2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə3/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37

  • Mustafa Bey’in söylediği şey için de bir cümle ben de ilave etmek istiyorum. Bakın, bu maddelerin nasıl yapıldığına ilişkin görüşümüzü söyledik. O süreci tasvip ediyor değiliz, bir askerî darbeyle yapılmış bir anayasayı kabul ettiğimizi söylemiyoruz. Örneğin geçen yıl 12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa değişikliği de yanılmıyorsam 26 tane maddenin tek bir oya sunulması da hiçbir şekilde demokratik değildir. Örneğin, yüz binlerce kamu çalışanını ilgilendiren bir toplu sözleşme hakkı veriliyormuş gibi yapıp sonra yargı alanındaki değişiklikle ikisini aynı anda oylatmak hiç doğru bir şey değil. Onun gibi süreçler geçtiği için 12 Eylül Anayasası’nda da hepsi bir torbaya doldurulup halkoyuna sunduğu için, bugün toplumun her kesiminin belki yakındığı bir metin çıkıyor ortaya. Ama sizin Bakanlar Kurulunun hazırladığı bir Kamu Çalışanları Sendikaları Yasası Taslağı var, orada bakın, yasa metnindeki eski hüküm “Sendikaların işleyişleri, cumhuriyetin niteliklerine ve demokratik ilkelere aykırı olamaz.” hükmünü, eski hükmü şöyle değiştiriyor Bakanlar Kurulu taslağında: “Anayasa’ya ve yasalara aykırı olmaz.” Şimdi, ne kadar farklı bir kavram, birinde demokratik ilkelere aykırı olamaz diyorsunuz, demokratik kitle örgütü burası, öbüründe yasaya aykırı olamaz. Yasa demokrasi demek değil ki. Demek ki yasadaki antidemokratik bir hükme uymanız yeterli. Örneğin, tüzüğüne ömür boyu başkandır şu kişi yazsanız, yasaya da uygunsa bu kabul edilir. Bunlar bizi kaygıya sürüklüyor kitle örgütleri olarak.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şu olabilir mi: Demokratik ama yasaya aykırı bir şeyin uygulama alanı olabilir mi?

  • BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – O örneğin ILO sözleşmelerine göre demokratik hak olan grev hakkı uygulanıyor Türkiye’de, yasaya göre aykırı, 657 sayılı Yasa’da açıkça grev hakkı var, demek ki olabiliyor yani eğer siz demokratik meşruiyet bulmuşsanız, öyle bir zemin bulmuşsanız yasaya aykırı hakları da bu ülkede kullanabiliyorsunuz ama yasaya uygun olup demokratik ilkelere uymasa da olur derseniz o zaman o kabul edilebilir bir şey olmuyor. İşte o cümlenin başında cumhuriyetin niteliklerine uygun olmayabilir işleyişi dediğiniz zaman da o zaman biz diyoruz ki gelecek anayasa değişikliğinden cumhuriyetin nitelikleri tanımdan çıkarılacak mı acaba çünkü daha şimdiden yasa metninden çıkarılmış gibi bir kaygıya kapılıyoruz. Bu nedenle, aslında belki de bizim savunmamız gerekmiyor, Meclisimizdeki tüm milletvekillerinin savunması gereken bir husus da bir emek örgütü işte bütün bu komisyon çalışmasında da görüldüğü üzere Anayasa’nın başlangıç ilkelerini tartışıyoruz. Hâlbuki biz onun bütün ulusun zaten savunması gereken bir nitelik olduğunu, bizim özel olarak emek mücadelesini savunmak için aslında daha çok çaba sarf etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Adem Bey’in konumu cumhuriyeti savunmak değil. Cumhuriyeti savunmak Türkiye Büyük Millet Meclisinin işi. İsterseniz bu tartışmayı…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Hayır, tartışma değil yani ben yine sizin söylediğinize şey yapıyorum yani Sayın Adem Çalışkan, temsil ettiği Birleşik Kamu-İş’in görüşlerini bize açık ve net olarak söyledi. Bizim sizin görüşlerinizi irdeleme, doğru veya yanlış olduğu, o cepheden değil de başka cepheden bakılmasının mümkün olup olmadığı gibi bir tavrımızın olmaması gerekir.

  • Biz çok teşekkür ediyoruz, inşallah, dediğiniz gibi daha ayrıntılı bir şeyi de bize gönderirsiniz. Diğer tartışmalar, ileride bizim kendi aramızda bol bol yapacağımız tartışmalar olacak herhâlde. Teşekkür ediyorum.

  • BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Biz çok teşekkür ediyoruz bu fırsatı verdiğiniz için. Umarız ki bizim görüşlerimiz sadece bizlere katılma hissi vermek için yapılmıyordur, katıldığımız gibi bunların dikkate alınacağını biz de yüce Meclisimizden ve komisyonumuzdan bekliyoruz.

  • Teşekkür ederiz biz de, sağ olun.

  • Kapanma Saati : 14.43



  • İKİNCİ OTURUM

  • Açılma Saati: 14.59



  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hoş geldiniz.

  • Adalet ve Kalkınma Partisi temsilcisi, CHP temsilcisi ve Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi milletvekili arkadaşlarımızla sizin Anayasa konusundaki görüşlerinizi dinlemek istiyoruz. Geldiniz için çok teşekkür ederiz.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Hoş bulduk.

  • Önce arkadaşlarımı tanıtayım.

  • (Yanındaki bürokratları tanıttı)

  • Tabii, bu Anayasa değişiklik sürecinde Türkiye Kamu-Sen olarak biz, Türk Dayanışma Konseyi bünyesinde -ki Türk Dayanışma Konseyi Ankara’da bulunan 70 sivil toplum örgütünün oluşturduğu bir konseydir- bir çalışma başlattık. Mademki anayasa değişikliği bu ülkede konsensüstü, herkesin hemen hemen kabul ettiği, herkes demesek bile yüzde 80 oranında bir kabul var şu anda Türkiye'de. Bir çalışma başlattık 24 akademisyen arkadaşımızla, her alanda, hukukçusu, sosyologu, ilahiyatçısı, Anayasa hocası, ki bunlardan bir tanesi Hasan Tunç’tur, sizlerin de yakından tanıdığı, Türkiye'de alanında tebarüz etmiş arkadaşlarımızdan birisidir, onların çalışmalarının esasında daha tamamlanmamış bir çalışma, yani ana hatlarıyla tamamlanmış ama, şu anda çalışmamız redakte ediliyor, onu kitap hâline Türk Danışma Konseyi olarak bastıracağız, sizlere de göndereceğiz, ama biz ana omurgasını burada sizlere anlatma imkânı bulacağız, Allah nasip ederse diyelim ve sizlere de ben teşekkür ediyorum, yani Türkiye Kamu-Senin görüşlerini dinlemek için zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum. Sağ olun. İnşallah, milletimizin her ferdinin memnun olduğu, katılımcı ve milletimizi onlarca yıl ötesine taşıyabilecek, yüzlerce yıl ötesine taşıyan bir anayasa. Tabii, anayasalar her zaman değişebilir, bizim anayasa değişikliğimiz içerisinde birtakım temel doğrularımız var bize göre, genel esaslarla ben başlayayım.

  • - Yapılacak anayasa, çerçeve anayasa olarak gereksiz ayrıntılardan uzak açık ve net hükümler içermelidir.

  • - Yapılacak anayasanın genelinde kullanılan dilin açık, anlaşılır ve tutarlı olması gerekir. Sadece uzmanların değil, vatandaşların da kolayca anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır. Anayasada kavram ve dil bütünlüğünün sağlanması gerekir.

  • - Anayasanın yapılış sebeplerini ve dayandığı temel felsefeyi açıklayan edebî bir üslupla yazılmış bir başlangıç metni mutlaka anayasada olmalıdır.

  • Bu metinde, başta cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına minnet duygularıyla başlayan ve cumhuriyetimizin ruhunu ve kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiğini ifade eden, milli ve üniter devlet yapısı ile demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayanan devlet anlayışına vurgu yapan bu metin kısa ve anlaşılır olmalıdır. Ve "Demokratik değerlere ve insan hak ve hürriyetlerine dayanan bu anayasa, Türk milletinin aziz evlatlarının millî hassasiyetlerine emanet ve tevdi olunur." ifadeleriyle son bulmalıdır.

  • - Başlangıç kısmında temel hak ve hürriyetlerin bu anayasada düzenlenenlerle sınırlı olmadığı da mutlaka ifade edilmelidir.

  • - Başlangıç kısmı metne tabi olmalıdır.

  • - Yapılacak anayasada cumhuriyetimizin kuruluş felsefesiyle taşınan değerlerin koruma altına alındığı ilk üç maddesinde belirtilen ilkeler aynen korunmalı ve muhafaza edilmelidir. Belirtilen temel ilkeler asla anayasa tartışmalarının konusu yapılmamalıdır.

  • Tabii, burada anayasa hazırlık komisyonu ve nihai karar yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkenin bütünlüğünü ve birliğini bozacak düzenlemelerden uzak durmalıdır.

  • Aksine davranış, Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından kendi varlığını tahrip, hatta inkâr anlamına gelebilecektir.

  • "Türkiye Devleti bir cumhuriyettir." şeklindeki hüküm,

  • Yine devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen "İnsan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu hükmü,

  • Bu hüküm çerçevesinde, devletin dilinin "Türkçe", başkentin "Ankara", millî marşın "İstiklal Marşı" ve bayrağın beyaz ay yıldızlı "Albayrak" olduğu gerçeği anayasal sistemimizin temelini oluşturur.

  • Bu üç madde, belirtilen ilkeleri kapsayacak biçimde korunmalıdır. Bu ilkelerden verilecek en ufak bir taviz anayasanın ilkeler bütününü ortadan kaldıracağından, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sonlanması veya rejimin değişmesi anlamına gelecektir.

  • Temel Hak ve Hürriyetler:

  • Genel olarak anayasal düzenlerde kabul edilen ve anayasal metinlerde kabul gören üç temel haklar katalogu vardır.

  • Birinci kuşak haklar, klasik haklar dediğimiz, insanların doğuştan sahip olduğu dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hayat hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklardır.

  • İkinci kuşak haklar, seçme seçilme hakları dediğimiz siyasi haklar ve hürriyetlerdir.

  • Üçüncü kuşak haklar ise, insanların yaşayabileceği asgari standartları hukuk düzeninde, hukuk düzeninin elverdiği ölçüde iyi bir çevrede, iyi bir sağlıkta, iyi bir eğitimde insanca yaşayabilmenin sağlanması yönünde devletten talep hakkı olan sosyal haklardır.

  • Tabii, öncelikle ilk üç kuşak hakların uluslararası standartlarda temin edilmesi, korunması, sağlanması gerekir. Günümüzdeki tartışmaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.

  • Eşitlik ve ayrımcılık maddesi genel esaslar kısmında değil, temel hak ve hürriyetler kısmında düzenlenmelidir.

  • Mevcut Anayasa’da temel hak ve hürriyetler konusunda özellikle 2001 yılında ve 2004 yılında yapılan anayasa değişikliği ile önemli, olumlu ve reform niteliğinde değişiklikler yapılmıştır, bu değişikliklerin aynen benimsenmesi gerekir.

  • Temel hak ve hürriyetler konusunda bir hak ve ödev olan vatan hizmeti ve vergi ödevinin dışında, ödev boyutunun yer almaması gerekir. Bunun yerine, herkesin hak ve özgürlüklerini kullanırken başkalarının haklarına saygı gösterme yükümlülüğü bulunduğu ifade edilmelidir. Bu anlayış bireyin sosyal nitelikleriyle de örtüşmektedir.

  • Temel hak ve hürriyetlerin varlığının kural, sınırlandırılmasının istisna olduğu ilkesinin benimsenmesi ve insan haklarının anayasal güvence altına alınması gereklidir.

  • Sınırlama, istisnai bir tedbir olarak sadece zorunlu olması durumunda ve gerektiği ölçüde yapılması şeklinde belirtilmelidir.

  • Bu bakımdan, ölçülülük ilkesinin alt unsurlarıyla birlikte sınırlama rejiminin de göz önünde tutulmasının, ayrıca sınırlayıcı tedbirlerin anayasanın özüne, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamasının ve bu sınırlamanın hakkın özüne dokunmayacak biçimde yapılmasının insan hakları açısından önemli bir güvence olacağı vurgulanmalıdır.

  • Temel hak ve hürriyetlerle ilgili yapılacak düzenlemede çok kültürlülüğü çağrıştıran temalara ve grup hakları gibi tanımı ve hukuki niteliği belli olmayan ve siyasi açıdan kötüye kullanılmaya müsait ifadelere yer verilmemelidir.

  • Son zamanlarda ülkemizde gündeme getirilen çok kültürlülük akımı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla ilgili tarifi yapılan millî kimlik terk edilerek, yerine alt kültürlerin ön plana çıktığı bir siyasi yapı oluşturulmak istenmektedir.

  • Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan asıl sorun, bazı emperyalist güçler ve komşu devletlerin destekleyip teşvik ettiği ayrılıkçı yapılanmalar yoluyla cumhuriyeti kuran Türk halkını ayrıştırma, eşit statüde vatandaş olarak kabul edilmiş alt kültür gruplarını azınlık hâline getirme gayretleri yatmaktadır.

  • Çok kültürlülük ve demokratik cumhuriyet adı altında, çok kültürlü bir yapının öngörülerek grup haklarını çağrıştıracak düzenlemeler yapılması, millî birliğe ve ülke bütünlüğüne zarar verici bir yaklaşım olacaktır.

  • Bu sebeple, grup haklarını çağrıştırmamak kaydıyla, bireysel hak ve özgürlüklerin varlığının asıl, kısıtlanmasının istisna olduğunu kabul eden çağdaş bir düzenleme yapılması uygun olacaktır.

  • Vatandaşlık tanımıyla ilgili -ki bu konular günümüzde tartışılan en önemli konulardır -mevcut Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki mevcut düzenlemenin aynen muhafaza edilmesi gerekmektedir.

  • Bugün tartışılan "anayasal vatandaşlık" kavramından neyin kastedildiğini ele almakta fayda vardır. Bu soruya farklı cevaplar verilmesine rağmen, ortak bir noktada buluşulmakta ve vatandaşlar arasında "din, dil, ırk ve kültürel" farklılıkların olduğu vurgusunun anayasada yer alması talep edilmektedir.

  • Bu anlayışta olan bir kesime göre, dinî ve ırki ayrılıklarımıza vurgu yapıldıktan sonra, bu ayrılıkların önemli olmadığı ve vatandaşlık bakımından herkese "Türkiyeli" denilmesinin daha çağdaş olacağı iddia edilmektedir.

  • Başka bir kesim ise, çok kültürlü anayasal vatandaşlık ve bu vatandaşlık anlayışını yaşama geçirmeyi tavsiye etmektedir.

  • Yine başka bir kesim ise, birilerini memnun etmek için millî kimlik olan Türk kimliğinin anayasada yer almaması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilerek nötr bir tanım yapılmasından yanadır.

  • Bu anlayışta olanlara göre, Türkiye Cumhuriyeti 36 ya da 47 farklı etnik ya da kültürel grubun bir araya gelerek oluşturduğu mozaik ya da çok kültürlü bir devlettir.

  • Bu düşüncede olanlara göre, Türkiyeli üst kimliğini benimseyince, asli kurucu unsur ortadan kalkıyor ve ülkede yaşayan herkes üst kimlik olarak Türkiyeli oluyor. Yani bu düşünceye göre farklı dil, din, ırk ya da kültürel özelliklere sahip insanlar tesadüfen bir araya gelerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş oluyorlar. Böyle bir yaklaşım dünyanın hiçbir yerinde bulunmamaktadır.

  • 1923'te cumhuriyetin kuruluşunda ya da günümüzde bu ülke toprakları üzerinde yaşayan insanların tesadüfen bir araya gelmiş yığınlar olduğunu kabul etmek, Kurtuluş Savaşı gibi büyük bir savaşı vermiş ve bağımsızlığını kazanmış bu millete yapılacak en büyük hakaretlerden birisidir.

  • Osmanlı İmparatorluğu’nun çok kültürlü yapısından, başka bir ifadeyle ırk, dil, din ve kültürel farklılıkların olduğu tebaa anlayışından, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte farklılıkları bertaraf eden vatandaşlık anlayışına geçilmiş ve ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olanlar eşit statüde Türk olarak kabul edilmiştir.

  • Maalesef, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar olan süreçte "millet” kavramının içeriğinin boşaltılması için yoğun çabalar sarf edilmektedir. Anayasal vatandaşlık tartışmalarının bu kapsamda değerlendirilmesi doğru olacaktır.

  • "Anayasal vatandaşlık" ya da "çok kültürlülük" veya "Türkiyelilik" kavramları, millî devlet olarak örgütlenmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin değiştirilmesi teşebbüsünden başka bir anlam taşımamaktadır.

  • Anayasa’nın 66’ncı maddesine göre "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür". Bu ifadeyle antropolojik ve sosyolojik manadaki Türk tanımından ayrı olarak, hukuki manada bir tanım yapılmıştır.

  • Antropolojik ve sosyolojik manadaki "Türk" kavramı vatandaşlık hukuku bakımından doğrudan bir anlam ifade etmemekte, yani kişilerin dil, din, ırk veya kültürel özellikleri nazara alınmadan Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran milletin adı ile vatandaşlık kavramı özdeş kabul edilmektedir.

  • Bu anlamda vatandaşlık anlayışı, “azınlık” kavramını da reddetmektedir. Ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan kişiler Türk kabul edildiğine göre, dil, din, ırk ve kültürel kökene ilişkin ayrıcalıklar ortadan kalkmakta, belli bir dinden, kültürden etnik kökenden olan çoğunluğa karşı korunması gereken bir azınlıktan da bahsedilmemektedir, çünkü vatandaşlık hukuku bakımından kişilerin eşitliği esası benimsendiği gibi, temel hak ve hürriyetlerden yararlanma hususunda da vatandaşlar arasında ayrım yapılmayacağı esası kabul edilmiştir.

  • Benzer düzenlemeler birçok ülke anayasasında da bulunmaktadır.

  • Alman Anayasası'nın giriş metninde "Alman halkı" ve "Almanlar" ifadesi ayrıca tanımlamaya gerek dahi görülmeksizin yer almaktadır.

  • Benzer şekilde 1’inci maddeden başlayarak, Alman vatandaşlarına yönelik kişisel haklar ve ödevlere ilişkin maddelerde "tüm Almanlar" ya da "hiçbir Alman" ifadeleri yer almaktadır. Görüldüğü üzere, Alman Anayasası "Almanya vatandaşı" değil, "Alman" demektedir, ama bizim Anayasa’mız "Türkiye vatandaşı" değil de "Türk" dediği için ırkçılıkla suçlanmaktadır.

  • Alman Anayasası’ndaki "Alman" ifadesi nasıl ki Alman ırkını değil Alman vatandaşlarını tanımlıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66’ncı maddesindeki "Türk" ifadesi de Türk vatandaşlığını tanımlamaktadır.

  • Fransa Anayasası’nın girişi Fransız halkının anayasal bağlılığına vurgu yapmaktadır.

  • Fransızcada "Fransa (Fr: France) halkı" değil "Fransız (Fr: français) halkı" denmektedir. Dolayısıyla da İngilizce çevirisinde “The people of France” (Fransa halkı) değil, “The French people” (Fransız halkı) deniyor, çünkü burada da "Fransız" ifadesi bir ırkı değil Fransa vatandaşlığını anlatmak için kullanılmıştır. Uzun uzun okuyorum, çünkü bu maddeyi biz son derece önemli görüyoruz, Türkiye'nin tartışılan maddelerinden bir tanesi olduğu için burayı okumayı önemli buluyorum.

  • Anayasa metni içinde de "Fransız yurttaşlar" (Örn: Madde-3), "Fransız halkı" (Örn: Madde-11, 72.3), "Fransız uyruklular" (Örn: Madde-24, 34) ifadeleri kullanılmakta, "Fransa" ifadesi yalnız coğrafi ülke ve devleti tanımlamak için kullanılmaktadır.

  • Görülüyor ki, anayasal metinlerdeki tanımlamalar açısından, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Fransız Anayasası arasında da bir fark bulunmamaktadır.

  • Sonuç olarak, anayasal metinlerde vatandaşlık bağını anlatmak için kullanılan ifadelerin ülkeden ülkeye değişmediği açıktır. Bu ifadelere yüklenen anlamlar uygulamada farklı yorumlanabilmektedir. Türkiye'de asıl eleştiri konusu olan da uygulamadır. Uygulamadaki yanlışlıkların düzeltilmesi demokratikleşme ve toplumsal barış açısından önemlidir.

  • Türk kavramı ülkede yaşayan halklardan biri değil, hepsini kucaklayan, kuşatan hukuki, siyasi ve kültürel bir kavramdır.

  • Bu ülkede yaşayan herkesin zorunlu vatandaşlıktan çıkartılıp gönüllü vatandaş hâline getirilmesi gereklidir ve bu devletin asli görevlerinden biridir, ancak bunun yolu "çok kültürlülük" gibi üniter yapıyı tehdit eden düzenlemeler değil, hukuk devleti ve insan haklarına bağlı bir anayasal düzenleme yapmaktan geçer.

  • Vatandaşlar arasında çok kültürlülük, dil, din, ırk ya da kültürel sebeplerle farklılıkların olduğu esasını kabul eden bir anayasal düzenleme yapılması denek, cumhuriyetin en büyük projelerinden birisi olan "milli devlet" anlayışının da bertaraf edilmesi demektir ki bu kabul edilemez.

  • Açıklanan sebeplerle, "anayasal vatandaşlık", "çok kültürlülük" gibi kavramsal düzenlemeler yerine, yapılması planlanan anayasada hukuk devletinin bütün unsurlarıyla kabul edildiği, bireysel özgürlüklerin en geniş kapsamda kabul edilip güvence altına alındığı bir düzenleme, vatandaşlarda gönüllü vatandaşlık şuurunun gelişmesinde önemli bir adım olacaktır.

  • Mülkiyet ve miras hakkı teminat altına alınmalıdır. Gerçek ve tam karşılığı ödenmeden mülkiyet hakkına müdahale edilmemelidir.

  • Temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması hâlinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması gerekir.

  • Uluslararası sözleşmelerle ilgili mutlaka bir ön denetim sistemi getirilmeli ve bu denetim Anayasa Mahkemesine verilmelidir.

  • Laiklik ilkesi özgürlük boyutuyla ele alınmalı, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanı sıra din hürriyeti boyutu da anayasayla korunmalıdır. Ayrıca, devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığı da garanti altına alınmalıdır.

  • Din kültürü eğitimi konusunda mevcut Anayasa’daki düzenlemenin benimsenmesi, ancak din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin çoğulcu bir içeriğe kavuşturulması gerekir. Din eğitimi ve öğretiminin ise ilköğretim okullarında isteğe bağlı olarak yapılması sağlanmalıdır.

  • Önerimiz; din kültürü ve ahlak dersinin ilköğretimde ve orta öğretimde zorunlu ders olarak kalmasıdır. Gelecek nesillerin, genel kültür düzeyinde de olsa bütün dinler hakkında asgari bilgi birikimine sahip olması sağlanmış olacaktır.

  • İsteğe bağlı din eğitim ve öğretiminin de devletin görevleri arasında olduğu nazara alınmalıdır.

  • Bu bağlamda, din eğitim ve öğretimi konusunda, ilk ve orta öğretimde belli yoğunluğu aşan talepler söz konusu olduğunda, öğrenci velisinin isteği doğrultusunda verilmesi hususunun anayasal temele kavuşturulması da uygun olacaktır

  • Devlet Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamaz, ancak özel öğretim kurumları mahallî nitelikli lehçe ve dil öğretimi yapabilirler. Yine devlet yabancı dille eğitim anlayışından vazgeçip, yabancı dil öğretimini önemle benimsemelidir.

  • Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sadece resmî dili değil, aynı zamanda Türk vatandaşlarının eğitim ve öğretim dilidir.

  • Hiç durmadan dillendirilen anadilde eğitim ve öğretim, ülkenin üniter yapısına ve gerçeklerine uygun değildir. Farklı dillerde eğitim yapan ülkelerde yaşanan sıkıntılar nazara alınmadan bu yönde taleplerin dillendirilmesi iyi niyetle bağdaşmamaktadır.

  • Böyle bir durumun devlet olma gereği ve idarenin bütünlüğü ilkesiyle de çeliştiği ortadadır. Bundan maksat, ayrı millet olmak, ayrı devlet kurmak için altyapı hazırlanmasıdır.

  • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek Protokol'de yer alan düzenlemeyi de buna gerekçe göstermek mümkün olmaz, çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin kararlarında "İstediğim dilde eğitim yapmalıyım." gibi bir hakkın, sözleşmeyle sağlanmış bir hak olarak kabul edilemeyeceğini bildirmektedir.

  • Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Belçika'da eğitim dili davasında verdiği kararda "Sözleşmeci devletin egemenlik yetkisi içinde bulunan kimseler Birinci Protokol’ün 2’nci maddesine dayanarak kamu makamlarının belirli bir türde eğitim sistemi kurmasını isteyemezler.

  • Türk vatandaşlarının günlük hayatlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri kullanmaları konusunda yasal ve idari düzenlemeler yapılmıştır.

  • Ülkemizde de vatandaşların mahallî dil ve lehçelerinin devletin resmi kurumları dışında, özel eğitim kurumlarınca öğretilmesinde hiçbir engel yoktur.

  • Anayasada basın hürriyetinin iletişim özgürlüğü olarak benimsenmesi gerekir.

  • Anayasada siyasi partilere üye olma hakkının kapsamı genişletilmelidir.

  • Seçme hakkına getirilen sınırlamaların kapsamı daraltılmalıdır. Er ve erbaşlar ile askeri öğrencilere seçme, oy verme hakkı tanınmalıdır.

  • Temel hak ve özgürlüklerin anayasa yargısı yoluyla etkin bir şekilde korunmasını sağlamak amacıyla, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu muhafaza edilmelidir. Bireysel başvuruya konu olacak hak ve özgürlükler belirlenirken uluslararası sözleşmelere atıf yapılmamalı, doğrudan ilgili anayasa maddelerine atıf yapılmalıdır.

  • Devletin ekonomik ödevlerinin sınırına ilişkin düzenlemede, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hakkı gibi hakların sınırlamaya tabi olmaması gerekir.

  • Ayrıca, sendika kurma hakkı ve grev hakkı gibi sosyal haklarda kısıtlama yapılmaması gerekir.

  • Grev hakkının kamu-özel ayrımı yapmaksızın tüm çalışanlara, örgütlenme hakkı çerçevesinde eşit olarak tanınması gerekir.

  • Türkiye, çalışma hayatının düzenlenmesi ve sendikal özgürlüklerin istenilen seviyeye getirilmesi amacıyla, ILO tarafından benimsenen 87 No’lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması, 98 No’lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve 151 No’lu Kamu Hizmetlerinde Çalışma İlişkilerini Düzenleyen Sözleşmeleri kabul ederek, bu sözleşmelerin şartlarına uymayı taahhüt etmiştir.

  • Ülkemizde kurulmuş olan memur sendikaları, uluslararası sözleşmelerin kabul edilmesiyle elde edilen bu hakkı kullanarak örgütlenmişlerdir. ILO’nun sendikal hak ve özgürlüklerin uygulanmamasıyla ilgili şikâyetlerini inceleyen Standartların Uygulanması Konusunda Uzmanlar Komitesi ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi vardır. Bu komiteler tarafsız uzmanlardan oluşmuştur ve ülkelerin şikâyetlerini inceleyip karara bağlamaktadır.

  • Komitelerin verdiği kararlar ILO'ya üye ülkeler için bağlayıcı kararlardır. ILO'nun Standartların Uygulanması Konusunda Uzmanlar Komitesi ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, tüm ücretli çalışanlar için grev hakkını genel bir ilke olarak oraya koyarken, “Sendikalar özellikle bir hükûmetin ekonomik ve toplumsal politikalarını eleştirmek amacıyla protesto grevlerine başvurabilmelidirler.

