetle dinliyorum ama böyle bir müdahaleyi bir daha kabul etmeyeceğimi herkesin bilmesini istiyorum.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Vallahi, edin, etmeyin. Milletin hakkına, hukukuna müdahale edildiği yerde yaparız bunu.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Biz de işte tam milletin hakkını, hukukunu konuşuyoruz. “Millet” dediğin Türk’ten ibaret mi?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Aynen, Türk’ten ibaret.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ha, bunu söyle işte, bunu söyle.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bu topraklarda mücadele verildiği vakit ortaya çıkan kim var ise hepsi Türk kabul edilmiştir.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bunu söyle.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Bu millet, bu Türk o Türk’tür.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Allah’a bunun hesabını nasıl vereceğini de bugünden düşünmeye başla.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bu Türk o Türk’tür. Senin kafandaki Türk değil. Bu Türk o Türk’tür.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Arkadaşlar, sakin sakin, sükûnetle konuşun.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şimdi, onun için, bu şartlarda konuşamayız. Bu şartlar tam savaşın sebebidir. Bunu böyle dediğin zaman, “Bu hak alınır.” dediğin zaman, dağa çıkana kendi ellerinle altından bir meşruiyet tacı giydirirsin, haberin olmaz. Onun için, herkesin biraz ağzından çıkana dikkat etmesi gerekir.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ağzımızdan çıkanı düşünerek söylüyoruz, burada terbiye edilecek hâlimiz yok.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tamam, düşünerek söylüyorsan…

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Mesuliyeti de bana ait.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu sözleri düşünerek söylüyorsan o adam da der ki: “İşte, ben de çıkmışım, hakkımı alacağım.” Bitti gitti.


Yüklə 8,47 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin