Şimdi Türk Ticaret Kanunu’nda Odalar Birliği adına şahsen iki sene çalışmalara katıldım. Karşı çıktığım şeyler oradaki kişiler tarafından yani oradaki komisyon üyeleri tarafından sonuçta da Meclis tarafından karar alındı. Şimdi o karşı çıktıklarımızın birçoğu tartışılıyor. Ama karar alacak onlar. O tartışma, Türk Ticaret Kanunu’nun sonradan yapılan tartışmaları bence Anayasa’da önceden yapılıyor. Sonraya tartışma kalmayacak mı? Tabii ki kalacak ama bunu minimuma indirmek lazım. Bence bu süreç o tartışmaları minimuma indirme sürecidir. “Yani ben de fikrimi söyledim, bu anayasa benim de anayasam. Çıktığı 1980’de o günkü operasyonu yapan, ihtilali yapan şeyin yaptığı yüzde 90’la geçen anayasa değil, benim de fikrimi söylediğimi bir anayasa, beni de dinlediler.” Bunu kim diyor? Bir ev kadını diyor, bunu bir esnaf kardeşim diyor, bunu belki işsiz bir vatandaşımız diyor. Bu çok önemli. Bunu dedirtebilmek. Keşke imkân olsa da daha uzun bir süreçte herkes dese ama çok uzun süreç de olursa bu sefer sulanıyor. Onun da anlamı kaçıyor. Bence sondaj usulüyle. Bu yol bence doğru bir yoldur.
Sizleri de tebrik ediyorum böyle bir kararı aldığınız için. Şunu diyebilirdiniz: Biz Mecliste temsil edilen tüm partiler bir araya geldik, biz kendimiz yapacağız. Siz bizi seçmediniz mi? Onu da diyebilirdiniz. Ona da halk bir şey demezdi ama bence bu süreç daha doğrudur. Referandumdan da daha iyi bir süreçtir diye cevabı vermiş olayım.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ben bu ayrıntılı bilgiler için Sayın Mete, çok teşekkür ediyorum ama ben bir arzumu veya bir isteğimi size –samimiyetinize de güvenerek- iletmek istiyorum. Bu platformun görüşleri Odalar Birliğinin, aşağıdaki odalardan yukarı doğru gelen görüşleri birbirinden oldukça ayrı. Aynı konular da olsa, uzlaşsalar dahi ayrı. Ayrı kuruluşların görüşleri. Biz sizden özellikle odalardan yukarı doğru gelen görüşlerinizi almakta fayda mülahaza ediyoruz.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – Şu son sunduğum “Nasıl bir anayasa istiyoruz?”
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Orada da bir nokta var. Siz bir şey söylediniz, “Biz de görüşlerimizi platformda yaptığımız müzakereler esnasında bazılarından vazgeçtik, uzlaştık.”diyorsunuz. Biz Odalar Birliğinin üyelerinden yukarı gelen görüşleri tam kristalize olarak görmekte fayda olacağını düşünüyoruz, uzlaşmadan evvelki görüşlerinizi.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – Onları tekrar etmenin anlamı yok diye düşünüyoruz çünkü uzlaşılan bir şeyde geriye dönmeye gerek yok.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Çok önemli. Ama sizin uzlaşmanız diğer sivil toplum örgütleriyle uzlaşma. Siz Odalar Birliğisiniz. Sizin 1 milyon 300 bin üyeniz var. Odalar olarak bütün Türkiye sathına yayılmışsınız. Oradan gelen bir kristalize görüş var. Siz bunları üst yönetim olarak birileriyle daha katkıda bulunmak bakımından uzlaşabilirsiniz ama bizim merak ettiğimiz ve önem verdiğimizi konuların başında sizin 1 milyon 300 bin üyenizin Anadolu’nun sathından bu anayasa konusundaki en önemli konularda ne düşündüğünü bilmek isteriz. TOBB’un görüşü, TOBB’un altından yukarıya doğru gelen görüşü nedir?
Tabii takdir sizin.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – İlave ederseniz Hocam, çünkü mutfakta daha çok çalışan kişi olduğu için.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kısa bir söz alabilir miyim.
Güven Bey vardı DESK’teki toplantıda. Bu konu üzerine Rıfat Bey’le de konuşmuştuk. Ben de, Tunca Bey’in dediği gibi, burada sizin bir kurumsal görüşünüz elbette çok değerli bir görüş. İşte bu platform çerçevesinde oluşturduğunuz görüş de aslında o görüş ama biz bir de bu kadar geniş, yaygın bir tabanı olan bir kurumun tabanının görüşünü de bize ilave, ikinci bir görüş olarak belki yansıtmasının da çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Mesela üniversitelerde de bu var. Mesela üniversitelerin görüşü geliyor. Nasıl olduğunu üniversitelerde akademisyen olan arkadaşların çoğu biliyor. Kurumsal görüşü uzmanlar falan hazırlıyor. Bir üniversite, mesela Medipol Üniversitesi -Yücel Sayman Hoca’nın fikridir bu- öğrencilerinden, öğretim üyelerinden tek tek görüşler topluyor ayrıca. Bu görüşleri de ayrı bir görüş olarak bize aktarıyor. Böylece bizim ulaştığımız insan sayısı çok büyük ölçüde artmış oluyor. 1 milyon 300 bin muazzam bir sayı.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – O çalışmayı da yapıp size getirelim.
Hoca’mın belki o konuda mutfakta çalışırken tespitleri var, onları da iletirse bize.
TEPAV DİREKTÖRÜ GÜVEN SAK – Ben gözlemlerimi söyleyebilirim Odalar Birliği söz konusu olduğunda.
Bence Odalar Birliği Türkiye’ye benziyor zaten. Ben her toplantıya katılıyorum. Bölge toplantılarına da katılıyorum. Dolayısıyla nerede yapıyorsak toplantıyı, o yörenin özelliklerine bağlı farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bu farklı görüşleri de bence Odalar Birliğinin en iyi tarafı -yaklaşık on yıldır ben Odalar Birliğini tanıyorum- Odalar Birliği camiasının en büyük özelliği bence son derece demokratik bir ortamda ve son derece disiplinli bir şekilde, herkesin belli bir süresi oluyor, herkes o süresine uyuyor, ayağa kalkıyor, görüşlerini söylüyor. O görüşlerini büyük bir özgürlük ortamı içerisinde söylüyor. Ondan sonra da bir başkası çıkıp niye o görüşlere katılmadığını söyleyebiliyor sonuçta. Bunlar bir nevi damıtılarak Odalar Birliği içerisindeki tartışmalardan çıkmış mutabakat noktaları sonuçta. O iki slaytta yazanlar aslında o temel noktaları, mutabakat noktalarını içeriyor ama bunun dışında çok farklı görüşler var. Yani İzmir’deki odalarla Diyarbakır’daki odaların her konuda aynı şeyi düşündüğünü söyleyemem sonuçta. Farklı fikirleri var. Ama bunların hepsi aynı yapının içerisinde, aynı mekanizmanın içerisinde aynı işi yapıyorlar zaten.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – Hatta Giresun’la Mersin aynı şeyi düşünmeyebiliyor.
TEPAV DİREKTÖRÜ GÜVEN SAK – Dolayısıyla bu farklı görüşlerini de bu yapının içerisinde arka arkaya dile getiriyor insanlar. Ama biz size öyle bir derleme yapabiliriz ayrıca.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Saat 10.40 oldu ama daha Rıza Hoca’mın sorusu var. Onun bir veri olarak bize verirseniz çok makbule geçer.
Buyurun Hocam.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Başka bir konu bu.
Bir kere, tabii, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin bu anayasanın yapılma sürecine yaptığı katkı çok değerli, çok önemli. Onun için gerçekten teşekkür ederiz.
Benim sormak istediğim şey şu: Çağdaş devleti tanımlarken “Üç temel niteliği var.” dediniz. “İfade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü.” Böyle bir tanım birçok sorun çıkarıyor ortaya. Bir kere hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ya da yargı bağımsızlığı gibi unsurlar çağdaş devletin dışında bırakıldı. O zaman çağdaş devlet tanımına hukuk devleti girmiyor mu? Oysa sizin orada koyduğunuz uzlaşı metni dediğiniz ilkelerde hukuk devleti de var.
İkincisi, tabii, teşebbüs özgürlüğü dediğiniz zaman, çağdaş devleti teşebbüs özgürlüğüne dayandırdığınız zaman böyle bir devlet anlayışı ortaya çıkarıyor. Başka bir devlet anlayışı ortaya çıkarıyor. Teşebbüs özgürlüğüyle birlikte sendikalaşma özgürlüğü, toplu sözleşme yapma hakkı, grev hakkı da birlikte geliyor. Bunları birbirinden ayırınca çok dengesiz bir devlet anlayışı ortaya çıkıyor. O zaman sizin söylediğiniz oradaki ilkelerde, mutabık kalınan ilkelerde sosyal devlet ilkesi de vardı. Bu, sosyal devlet ilkesiyle nasıl bağdaşıyor teşebbüs özgürlüğüne dayandırmak çağdaş devleti?
Tabii, temel özgürlüklerden söz ediyorsak ifade ve din, vicdan özgürlüğü yanında toplantı özgürlüğü de var. Tabii ki başka özgürlükler de var. Yani onlar niye sayılmıyor da sadece bunlar var gibi sorular ortaya çıkarıyor. Bu konuda görüşlerinizi anlamak istedim, biraz daha açmak istedim bu konuyu.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – Size söyleyeceğim Hocam. Ben iktisatçıyım. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi okurken o günkü hukuk hocalarımızdan hukuk nosyonunu aldım ama şimdi bunlara tek tek cevap verelim. Hocam izin istedi.
TEPAV DİREKTÖRÜ GÜVEN SAK – Orada dediğiniz çok doğru tabii. Bu bir özet sonuçta. Öyle her şeyi tadat eden bir metin değil. Ama teşebbüs hürriyeti deyince, onu oraya yazarken, görüşleri öyle derlerken bu başlık altına aslında vurgulamak istediğimiz şeylerden biri hukuk devleti ilkesi. Yani kurallar olsun, işler o kurallara uygun olarak yürütülsün, insanların hak araması mümkün olsun, üzerlerinden bir tahakküm olmasın, bunların hepsini ben içerdiğini düşünüyorum. O temel hürriyetlerin olduğu bir ortamın bütün yapıyı tanımladığını düşünüyorum. Anayasayı yazarken sonuçta bir haklar ve özgürlükler, hürriyetlerle ilgili bölüm var bir de o hakların ve özgürlüklerin nasıl korunacağı, nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin o mekanizmanın tasarımı bölümü var. O mekanizmanın bu özgürlükleri güçlendirici biçimde tasarlanması lazım sonuçta.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Zamanımız bitti.
Ben sadece küçük bir hatırlatmada bulunacağım. Rıza Hoca benim sorularıma tercüman oldu. Onun için o soruyu müşterek sayabilirsiniz. Ama ülkenin özellikle son otuz yılına baktığınızda kâr ve teşebbüs hürriyetinden başka hiçbir hürriyet alanının kalmadığını görüyoruz. Bu o kadar böyle ki darbe bildirisi yayınlanırken bile borsanın kapanış saatine denk getiriliyor. Yani aman piyasalar etkilenmesin. Demokrasinin sakata uğradığı bir yerde bu Anayasa kitapçığı şu zaman değil bu zaman fırlatılsaydı yine borsalara kote eden bir anlayışla yaklaşılıyor.
Son söz olarak, gerçekten burada emek sendikalarını da dinledik. Hiçbir zaman tek başına emeği almıyorlar. Artık dünya böyle bir noktaya geldi. Teşebbüs hürriyeti zaten gani gani varken en azından çalışma yaşamı başlığı altında olayın bir de emek boyutuna dönük düşüncelerinizi de duysaydık, ben kişisel olarak çok daha bahtiyar olurdum. Bunu bir soru olarak sormadım ama cevap vermek isterseniz buyurun.
Vaktimizi doldurduk. Teşekkür ediyorum.
TOBB YÖNETİM KURULU ÜYESİ HALİM METE – Şimdi bu çalışmaların bence en önemli boyutu işçi-işveren kesimlerinin tümünün bir arada çalışmasıdır. Yıllarca bunun sıkıntılarını çektik. İşçi başka bir tarafta bir şey der işveren başka bir taraftan. Hâlbuki ikimiz de aynı işletmenin içerisindeyiz. Yani birimiz işveren birimiz çalışan olarak orada bulunuyoruz. Bu süreçte bizim çalışanlarımızla çok sürtüştüğümüzü zannetmiyorum ama detaylarda bazı, şimdi Sendikalar Kanunu vesaire gibi bazı tartışmalar vardır. Bunlar zaten demokratik ülkelerdeki önemli şeyler. Bu tartışmalar olacaktır.
Ben sözü fazla uzatmadan şöyle demek istiyorum: Beni dinleyenler hep sonunda muhakkak bir fıkra beklerler. Algılama önemli. Yani bunu nasıl algılıyoruz, başkasına nasıl algılatıyoruz. Yabancı Rize’ye gitmiş. Rize biliyorsunuz çok yağmur yağan, çok şimşek çakan bir yer. Şimşek çaktıkça bizim Temel kravatını düzeltiyormuş. Sormuş yabancı: “Hayrola, şimşek çaktıkça niye kravatınızı düzeltiyorsunuz?” “Ben ne bileyim, fotoğraf çekiliyor da öyle zannediyorum.” demiş. Onun için fotoğraf çekildiğini zanneder bazıları. Şimdi biz de fotoğraf çekmeye çalışıyoruz.
Sonuç olarak şu cümleyle bitirmek istiyorum yine teşekkür ederek: Bu çalışmamız sürüyor. Bu çalışmamızın ileriki boyutlarında, en sonunu beklemeden de, yine ortaya çıkan durumları sizinle paylaşırız sizin bugün bize sorduğunuz, açıklanmasını istediğiniz konularda. Oradaki eksiklerimiz de varsa onları da tamamlayarak orayı tamamlarız. Zaten süreçte birlikte gidiyoruz ama biz biraz daha netleşiriz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 2 no.lu alt komisyon üyeleri olarak sizleri dinlemek üzere buradayız.
Malumunuz yeni bir anayasa yapımı için Meclisin aldığı bir inisiyatiftir bu. Her siyasal partiden eşit sayıda üyenin katılımıyla nisan sonuna kadar anayasal kuruluşlar, sivil toplum, meslek örgütleriyle sendikalar, onların anayasa hakkındaki görüşlerini dinliyoruz.
Mustafa Şentop Hoca’mız Adalet ve Kalkınma Partisi Temsilcisi olarak burada bulunuyor, Sayın Tunca Toskay Hoca’mız Milliyetçi Hareket Partisi Temsilcisi olarak burada bulunuyor, Rıza Türmen Hoca’mız Cumhuriyet Halk Partisi, ben hoca değilim, tek talebe olarak Barış ve Demokrasi Partisinden Sırrı Süreyya Önder.
Prensip olarak sunumlarınızı tartışmıyoruz. Sadece açılmasını istediğimiz yerler varsa sorularımızı yöneltiyoruz ve küçük görüşlerimizi aktarıyoruz.
Şimdi sizi dinlemeye hazırız.
Buyurun, hoş geldiniz.
Bu arada toplam süremiz kırk dakika. Biraz da sorulara vakit bırakacak şekilde sunumunuzu yaparsanız iyi olur.
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ YURDAGÜL RÜZGAR – Çok daha kısa olacak Sayın Vekilim.
Çok teşekkür ediyorum. Bize bu fırsatı verdiğiniz için her şeyden önce çok teşekkür ediyoruz.
Bankalar Birliği olarak görüşlerimizi istediniz. Biz de yazılı görüşümüzü ilettik size. Sunumumda biraz da teknik bir konu içerdiği için biraz daha ayrıntılı bilgi vermek niyetiyle buradayız.
vermek niyetiyle buradayız.
Bizim esasen kamu bankaları, Vakıfbank, Ziraat Bankası ve Halkbank olarak bir sorunumuz nedeniyle bu sunumu yapmak istedim, asıl önemli olan husus bu.
Bu da şöyle: Bizim mevcut Anayasa’mızın 165’inci maddesinde “Sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esasları kanunla düzenlenir.” şeklinde hükmümüz var. Bu hükümde… Ziraat Bankasının sermayesinin tamamı devlete ait, Vakıfbankın ve Halk Bankasının yüzde 25’i halka açıldı biliyorsunuz, diğer geri kalan kısmı devlete ait. Vakıfbankta mülhak vakıfların da hisseleri var. Burada “kanunla düzenlenir” hükmünden hareketle de düzenlenen kanun, 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’la düzenlenmiş bu. Bu Kanun’un 2’nci maddesinde de “Ödenmiş sermayesinin yarısından fazlası kamu tüzel kişilerince sağlanmış olan kurumlar” şeklinde bir düzenleme var. Bundan hareketle, bu üç bankanın 3346 sayılı Kanun kapsamındaki denetimi Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu aracılığıyla yapılmaktaydı. Oysaki bizim iddiamız şu: Biz bir kamu iktisadi teşebbüsü değiliz, bir kamu kurum ve kuruluşu da değiliz. Çünkü Ziraat Bankası ve Halk Bankasıyla ilgili olarak 2000 yılında 4603 sayılı bir özel kanun çıktı. Bu özel kanunla da Halkbank ve Ziraat Bankası bir anonim şirket statüsüne geldi ve kanunun hükümlerinde bu bankaların diğer özel bankalarla birlikte rekabet altında çalışabilmelerini teminen kamu ayrıcalıklarından ya da kamu yükümlülüklerinden arındırılması gerektiği gerekçesinde çok ayrıntılı olarak belirtiliyor.
Bankaların Sayıştay denetimi: 19/12/2010 yılında da Sayıştay Kanunu çıktı. Bu Sayıştay Kanunu’yla Yüksek Denetleme Kurulu aslında Sayıştayın içinde tamamen oluşmaya başladı, fakat 3346 sayılı Kanun hâlâ meriyetini devam ettiriyor. Bu 3346 sayılı Kanun’un başlığında da “Kamu İktisadi Teşebbüsleri” ifadesi yer alıyor. Sayıştay denetimi de hem düzenlilik denetimini hem de performans denetimini içeriyor.
Bu genel açıklamalardan sonra bankaların statüsüne değinmek gerekirse, biraz önce de söz ettiğim gibi, kamu bankası niteliğinden tamamen arındırılmak amacıyla bu kanun çıkmıştır. Nitekim kanunun çeşitli maddelerinde 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin, keza 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi Hakkında, yine 33 sayılı Kanun’daki değişikliklerle ilgili hükümlerin bu bankalar hakkında uygulanmayacağı açıkça hükme bağlanmış. Bizim bu 4603 sayılı Kanun’umuzla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine defalarca başvurulmuş, dört ayrı iptal davası açılmış, bu iptal davalarının hepsinde de bu Kanun’un hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verildiği gibi, gerekçesinde de Anayasa Mahkemesi kararının, bu bankaların artık özel hukuk hükümlerine, özel hukuk kurallarına bağlı birer anonim şirket olduklarına, çalışanlarının da memur ya da diğer kamu görevlisi olmadıklarına açıkça yer verilmiş. Dolayısıyla 2000 yılından bu yana artık biz çalışanlar işçi statüsünde çalışıyoruz, tamamen bir iş sözleşmemiz var hepimizin ve de anonim şirket şeklinde genel kurullarımız var, yönetim kurulumuz var ve Bankacılık Kanunu hükümlerine tabiyiz.
Biz Sayıştay denetimine tabi kılınmakla, Sayıştayın yaptığı denetim usulü açısından diğer bankalardan farklı olarak çok daha farklı, biraz önce de söylediğim gibi, hem performans hem mali denetim yapılmakta. Oysaki biz özünde zaten Bankacılık Kanunu’na tabiyiz ve Bankacılık Kanunu’ndaki denetim mekanizmaları olduğu gibi bizde ayrıca işlemekte. Bilançomuz, kâr-zarar hesaplarımız her yıl yapılan genel kurullar tarafından denetlenmekte. Bağımsız denetim kuruluşu tarafından zaten denetlenmekteyiz. Kanunda açık olarak diğer bankalarla eşit hâle getirildiğimiz vurgulanıyor. Konuşmamın başında da söz ettiğim üzere, Halk Bankası ve Vakıflar Bankasının yüzde 25’i zaten halka arz edilmiş durumda. Keza 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun da kapsamı dışındayız, bize uygulanmıyor. Ziraat Bankasının hisselerinin de satışı düşünülmekte.
Vakıflar Bankasının kendi özel bir kanunu var. Bu özel kanununda, 6219 sayılı Kanun’da özel hukuk hükümlerine tabi olarak kurulduğu söz ediliyor. Fakat onların denetimiyle ilgili olarak, yine bu Kanun’un 14’üncü maddesinde “Bundan başka bankanın senelik muamelat ve hesabatı ayrıca umumi murakabe heyetince tetkik edilerek bir rapora bağlanır. Bu rapor bankanın umumi heyetince murakıpların raporlarıyla birlikte sunulur ve bir sureti de Vakıflar Umum Müdürlüğüne tevdi edilir.” şeklinde bir hüküm var.
Ziraat Bankası ve Halk Bankasının denetimi şöyle oluyor: İlk başta belirttiğim Anayasa’nın 165’inci maddesi gereğince, biz KİT komisyonlarında denetleniyoruz, bir rapor düzenleniyor. Fakat Vakıflar Bankası tarafından düzenlenen rapor Vakıflar Umum Müdürlüğüne sunuluyor, ayrıca komisyon toplantılarına katılınmıyor diye biliyorum. Aramızdaki fark bu.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yani onlar KİT Komisyonunda denetlenmiyorlar.
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ YURDAGÜL RÜZGAR – KİT Komisyonu bir rapor düzenliyor fakat biz Halk Bankası ve Ziraat Bankası alt komisyon ve üst komisyon toplantılarında da Meclise geliyoruz. Alt komisyon kendi bankalarımızda yapılıyor, üst komisyon için de Meclise geliyoruz. YDK tarafından düzenlenen rapor görüşülüyor Mecliste. Vakıflar Bankası rapor düzenliyor fakat komisyon huzuruna çıkmıyor, kendi genel kurullarına arz ediliyor.
Bu şimdi Sayıştay Kanunu’yla Sayıştayın içine girdi ve oradaki tüm bizi denetleyen arkadaşlarımız aslında şu anda Sayıştay bünyesinde görev yapıyorlar, fark bu oldu. Denetim mekanizması o şekilde onun içinde yürüyor.
Bu saydığım gerekçelerle, biz üç banka Anayasa’da yapılacak bir değişiklikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetiminden çıkarılmayı istiyoruz. Bunun gerekçesi de, diğer özel bankalarla aynı şekilde faaliyette bulunmamız amacıyla. Sermayemizin tamamının devlete ait olması dışında biz diğer özel sektör bankalarıyla diğer konularda aynı hükümlere tabiyiz.
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ HALE KARAY – Vakıflar Bankası için tabii farklı bir durum var. Bizim sermayemizde aslında kamu payı hiç yok. Bizim hissedarımız durumunda olan mazbut ve mülhak vakıfların Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temsil ve idare ediliyor olması sebebiyle dolaylı olarak, sanki, hissedar değil de onun temsil ve idaresinde bulunan ve bizim hissedarımız durumunda olan vakıflar sebebiyle dolaylı olarak. Bizim biraz daha farklı aslına bakarsanız ama benzer durumlardayız diğer kamu bankalarıyla.
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ YURDAGÜL RÜZGAR – Bizim 4603 sayılı Yasa’mızda, 2000 yılında çıkan yasamızda tamamen anonim şirket statüsünde özel bankalarla aynı hükümlere tabi kılındığımız vurgulanıyor ve hâlen yeniden yapılandırma aşamasındayız biz. Fakat o günden bu yana da işçi statüsünde çalışmaktayız. Bankacılık Kanunu’nun tüm denetim mekanizmaları bizim için de işlemekte. Yani bir Garanti, bir Akbank, bir İş Bankasından farklı bir yönümüz de yok. Yine bizim de genel kurullarımız oluyor her yıl.
Diğer önerilerimiz de daha genel nitelik taşımakta. Diğer özel bankalarımızdan Bankalar Birliğine iletilen önerilerimiz bunlar.
Kamu hizmeti niteliği taşıyan ve aksaması hâlinde ülke ekonomisinin zarara uğrayabileceği kritik sektörlerin belirlenerek bunlar için grev yasağının Anayasa’yla düzenlenmesinin bu konudaki tartışmaları sonuçlandırması bakımından uygun olacağını düşünmekteyiz. Buradaki amaç şu: Grev ve Lokavt Kanunu’nda… Bankaların aslında Grev ve Lokavt Kanunu kapsamı dışında olduğu belirtilmekte. Fakat bu Kanun’daki yapılacak değişikliklerle bankalarda da grevin söz konusu olması yolunda çeşitli tasarılarda yer almıştı. Oysa bankaların sürekli bir hizmet görmesi nedeniyle, bir grev durumunda ekonomiyi kaosa uğratabilecek bir yanının da olduğu düşünülerek Bankalar Birliği olarak bunun Anayasa’yla daha net bir şekilde düzenlenmesi arzusu var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu bir ret talebi gibi duruyor, doğru mu anladım? Sadece anlamak için soruyorum. “Düzenlenmesi” derken, hani yasaklanması gibi bir talep var.
Diğeri de: 82 Anayasası’nın 5’inci maddesinde devletin temel amaç ve görevlerinden birinin de ekonomik engelleri ortadan kaldırmak olduğu düzenlenmekle birlikte, bu görevin etkin bir şekilde yerine getirilmesini hedefleyen somut hükümlerin Anayasa’ya ilave edilmesinin, devletin ekonomik engelleri ortadan kaldırma görevinin yanında ayrıca ekonomik gelişime destek olma, geliştirme ödevlerinin de Anayasa’yla düzenlenmesinin, özel sektör faaliyetlerinin serbest piyasa içinde ve rekabetçi ortam altında sürdürülebilmesinin güvence altına alınmasının, ülke ekonomisinin global ekonomiyle rekabet etme yeteneğini geliştirecek önlemlerin alınmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Bu itibarla, serbest piyasa ortamını, özel sektörü ve girişimciliği destekleyen, güçlendiren, koruyan düzenlemelerin yapılmasının uygun olacağı önerilmektedir.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok özür dilerim, bir telefon geldi, ben tam anlayamadım. Yani, anladığım doğru mu, siz özel hükümlere tabi işçi olarak çalışıyorsunuz, fakat grev hakkının yasaklanmasını istiyorsunuz?
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ YURDAGÜL RÜZGAR – Evet. Çalışanlar açısından elbette ki söz konusu olacak ama bankaların grev yasağı kapsamında olmasını arzu ediyoruz. O da, ekonominin aksamaması açısından. Banka faaliyetini durdurduğunda ekonomik bir kaosa sebebiyet verebilir diye.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, hoş geldiniz. Teşekkür ediyoruz çalışmanız için, sunum için de.
Tabii, kamu iktisadi teşebbüsleriyle ilgili bir düzenleme Anayasa’da yer alır mı, almaz mı, 82 Anayasası kadar ayrıntılı bir metin olup olmayacağına bağlı o tabii.
Fakat burada, çok teknik bir konu bu, yani anayasal bir konu mudur, değil midir, burası da tartışılır da, ben birkaç şeyi söylemek istiyorum. Birisi şu: Tabii bu bahsettiğiniz bankalara belki şu an itibarıyla bir kamu kaynağı aktarılmıyor fakat bunların sermayesinin ya tamamı ya büyük bir kısmı devlet tarafından verilmiş bir sermaye. Şimdi bunların kendi şirket organizasyonu içerisinde bir denetimi yapılıyor, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bankacılık esaslarına göre bir denetim yapıyor, bunlar ayrı. Ama burada bütçenin ve devlet kaynaklarının nasıl yönetildiği, nasıl harcandırıldığına dair Meclisin bir denetleme yetkisi var. Parlamenter sistemde en önemli Parlamento yetkilerinden birisi de bu. Bu bakımdan, hem yıllık bütçeyi hem de genel olarak devletin bütün gayrimenkullerini ve akarlarını da Parlamento denetliyor. Dolayısıyla bu bankalar üzerindeki denetim yetkisi, sermayelerinin kamuya ait olmasından kaynaklanan bir yetki. Bunu bertaraf edebilmek mümkün değil.