  • Ayrıca, dayanışma grevlerinin genel olarak yasaklanması istismara yol açabilir ve grev hakkının kullanılmasına ilişkin yöntemler söz konusu olduğunda, kurallara tamı tamına uyarak işin yavaşlatılması, iş yerlerinin işgal edilmesi ve işbaşında oturma grevleri yapılması konularında kısıtlama getirilmesi, ancak bu eylemlerin barışçıl olmaktan çıkması durumlarda haklılık kazanır." denilmiştir.

  • ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, Türkiye hakkında yapılan bir şikayet başvurusu üzerine bu konuda şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Uzmanlar Komitesinin de belirttiği gibi, grev hakkı çalışanların ve örgütlerinin kendi ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sahip oldukları temel araçlardan birisidir. Bu çıkarlar, yalnızca daha iyi çalışma koşullarının elde edilmesi ve mesleki nitelikteki toplu istemlerin peşinden koşulması değil, fakat aynı zamanda ekonomik ve toplumsal sorunlarına ve çalışma hayatının çalışanları doğrudan ilgilendiren her türlü sorunlarına çözümler aranmasıyla ilgilidir. Komite, sendikaların, hükûmetin ekonomik ve sosyal politikalarını eleştirmeyi amaçlayan protesto eylemlerine başvurabilme olanağına sahip olmaları gerektiğini de düşünmektedir."

  • Kaldı ki Danıştay 12. Dairesi, 9 Şubat 2009 tarih, 2004/4643 esas, 2005/313 nolu kararıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 21 Nisan 2009 tarihli kararlarıyla memurların grev yapmaları nedeniyle herhangi bir hukuki işleme tabi tutulmayacağını karara bağlamıştır. Buna rağmen, şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarında 801 kişiye greve katıldığı için soruşturma açılıyor. Bunu da, Mustafa Bey size bildirmiş olayım antrparantez.

  • Üzerinde durulması gereken konu, grevsiz toplusözleşme hakkının uluslararası sözleşmelere ve yerel ve uluslararası yargı organlarının verdiği kararlara aykırı olmasıdır. Ortada birçok yargı kararı varken, 25 Kasım 2009'da ülkemizde milyonlarca kamu görevlisi bir günlük iş bırakma eylemi yapmış ve hukuken hiçbir yaptırıma tabi tutulmamışken, yargının bu kararlarını yok sayan bir anayasa değişikliği, başka bir kargaşayı çağırmaktadır.

  • Dolayısıyla, hem yargı kararlarıyla hem evrensel sözleşmeler yoluyla hem de fiilî uygulamayla sabit bir hak haline gelmiş olan grev hakkının, kanunlarla yasaklanması kabul edilemez. Hukuk devletinin en büyük özelliği, kural haline gelmiş yargı kararlarının yasa hâline getirilmesidir.

  • Bu noktada Anayasa’nın 54’üncü maddesinde yer alan "Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması hâlinde işçiler grev hakkına saliptirler." hükmündeki "işçiler" ifadesinden sonra "memurlar ve diğer kamu görevlileri" ibaresi eklenmelidir. Emeklilere de sendika kurma hakkı tanınmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesi birinci fıkrası hükmü gereği emeklilerin de sendika kurma hakkı kabul edilmelidir.

  • Sözleşmenin hükmü şu şekildedir: "Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak... Ayrıca, çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak hakkına sahiptir."

  • Memurlar bakımından toplusözleşmenin kapsamı sadece mali konularla sınırlandırılmamalı, diğer özlük hakları da toplu sözleşme kapsamında olması gerekir.

  • Devlet Teşkilatı:

  • Bilindiği üzere, anayasa terimi aslında iki temel hukuksal alan ile ilgilenir. Bunlardan birincisi, elbette temel hak ve özgürlüklerin düzenlenerek anayasal güvenceye alınmasıdır. İkincisi ise, devlet organlarının oluşumu, görev ve yetkileri ile birbirleriyle olan ilişkileridir. Bu ikinci alan da en az birinci alanın kendisi kadar, hatta ondan daha da fazla birinci alanla, yani temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye kavuşturulmasıyla ilgilidir. Gerçekten de eğer devlet organları güçler ayrımı temelinde birbirinin alanına karışmayacak ve birbirini dengeleyecek şekilde oluşturulmaz, devlet aygıtının işletilmesindeki denetim ve dengeler sistemi kurulamaz ise, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin bütün düzenlemeler anlamsız kalır, çünkü bu takdirde yürütmenin her şeye hakim olduğu, yargının onu frenleyemediği bir yönetim sistemine yol açılmış olur, ama yürütme erkini eline geçiren siyaset aygıtı, karar verici kurulların oluşumuna nüfuz edebilmesi sayesinde yargının işleyişine de kolayca tesir edebileceğinden, yürütme organının kendisini fiilen yasalarla bağlı saymadığı bir rejime yol açar ki bu siyasal rejim tipinin hukuk devletinin karşıtı anlamında polis devleti olarak adlandırıldığını biliyoruz.

  • Yürütme organı, devletin icra yetkisini elinde tutan, kamu gücüne fiilen sahip olan organdır. Bu bakımdan yürütmenin imkân ve kabiliyetleri çok fazladır. Öyleyse yargı organının öncelikle yürütme organına karşı bağımsızlığını sağlayacak bir anayasal sistem öngörülmelidir.

  • Özellikle parlamenter hükümet sistemlerinde yürütme organı ile yasama organı arasındaki ayrım zaten uygulamada çoğu kez önemini yitirdiği için, bu ikisi arasındaki ayrımdan ziyade bu ikisi ile yargı organı arasındaki ayrımın önemli olduğu, asıl yargının bağımsızlığının bu ikisine karşı korunmasının güçler ayrımının gerçekleştirilmesi bakımından hayati önem taşıdığı kabul edilmektedir.

  • O halde, bir ülkede güçler ayrımı bulunduğunu söyleyebilmenin temel şartı, yargı bağımsızlığının yasama ve yürütme organlarına karşı görünüşte değil gerçekten korunmuş olmasıdır.

  • Güçler ayrımının ve sonuç itibariyle de güçler ayrımının olup olmadığını belirleyecek olan yargı organının, diğer devlet organlarına, yani yasama-yürütme ikilisine karşı bağımsızlığının sağlanmasının amacı, yurttaşlara hukuk güvenliğine sahip bulunduğu bir yaşama ortamı, bir siyasal düzen sağlanmasıdır. Zaten demokrasinin de asıl amacı, ülke yönetiminin halka ait kılınması yoluyla halkın hukuk güvenliğinin sağlanması, yani hukuk devleti olarak adandırılan bir siyasal sistemin kurulmasıdır.

  • Çoğulcu demokrasi anlayışında, çoğunluğun yönetim hakkının varlığı kabul edilmekle beraber, azınlıkta kalan her meslek ya da çıkar grubunun ve hatta tek tek her bireyin hakları da korunmakta, temel haklar güvenliği çoğunluk iradesine karşı da sağlanmakta, azınlıkta kalanların da çoğunluk hâline gelip demokratik yöntemlerle iktidara sahip olabilmelerinin kurumsal önlemleri alınmaktadır.

  • Fakat bu arada şu hususun da bilhassa vurgulanması önem taşımaktadır: Çoğulcu demokrasi anlayışı, son zamanlarda kavramı çarpıtmaya çalışan bazı etnik bazlı siyasal çevrelerin öne sürdüğü gibi, ne çok etnisiteli ne de çok hukuklu bir devlet sisteminin öngörülmesi anlamına gelmemektedir. Çoğulcu demokrasi anlayışı da hukuk devleti ilkesi ya da insan hakları anlayışının ulaştığı bugünkü anlam da kesinlikle temel değer olarak bireyi esas alır.

  • Bütün bu nedenlerle, çoğulcu demokrasi anlayışının, etnik, dilsel veya dinsel temelde kolektif hak taleplerinin meşru gösterilmesine dayanak yapılmaya çalışılması kabul edilemez.

  • Görüldüğü üzere, hukuk devletinin amacı kişilerin temel haklar güvenliğini sağlamak iken, sistemin temeli güçler ayrımına ve yargı bağımsızlığının sağlanmasına dayanmaktadır. Parlamenter rejim, ülkemizde 1909 yılında Kanunu Esasi’de yapılan değişikliklerden bu yana uygulanmaktadır. Yani siyasal kültür olarak en aşina olduğumuz siyasal sistem, daha doğrusu tek demokratik siyasal sistem parlamenter sistemdir.

  • Ülkemizin siyasal kültür geçmişi, itiraf etmek gerekir ki diktatörlük eğilimlerinin kolayca su yüzüne çıkmasına müsait kültürel kodları da bünyesinde taşımaktadır.

  • Ülkemiz üniter bir devlettir ve bu yapının korunması varlığımızın devamı için şarttır. Bu nedenle eyalet sistemine dayalı bir çift meclis uygulaması ülkemizde mümkün değildir.

  • Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başkanlık rejiminin Türkiye için hem siyasal hem de hukuksal anlamda Türkiye için hem siyasal hem de hukuksal anlamda tam bir felaket oluşturacağı, ne üniter yapının ne de çoğulcu demokrasi ve hukuk düzeni devleti anlayışının bu sistemle sağlanması ve korunmasının mümkün olamayacağı açıktır.

  • Bu durumda, ülkemizin siyasal sistemi parlamenter rejim olacağına, olmak zorunda olduğuna göre, devletin yapısı ve kurumların birbiri ile ilişkileri de bu esasa göre oluşturulmak durumundadır.

  • Bu çerçevede bakıldığında, anayasa tartışmalarında cumhuriyetin temel ilkeleri, üniter devlet, merkezî idare ve yerinden yönetim, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu konuları üzerinde önemle durulmalı, ilkesel duruş ve tavır sergilenmelidir.

  • Yeni anayasa tartışmalarını gündeme getirenlerin niyetlerinin ve hedeflerinin parlamenter sistem mi yoksa başkanlık sistemi mi olduğunun ortaya konulması ve bunların kamuoyuna açıklanması gerekir.

  • Bu şekilde yeniden ele alınması gereken birçok hüküm mevcuttur. Daha vahim olanı, anayasanın belki de en kabul edilemez düzenlemeleri, referandum yoluyla halka onaylattırılan Anayasa Mahkemesinin oluşumu ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısına ilişkin düzenlemelerdir.

  • Bu garip düzenlemeler, yargı bağımsızlığı bakımından eskiden beri tenkit edegeldiğimiz önceki düzenlemeleri dahi aratır nitelikte olumsuz örnek oluşturmakta, yeni başlatılan süreçte güven kayıplarına neden olmaktadır.

  • 1) Siyasi Partiler ve Seçim Sistemlerine İlişkin Hükümlerin Değerlendirilmesi

  • Demokratik rejimlerde siyasi partiler, siyasal katılımın temel ve vazgeçilmez araçlarıdır. Bu sebeple siyasal partilerin parti içi demokrasi ilkelerine uygun biçimde işleyebilmelerinin anayasal ve yasal garantileri sağlanmalıdır.

  • Demokratik dönüşümleri sağlama iddiasıyla ortaya çıkan da siyasal partilerdir. Kendi bünyeleri demokratik olmayan kurumlardan demokratik dönüşümler yapmalarını ummak, askeri idarelerden demokratik anayasalar yapmasını beklemek gibi abes olacaktır.

  • Bu nedenle, öncelikle partilerin demokratik bünyelere sahip olmaları dizayn edilmelerine girişilmelidir. Bu bağlamda yapılması gerekenler şöylece özetlenebilir:

  • Demokratik temsilî makamlar için aday belirleme süreçlerinde parti yönetimlerine yüzde 5 gibi sınırlı bir kontenjan dışında merkez yoklaması ile aday belirleme yasağı anayasa hükmü hâline getirilmelidir.

  • Seçim sistemi demokratik temsili sağlayacak şekilde yeniden ele alınmalıdır. Ülke barajı makul seviyeye indirilmeli, nispi temsil esaslı Türkiye milletvekilliği ve tercihli oy sistemi getirilmelidir.

  • Siyasi partilere yapılan hazine yardımı yüzde 1 ve üzerinde oy alan partiler arasında oy oranı nispetinde dağıtılmalıdır.

  • Partilerin ve milletvekili adaylarının seçim harcamalarının denetiminin Yüksek Seçim Kurulunun idari kanadında oluşturulan bir birim tarafından gerçekleştirilmesi gerekir.

  • Parti kapatmaya ilişkin esaslar Venedik kriterleri paralelinde düzenlenmeli, bir partinin bu kriterlere göre kapatılması hâlinde artık kapatılan herhangi bir partinin devamı niteliğindeki yeni partilere de izin verilmemelidir. Bunun yanı sıra, parti kapatmayla ilgili olarak temel olan hususun kurumsal sorumluluk değil, bireysel sorumluluk hâline dönüştürülmesi gerekir. Öte yandan, parti kapatma yerine alternatif yaptırımlar getirilmelidir. Örneğin, hazine yardımından süreli mahrumiyet, süreli olarak seçimlere katılma yasağının getirilmesi gibi.

  • Hükümet Sistemi ve Cumhurbaşkanının Yetkilerine İlişkin Değerlendirme

  • Cumhurbaşkanının Siyasal Sistem İçerisindeki Konumu:

  • 1982 Anayasası’nda kişiye özel olarak Cumhurbaşkanı merkezli melez hükûmet sistemi yerine 1909'dan bu yana ülkemizde oluşmuş parlamenter hükûmet sistemi yönündeki birikime uygun olarak düzenlemeler yapılmalıdır.

  • Bu çerçevede, parlamenter rejimde esas olanın Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçilmesi olmakla birlikte, gelişmiş bazı demokrasilerde örneği görüldüğü üzere, halk tarafından seçimi ilkesi de korunabilir.

  • Cumhurbaşkanının, Anayasa’nın 104’üncü maddesinde yer alan temsilî ve sembolik yetkilerinin dışındaki yasama, yürütme ve yargıya ilişkin icra yetkileri mutlaka kaldırılmalıdır.

  • Cumhurbaşkanının bir defalığına seçilmeli, görev süresinin parlamentonun görev süresinden farklı olarak altı veya yedi yıl gibi bir süre olarak belirlenmelidir.

  • Bu tedbirler, onun parlamenter rejimde siyasal tarafsızlığını sağlayacak hukuksal tedbirler olarak düşünülmeli ve siyasal sistem içerisinde yeri geldiğinde hakem rolü oynayabilecek bir makam olarak tasarlanmalıdır. Cumhurbaşkanlığı makamı parlamenter rejimin mantığına uygun biçimde ve o çerçevede işlevselleştirilebilir.

  • Bu çerçevede, mevcut düzenlemedeki şu yetkilerin kaldırılması gerekecektir: Bakanlar Kurulunu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak, Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak, Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek, Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak, Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak, Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmak, Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek, üniversite rektörlerini seçmek, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte 1’ini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.

  • Başbakanın Konumu:

  • Parlamenter rejimlerde olması gerektiği şekliyle Başbakan, anayasada eşitler arasında birinci konumuna uygun olarak düzenlenmelidir.

  • Olağan dönemlerde hükûmete kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi kural olarak verilmemelidir. Ama istisnai olarak şartların zorunlu kılması hâlinde ve sadece, Meclisin tatilde olduğu dönemde geçerli olmak şartıyla, hükûmete bir defaya mahsus kullanılmak üzere bu yetki tanınabilir. Ama bu hâlde dahi, yetki kanunu çıkartılarak kanun hükmünde kararnamenin bütün sınırlarını mümkün olan en somut şekilde belirlemeli, yetki kanunun kabulü için de beşte 3 gibi bir özel nisap öngörülmelidir.

  • Yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararname Meclis toplandığında derhâl Meclisin onayına sunulmalı, bir ay içerisinde görüşülüp kanunlaştırılmadığı takdirde reddedilmiş sayılmalıdır.

  • Olağanüstü hâllerde kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi devam etmeli, ancak bunlara karşı da yargı yolu açık olmalıdır.

  • Millî Güvelik Kurulu:

  • Millî Güvenlik Kuruluna ihtiyaç vardır. Ancak bu Kurulun askerî kesimden olan devamlı üyeleri, Genel Kurmay Başkanının yanı sıra, mülki görevleri bulunan Jandarma Genel Komutanı ile Sahil Güvenlik Komutanından ibaret bulunmalıdır. Diğer kuvvet komutanları veya bunlardan herhangi biri, toplantı gündemine bağlı olarak gerektiğinde Kurul çalışmalarına katılabilmelidirler.

  • Merkezden Yönetim ve Yerinden Yönetim İlkeleri:

  • “Merkezî İdare” ve “Mahalli İdare” başlıkları altında idarenin kuruluşuna ilişkin mevcut Anayasa’nın 126 ve 127’nci maddelerinde yer alan düzenlemelerin aynen benimsenmesi gerekir.

  • Mevcut düzenleme, bir üniter devlette olması gereken şekliyle konuyu idari yerinden yönetim ilkesine göre ele almıştır.

  • Bu düzenleme bugün için yeterlidir ve Türkiye'nin mevcut uluslararası taahhütleri ve anlaşmalarıyla uyumludur. Fakat kamuoyunda, yerinden yönetim ilkesinin "idari yerinden yönetim" anlayışının sınırlarını aşarak "siyasi yerinden yönetim" ilkesine göre dizayn edilmesi taleplerinin de dile getirildiği gözlenmektedir.

  • Diğer bir deyişle, bazı çevreler tarafından "yerel yönetimlerin özerkliği" adı altında üniter devlet ilkesi ile bağdaşmayan "siyasi yerinden yönetim" anlayışının uygulamaya konulmasının amaçlandığı gözlenmektedir.

  • Anayasa’daki mevcut düzenleme, idari yerinden yönetim ilkesinin sınırları içerisinde yapılacak olan her tür yasal düzenlemeye imkân verecek derecede genel bir düzenlemedir.

  • Nitekim madde metninde, "Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir." denilmektedir.

  • Bu düzenlemeye göre, belediyeler, 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı Kanun’a göre faaliyette bulundukları gibi, 2005 yılından itibaren de hâlen yürürlükte olan 5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre faaliyette bulunmaktadır ve çok köklü yasa ve sistem değişikliğine rağmen anayasal bakımdan herhangi bir sıkıntı da söz konusu olmamıştır.

  • Bu anayasal düzenlemeler, yerel yönetimlerin özerkliği kavramı arkasına sığınılarak federatif yapılarda ancak görülebilecek bir kısım egemenlik yetkilerinin yerel idarelere aktarılmasına yol açacak nitelikte olmadıkları sürece, her türlü yasal düzenlemeyle uyumlu ilkelerdir.

  • Ülkemizde, yerel yönetimlerin özerkliği kavramının arkasına sığınılarak bazı çevrelerce yapılmak istenen ve sonu egemenlik paylaşımına çıkacak an yönlendirmelere karşı çok dikkatli olunmalıdır.

  • Özerk nitelikli idari kurum ve kuruluşların anayasal güvencelerinin ve hukuksal statülerinin anayasada düzenlenmesi uygun ise de kural olarak tek tek kurumların bizatihi kendilerinin idari yapılarının anayasada düzenlenmesi doğru değildir. YÖK gibi mesela.

  • Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığının, Türkiye'nin özel şartları dikkate alınarak anayasal bir kurum olarak düzenlenmeye devam edilmesinin zorunlu olduğunu düşünmekteyiz.. Ancak bu anayasal yapının belli ölçüde özerk nitelik de taşıması sağlanmalıdır. Böyle olmakla birlikte, kurumun yapısının yasal temelde ihtiyaçlara uygun olarak ve yurttaşlarımızın tüm kesimlerine hitap edecek şekilde yeniden düzenlenmesi mümkündür ve gereklidir.

  • Anayasa Mahkemesi:

  • Anayasa Mahkemesinin yapısının mutlak surette yeniden düzenlenmesi, siyasal etkiye açık ve objektiflikten uzak yapısından kurtarılması gereklidir.

  • Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu:

  • Hâkimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak ve birbirinden bağımsız bir şekilde ikili bir yapıda yeniden düzenlemelidir.

  • Hiçbir siyasetçi ya da bürokrata Kurul üyeleri arasında yer verilmemeli, Adalet Bakanı ile Kurul arasındaki ilişki, Adalet Bakanının davet edildiği toplantılarda sembolik nitelikli bir Onursal Başkanlık biçiminde düzenlenmelidir.

  • Adalet Bakanı sadece yargı örgütü ile yürütme ve yasama organı arasında bütçesel işler, kadro işleri gibi zorunlu irtibatların sağlanması durumlarında ve Kurul Başkanının çağrısı üzerine gerçekleşmelidir.

  • Adalet Bakanı, Kurul sekretaryasını yönetecek amirlerin atanmasında da söz sahibi olmaktan çıkartılmalıdır.

  • Adalet Başkanlığı Müsteşarı da ancak Kurulun idari işlerle ilgili dairesinin çalışmalarına veya idari işlere ilişkin gündemlerin görüşüldüğü Kurul çalışmalarına, ilgili bölümün başkanının daveti üzerine katılabilmelidir.

  • Hâkimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna itiraz yoluyla götürülebilmelidir.

  • Askeri Yargıtayın görev alanına giren işlerin Yargıtayda oluşturulacak bir dairece, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanına giren işlerin ise Danıştayda oluşturulacak bir dairece yerine getirilmesi yönünde düzenleme getirilip, bu iki Yüksek Mahkemenin ayrıca kurulmalarına gerek kalmadığı için kaldırılması uygun olabilir.

  • Yüce Divan görevinin Anayasa Mahkemesinden alınarak Yargıtay Caza Daireleri Başkanlarından oluşturulacak bir özel daire tarafından yerine getirilmesi çok daha uygun olacaktır.

  • Sayıştayın düzenlenmesi anayasada korunmakla beraber bütün kararlarına karşı Danıştay nezdinde yargı yolunun açık olması gerekir.

  • Genelkurmay Başkanının atanması, Millî Savunma Bakanı tarafından önerilmek suretiyle Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanınca onaylanmak şeklinde düzenlenmelidir. Tabii, burada “Cumhurbaşkanından bu yetki alınmalıdır.” şeklinde bir talebimiz de vardı. Bununla çelişiyor gibi ama alternatif olarak bunu değerlendirmek mümkün yani alınmaması hâlinde böyle olmalı.

  • Genelkurmay teşkilatının askerî hizmetin gereklerine göre işleyecek özerk yapısı korunmakla beraber Genelkurmay Başkanının Millî Savunma Bakanına karşı sorumlu olduğu anayasada belirtilmelidir.

  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevi anayasada daha somut ifadelerle düzenlenmek suretiyle Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu’nda yer alan ünlü 35’inci madde tartışmalarına da kökten çözüm getirilebilir.

  • Olağanüstü yönetim şekline ilişkin anayasal düzenlemeler uygundur. Ancak, olağanüstü yönetim döneminde alınan her türlü idari kararların yargı denetimine açık olmasının yanı sıra bu dönemde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere karşı da yargı yolunun açık olması gerekir. Olağan dönemlerde Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmemelidir.

  • Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince yürütülecek asli ve sürekli hizmetlerin kamu görevlilerince yerine getirileceği vurgusu daha güçlü şekilde yapılmalı. Bu madde son derece önemli, Türkiye Kamu-Sen olarak bunu önemsiyoruz. Şu anda sayın bakanlarımızın açıklamalarından “devlet memurluğu” kavramının kaldırılacağı, işçiyle bütünleştirilerek tek tip istihdam modelinin getirileceği, dolayısıyla iş güvencesiz bir modelin ortaya konulacağı ifadeleri yer alıyor. Böyle bir niyet de çok açık var, Sayın Faruk Çelik de bunu ifade etti. Dolayısıyla, Anayasa’nın 128’inci maddesinin ortadan kaldırılması gerekir. Ama biz tam tersine, bu maddenin daha da güçlendirilmesi gerektiğini bu talebimizde ifade ediyoruz. Bunu da önemli görüyoruz. Tabii, bu maddenin değişmesi anayasa ya da referandum sürecinde kamu çalışanlarının çok ciddi tepki göstermesine de sebep olacaktır. Yani bu düzenlemeyi kaldıracak olanların da bunu da hesap etmesinde büyük yarar var. Türkiye çok ciddi eylemlere gebe kalacaktır. 2 milyon 600 bin kamu çalışanının iş güvencesinin elinden alınmasına razı olmayacağı, göz yummayacağı da herkes tarafından bilinmelidir.

  • Evet, ben teşekkür ediyorum.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, çok teşekkür ederiz.

  • Önemli bir sunuştu. Her şeyi kapsayan, soruların her yönünü içeren bir sunuş. Gerçekten teşekkür ederiz.

  • Buyurun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de teşekkür ediyorum. Aslında şimdiye kadar bizim alt komisyonumuz olarak üçüncü sizi dinledik. Kapsamlı, anayasanın bütün bu bölümleriyle, bütün içeriğiyle ilgili ilk çalışma buydu dinlediğimiz. Zaten birçok konuda da bence doyurucu. Teklifler, analizler var. Teşekkür ediyorum, ayaklarınıza sağlık.

  • Şimdi, benim tabii birkaç hususla ilgili olarak belki açılmasını istediğim şeyler olacak, yani görüşlerinizi sorabilirim açma anlamında.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Tabii, bunu sorabilirsiniz de ben şunu da ifade edeyim: Tabii, ben bir anayasacı falan değilim, hukukçu falan da değilim ama…

  • MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Yok, yok, tabii, onun farkında olarak soracağım.

  • Şimdi, burada 2’nci sayfada bir başlangıç kısmının bulunmasını… Bu başlangıç kısmının daha ileri olarak metne tabi olması öneriliyor.

  • Şimdi, tabii, şahsi görüşüm olarak ben daha önce de beyan ettim. Başlangıç kısımları sıkıntılı anayasalarda çünkü anayasayla ilgili problemli nokta şurası: Anayasa metni bir ölçü metin. Kanunların anayasaya uygunluğu, anayasa kriter olarak kullanılarak inceleniyor. Şimdi, başlangıç kısımları daha çok, böyle, hukuk kuralı mahiyetinde kaleme alınmamış, biraz daha edebî metinler olduğu için bunların kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesinde bir kriter olarak kullanılmasında bir sorun oluyor. Mesela “Başlangıç kısmının olması ama metne tabi olmaması düşünülemez mi?” gibi bir fikrim var. Bu, bu endişeden dolayı yani bir hukuki kriter olarak kullanılacağı için gibi.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Şimdi, Mustafa Bey, bizim milletimiz çok köklü bir millet. Bu Anadolu’yu coğrafya yapmak için bu millet çok bedel ödedi, kanlar döktü. Dolayısıyla, biz bu bedeli… Gerçi anayasa evrensel bir metin olarak değerlendirilebilir ama diğer milletlerin anayasasında da belli ifadeler var, Alman Anayasası’nda filan belli ifade de var. Dolayısıyla, bu anlamda bu felsefeyi, kuruluş felsefesini, millet olarak saygımızı belirten temel birtakım tespitleri çok kısa olmak şartıyla anayasanın başlangıç kısmında vurgulamamız lazım yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin ebedî bir devlet olduğunu. Aynı zamanda, bizim bir ders kitabı olarak da görmemiz lazım anayasayı Mustafa Bey. Yani çocuklarımız anayasayı eline aldığında diğer maddelerini okumaz. Şöyle başlangıç kısmını bir ortaöğretim öğrencisi, bir üniversite öğrencisi okuduğunda kendisine yüklenen bir görevi de orada görebilir, bu toplumun tarih içerisindeki gelişini şöyle bir sorgulama imkânı bulur belki de. Çok kısa cümleler ama ben bunu çok vurgulayıcı cümlelerle ifade etmekle bir anlamda hem geçmişe karşı da vazifemizi yapmış oluruz diye düşünüyorum. Bu önemlidir yani. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini unutmak ya da unutturmak gibi bizim bir değerlendirmemiz ya da böyle bir değerlendirmeye yol açacak bir tavır içinde olmamız doğru bir yaklaşım olmaz diye düşünüyoruz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, bir başka husus, bu -yine bir önceki toplantıda da oldu- değişmez maddelerle ilgili. Burada da bir şey dikkatimi çekti, ondan hareketle sadece soracağım bunu, detaya girmeyeceğim. Şu 3’üncü sayfada “’Devletin ülkesi, milletiyle bölünmez bütünlüğü’ ile cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen ‘insan haklarına dayanan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti’ olduğu hükmü korunmalıdır.” diyorsunuz. Şimdi, “insan haklarına dayanan” yok mevcut Anayasa’da, “insan haklarına saygılı” var. Bu da zaten 82 Anayasası’yla 61 Anayasası mukayese edilirken bilinçli olarak yapılmış bir tercih 82’de. 61 Anayasası’nda “insan haklarına dayanan” diye bir ifade var. 82 Anayasası insan haklarıyla daha mesafeli bir ilişkiyi tercih etmiş bir anayasa.

  • Şimdi, mesela bu “insan haklarına saygılı” değil de sizin dediğiniz gibi “insan haklarına dayanan” olsa veya yine 2’nci maddede mesela “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde” diyor, “başlangıçta belirtilen temel niteliklere dayanan” diyor, mesela bunların bir hukuk kuralı olarak anayasada bulunması biraz benim şahsi kanaatime göre problemli. Toplumun huzuru nedir? Bunları tanımlıyor mahkeme, Anayasa Mahkemesi kanunu incelerken. Millî dayanışma nedir? Adalet anlayışı nedir? Bunlar hukuki çerçevesi olmayan kavramlar.

  • Şuraya varmak istiyorum buradan: Yani “Toptan bu maddelere dokunulmamalıdır.” dediğimiz zaman bu içindeki kaleme alışla ilgili birtakım sıkıntılı hususlar var. Tabii, “Bunları koruyor mu?” tartışması teknik bir tartışma, ayrı bir tartışma çünkü “2’nci maddedeki nitelikler” diyor sadece. Bunlar nitelik midir, değil midir? 4’üncü madde bunları koruyor mu, ayrı bir teknik tartışma da fakat burada sizin dediğiniz, temel anlayışı -ki onu bir önceki arkadaşlara da söyledim- mesela bu üç maddenin yani niteliklerin korunması 61 Anayasası’nda yok fakat bunların değişmesi için bir teklif hiç verilmemiş bu dönem, süre içerisinde. Demek ki bunlar Anayasa’daki hükmün koruması altında değil zaten. Bunlar anayasa ötesi, anayasa üstü bir kabule mazhar olmuş hükümler, anlayışlar olarak anayasada bulunabilir. Yani toptan bu alanı kapattığımızda, işte, bu dediğim gibi “insan haklarına saygılı”, “dayanan” hepsi bir yana...

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Başka bir yerde de ifade ederiz. Başka bir yerde ifade ederiz onu da. Şöyle: Şimdi, belki bu yaklaşım anayasaların yapım tekniğine uymuyor. Gerçi ben başka anayasalarda da değişmez hükümler olduğunu gördüm. Mesela “’Cumhuriyet’ kavramı tartışılmaz.” diyor.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bizde var o mesela, 24’te var.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Yani başka milletlerin anayasasında da benzer hükümler var. Tabii, biz biraz ileri götürmüş olabiliriz ama Türkiye'nin yaşadığı coğrafyayı bizim göz önüne almamız lazım. Bugün bir Almanya’da, Fransa’da benzeri yapıda benzeri olayları yaşamıyoruz. Türkiye'nin bir bölümü alenen bölünmek isteniyor. Bir silahlı örgüt eline almış silahı, “Ben anayasayı da silahla değiştireceğim.” diyor. Şu anda anayasa talebi yok mu PKK’nın? Çok açık var. Birtakım çevreler de entelektüel olma adına PKK taleplerini seslendirmeyi millî bir görev gibi algılıyorlar. Şimdi, anayasayı evrensel yapalım da evrensel yapalım derken Türkiye'nin yaşadığı gerçeklere de gözümüzü falan yummayalım.

  • Şimdi, bu Anayasa’nın ilk üç maddesinde yazım olarak hatalar filan da vardır ama benim şu tespitim oldu: Ben diğer örgütlerle beraber de TOBB bünyesinde yapılan anayasa değişikliği çalışmalarına katılıyorum. Neredeyse bütün örgütlerin olduğu bir toplantıya katıldım. Bu ilk üç maddenin tartışılması hâlinde oradaki birçok örgütün o çalışmada olmayacağı kanaati hasıl oldu. Dikkat ediyorum, bütün örgütler ilk üç maddeye dokunmuyor. Yani emin olun, içinde solcu örgütler de var, bilmem neci örgütler de var; ilk üç maddeyi tartışmıyor. Sadece İbrahim Kaboğlu “Ya niye tartışmayalım?” dedi, sadece 1 kişi çıktı. Yani şöyle bir konsensüs oluşmuş toplumda: İlk üç maddeyi tartışmak bu birlikteliğe zarar verir.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Kaboğlu “Tartışalım.” mı dedi?

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Tartışılmalı dedi. “’Demokratik cumhuriyet’ tabirini getirebiliriz.” falan dedi. Dedim: “Yahu lazımsa başka bir yerde yaz yani niye ilk üç maddede yazıyorsun?”

  • Dolayısıyla, böyle bir konsensüs şu anda var. Emin olun, toplumun yüzde 90’ında var. Yani Adalet ve Kalkınmaya oy vermiş vatandaşta da var, MHP’ye, CHP’ye oy vermiş vatandaşta da var. Bu ilk üç maddeyi tartışacak olan siyasi partilerin bunu ben kendi seçmenlerine bile anlatabileceğini düşünmüyorum. Bu çok tehlikelidir. Türkiye'nin yaşadığı gerçeklerle beraber değerlendirmek lazım. Herhangi bir partinin bunu tartışması kamuoyu nezdinde ciddi puan kaybına sebep olacaktır, bunu da görmesi lazım. Bu milletin birlikteliği tartışılmaz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Başka soru?

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir iki şey daha var.

  • Şimdi, şeyde, bu 42’nci maddedeki, mevcut olan, “Türkçeden başka bir dilde eğitim öğretim yapılamaz.” Yani bu Türkçe dışındaki dilde eğitim öğretimin olmadığı anlamına geliyor. Fakat burada şey yok, ana dil öğretimi, son paragraf sanki onunla ilgili.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – O, kurs olarak açılabileceği…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Türkçe dışında bir dilde eğitim, ana dilde eğitim öğretim yapılmaz ama dilin öğretimi konusunda…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – O yapılabilir, kurs olarak.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ama burada şey diyor: “Devletin resmî kurumları dışında özel kurumlarca öğretilmesi…” Yani devlet kurumunda…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Kurslar vasıtasıyla…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yok, hayır, devletin…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ – Ha, devlet öğretmesin evet.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Okullarda…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Tabii, tabii.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Onu anlamamız lazım.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Yani okullar dışında…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani okullarda seçimlik ders olabilir mi?

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Olamaz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir başka husus: Başkanlık sistemiyle ilgili, yaklaşabileceğimizi zannediyorum biraz.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Vallahi, Latin Amerika ülkelerinde diktatörlük oluşmuş. Bir Amerika Birleşik Devletleri bunu doğru dürüst uygulayabilen.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Burada siz, tabii, çift meclisli, özellikle eyalet sistemine dayanan yani Amerika’daki senatoya benzeyen çünkü her bir eyaletin eşit sayıda temsilcisinin olduğu bir meclisle, çift meclisli bir uygulamanın… Buraya tarif ettiğiniz bir uygulamayla başkanlık sistemine karşısınız. Fakat başkanlık sistemi diye bir model…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Esasında çok geniş şeylerimiz var, açıklamalarımız da bu özeti yani esas metinde gerekçelerimiz, hepsi yazıyor.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, burada halledilebilecek bir konu değil de espri olarak yapıyorum bunu.

  • Şimdi, tabii, başkanlık sistemi literatürde “Başkanlık sistemi yoktur, başkanlık sistemleri vardır.” diye bir ifade var. Yani bir tek başkanlık sistemi modeli yok. Aslında sizin burada parlamenter sistemle, özellikle kuvvetler ayrımı teorisi konusundaki sıkıntılardan özellikle yargının yürütmeden ayrılması, ama parlamenter sistemde yürütmeyle yasamanın bütünleşik olması dolayısıyla sadece yürütmeden değil, yasamadan da yargının ayrı olması noktasına dair yaptığınız açıklamalar var.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Onu tartışmıyoruz, onu zaten belirtiyoruz burada.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, burada zaten parlamenter sistemin temel sorunu da bu. Parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığı yok esasen. Yani bir yargı ayrı gibi düşünülebiliyor. Yürütme ayrı bir şey değil. Zaten Anayasa’daki düzenlenişi itibarıyla da…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Onu bahsediyorum zaten orada, ifade ediyorum onu.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani yürütme yasamanın içinden çıkıyor. Hâlbuki başkanlık sistemi olmuş olsa o zaman tam anlamıyla bir kuvvetler ayrılığı karşımıza çıkacak. Yani yürütme tamamen ayrı, yasama tamamen ayrı ve yargı da dolayısıyla, tamamen ayrışmış olacak. Başkanlık sisteminin sakıncalı gördüğümüz bazı hususları zorunlu hususlar değil benim literatür taramalarıma göre. Bu, tartışılabilir bir konu ama yani tek bir model olarak bu şekilde düşünülmemesi gerekir diye benim kanaatim.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Bizim kültürel kodlarımıza biraz uyuyor bu sistem, parlamenter sistem daha çok uyuyor gibi görünüyor şu anda.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama benim İsmail Bey’in söylediğinden anladığım, her türlü başkanlık sisteminin…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bütün modellerine…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – …bütün modeller bizde bir felaket oluşturacak ve…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Parlamenter sistemde öyle değil mi?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – O zaman felaket oluşmuyor.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hükûmetin başı yasamanın da üzerinde hâkimiyet kurduğu için… Şimdi, mesela Başbakanın…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Şimdi şu sistemde bile böyle iktidarın kişiselleşmesi gibi bir sürece doğru gidildiğini biz görüyoruz. Allah muhafaza, bir de başkanlık sistemi olsa Türkiye’de yandı yavrum keten helva, Mustafa Bey.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben tam tersini düşünüyorum. Parlamenter sistem daha fazla buna imkân veriyor.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Sadece Amerika başarabilmiş.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ – Bunlar birbirini nasıl dengeleyecek?

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İşte o sistemi kurmak mümkün.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ – Onu kurmak için başka mekanizmalar… Yeniden kurmak, tartışmak gerekir.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Süremizin sonuna geliyoruz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir şey daha, sadece…

  • HSYK’yla ilgili ve Hâkimler Yüksek Kurulu, Savcılar Yüksek Kurulu ayrımı; onu ben de şahsen benimsiyorum. Bununla ilgili birçok şey var, yürütmeden ayrılması, yasamadan ayrılması fakat bu kurumların nasıl olacağı konusunda hiçbir şey yok.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Şimdi, onunla ilgili tekliflerimiz var ama burada bu ana omurga olduğu için detaya biz girmedik burada. Onu ben size göndereceğim. Yani nasıl seçilmeli, nerelerden seçilmeli, onları size göndereceğiz.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ – Bunun hazırlığı şöyle oldu zaten: Şu anda bir çalışma yapıldığı hâlde…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Doğrusu bu zaten.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Sizi boğmak istemedim birtakım şeylerle.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ – Yani 24-25 tane akademisyenle diğer arkadaşlarımız çalıştı, bir de çalıştay düzenledik. Sayın Milletvekilim de katıldı açılışına. Orada, tekrar o sempozyumda tartışıldı. Belki bunun içerisinde, bazı yerlerinde de birtakım değişikliklere de gidilebilir. Bu ham bir çalışma. Bunun tamamı, bütüncül bir hâli bitecek. Onu, en son hâlini biz Meclise göndereceğiz, sizlere de takdim edeceğiz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkürler.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Teşekkürler arkadaşlar.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Biz teşekkür ediyoruz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan ve değerli mesai arkadaşlarına bu kadar kapsamlı, güzel bir çalışmayı yaptıkları için ben de teşekkür etmek istiyorum.

  • Ben tekrar aynı şeyi hatırlatmakta fayda görüyorum. Bizim burada sizin yaptığınız çalışmada vardığınız hükümleri, yargıları yargılama, sorgulama gibi bir durumumuz söz konusu değil, biz sizi dinliyoruz. Ancak burada bazı flu noktalar, anlaşılmayan noktalar varsa onun açıklanması bakımından soru yöneltebiliriz. Yani bizim pozisyonumuz tamamen nötr burada. O bakımdan, biz sizin görüşlerinize saygı duyuyoruz. Güzel bir çalışma olmuş. Buyurduğunuz gibi, inşallah, bunun daha detaylandırılmışı, daha somut teklifleri de içeren kısmı da Komisyona intikal ederse onunla da büyük bir katkı olacağı kanaatindeyim.

  • Bir tek şey söylemek istiyorum Mustafa Hocama. Şimdi, bakın, diyorsunuz ki… Yani Mustafa Hoca ikiden beri bu değişmez maddelere birazcık şey yaptı. Tabii o kadar olacak tabii de şu var: “4’üncü maddeye ne gerek var? Zaten bu üç maddenin değiştirilmesi hakkında hiç teklif verilmedi ki.” diyorsunuz. Hiç verilmediyse niye rahatsız oluyoruz? Kalsın o zaman. Veya hiç verilmemesi şimdiden sonra verilmeyeceği anlamına da gelmez. Türkiye'nin sosyokültürel, politik şartları öyle bir noktaya götürür ki… Zaten teklif verilmedi de çatır çatır birtakım sesler geliyor o maddelerle ilgili. O zaman, madde kalsın veya kalmasın ama bu ilk üç maddede ifade edilen temel felsefe ve yaklaşım konusunda hep beraber hassasiyet göstermemiz gerekir diyorum.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yalnız, Tuncay Bey, şunu…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Şimdi, gene aramızda konuşmaya başlıyoruz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır, hayır, bir şey söyleyeceğim.

  • Şu bakımdan sorun var: Şimdi, bu değiştirilmezlik hükmünü koyduğumuzda bunu bir Meclis, belli bir kuşak koyuyor. Ama irademiz bir sonraki kuşakları da bağlayan… Zaten o kuralı koyuyoruz, değişebilir bu. Başka bir Meclis seçilir -on sene, yirmi sene- işte, biz nasıl değiştirmeye çalışıyorsak değişebilir.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Şartları düzelirse daha güzel bir anayasa yapılabilir.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yapılabilir.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Ha, bugün o gün değil.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ama biz “Bundan sonra kim gelirse gelsin, hangi kuşak gelirse gelsin bu maddeleri değiştiremez.” diyoruz. Yani bir kuşağın kendisinden sonraki kuşakları bağlayabilecek böyle bir hükmü koyabilmesinin hukuki bakımdan, hukuk felsefesi, siyaset felsefesi bakımından doğru olmadığı kanaatindeyim ben. İtirazım bu bakımdan, içerikle ilgili değil.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ben de şunu söylüyorum Sayın Hocam: Bu, bir mücadelenin sonunda kurulmuş, belli özellikleri kaçınılmaz şekilde ihtiva etmesi gerektiğine inanılan bir devlet modeli var. Üniter yapısıyla, şusuyla busuyla. Bu kanun maddeleri yazması veya yazmaması da çok önemli değil. Biz bu modeli temelinden değiştireceğimiz zaman yeni bir devlet kuruyoruz demektir. Bu yeni devlet kurmanın şartları farklıdır. Orada her şey konuşulabilir, her şey…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Korkulan bu zaten.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir soru: Peki, 61’de yeni devlet mi kurulmuştur?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi, bakın, yani maddelerde şu Anayasa’nın 21, 24, 61, 82’de şu ifadeler vardı, bu ifadeler yoktu meselesi değil. Tarihî süreç içinde baktığınız zaman, 82 Anayasası’nda daha kazuistik bir yaklaşım sergilenmiş, o düşünülen felsefi eğilim daha somut olarak ifade edilmiş. Bunlar 82 Anayasası’nda ifade edilmiş. 21 Anayasası’nda bu ihtiyaç yok muydu? Üniter yapıya ihtiyaç yok muydu? Üniter yapı niye geldi? Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından edindiğimiz tecrübelerle geldi. Eğer bunları reddedeceksek, o zaman, dediğim gibi, yeni bir devlet kuruyoruz demektir. O zaman o düşünülecek bir şey.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben Osmanlı üzerine çalıştığım için… Osmanlı zaten üniter devletti. Eyalet sistemi idari bir ayrışmadır. Yasama yetkisi olmayınca üniter devletten çıkmıyorsun ki. Yasama yetkisi var.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Bir tecrübenin sonunda bu devlet kuruldu.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yasama yetkisi merkezî, yargı merkezî; idari bakımdan şey var. Bu üniter devlet. Osmanlı’da zaten üniterlik tartışması yok. Ama benim dediğim şu: 61’deki ile 2’nci maddeyle 24’ü karşılaştıralım. 61’de değiştirilmiş. Yeni devlet mi kurulmuş? Hayır. Sorum bu.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – 61’i asker yapıyor ama bunu siyasi partiler, siviller yapıyor.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bundan sonraki kuşakları bağlayıp bağlayamayacağı kuşağın uzunluğuna bağlı tabii. Kuşak ne kadar uzun o kadar…

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Biz müsaade isteyelim.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben bir şey daha sormak istiyorum. Bu 10’uncu sayfanın son paragrafında din eğitimi ve öğretimi konusunda “ilk ve ortaöğretimde belli yoğunluğu aşan talepler” diyorsunuz. Bundan kastedilen şey nedir, “belli yoğunluğu”?

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Derslik açılmasına yeter sayıda olması lazım. O kadar da önemli değil yani “yoğunluk” kelimesini kaldırabiliriz. Böyle bir talep varsa, bana göre, 3 kişi bile olsa değerlendirilmeli. Yani o kadar önemli değil “yoğunluk”, onu kaldırabiliriz de. O bağlayıcı bir şey değil. Olmalı.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ederiz efendim. Çok sağ olun.

  • TÜRKİYE KAMU-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK – Biz teşekkür ederiz.

  • Kapanma Saati: 16.04











  • Yüklə 2,59 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin