2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə10/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   37

  • Bütçe apayrı bir konu, bir başka konuya geçmiş oldum. Bütçeyle ilgili olarak da şunu ifade edeyim: Elbette ki bütçe mutlaka Anayasa’da yer alacak düzenlemelerin içerisinde yer alıyor. 82’deki düzen alışılmış bir düzen. Bu değiştirilir, değiştirilmez, yüce Meclisin takdirinde ama biz diyoruz ki “82’den beri, daha eski yıllardan beri de bu düzen oluştuğuna göre, bunu değiştirmemekte yarar var.”

  • Kamu mali yönetiminin denetimine gelince: Burada özellikle üzerinde duracağımız bir husus Sayıştay. Ben bu konuda biraz hassasım, kişisel olarak da söyleyeyim, komisyonumuzda da aynı görüşler uzun uzadıya tartışıldı. Biliyorsunuz, biraz evvel de ifade ettim, devletin yönetiminde üç tane erkten söz ettiğimize göre, her bir kurumun da hangi erkin içerisinde olduğunu bir kere baştan herkesin bilmesi lazım. Bir Sayıştay düşünün ki üç erkin üçünde de mevcut. Şimdi, yüce Meclisimiz yasama erkiyle donatılmış, bunun içerisinde hiç şüphesiz denetleme de var ve Sayıştay da zaten bu denetleme görevini Meclis adına yürüten bir kuruluş fakat yürütmenin içerisinde de biz son zamanlarda bu kurumu sokmaya başladık çünkü 5018 sayılı Kanun’da bir performans değerlendirmesi diye bir olay çıkardık veya böyle bir düzen getirdik. Kamu görevini alan devlet memuru dediğimiz hangi kademede olursa olsun pek çok kişinin veya görevlinin performansının ölçülmesini ancak yürütmenin kendisinin yapması gerektiği inancındayız. Bir başka kuruluşa bunu vermek bir yerde o kuruluşu bu işin de içerisine sokmak anlamına geldiğini düşünüyoruz. Bunu bağımsız özel kuruluşlara yaptırabilir misiniz, yaptırırsınız ama kararı yine siz kendiniz verirsiniz fakat devletin bir organı olarak Sayıştayı soktuğunuz zaman iş değişiyor çünkü o performans değerlendirmesi artık sizin elinizi kolunuzu bağlayan bir düzene doğru sizi itekliyor. Böyle olunca da 5018’le getirilen… 5018, biliyorsunuz kamu mali yönetimi ve düzenlenmesi, daha doğrusu kontrol Kanunu. Bu düzen içerisinde olay düşünülürse de hakikaten işin içerisinde değerlendirmeleri yaparken Sayıştayın yerinin ne olduğunu, yürütmenin içerisinde yerinin ne olduğunu bir biçimde ortaya koymak lazım. Yani yasamadaki kontrol görevini mi yapıyor, yoksa yürütmenin içerisinde bu tür değerlendirmelerin içerisinde olacak mı, olmayacak mı ama işin daha enteresan yönü, bir de bunun içerisinde yargı yetkisini vermişsiniz Sayıştaya. Hem kendisi iddia ediyor hem sonuçta bir hâkimler kurulu olarak karar veriyor ve sizin bunu normal adli yollardan başka bir yerde takip etme ya da düzeltme yetkiniz yok ama ben Divanı Muhasebatı da bilen bir kişi olarak ifade etmeliyim ki yöneticinin -kimdir; bakandır, müsteşardır, oradaki kamu görevlisidir- hatası olmaz mı? Olur. Bu hataların bir kısmı politikadan kaynaklanır. Alınan bu politik kararın neticesinde bu tür zimmetler ortaya çıkabilir. Adı zimmet midir, değil midir, tartışmaya yine açık çünkü benim zimmet anlayışım ahzükabza yetkili olarak kılınmış kişinin devletin parasını, malını kendi uhdesine geçirmesi veya bir yakınına yine kendisinin menfaati için geçirmesi ama şimdi, burada kendi menfaatine hiçbir şey yok. Bir iş yapılmış, bu işin neticesinde bir hata, bir yanlış belge konulmuş, “zimmet” diyoruz adına ve götürüyorsunuz Sayıştayda denetliyorsunuz. Denetlemenin arkasından savcılıkça iddianameniz çıkıyor ve kurullar da karar veriyor tahsiline. Sizin artık hiç yapabileceğiniz bir şey yok. Oysa Divanı Muhasebat zamanında mali müşavire encümeni diye 1050 sayılı Muhasebeyi Umumiye Kanunu’nda yer alan bir hükümden hareketle bu kişilerin, Sayıştayın verdiği bu kararların dahi politik nitelikte, bakanın siyasi kararlarının neticesinde alınmış bir işlem olması veya gerçekten bunun bu şekilde yapılması gerektiği niteliğini taşıması sebebiyle, mali müşavire encümeninin kararıyla bu zimmetlerin kaldırılmasına karar verilebilir idi o tarihlerde. Ben şimdi ondan vazgeçtim, benim hiçbir menfaatim yok, ben Hazine Müsteşarıyım, faiz oranını yüzde yarım fazla tuttum. Niye? O günkü şartlarda ben o parayı almasaydım, belirli harcamaları karşılayacak nakdim yoktu. Şimdi bana zimmet çıkartılıyor. Yani söylerken bugünün Hazine Müsteşarı için söylüyorum. Aynı olay Enerji Müsteşarı için de geçerli. Bir harcamanın yapılıp yapılmamasına lüzum müzekkeresini imzalamak onun yetkisinde veya bakanın yetkisinde. Bakan imzalamış, zimmet çıkardınız. Yapacak hiçbir şeyiniz yok ve o ödenmek durumunda. Bu rakamlar bazen çok büyük rakamlara ulaşıyor. Şimdi, benim asıl söyleyeceğim husus, bir tarafta yasama fonksiyonu vermişsiniz, bir tarafta yürütme, öbür tarafta yargı. Bu nasıl bir kuruluştur sorusunun hakikaten bir yerde cevaplandırılması ve buna göre Sayıştayın yerinin belirlenmesi gerekir noktasındayız.

  • Bu vesileyle ifade edeyim. Tabii son yapılan düzenlemelerde, biliyorsunuz, Osmanlıdan kalan mali teftiş heyetini de kapattık, maliye müfettişlerini de bitirdik. Bu da ne kadar, mali yönetimde tartışılır mı, tartışılmaz mı, kanun hükmünde kararnameyle yapılmıştır.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Kimseye zimmet çıkmayacak müfettişlik kalkınca!

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Evet.

  • Dolayısıyla, bugün tabii hepsi vergi müfettişi olunca tartışma şu yönüyle gelecek: Peki, kamudaki mali yönetim -eğer Sayıştayı da bunun dışına çıkartırsak- o zaman kimin tarafından yapılacak? Hatta, bugünkü düzende yönetim veya Hükûmet kendi mali işlerinin yönetimini nasıl yapacak? Çünkü yeni 5018 çok değişik bir yapı getirdi kamu yönetimine. Buna, konunun dışında ama değinmeden geçemedim.

  • Kamulaştırma ve düzenleme yoluyla… Çok özür diliyorum, geçmişim süremi. Kamulaştırma ve düzenleme yoluyla yapılacak bu tür işlerde de belirli bir sınırın çizilmesi, kamulaştırma yetkisiyle ilgili demin söylemiştim, onu kısaca bir kere daha belirtmiş olayım.

  • Doğal kaynaklarla ilgili olarak da…

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Tanım istiyoruz burada.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Evet, burada mutlaka net bir tanımlamanın gerektiği fikrini…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hangi konuda?

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Kamulaştırma yetkisinde.

  • Doğal kaynaklar, ekonomik faaliyete katkı sağlayacak… Bugün, biliyorsunuz, hepsi devletin hüküm ve tasarrufunda. Dolayısıyla, bunların ekonomik faaliyetlerde ve ekonomik katkı sağlayacak şekilde kullanılmasına izin verilmesinden yanayız biz serbestinin parçası olarak.

  • Kooperatifçilikle ilgili eski Anayasa’da hüküm var. Buna ne kadar ihtiyaç var? Bizce olmadığı görüşündeyiz.

  • Son olarak da ifade edeyim: Asgari ücretle ilgili düzenlemenin gerçekten anayasal bir hüküm olup olmadığı tartışılmalıdır diyoruz.

  • Süremi aştım, affedin.

  • Organizasyonel yapıya girince affedersiniz, tutamadım kendimi.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ediyoruz Sayın Altınok.

  • Hocam…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çok teşekkür ediyorum.

  • Anayasayla ilgili teorik yaklaşımlar dinliyoruz genelde. Tabii bunları somutlaştırmak lazım. Özellikle devlet teşkilatı, işleyişiyle ilgili bence çok somut, değerli bilgiler verdiniz. Teşekkür ediyorum. Ayaklarınıza sağlık.

  • Aslında benim soracağım fazla bir soru yok. Şeyle ilgili not almıştım, bu bağımsız idari otoritelerle ilgili daha aydınlatıcı bir bilgi olabilir mi diye ama Sayıştayla ilgili açıklamalarınız aslında konuyu biraz dolaylı da olsa vuzuha kavuşturmuş oldu. O açıdan, benim bir sorum yok.

  • Teşekkür ediyorum. Metni vereceksiniz değil mi bize?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Hocam buyurun.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) - Ben de çok teşekkür ediyorum efendim verdiğiniz bilgilere. Gayet önemli şeyler, değerli bilgiler.

  • Birkaç konuya değinmek istiyorum, sormak istiyorum.

  • Birincisi, sendikalardan, sendikalaşma hakkından, örgütlenme, toplu sözleşme, grev hakkından hiç bahsetmemeniz dikkatimi çekti. Bu konuda acaba ne düşünüyorsunuz?

  • İkincisi, ekonomik, sosyal haklardan söz ettiniz. Bunun içine neyi sokuyorsunuz? Ekonomik, sosyal hakların sınırı nereden geçecektir?

  • Üçüncüsü, tabii bağımsız idari otoritelerle ilgili söylediğiniz ilgi çekici. Yani şöyle bir anlayış mıdır? Yani mademki üç erk vardır, ne kadar bağımsız kurum varsa bu üç erkin içinde olmalıdır. Böyle bir anlayış biraz otoriter bir devlet yapısı ortaya çıkarmaz mı? Çünkü bugün biliyoruz ki, gerçek odur ki yasama, hangi siyasi iktidar başa geçerse geçsin, yasama yürütme tarafından zaten kontrol edilmektedir. Yani üç erk aslında biraz teoriktir, iki erk vardır.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Parlamenter sistemde…

  • RIZA TÜRMEN (Devamla) – Parlamenter sistemde bu böyle.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Başkanlığa geçersek sorun yok.

  • RIZA TÜRMEN (Devamla) – Maazallah! Yani o maazallah alternatifi bir tarafa bırakıyorum.

  • Yani bu yapı varken bütün bağımsız kurumların da bu erklere bağlanması, ille de bunların içinde olması günümüz demokrasi anlayışıyla ne kadar bağdaşıyor gerçekten? Çünkü bugün, artık günümüzde, demokrasi bir parça da iktidarın yoğunlaşması değil, tam tersine iktidarın yaygınlaşması, paylaşılmasına dayanıyor. Bununla ilgili görüşlerinizi de almak isterdim biraz da.

  • Tabii ki kamulaştırma ve mülkiyet hakkıyla ilgili söyledikleriniz çok önemli çünkü baktığınız zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, görürsünüz ki Türkiye'nin en fazla tazminat ödediği konular temel hak ve özgürlüklerin ihlalinden çok mülkiyet hakkına ilişkin ihlaldir, kamulaştırma ve mülkiyet hakkına ilişkin ihlallerdir. Burada çok büyük bir keyfîlik görüyorsunuz o davalara baktığınız zaman. Kamu yararı ne zaman vardır -dediğiniz gibi- ne zaman yoktur, hiç belli değildir. Onun ötesinde tapu kadastronun mülkiyet hakkının yerine geçtiğini görüyorsunuz. Mülkiyet hakkınız, tapunuz olsa bile bir kadastro geçiriliyor, ondan sonra sizin mülkiyet hakkınız bir bakıyorsunuz ortadan kalkmış, bir sabah uyanıyorsunuz ki elinizdeki tapu aslında size mülkiyet hakkı vermiyor, bunu görüyorsunuz. Böyle şeylerle karşılaşıyorsunuz. Yani bugünkü durumda Türkiye’de gerçek odur ki özel mülkiyet güvence altında değildir. Sizin bir gayrimenkulünüz varsa bu gayrimenkulün başına her an her şey gelebilmektedir. Bunun güvence altına alınması için, Anayasa’da ne yapılması gerekir?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – İkinci bir tebliğe gerek olacak galiba Sayın Altınok. Sayın Türmen son derece önemli konulara değindi ama lütfedip kısa tutarsanız.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Tabii. Zatıalinizin de sorusu varsa memnuniyetle, hepsini birden isterseniz…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – O zaman ben de bir iki konuya değinmek istiyorum.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Birlikte mi cevap vereyim, yoksa teker teker mi?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tek tek olsun. Nasıl isterseniz?

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Usulü bozmamak için söyledim Sayın Başkan.

  • Efendim, sendikalardan neden söz etmediğimizi ifade edeyim. Bir sosyal konu olması nedeniyle bu konuya değinmedik ama elbette ki sendikanın bu düzen içerisinde yer alması gerektiğini hepimiz kabul eden, grev, lokavt kanunuyla bu düzenin var olduğunu bilen kişileriz ama dediğim gibi, ekonomiyle pek fazla birleştirmememizin sonucunda bu husus çıkmıştı ama komisyonda tartışılmayan bir konudur, sosyal içerikli olarak öngörülmesinden dolayı üzerinde durulmadı.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Belki orada bir cümle de şöyle söylenebilir: Sosyal taraf olarak biliyorsunuz Türk iş dünyasını TİSK temsil ediyor şimdiki hâlde.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Onlar nasıl olsa getirecekler diye düşündük.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Onların bu konuda bir görüşü var, biz onlara ilettik onu. Onlar onu getirecekler ama bir cümleyle söylemek gerekirse…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – TİSK, genellikle sizin ifade ettiğiniz gibi, çalışma hayatıyla ilgili bir çalışma yaptıklarını söylemişlerdi Sayın Milletvekilim, hatırlarsınız.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Onun için biz girmedik.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Ama ILO standartları o anlamda bizim için bağlayıcıdır.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Evet, Ticaret Odasının girmemesinin nedeni buydu efendim. Yoksa olmasının gerektiğinde hiç şüphe yok.

  • İkincisi, “Ekonomik ve sosyal hakların sınırı” dediniz. Biraz evvel de ifade ettim. Devletin nerede müdahale etmesi gerektiği konusu ayrı bir önem taşıyor. Buradaki sınırlamayı, biz… “Özellikle bir piyasada belirli koşullara sahip kişiler eğer faaliyet gösterebilecekler.” denilmişse ki en güzel örneği bankalardır veya çeşitli finansal kurum ve kuruluşlardır, oralarda koşulları yasayla belirledikten sonra girip girmemeye işte o bağımsız kurum ve kuruluşlar karar vermelidir. Orada devlet müdahale etmemelidir veya iktidar müdahale etmemelidir. Şimdi, biraz sonra, bağımsız otoriteyle ilgili olarak da ifadelerimi daha belki açmakta yarar var diye düşünüyorum.

  • Efendim, üç erk, iki erk, dört erk… Şimdi, kim iktidara gelirse gelsin, hangi parti iktidarda olursa olsun iktidarı paylaşmaktan, ben şimdiye kadar çok çeşitli dönemlerde görev yaptım, hiç kimsenin hoşlandığına tanık olmadım, ben dâhil.

  • olmadım, ben dâhil. Bunu söylerken, hiç gocunmadan, kendime hiç sınır da koymadan ifade ediyorum. Nedeni nedir? Çünkü Meclisteyim, sözlerim de tamamıyla burada ifade edilmiş ifadeler ama şu bir gerçek ki, bağımsız otoriteyi de bu sefer kendi başına bıraktığınız zaman, siz iktidar olarak yapmak istediğiniz hiçbir şeye bazen hâkim olamayabilirsiniz, hele hele iktisadi alanda faaliyet gösteren kurumlarınıza da özerklik vermeye başlarsanız. Bu iktisadi devlet teşekkülleri için çünkü çok iyi hatırlarım, borçlanmayı tutup devletten alıp iktisadi kuruluşlara da verebilirsiniz, onlar da borçlanabilirler ama dediğim gibi, bu özerkliğin sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini gerçekten bir biçimde ortaya koymak lazım. Bu, kanunla yapılacaktır eminim, belki Anayasa’da bu kadar detaya girilmeyecek fakat bağımsız otoritenin de nerede, hangi kesimde yer aldığının bilinmesi lazım. Yasamada mıdır? Hayır. İcranın içerisindedir. Hayır. Yargının içerisindedir. Yargı da olamayacağına göre, buralardan nerede olduğunu… Yoksa iktidara yeni ortaklar oluşturmanın ben iktidarları istediği politikaları uygulamama noktasına getireceğinden endişe duyanlardan bir tanesiyim, kişisel olarak bunu ifade edeyim çok açık ve seçik. Çünkü bakın, mutlaka, siz Merkez Bankasının bağımsızlığını istediğiniz kadar yasalara yazın. Ben yaşadım çünkü. Gidip de Genel Kurulunda yüzde 54 hisse sahibi olarak Hazine elini kaldırıp da “İbra etmiyorum.” derse yapacağınız hiçbir şey yok. Bunu da ben bu masada ifadeden çekinmiyorum çünkü “Bağımsızlıktan ne anlıyoruz?”u biraz evvel daha geniş kapsamıyla ifadeye çalıştım. Yani siz iktidarsınız, kalkınmaya karar vermişsiniz, büyümek istiyorsunuz, bunun için de… İşte, bugün bütün ülkeler yapıyor, bizi 1980’li yıllarda, affedersiniz, alıp yerden yere vuranlar “Nasıl para basarsınız?” diyenler bugün kendileri para basıyorlar hem de trilyon dolarları basıyorlar, trilyon euroları basıyorlar. Krize girmeden evvel 750 milyar dolar olan piyasadaki emisyon miktarı bugün 3,2 trilyon dolardır. Bakınız, bir karar alıyor FED, ertesi gün 700 milyar dolar piyasaya çıkıyor. Amerikan Hazinesi bir karar alıyor 700, 750, 800 diye çıkıyor. Sonra arkasından “Tekrar basarım.” diyor. Avrupa Birliğinde borç kıskacına giriyorlar, biz o tarihlerde zora giren şirketler için, hatırlarsınız “Bir şey yapabilir miyiz, biz bu şirketleri nasıl kurtarırız?”ın peşine düştük çünkü bir katma değer, ekonomiye kazandırılması lazım. Hayır, batacağız diyorlarsa batsın. Niye batırmıyorlar şimdi? “Bir AIG’yi niçin batırmıyorlar? Yani batacaksa o zaman onun da batması lazım veya -isim vermeyeyim ama- bir banka batacaksa niçin batırılmıyor?” sorularını gündeme getiriyor. Bu nedenle, bağımsız kurum ve kuruluş, Hükûmetin çizdiği bir politika vardır, yasalar vardır, o yasaların içerisinde kalmak kaydıyla bağımsızdır, kabul. Yani, kalkıp da Hükûmet falana niye banka kurma yetkisi verdiğini sormamalı veya enerji piyasasında şunu şöyle… Ama bunun ötesine geçmemesi lazım o kurumun da, o kuruluşun da. Hayır efendim, enflasyon ne demek? “Hükûmet yüzde 20 enflasyonla büyümeye ilişkin para politikasını bana dikte ettiriyor mu?” demeli Merkez Bankası veya bir başka kuruluş ya da “Hayır, Hükûmetin çizdiği yıllık program veya Orta Vadeli Plan içerisine konulan hedefler bunlardır, bu hedefe ulaşmak için ben buna göre para politikası oluşturacağım.” mı demeli? Mutlaka, burada, Merkez Bankası da dinlenecektir. Onlar da kendi çaplarında bir şeyleri ifade edeceklerdir ama biz komisyonda bunları enine boyuna, hakikaten bir sene civarında tartıştık nasıl olsa bu gündeme gelecek diye. Haddimizi aşmamak için de başka konulara girmedik, sadece ekonomik ve ticari konuları Anayasa’da nasıl düzenleriz noktasında bir fikir belirtmek istedik.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Altınok, çok teşekkürler.

  • Kendinizi ekonomik konularla sınırlandırdığınızı daha sözünüzün başında da ifade ettiniz.

  • Şimdi, ben de daha iyi anlaşılması bakımından bazı soruları size yöneltmek istiyorum ancak bu arada şu raporların içinde benim size sorduklarım olabilir. O zaman, hiç şey yapmayın “O raporda var.” derseniz hem de vakitten tasarruf etmiş oluruz.

  • Söz rapora geldiği zaman, sizden bu raporlardan çokça miktarda talep ediyoruz. Sebebi de şu: Üst komisyonu teşkil eden 12 tane milletvekilimiz var.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Şöyle söyleyeyim: O raporlardan bir tanesi sadece akademisyen arkadaşlarımızın görüşleridir.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) - Bulunmasında fayda var.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Alttaki. Üsttekini bir hem “executive of summary” diye düşünün, yönetici özeti olarak düşünün hem de o görüşlerin ötesinde komisyondaki tartışmaların neticesinde çıkan görüşleri ifade eden çok kısa, biraz evvel anlatmaya çalıştığım, başlıklarıyla söylediğim hususları özet hâlinde sunan bir rapor, Odamızın görüşü.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Buna rağmen, çok sayıda rica edelim. Sebebini de söyleyelim: Biz, 12 kişiyiz milletvekili olarak. Tabii Sayın Meclis Başkanımız riyaset ediyor toplantılara, onun altında bir sekretarya çalışıyor. Ben size söyleyeyim: Milliyetçi Hareket Partisinin altında 3 tane hoca, 3 tane de yine çok uzman olan 6 tane hukukçumuz var. Yani bunlar bizim elimizde olursa akademik olsun, ne olursa olsun…

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Elektronik postayla mı verelim, yazılı mı verelim?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Olabilir. Onu sekretaryamızla koordine ederseniz sevinirim.

  • İkinci konu şu: “Ekonomik konularla kendimizi sınırlandırdık.” dediniz. Mesela, buraya gelen, bizim dinlediğimiz kuruluşların önemli bir bölümünün tabii ki bir uzmanlık alanı var ama buna rağmen, Anayasa’nın diğer alanlarıyla da ilgili bir fikir beyan ediyorlar, genel hatlarıyla beyan ediyorlar, çok ayrıntısına girmiyorlar ama beyanat veriyorlar. Siz böyle bir şeyi yapmadınız.

  • Ben, o zaman size soruyorum: “318 bin üyemiz var.” dediniz. Bu rapor çıkarken, bu 318 bin üyenin katılımını nasıl bir yöntemle sağladınız?

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Onu şöyle anlatayım isterseniz: 318 bin üyeyi, biz İstanbul Ticaret Odasında 90 meslek komitesinde gruplandırdık. Yine, İstanbul’un özellikleri gereği, biliyorsunuz, İstanbul’da aşağı yukarı 500 kadar alt sektör var. Bu 500 kadar alt sektörü 90 grupta NACE kodlaması denilen, şimdiki hâlde Gümrük ve Ticaret Bakanlığının kontrolünde olan bir sistematik içerisinde gruplandırdık ve bu meslek gruplarının birer komitesi var. Meslek gruplarının nüfusuna göre üye sayısına göre 5, 7, 9, 11 şeklinde üye sayısına sahip meslek komitelerimiz var. Yine, aynı meslek gruplarının yine odanın meclisinde temsilcileri var. İstanbul Ticaret Odasının 602 meslek komitesi üyesi var, 257 meclis üyesi var, yönetim kurulu da 11 üyeden oluşur. Bu süreçten geçirdik.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – İçeriği bakımından.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Evet.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ediyorum.

  • Şimdi, hem kısa hem net olsun diyorsunuz. Bu, çok zor.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – En güzeli böyle dışarıdan konuşmak.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Bu çok zor bir şey. Bu konuda bize somut olarak teklif edeceğiniz şeyler varsa bizim buradaki çalışmalarımızın verimini artırmak bakımından çok faydalı olur diye düşünüyorum.

  • Bir nokta daha var, izin verirseniz: Sosyal devletin görevleri cümlesinden olarak “Şehitlerimiz, gazilerimiz, kadınlarımıza pozitif ayrımcılık yapabilelim ve ona devlet farklı davransın, katkıda bulunsun.” dediniz ki, buna kimsenin itiraz etmesi mümkün değil ama gelir dağılımı bakımından fevkalade sınırlı kaynaklarla hayatını sürdürmeye çalışan geniş bir kitle var ise eğitiminde, sağlığında veya zaruri ihtiyaçlarında devletin bu konuda da bir yükümlülüğü yok mu? Genel anlamda bir sosyal adalet kavramını da bu işin içine sokmamız gerekmez mi?

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Bu, tabii bizi netice itibarıyla, özellikle sağlıkta, eğitimde farklı politikalar Anayasa’ya girmeli mi girmemeli mi tartışmasına getiriyor bana göre. Biz, onun nasıl olsa yasalarla sağlandığını düşünerek “Bu tür pozitif ayrımcılıklar yapılacaksa belirli kesimlerde, gaziler, şehit yakınları ya da kadınlar, yaşlılar ve çocuklar için olsun.” dedik. Ama bunun ötesinde, elbette ki, gelir düzeyinin belirli rakamların altında kalması hâlindeki… Sosyal güvenlik sisteminde buna ilişkin düzenlemeler zaten yapıldı. Bu, Anayasa’da yer alsın mı almasın mı? O takdir Meclisin şüphesiz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Son bir nokta, o da şu: Siz özellikle ekonomi politikası ve ekonomi ağırlıklı olarak son derece somut, anladığımız kadarıyla çok detaylı düşünülmüş bazı görüşleri burada dile getirdiniz. Burada yapılacak olan çalışmayı kolaylaştırmak bakımından, bunları maddeleştirme şeyiniz olur mu?

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Biz haddimizi aşarız diye yapmadık.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yok yani siz bunu şey yaparsınız, buradakiler kale alırlar, almazlar. Burası bağımsız çalışacak.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Çok samimi söylüyorum, açık söyleyeyim: Biz haddimizi aşarız diye böyle bir…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Estağfurullah.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Yani oturup da yeni anayasa yazıyor olmayalım dedik.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sizin çok önem verdiğiniz, sizin faaliyet alanınıza giren çok enteresan şeyler de söylediniz. Bunları redakte edersek bu çalışmalara fayda olur diye düşünüyorum ben. Bilmiyorum, değerli arkadaşlarımız katılırlar mı?

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Böyle bir görev…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Estağfurullah, görev değil istirhamımız olur.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK - Müsaade ederseniz, onu şu şekilde söyleyelim: Biz İstanbul Ticaret Odası olarak zaten bu konuda özellikle, kanun yönetmelik ve tebliğ gibi konularda taslak hazırlamaya alışığız, ezberle dolan bir kuruluşuz aslında ama Sayın Altınok’un söylediği gibi, biz haddimizi aşmamak ve o konuda artık maddeye kadar inen bir şeye doğrusu girmekten sakındık. Ama bu konuda sizlerin böyle bir talebi varsa, bu konuda ev ödevi için çalışırız.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Bu da eski bürokrasinin verdiği bir şey, siz nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama hakikaten yapmak istemedik.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de bunun faydası olacağı kanaatindeyim tabii. Yazım aşaması da önemli, elimizde alternatiflerin çoğalmasının faydası olur bize.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, size çok teşekkür ediyoruz. Biraz, sizi vakti de aşarak fazlaca işgal ettik ama kusura bakmayın.

  • Çok verimli, güzel bir çalışmayı gayet güzel bir şekilde bize ilettiniz.

  • Biraz evvel dediğimiz gibi, bu bir karşılaşma, bir ilk izlenim ama ileride, 30 Nisana kadar katılım formel olarak devam ediyor ama ondan sonra redaksiyon başladıktan sonra dahi sizin faydalı göreceğiniz şeylerin buraya intikalinden yararlanma şansımız olur diye düşünüyorum.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Çalışma takvimi nasıl olacak?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – 30 Nisana kadar katılım konusunda şey yapıyoruz. 30 Nisandan sonra yani Mayıs ayından itibaren bir redaksiyon çalışmasına gireceğiz; ki, tabii en güç dönem bu.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Ondan sonra, yine görüşme ihtiyacı ortaya çıkabilecek mi?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Çıkabilir. Ona, tabii üst komisyon kendisi bakacak.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Sizin takdirinizde, her zaman emrinizdeyiz efendim. Sözcük bulamam, eğer katkımız olursa bizler mutlu oluruz.

  • Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ederiz efendim.



  • Şimdi, Türkiye Veteriner Hekimler Birliğinden gelen arkadaşlarımızı dinleyeceğiz.

  • Sayın Koç, hazırlık yapıp teşrif ettiğiniz için alt komisyonu, bütün arkadaşlarım adına size teşekkür ediyorum. Biraz da geciktik ama maalesef bu takdimlerde biraz kayma oluyor elimizle olmayan sebeplerle.

  • Sizi beklettiğimiz için de affınızı istirham ediyoruz.

  • Söz sizin efendim, buyurun.

  • TÜRKİYE VETERİNER HEKİMLERİ BİRLİĞİ GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ - Estağfurullah efendim, bir arkadaşımızın da Lalahan’dan gelmesi gerekiyordu, kardan dolayı çıkamadı, gelemedi. Bunlar oluyor.

  • Ben, tüm komisyon üyelerini Türk Veteriner Hekimleri Birliği adına saygıyla selamlıyorum.

  • Biz, zaten görüşlerimizi yazılı olarak komisyonumuza iletmiştik. Burada da çok fazla bir şeyimiz yok yani temel konularda…

  • Yazılı olarak da belirttiğimiz üzere, yeni anayasada mevcut Anayasa’mızın başlangıcındaki mefkûre ve ilk 4 maddesinin aynen korunması düşüncesindeyiz.

  • Yeni anayasada herhangi bir ayrışmaya neden vermeyecek şekilde, etnik temelde bir vatandaşlık yapısı değil ve mutlaka kaçınılarak, mevcut Anayasa’mızın 66’ncı maddesinin aynen korunması düşüncesindeyiz.

  • Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu felsefesi olan Atatürk ilke ve inkılâpları yeni hazırlanacak anayasanın ruhunu oluşturmalı.

  • Kuvvetler ayrılığı ilkesini koruyacak ve güvenlik altına alacak maddelerin yer almasını da düşünmüşüz efendim.

  • Bütün insanların yasa önünde eşit olduğu temelinde kişi hak ve hürriyetlerinin teminatı olacak modern bir anayasa olması, Türk milletinin tamamını kucaklayan nitelikte çoğulcu esasa dayanması, temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması hâlinde kişilerin lehine olan hükmün uygulanacağı hükmü esas altına alınarak, kişi hak ve özgürlüklerinin Batı standartlarında sağlanması ve evrensel değerlerin yeni anayasada yer alması düşüncesindeyiz.

  • Demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin iç düzenlerinin parti içi demokrasi ilkelerine uygun işleyişinin anayasal garantilerinin sağlanarak aday belirlemede teşkilatların etkinliğini artıracak temel bir yapının anayasada yer alması konusunda bir düşüncemiz var.

  • Bir de bu yeni anayasada bireylerin haklarını savunan, ortak bir paydada gelişmelerini sağlayan sivil toplum örgütleridir. Anayasa, bireyin haklarını devlet karşısında koruduğu gibi, bu yapılanmada sivil toplu örgütlerinin ve kamu kurumu niteliğindeki sivil toplum meslek örgütlerinin korunması, bunların güvence altına alınması, 1982 Anayasası’nda vazedilen “Kamuda çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.” hükmü kaldırılmalı ve mali yönden devlet desteği zorunlu kılınmalıdır. Meslek kuruluşlarında görev alanların siyaset yasağının da kaldırılması gibi bir talebimiz var.

  • Yeni hazırlanacak olan anayasanın toplumsal bir sözleşme olması için katılımcı usulle hazırlanmalı, bu süreçte halkın bilgilendirilmesi ve bu sürece katılımının sağlanması ve anayasanın açık ve anlaşılır bir Türkçeyle yazılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kahir ekseriyetini oluşturan çoğunlukların isteyeceği şekilde hazırlanması gibi bir...

  • Bu yaşadığımız çevre bize geçmişimizden miras kaldı, biz de gelecek kuşaklara bu çevreyi miras olarak bırakacağız. Bu çevre, sadece bizim hakkımız değil, gelecek kuşakların da hakkıdır. Bu gelecek kuşaklara karşı sorumluluk bilinci içerisinde hayvanların ve doğal hayat kaynaklarının anayasal bir düzen çerçevesinde korunması ve anayasada devletin insan, hayvan ve çevre sağlığını koruyacağını ve gıda güvenliğini ve güvenirliliğini belirten hükümlerin yer alması ve yabancılara toprak satışının yasaklanması gibi de bir talebimiz var.

  • Yeni hazırlanmış olan memur sendikalarının toplu sözleşmesiyle ilgili Anayasa’mızda bir değişiklik olmuştu. Bu sendikalara grev hakkının da tanınması ve ayrıca hâkim, savcı, kolluk kuvvetleri ve Silahlı Kuvvetler mensupları hariç kamu çalışanlarına siyaset hakkı tanınması talebiyle Türk Veteriner Hekimleri Birliği adına komisyonunuzu saygıyla selamlıyorum.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Koç, çok teşekkür ediyorum. Yazılı da bildirdiğinizi söylediniz. Burada bizim alt komisyonlarımız ve Meclisin teşkil ettiği sekretarya mutlaka oradan da faydalanarak, bu görüşlerinizi değerlendireceğiz.

  • Burada, genelde biz sizin görüşlerinize ait bir yorumda bulunmuyoruz. Ancak, ne murat ettiğinizi anlamakta zorlandığımız zaman size bazı sorular yöneltiyoruz.

  • Sayın Hocam, buyurun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Ali Bey, ben de teşekkür ediyorum. Hoş geldiniz.

  • Yazılı metni aslında görme imkânımız olmadı. Siz daha önce gönderdiniz mi komisyona?

  • TÜRKİYE VETERİNER HEKİMLERİ BİRLİĞİ GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ - Evet, daha önce göndermiştik.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben, iki şey sormak istiyorum: Burada, bu birliğin görüşü hazırlanırken, aslında başka gelen arkadaşlara da soruyoruz, nasıl bir süreçte oluşturuldu? Az önce İTO da vardı. Bunlar üyelerinizden gelen talepler üzerine mi bina edildi yoksa genel merkezde hazırlanan bir metin veya uzmanlar heyetince hazırlanan bir metin midir, çalışma mıdır? Birincisi bu.

  • İkincisi de, burada bir ifade geçti, aslında aynı şeye galiba Rıza Bey de takıldı, yapım yöntemiyle ilgili “Çoğunluğun istediği şekilde bir metin olmalıdır.” veya ona benzeyen bir ifade belki. Bunu açmanızı istiyorum ben.

  • Teşekkür ederim.

  • TÜRKİYE VETERİNER HEKİMLERİ BİRLİĞİ GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Ben teşekkür ediyorum efendim.

  • Bu yeni hazırlanacak anayasayla ilgili görüş talep edildiği zaman bizim Türkiye genelinde olan odalarımızın görüşleri soruldu. Bu, gelen görüşler doğrultusunda, buradaki arkadaşlarımızın onları değerlendirmesi sonucunda hazırlandı. Zaten burada da belirttiğimiz gibi, 82 Anayasası ile kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan arkadaşlarımızın katılmaları bir zorunluluk olmaktan çıkınca onlardan fazla bir görüş alamadık ama serbest çalışan diğer üyelerimizin katılımlarından bir görüş oluşturulmuştur.

  • Çoğunluğun, çoğulcu sistemdeki maksadımız şu: Küçük marjinal grupların değil kahir ekseriyetin, Türk milletinin kahir ekseriyetinin görüşleri esas alınmalı yani illa herkes mutlak surette memnun edilecek değil ama bu milletin esas değerlerine de karşı olmayacak görüşlerin yer alması, daha kısa bir anayasa, daha Türkçe, daha anlaşılabilir bir anayasa.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ederiz.

  • Sayın Türmen…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben bir şey sormak isterim.

  • Hayvan hakları temel haklar içine girsin mi girmesin mi? Hayvanların hakları anayasa yer alsın mı almasın mı? Çünkü siz sadece sağlığın korunmasından bahsettiniz, çevrenin korunması, hayvan sağlığının korunmasından bahsettiniz ama hayvan hakları ayrı bir hak kategorisi olarak yer almalı mı anayasada? Bir onu sormak istiyorum.

  • Bir de tabii bu çoğunlukla ilgili söylediğiniz, Mustafa Bey’in de söylediği… “O zaman azınlığı nasıl koruyacaksınız?” meselesi ortaya çıkıyor. Onun için ne düşünüyorsunuz yani azınlık haklarını, küçük grupların haklarını nasıl koruyacaksınız eğer sadece kahir ekseriyetin görüşlerini dile getiren bir anayasa yaparsanız?

  • TÜRKİYE VETERİNER HEKİMLERİ BİRLİĞİ GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ - Efendim, oradaki maksadımız, tekrar, özür dileyerek söylüyorum, marjinal grupların isteklerinin yer alması bir sıkıntı yaratabilir düşüncesindeyiz. Elbette, marjinal gruplardan da olumlu katkı olmayacak demek değil, mutlaka onlardan da olumlu görüşler ve katılımlar alınacaktır. Ortak bir mutabakat, demokratik sistemlerde zaten olabildiğince olur ortak bir mutabakat. Onun dışında, fazla bir şey değil, ondan başka bir şeyimiz olmaz.

  • Burada, zaten şey olarak belirttiğimiz gibi hayvanların ve doğal hayat kaynaklarının anayasa düzeni çerçevesinde korunması yani hayvan haklarının, gıda güvenliği ve güvenirliliğinin gelecek kuşaklara taşınması… Muhakkak bunun sorumluluk ve bilincinde olarak bunları sağlamak durumundayız. Yani anayasamızda temel olarak geçmesi, bunun kanunlarla düzenlenmesi muhakkak asıl olacaktır. Ama hayvan haklarının korunmaması, böyle bir şeyi düşünmemiz hele Türk Veteriner Hekimleri Birliği olarak söz konusu…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Anayasa’da bir hüküm yer almalı mı, genel bir hüküm?

  • TVHB GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Bir hüküm yer almalı, tabii genel bir hüküm. Yani doğal, çevre, gıda… Devletin insan, hayvan ve çevre sağlığını koruyacağı ve gıda güvenliğini koruyacağı bir temel hükmün yer alması…

  • TVHB MERKEZ KONSEYİ ÜYESİ DR. SİNAN AKTAŞ – Yani aç olan insanın özgür olamayacağı muhakkak. Yani insan karnı doyduğu sürece veya karnı doyduğu kadar ancak özgürdür. Dolayısıyla burada hayvanlar da önemli bir yer tutuyor insanların doyurulmasında. Dolayısıyla insanların gıdaya erişiminde mutlaka özgür olmaları gerekiyor ki insanlar özgür düşünebilsin. Dolayısıyla bunların Anayasa’da mutlaka güvence altına alınması gerekir diye düşünüyoruz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ben teşekkür ediyorum yani benim, tabii, haddim değil Sayın Türmen’in sorusunu yorumlamak ama çevrenin bir parçası faunada yani önemli bir parçası. Yani çevre dediğimiz zaman florayı, faunayı birlikte düşünmek zorundayız. Bununla ilgili, bu yalnız insanların beslenmesinde olan hayvanlar değil, olmayanları da korumak mecburiyetimiz var. Kısa da olsa bütün hayvan varlığını çevreyle birlikte korumamızı âdeta bir Anayasa hükmü hâline getirilmesini şahsen canıgönülden ben de destekliyorum. Yani tahmin ediyorum ki -bilmiyorum haddimi aşıyor muyum Sayın Türmen ama- muradımız buydu herhâlde yani. Neticede yalnız gıda güvenliği açısından değil yani.

  • TVHB GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Burada zaten hayvanların ve doğal hayat kaynaklarının korunması.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ondan sonra da gıda güvenliğimiz de şey yapar.

  • TVHB GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Doğal yaşam alanları korunmazsa zaten diğer çevrenin korunması çok mümkün de değil. Yani önce doğal çevrenin korunması.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sizin ilave edeceğiniz bir şey var mı?

  • TVHB GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Teşekkür ediyorum.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Biz teşekkür ediyoruz buraya kadar zahmet edip bu bilgileri bize verdiğiniz için.

  • Yazılı gönderdiğiniz doküman da emin olun özenle değerlendirilecek.

  • TVHB GENEL SEKRETERİ ALİ KOÇ – Biz teşekkür ediyoruz.



  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Hoş geldiniz. Zahmet ettiniz. Bugün hava şartları da çok çetin olmasına rağmen buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ediyoruz.

  • Biz sizi dinleyeceğiz. Genellikle biz sizin görüşlerinizi dinliyoruz ve soracağımız bir şey olursa o da tamamen sizin görüşlerinizi daha açmak, daha anlaşılır hâle getirmek -bizim açımızdan- için olacak.

  • Buyurun.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Teşekkür ederim.

  • Öncelikle buraya davet ettiğiniz, bu nazik davette bulunduğunuz için şahsım ve Şeker-İş adına teşekkürü borç bilirim. Bu Anayasa’yla ilgili çalışmalarımızda ben Doçent Doktor Aydın Başbuğ, Gazi Üniversitesinde öğretim üyesiyim ama Şeker-İş Sendikasıyla özellikle Anayasa Komisyonu konusunda bir özel grup kuruldu. Üniversiteden hocalarımız, Profesör Vedat Bilgin olsun, Şenol Durgun olsun, çeşitli Anayasa hukukuyla ilgili veya sosyal politika, siyaset, sosyolojiyle ilgili arkadaşlarımızla bir çalışma yaptık ve bu çalışmanın sonucunu da sendikayla paylaştık. Önce anlatmamız bizim sendikayı konuyla ilgili eğitmek oldu çünkü yani normal olarak biz hazırlayıp sunmuş oluyoruz, sendika neye evet dediğini bilmeden “Evet” desin istemedik. Dolayısıyla bazen bizim dahi kabul etmediğimiz ama sendikanın hassas olduğu konular oldu ve bu çerçevede sendikayla ortak bizim müzakeremiz sonucunda sendikanın bir görüşü ortaya çıktı. Bu görüş çerçevesi içerisinde ben süremi çok iyi kullanarak kısaca başlıklar hâlinde… Yeni hazırlanacak olan Anayasa’da şeker işçileri, sendika olarak ve bu sendikanın 33 şube başkanı da katıldı Türkiye’nin değişik yerlerinden, hep beraber bir beş, altı toplantı yaptık, bunun sonucunda böyle bir tasarı hazırlandı. Öncelikle bu Anayasa’nın hazırlanmasında yöntem olarak mevcut Meclisin bu Anayasa’yı hazırlayabileceği, mevcut mercisin dışında başka bir meclis ya da bu Meclis yapamaz gibi tartışmaların anlamsız olduğu, Meclise güvenilmesi gerektiğini, kamuoyunun önemli bir desteğini alan Meclisin bu Anayasa’yı değiştirebileceğini sendika olarak kabul ettiğimizi belirtmek istiyorum. Sendikanın görüşü Anayasa hazırlanırken sadece Meclis değil sivil toplum örgütlerinin de aktif katılımının sağlanmasıdır. Bu çerçevede aktif katılımın dışında hazırlanacak olan Anayasa’nın halkın anlayabileceği Türkçe kullanılarak çeşitli anlamlara gelebilecek yorumlara müsait… Mesela ile bağlacı var, ile bağlacı ve anlamına mı gelir, veya anlamına mı gelir? Bu hukukta daima tartışma konusu olur. Bu tür ihtilaf konusu olabilecek, ileride, kriz yaratabilecek cümlelerin kullanılmaması, Türkçesinin, ifadesinin özellikle seçilmesini, burada yeni veya halkın kullanmadığı kelimeler ya da çok eski unutulmuş kelimelerden ziyade yaşayan Türkçenin, günlük kullanılan Türkçenin kabul edilmesini, kullanılmasını önerdi. Ve en önemlisi Anayasa’mız, bizim, ayrıntılardan uzak, çok uzun kanunlar düzenlenebilecek konuların da Anayasa’da yer almaması gerektiği, Anayasa’nın mümkün olduğu kadar kısa ve öz olması gerektiğini kabul ettik.

  • Anayasa’nın başlangıç kısmı uygulamada geçmiş dönemlerde siyasi krizlere neden olmuştur. Acaba Anayasa’nın başlangıç kısmı Anayasa’ya dâhil midir, yoksa Anayasa’nın bir parçası mıdır, yoksa Anayasa’nın dışında mıdır? Bazen Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa’nın başlangıç hükümlerine dayanarak iptal kararları verildiğini görüyoruz. Bizim görüşümüz burada Anayasa’da başlangıç hükmünün bulunmaması, eğer başlangıç hükmü olacaksa başlangıç hükmünün Anayasa’da parçası olmadığına dair bir hüküm yer almasıdır çünkü genel ifadelerdir. Bizim hukuk sistemimiz uygun değil, uluslararası sözleşmelerde başlangıç hükümleri metnin içerisindedir. Mesela ben de 2001 yılında bir uluslararası sözleşmenin hazırlanmasına katılmıştım, orada bir hafta boyunca sadece bu başlangıç hükmü tartıştık ne anlama geldiği konusunda. O diğer hukuklar için önemlidir, başlangıç hükümleri, ama biz de başlangıç hükümleri Anayasa metninde yer almaması gerektiği konusundayız.

  • Devletin temel nitelikleriyle ilgili görüşlerimizi şu şekilde sıralayabiliriz: Devletin üniter yapısını koruyacak ve milletin ülkesi ve devletiyle bölünmez bütünlüğünü mutlaka muhafaza edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Devletin milleti değil milletin devleti olduğu ilkesi açıkça vurgulanmalıdır. Yani biz geçmiş anayasalarda şöyle görüyoruz: Milleti devletin parçası, devlete bir hizmet eden…. Önce devlet var sonra millet, gelen. Devlete bağlı bir millet anlayışının anayasalarda, şimdiki Anayasa’da da olmak üzere hâkim olduğunu, oysa hazırlanacak Anayasa’da tam tersine devletin millet için olduğunu, millete bağlı olduğunun, açıkça bunun vurgulanması gerektiğini başlangıç hükümlerinde savunuyoruz. Sosyal devlet ilkesinin özellikle korunması gerektiği, çünkü sosyal devlet ilkesi unutulmaktadır ya da kâğıt üzerinde kalmaktadır. Sosyal devlet ilkesinin, biz, geliştirerek vatandaşların insan onuruna yarışır asgari bir hayat standardı garanti eden devlet olduğunun açıkça vurgulanması gerektiğini, ekonomik ve sosyal hayata müdahale eden devlet ancak birey hak ve özgürlükleriyle sınırlanabileceğinin açıkça yazılmasını savunuyoruz.

  • Temel hak ve hürriyetlerle ilgili kısaca belirtecek olursak: Bizim Anayasa’mızda temel hak ve hürriyetlerle ilgili ciddi problemler var. Önce temel hak ve hürriyetleri üç başlığa ayırmıştır. İşte, klasik haklar, ekonomik haklar, sosyal haklar gibi. Şimdi, burada, baktığımız zaman Anayasa’mızda bazı sosyal hakların sosyal haklar kısmında yer almadığı ya da sosyal haklar dediğimiz kısımların da içerisinde yer alan bazı hakların, mesela konut hakkının sosyal haklar içerisinde yer almaması gerekirken sosyal haklar içerisinde yer alıyor. Bu şekilde bir ayrım yapmaksızın mesela Alman Anayasası’nda olduğu gibi sadece hak ve özgürlüklerin liste hâlinde sıralanmasını ve tasnif yapılmaması gerektiğini Anayasa’da savunuyoruz. Bunun dışında temel hak ve hürriyetlerin sadece Anayasa’da sayılan hak ve hürriyetlerle sınırlı olmadığını, Anayasa’da sayılan hak ve hürriyetlerin dışında da kişilerin sahip olduğu insan haklarının olduğunun Anayasa’da açıkça vurgulanması gerektiğini savunuyoruz.

  • Temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması konusuna gelince burada çok hassas olunması gerektiğini, temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran kuralların böyle kamu düzeni, kamu yararı gibi soyut birçok anlama gelecek ifadelerden kaçınılması gerekir. Çünkü bunlar geçmişte de yaşandı, kamu düzeni ne anlama geliyor, herkes farklı yorumluyor. Hukuk felsefesinde de bu tür şeylerin zaten terk edilmesi gerektiği yönünde de 1960’larda beri hukuk felsefesinde de hâkim olan bir görüş vardır. Daha somut düzenlemeler getirilmesi gerekiyor. Hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda bizim önerimiz uluslararası hukuka, uluslararası mahkeme kararlarına ve uluslararası sözleşmelere atıf yapmaktır. Şu sakıncası da var bunun: Uluslararası sözleşmeler bazen çok fazla sınırlandırma nedenleri de sayabiliyorlar. Ama buna rağmen hiç olmazsa somuttur ve Meclisin kabul ettiği oranda sınırlanacağı için uluslararası sözleşmelerle belirlediği ilkeler ve uluslararası hukukun belirlediği ilkeler çerçevesinde sınırlanması gerektiğini savunuyoruz.

  • Sosyal haklara gelince: Anayasa’mızın 65’inci maddesinde şöyle bir şey yazar: “Sosyal haklar devletin mali imkânlarıyla kısıtlıdır.” Oysa devletin mali imkanlarıyla alakalı olmayan sosyal haklar vardır; sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı gibi. Dolayısıyla sosyal hakların devletin mali imkânlarıyla sınırlı olduğunu belirten bu düzenlemenin kaldırılması sadece devlete mali sorumluluk yükleyen “olumlu edim yükümlülüğü” dediğimiz -Anayasa hukuku çerçevesinde- olumlu edim yükümlülüğü getiren konularda devletin mali imkânlarıyla sınırlandırılacak, örneğin sosyal güvenlik gibi bu konularda devletin devlete mali sorumluluk getirmeyen sendika hakkı, toplu sözleşme gibi haklarda, sosyal haklarda devletin mali imkânlarıyla sınırlandırılmamasını, hatta eğitim ve sağlık -eğitim ve sağlık da sosyal haklar arasındadır- bu eğitim ve sağılığın da devletin mali imkânlarıyla sınırlandırılmaması gerektiğini ve 65’inci maddenin kapsamının mümkün olduğunca daraltılmasını öneriyoruz.

  • 14’üncü maddeyle ilgili: Hakların kötüye kullanılmasıyla ilgili bir yanlış düzenleme vardır. Bütün uluslararası hukuklarda devletin faaliyetlerini yaparken birey haklarını sınırlandırmasını önlemek amacıyla Avrupa hukuku, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi devlete sınırlandırma getirmiştir. “Devlet haklarını kötüye kullanamaz.” demiştir. Ama bizim 14’üncü maddemiz vatandaşın da özgürlüğünü kötüye kullanabileceğini kabul etmektedir. Vatandaşın özgürlüğünü kötüye kullanabileceğinden hareketle özgürlüklerinin sınırlandırılmasının doğru olmadığını, uluslararası hukukta olduğu gibi devletin yetkilerini kullanırken hak ve hürriyetleri sınırlandırma yoluna gidemeyeceğinin kabul edilmesi gerektiğini savunduk.

  • Vatandaşlık tanımı bakımından: Anayasa’nın 66’ncı maddesi çok tartışmalı bir konu, en çok da tartıştığımız bizim de bu oldu. 66’ncı maddesinin mevcut olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğu kabul edilmesi… Ama burada tam bir uyuşmazlık… Tartışmalı oldu bu. Bunun yerine “Türk” ifadesinin kullanılmaması gerektiği, sadece “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, Türk anadan ve babadan doğan herkes Türk vatandaşıdır.” ifadesinin yer alması gerektiği, Türklüğe Anayasa’nın bir atıf yapmaması gerektiğini de savunanlar olduğu gibi tartışmalarımıza çoğunluk olarak sadece burada “Türk vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese Türk.” denir ifadesinin burada yer alması gerektiği ve bunun dışında özellikle bu tartışmalara toplumumuzda yer vermemek amacıyla mümkün olduğu kadar bu kelimenin kullanılmamasını, “Türklük” kelimesinin, kavramının az kullanılması gerektiğini ama tamamen terk etmenin de yanlış olduğu sonucuna varıldı. Bu bayağı tartışmalı geçti bizim kendi aramızda. Anayasa’mızda bir düzenleme var “Uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatışırsa uluslararası sözleşme üstün tutulur.” diye. Biz bunun doğru olmadığını, şu nedenle doğru olmadığını düşünüyoruz. Bazen bizim düzenlemelerimiz uluslararası hukuktan da üstündür. O nedenle bu Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinin uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatışırsa kişinin -insan hakları lehine olan- lehine hangisiyse onun uygulanması gerektiğini. Oysa şu anki Anayasa’mızda bizim iç hukukumuz uluslararası sözleşmeden daha fazla hak verse dahi uluslararası sözleşmenin uygulanacağını öngörüyor, bunun kişinin lehine olan uygulanır şeklinde değişmesini savunuyoruz.

  • Laiklik ilkesinin korunması gerektiğini ancak laiklik ilkesinden ne anlaşılması gerektiğinin açıkça vurgulanması ve laikliğin de din ve devlet işlerinin, devleti din işlerinden ayırmak kadar din hürriyetinin de garanti edici, garanti altına alıcı, devletin inançlar karşısında tarafsız olduğunu garanti altına alacak hükmün açıkça yer alması gerektiğini savunduk. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı konusunu tartıştık, bu metne yazmadık ama Diyanet İşleri Başkanlığının kalması gerektiğini, Anayasa’da kalması gerektiğini savunuyoruz. Çünkü bu laiklik açısından gereklidir. Neden? Çünkü din hizmeti devletin bir faaliyeti değildir, devletin faaliyeti olmadığı için, devletin faaliyetinin olmadığının ama bunun içinde ne olması gereklidir? Diyanetin özerk olması gereklidir. Diyanetin özerk olması şartıyla Anayasa’da yer alması gerektiğini savunuyoruz yoksa devletin faaliyetleri içerisinde yer alması gerektiğini öngörmüyoruz.

  • Din eğitimi konusunda zorunluluğa yer verilmemesi gerektiğini ancak devletin gözetim ve denetiminden de uzak tutulmaması gerektiğini, din eğitimi ve öğretiminin, hangi derecede olursa olsun en basitinden en profesyonel, akademik dereceye kadar devletin gözetimi ve denetimi altında sivil toplum kuruluşlarına, sivil topluma bırakılması gerektiğini söylüyoruz. Burada ders verecek kişilerin, denetiminin yapılacak, binaların nasıl olacağının, hepsinin standardını devletin belirlemesi, devletin bu dersi vermek yerine, öğretmek yerine sivil toplumun bunu yapması, devletin denetlemesini öngörüyoruz.

  • Eğitim hakkının kullanılmasında kılık kıyafetin, özellikle başörtünün yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılmasını, kılık kıyafetinden dolayı kimsenin eğitim hakkından mahrum bırakılamayacağı kabul edilmektedir.

  • Eğitim dilinin mutlaka resmî ve sivil öğretim kurumlarında Türkçe olması gerektiği… Bu anlamda şu an devlet üniversitesinde yani İngilizce eğitim yapan devlet üniversitelerinde dahi Türkçe olması gerektiğini, eğitim dilinin kesinlikle Türkçe olması gerektiği ama bunun dışında yabancı dil ve ana dil öğreniminin mutlaka serbest bırakılması gerektiğini ama resmî dil olarak, eğitim dili olarak Türkçenin olması gerektiğini kabul etti arkadaşlarımız.

  • Siyasi partilere üye olma bakımından hâkim ve savcıların kolluk kuvvetlerini, silah kuvvetleri mensupları hariç herkesin, bütün memurların siyasi partilere üye olabilmesinin getirilmesini, bunun gayet doğal olduğunu, seçme hakkına getirilen sınırların kapsamının daraltılmasını, er ve erbaşlar ile askerî öğrencilere oy hakkı tanınmasını kabul etmekteyiz.

  • Çalışma hakkı bakımından, özellikle sendika olarak çalışma hakkı bakımından uluslararası gelişmeler çerçevesinde “decent work” dediğimiz “düzgün iş” veyahut da güncel tabirle “insan onuruna yaraşır iş” tabirinin Anayasa’da mutlaka yer alması gerektiğini, sendika hakkının mutlaka geliştirilmesinin gerektiğini, memur, sözleşmeli… Uluslararası hukukta sendika hakkı sadece memur ve işçilere değil ev hanımlarına, işsizlere, bağımsız çalışanlara da sendika hakkı tanınmaktadır, Avrupa Adalet Divanının bu yönde kararları da vardır. Bu bakımdan bizim Anayasa’mızda da bu yönde sendika hakkının genişletilmesini, kamu çalışanlarına, memurlara grev hakkının tanınmasını öneriyoruz. Hâkim ve savcılar, kolluk kuvvetleri ve silahlı kuvvetler mensupları hariç bunların grev hakkının tanınmasının gerektiğini söylüyoruz. Bizim 12 Eylül’de yaptığımız Anayasa değişikliğinde 128’inci maddede memurlara sadece mali konularda toplu sözleşme yapma hakkı tanınmıştır. Bunun değiştirilerek sadece mali konularla sınırlandırmanın toplu sözleşme hakkını uluslararası hukuka aykırı olarak bir sınırlandırma olduğunu kabul ediyoruz. Sadece mali konular değil, mali konuların dışında da diğer ekonomik ve sosyal konularla ilgili, özlük haklarla ilgili toplu sözleşmelerin memurlar açısından yapılabilmesi gerektiğini savunuyoruz.

  • Devlet teşkilatı bakımından: Cumhurbaşkanının, özellikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini benimsiyoruz, kabul ediyoruz bunu ama şu var: Bir yandan halk tarafından seçilecek, bir yandan sembolik yetkileri olan bir Cumhurbaşkanı, bunu da bir abes olarak görüyoruz yani halk tarafından seçilecekse mevcut yetkilerinin tam tersine bizde, kamuoyunda şu ana kadar hep Cumhurbaşkanı yetkilerinin çok fazla olduğu savunulmuştur, azaltılması gerektiği savunulmuştur. Az yetkileri olan bir Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin pek doğru olmadığını, Cumhurbaşkanı yetkileri bakımından sadece yargı organlarının üyelerinin seçimini, üst yargı üyelerinin seçiminin ve yargıya atama yapmasının, bunun ayrılarak yargı yetkilerinin dışındaki diğer yetkilerinin, mevcut yetkilerinin korunması gerektiğini ve bu bakımdan da halk tarafından seçilmesi gerektiğini savunuyoruz.

  • Yasama faaliyetleri bakımından: Özellikle siyasi partilerin yasamada demokrasinin gelişmesinde ve korunmasında siyasi partilerin çok önemli olduğunu, parti içi demokrasinin burada önemli olduğunu, parti içi demokrasinin korunması için seçmenlerin sayısı bilinirken merkeze belli bir kontenjan ayrılıp bunun dışında yerel il teşkilatlarının etkinliğinin artırılmasını, parti kapatmalarının önüne geçilmesini, parti kapatmasının kesinlikle yasaklanmasını, parti kapatması dışında hazine yardımı almama gibi çeşitli yaptırımların devam etmesini öneriyoruz.

  • Yasama sorumsuzluğunun korunması gerektiğini öneriyoruz. Fakat yasama dokunulmazlığı bakımından bunun biraz yumuşatılması… Yasama dokunulmazlığının -önce şunu belirteyim- önemi gerçekten çok büyüktür, kamuoyunda ve basında anlatıldığı şekliyle yasama dokunulmazlığının tamamen karşısında değil, yasama dokunulmazlığı bizim için de yasama sorumsuzluğunun yanında dokunulmazlık da çok önemlidir fakat burada yargılama sürecinin de engellenmemesi gerektiğini, yasama dokunulmazlığının. Milletvekillinin tutukluluk ve gözaltına alınması, tabii, bu dönemde mümkün olmayacak fakat tutukluluk ve gözaltına alınmamasının dışında yargılama faaliyetinin devam etmesi… Bunun da şu sakıncası var: Tutuklu ve gözaltına alınıp da yargılama faaliyeti devam edilirse zaman aşımına uğramak gibi bir risk var. İşte, bu yargılama sürecinde zaman aşımını ve tutukluluk ve gözaltına alınmaması nedeniyle milletvekilini yargılamaya yardımcı olmaması durumunda bu yargılamanın da düşmesinin önüne geçici önlemler alınması gerektiği savunulmuştur.

  • Seçim sisteminin demokratik bir esasa bağlanması için barajın yüzde 5’e indirilmesi ve tercihli oy sisteminin kabul edilmesi, Türkiye milletvekilliğinin uygulanarak küçük partilerin de belli bir oranda Meclise girmesi kabul edilmektedir. Milletvekili seçilen adayın ticari faaliyetini bırakarak bir ticari mümessile devretmesi gerektiğini, hem milletvekilliğiyle hem ticari faaliyetlerin aynı anda devam etmemesi gerektiği savunulmuştur.

  • Yargının yapılandırılması bakımından söyleyeceklerimiz: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını şüpheden uzak tutmamız gerekir. Bağımsızlık ve tarafsızlık bu anlamda ayrı ayrı ve çok önemlidir. Bu amaçla yargı üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanının yetkileri kaldırılmalı, yargı üyelerinin kendi içerisinden seçim yoluyla üst kurul üyelerini ve eşit seçim yoluyla yani bütün birinci sınıf hâkimlerin katılacağı, sadece belli hâkimlerin ya da belli bir grup hâkimlerin belirlediği değil, bütün birinci sınıf hâkimlerin katılacağı bir seçimle yargı üyelerinin, üst üyelerin atamasını kabul… Anayasa Mahkemesinin mevcut yapısının korunması gerektiği… Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında asker kişilerin yargılanmasının çıkarılması, çünkü Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla siyasi kişileri yargılar, bunun dışında bir bürokratın Anayasa Mahkemesine getirilmesini doğru bulmuyoruz. Asker kişilerin görevleriyle de ilgili olsa bunların Yargıtayda yargılanmasını öneriyoruz.

  • Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı kesinleşen yüksek mahkeme kararlarına karşı olmalıdır. Eğer bir kesinleşen karar olmadan direkt Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınması durumunda bunun sakıncalı olacağı ve bireysel başvuru hakkının kişi hak ve hürriyetleriyle sınırlandırılması gerektiğini, her konuda değil sadece temel hak ve hürriyetlerle ilgili olması gerektiğini savunuyoruz. Hâkimler yüksek kurulu ve savcılar yüksek kurulu kararlarına karşı mutlaka Danıştayda, idari dava dairelerinde itiraz yolunun açılması gerektiğini savunuyoruz. Üst yargı makamı olarak askerî mahkemelerin ortadan kaldırılması, bu askerî mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlık, mahkemelerin tarafsızlığıyla ilgili objektif ve subjektif tarafsızlık ilkelerine bağlı olmadığını, uygun olmadığını, askerî mahkemelerin mutlaka sona erdirerek askerî konularla ilgili, idari konularla ilgili Danıştayda bir dava dairesinin açılması, diğer konularla ilgili Yargıtay içerisinde bir dairenin özel ihtisas dairesi olarak açılmasını önermekteyiz.

  • Yüksek Askerî Şûra düzenlenmesi: Anayasa’dan çıkarılmalıdır Yüksek Askerî Şûra. Bu anayasal bir kurum olarak düzenlenmemelidir ve Yüksek Askerî Şûra kararlarına karşı da yargı yolu açılmalıdır.

  • Sayıştayın düzenlemeleri de mutlaka Anayasa’yı korumakla beraber Danıştay nezdinde yargı yolunun da açık olması gerekir. Kural olarak bireylerle ilgili karar vermediği söylenir. Kurum, devlet içi bir karardır ama bireyleri de ilgilendiren kararlar vermektedir Sayıştay.

  • Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanlığına bağlı olması gerektiği savunulmaktadır.

  • Diğer idari esaslar bakımından olağanüstü yönetim şekli

  • olağanüstü yönetim şekli, sıkıyönetim, savaş bu anlamda kalmalıdır ancak olağanüstü yönetim kararlarına karşı yargı yolunun açık olması ve sivil yönetimde olması gerekir. Yani olağanüstü yönetimlerde askerî yönetim değil gene valinin yetkisinde ancak ne olursa olsun bunun, yargı kararlarının denetimine açık olması gerektiğine inanıyoruz.

  • Yasama, yürütme ve yargı faaliyetlerinin dışında sadece devletin merkez ve taşra teşkilatıyla, valilik, il özel idaresi, kaymakamlık ve belediyelerle ilgili düzenlemelerin Anayasa’da yer alması gerektiği.

  • Bunun dışında merkezî idarede, kurumsal -mesela, TRT, RTÜK, Özelleştirme Yüksek Kurulu, Yükseköğretim Kurumu gibi- düzenlemeler kanunla düzenlenebilecek konulardır.

  • Kanunla düzenlenebilecek konuların Anayasa’da yer almaması gerektiğini savunuyoruz. Bu kanunla düzenlenebilecek konuların Anayasa’da yer alması bazı sıkıntıları doğurur. Örneğin, “Arabuluculuk Teşkilatı kurulur.” diye Anayasa Mahkememizde yazıyor, Bakanlık, sırf Anayasa’da yazdı diye Bakanlık içerisinde bir Arabuluculuk Teşkilatı Daire Başkanlığı kuruluyor. Hiçbir iş de yapmıyor bu. Sırf Anayasa’da yazdığı için kurulan bir kurumdur.

  • Bunlar, bu tür düzenlemeler sadece kanunla düzenlenebilir. Anayasa’da yer almasını gerekli görmüyoruz.

  • Kamu adına faaliyette bulunan iktisadi devlet teşekküllerinin Anayasa’da yer almaması gerektiğini, özelleştirmeye ilişkin düzenlemelerin de Anayasa’da yer almaması gerektiğini, devletin ekonomik faaliyetlerinin kanunla düzenlenebileceğini, ancak şu var, özelleştirme uygulamalarının, özelleştirmeyle ilgili yapılacak uygulamaların da sosyal devlet ilkesine zarar vermemesi gerektiğini kabul ediyoruz.

  • Kısaca, hızlı bir şekilde, bu şekilde özetledim. Sorunuz varsa cevaplayayım.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Çok teşekkür ederiz.

  • Gayet zamanı da etkin bir şekilde kullandınız. Ciddi emek ürünü bir çalışmayı bize takdim ettiniz. Çok teşekkür ediyoruz.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Ben de teşekkür ederim.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Mustafa Hocam, sizden başlayalım.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Aydın Bey, ben de teşekkür ediyorum.

  • Şimdi, gerçi başlangıçta açıkladınız da ben şunu merak ediyorum. Yani bu ŞEKER-İŞ’in bu görüşleri nasıl oluşturuldu? Çünkü TÜRK-İŞ bize geldi geçen hafta, TÜRK-İŞ’i dinledik. TÜRK-İŞ, tabii çok kısa ve sadece kendi alanıyla ilgili bir metin sundu. ŞEKER-İŞ, Anayasa’nın bütününe dair bir görüş ortaya koyuyor. Yanlış anlamadıysam sanki siz, bir komisyon tarafından, akademisyenler tarafından hazırlanan bir metnin daha sonra ŞEKER-İŞ’te tartışılarak oluşturulması gibi bir şeyden bahsettiniz. Bunu biraz daha…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Evet.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hani ŞEKER-İŞ’in tabanının görüşlerini yansıtan bir metin olarak mı oluşturuldu bu? Bir onu merak ediyorum.

  • Burada, Başlangıçla ilgili bir husus vardı. Başlangıç, tabii bizim Anayasa metnine dâhil. Anayasa’da açık bir hüküm var onunla ilgili olarak. Sadece bunu soracağım.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Biz yeni Anayasa’da sadece Anayasa metnine dâhil olmaması gerektiğini söylüyoruz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam. Yani hayır, “Anayasa Mahkemesi bazen dâhil olup olmadığına dair karar verdi.” diyorsunuz da, metne dâhil olduğuna dair ayrı bir hüküm var biz de tabii.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Tabii, o doğru.

  • Ben şimdi mi cevap vereyim yoksa hepinizi bir dinleyip de öyle mi cevap vereyim?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – İsterseniz cevap verin.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Şimdi, ŞEKER-İŞ’in Başkanı aynı zamanda, daha önce, aralık ayında genel kurul olmadan önce TÜRK-İŞ’in de yönetim kurulundaydı. Aslında onun arzusu, TÜRK-İŞ’in böyle bir çalışmayı yapmasıydı. Yaklaşık bir buçuk senedir bu çalışmalarımız devam ediyor, bizim görüşmelerimiz ama TÜRK-İŞ de böyle bir şey olumlu çıkmayınca kendisi de TÜRK-İŞ adına böyle bir şeyi yapmayı arzu etmekteydi. TÜRK-İŞ adına bu yapılamayınca kendisini bunu bir vazife olarak kabul edip ŞEKER-İŞ adına, tüzel kişiliği adına böyle bir şey hazırladı.

  • Tamamen akademisyenlerin oluşturduğu bir şey değildir bu. Belirttiğim gibi, burada benim şahsım olarak kabul etmediğim ama tartışmalar sonucu yazdığımız ve aktardığım konular da oldu. Önce tabii ki şöyle: Doğaldır yani sendikacılar bu konularda bunları söyleme kapasiteleri bakımından da bunları kabul edecek durumda mıdırlar? Biz de bunun farkında olarak önce zaten seminerler yaptık her konuda. Mesela yasama konusu… Alternatifler, Adalet Bakanlığımızın hazırladığı, bir diğer Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’ye çevrilmiş anayasaları var. Bunların üzerinde beraber çok tartıştık, bazı konuları burada ciddi tartıştık, bazı konuları hiç tartışmadık. Mesela Anayasa’nın 65’inci maddesiyle ilgili görüşlerde pek şey yapmadılar, “Ha, çok güzel.” falan dediler ama “Şimdi bu bizim tabanımızı rahatsız eder, bu bizim tabanımıza uymaz.” diye bazı konuları açıkça belirttiler ama bunun dışında mesela eğitim dili olsun, baş örtüsü konusu olsun, ana dilde eğitim konusu olsun “Bundan bizim tabanımız memnun olur, gayet rahatlıkla söylenebilir.” diye ifade ettiler, bu şekilde yazıldı.

  • Teşekkür ederim.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, benim bakımımdan yani Mustafa Bey’in söylediği fazla bir problem yaratmıyor. Yani mademki ŞEKER-İŞ’i buraya ayrı davet ettik, ŞEKER-İŞ’le TÜRK-İŞ arasında ille bir görüş birliği olmasını beklemiyoruz. Zaten bütün şey de o, işin felsefesi de o, yani sadece üst kurumları davet etmiyoruz ya da ne bileyim, hani sadece Türkiye Barolar Birliğini davet etmiyoruz, Türkiye Barolar Birliğinin altındaki baroları da davet ediyoruz; sadece konfederasyon, işçi konfederasyonlarını davet etmiyoruz, onun altındaki federasyonları da davet ediyoruz filan.

  • Hayır, benim söyleyeceğim başka. Bu 90’ıncı maddeyle ilgili olarak dediniz ki: “Çatışma varsa bazen belki de ulusal yasa bireyi daha fazla koruyor.” Ama bütün bu insan haklarına ilişkin uluslararası anlaşmalardaki şeyler zaten asgari standartlıdır. Yani o sözleşmelerde ayrıca zaten yazıyor ki der ki: “Eğer devlet bundan daha ileri bir koruma getirmek istiyorsa bireysel hak ve özgürlüklere, bunu yapabilir.” Onun için, devlet ulusal yasayla daha ileri bir konuma getiriliyorsa zaten çatışma yok demektir çünkü çatışma ancak bu getirilen asgari standardın altına düştüğü zaman ortaya çıkan bir şey. O nedenle, yani 90’ıncı madde bakımından söylediğiniz belki de tam şey değil, tam “Bu olmasın.” demek için yeterli bir neden değil. Yani zaten daha ileri bir koruma getirmekte serbest.

  • Bu özelleştirme için dediniz ki: “Anayasa’da yer almamalı, sosyal devlet ilkesine uygun olmalı.”

  • Peki, bu bağlamda kamu yararı için ne düşünüyorsunuz? Özelleştirmedeki kamu yararı kavramı bakımından ne düşünüyorsunuz, onu merak ettim.

  • Yargıda yargı bağımsızlığıyla ilgili olarak dediniz ki: “Üst mahkemelerin seçiminde cumhurbaşkanı yetkili olmamalı. HSYK mesela, kendi içinden seçmeli.”

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Yok, birinci dereceye ayrılmış hâkimler arasından seçilmeli.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet, birinci sınıfa ayrılmış hâkimler içinden seçmeli.

  • Peki, Adalet Bakanı, Başkanı olmalı mı ya da Müsteşarı üye olmalı mı ve adalet bürokrasisi içinde yer alan hâkimler üye olmalı mı olmamalı mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz, onu merak ettim.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Bu son soru da yani konu da tartışılmadı. Cevap verirsem bireysel cevap vermiş olurum, kurumsal cevap vermiş olmam. Ben burada, mevcut anayasal düzenlemenin yerinde olduğu, Adalet Bakanının bulunmasının doğru olduğu fakat oy hakkının olmaması gerektiğini bu anlamda doğru buluyorum.

  • O bakımdan, diğer bu yöneticilerin Hâkimler Savcılar Kurulunda yer alması fakat oy hakkının bulunmaması gerektiği, şu anki düzenlemenin doğru olduğu ama komisyonumuzda bizim şu anda düzenleme öyle olduğu için, biz farklı konularda değindiğimiz için bu konuya girmedik.

  • 90’ıncı maddeyle ilgili şöyle söyleyeyim: Biz de burada epeyce tartıştık, hatta “Ne gerek var.” gibi, aynı şeyleri de kendi aramızda da tartıştık. Ama şöyle bir durum var: Uluslararası sözleşmeler, ya çerçeve sözleşmelerdir ya maddi hukuk kuralı koyan sözleşmelerdir. Çerçeve sözleşmeler genel, soyut ifadeler kullanır, hatta alternatifler koyar yani “Üye ülke şöyle de düzenleyebilir, böyle de düzenleyebilir.” der. Çerçeve sözleşmeler böyledir. Üye ülkeler bunlardan birini seçebilir, bunun üzerinde de haklar tanıyabilir ama bir de uluslararası sözleşmelerde, bu tür çerçeve sözleşmeler değil de özellikle Avrupa Birliğinin düzenlemelerinde bunu çok sık görüyoruz. Maddi hukuk kuralı koyan sözleşmeler de vardır. Artık burada alternatif yoktur ve mutlaka öyle düzenlenmesi gerekir. Bizim bir arkadaşımız çevreyle ilgili düzenlemeleri incelemişti. Ben incelemediğim için sadece onun sözlerini şey yapıyorum. Çevreyle ilgili düzenlemelerin, bizim iç hukukumuzun uluslararası sözleşmeden daha fazla haklar, idari yetkiler ve sınırlandırmalar getirdiğini…

  • Şimdi, iç hukuk, bu kadar uluslararası sözleşmelerde aslında sınırlandırmalar ya çok geniş tutuluyor yani “Şu da olabilir, bu da olabilir, üye ülkeler bunu da kabul edebilirler.” şeklinde sınırlama alanını çok geniş tutuyor ama bu çevreyle ilgili konularda bizim iç hukukumuz daha bir dar kapsamlı düşünmüş, idarenin yetkilerini daha fazla artırmış, özgürlükler bakımından birey özgürlüklerini daha çok sınırlandırmış.

  • Şimdi, çevreyle ilgili düzenlemeye baktığımız zaman, kişinin çevre hakkında, çevrenin kirletilmesiyle ilgili idarenin yetkilerinde, bizim uluslararası hukuktan daha fazla idareye yetki vermektedir ve kişiyi daha çok korumaktadır. O yönü düşündük biz, özellikle maddi hukuk kuralları bakımından düşündük.

  • Özelleştirmeyle ilgili, biliyorsunuz, 2001 yılında Anayasa değişikliği yapıldı, özelleştirmeyle ilgili bu madde eklendi. Hep “Kamu yararı olmadığı” gerekçesiyle iptal ediliyordu. İşte, bu özelleştirmesiyle ilgili 2001 yılındaki bu Anayasa değişikliğinden sonra artık “Anayasa Mahkemesinin veya işte Danıştayın bu özelleştirmeleri iptal etmesinin önü kesilmek amacıyla bu Anayasa’da yer aldı.” şeklinde -tabii bu olur mu olmaz mı ayrı bir konu- böyle bir bilgi biliniyor kamuoyunda ve bu şekilde bir değerlendirme söz konusu.

  • Yani özelleştirme açıkça iktisadi bir konudur bu. Özelleştirmenin Anayasa’da yer almaması gerekir, kanunla düzenlenebilir ve yerindelik denetimi dışında -bunu Anayasa’ya yazmaya da gerek yok zaten- idarenin her işlemi, bu anlamda özelleştirmeyle ilgili her işlem kamu yararı yönünden denetlenebilmelidir.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ediyorum.

  • Başka var mı Sayın Türmen?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii, 90’ıncı maddeyle ilgili şeye katılmıyorum çünkü bizim “Temel hak ve özgürlükler” dediğimiz sözleşmeler maddi hukuk kuralı koyuyor yani çerçeve getirmiyor, doğrudan doğruya hukuk normu getiriyor. Hukuk normuna uymak zorundasınız yahut hukuk normunun altına düşmemek zorundasınız, o anlaşmaya taraf olmakla böyle bir yükümlülük üstlenmiş oluyorsunuz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bütün uluslararası sözleşmeler değil insan haklarına dair sözleşmeler, insan hakları söz konusu.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çevreyle ilgili genel…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – 98 sayılı Toplu Pazarlık, 87 sayılı Örgütlenme Özgürlüğü, bunlar çerçeve sözleşmelerdir Avrupa Birliğinin. Baktığımız zaman böyle somut bir şey yazmaz. Mesela, yabancılara sendika üyeliğinin yasaklanması, bu 87 sayılı Sözleşme’de yazmaz açıkça temel hakları ihlal ettiği ama Uluslararası Çalışma Örgütü kabul eder bunu, yabancılara sendika yöneticiliğinin yasaklanmasının insan haklarına aykırı olduğunu, 87 sayılı Sözleşme’ye aykırı olduğunu. Bunu Aplikasyon Komitesi karar veriyor ama 87 sayılı Sözleşme’de açıkça bunlar yazmıyor. 87 sayılı Sözleşme, 98 sayılı Sözleşme soyut, genel hükümler. Orada grev hakkı bile yazmıyor 98 sayılı Sözleşme’de. Toplu pazarlık, o yorum yoluyla kabul ediliyor. Yani onlar da maddi hukuk kuralı getirmekten ziyade çerçeve düzenlemeler bunlar.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama İnsan Hakları Sözleşmesi böyle değil mesela, son derece açık, maddi şeyler…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – 2008 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü bu örgütlenme hakkını, temel toplu pazarlık hakkını da temel insan haklarından kabul etti. Daha önce şöyle: 98 sayılı ve 87 sayılı Sözleşme’yi Uluslararası Çalışma Örgütünün dinleyebilmesi için onaylama şartı vardı ülkenin. İnsan haklarından kabul edilince bir ülkenin onaylamasına gerek yok artık. İnsan haklarından kabul ediliyor.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, teşekkür ederiz.

  • Madem bu uluslararası anlaşmalardan böyle çok bahsettiniz. Ben hukukçu olmayarak yani işin acemisi olarak kafamdaki bir soruyu size söyleyeyim, buradaki hocalarım da belki yorumlarlar.

  • Yani şimdi bu anlaşmaların tamamı da insan hak ve özgürlükleriyle ilgili değil. Şimdi, uluslararası anlaşmaların bir ülkede yürürlüğe girmesinin süreci de belli. Bürokratlar tarafından hazırlanıyor, bir siyasi imzalıyor, Dışişleri Komisyonuna geliyor, oradan kabul edilip Genel Kurula iniyor, oylanıyor, kabul ediliyor.

  • Var sayalım ki teorik olarak bu anlaşmalardan bir tanesi Anayasa’nın son derece farklı bir maddesine aykırı. Ki biz ona, Anayasa maddesini oraya çok bilinçli bir şekilde yazmışız. Şimdi siz, bu uluslararası anlaşmaların bir ülkede yahut Türkiye’de yürürlüğe girme süreci bakımından bu söylediğimiz Anayasa’ya aykırılık meselesini de çözümleyecek bir mekanizmayı önerir misiniz? Bu tabii Sendikanın değil, tahmin ediyorum sizin görüşünüz olacak.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Zaten Anayasa’mızda 90’ıncı maddede uluslararası anlaşmaların Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemiyor hükmü var.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tamam da ama o zaman şu oluyor. Yani fiilen bir siyasetçi bir bakanlığa yanındaki bürokratlar Anayasa’ya aykırı bir hükmü getiriyorlar, Anayasa’nın üstüne koyuyorlar.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Yani dediğiniz de doğru bu anlamda. Bazen de ne kadar titiz davranılırsa davranılsın bir uluslararası sözleşmenin, mesela bizim 98 sayılı Sözleşme’miz -toplu pazarlık hakkı- 1951 yılında kabul edildi. 1951 yılında, üstelik de tercüme hatalarıyla kabul edildi, bürokratların o zaman yaptıkları tercüme hatalarıyla.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Hâlâ geliyor tercüme hataları…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Evet, yani bu uluslararası hukukta da kabul edilmiyor. Türkiye o nedenle uluslararası alanda bazı zor durumlara düşüyor. Bu tercüme hatalarımız da var bizim, bürokrasinin kabul ettiği.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yani o hatadan bahsediliyor…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Tabii. Bir de uluslararası sözleşme daha önce onaylanmış olsa bile Anayasa sonradan değişebiliyor, değişen Anayasa’yla uluslararası sözleşme çatışabiliyor.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Bazı ülkelerde var bu. Mesela anlaşmalar belki Anayasa Mahkemesine gidiyor, bir ön inceleme…

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Evet, Anayasa Mahkemesi incelesin, o doğru, yani sizinki güzel bir düşünce aslında, kabul edilebilir ama onun dışında bahsedecek bir şey…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Buyurun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Başka şey söyleyeyim ben de. Tabii, buradaki mesele şöyle: Yani kanun olsun Anayasa olsun bu hukuk metinleri, tamamen bir ülke içi bir iradenin, kanun koyucu, kural koyucu iradenin var ettiği kurallar. Hâlbuki, uluslararası sözleşmeler ülke içi iradenin var ettiği kurallar değil. Bunlar devletler arası anlaşmaların, sözleşmelerin var ettiği kurallar. Dolayısıyla, ikisinin menşei itibarıyla, köken itibarıyla farklı olduğunu görüyoruz. O bakımdan, birbirini etkileyecek sonuçlar doğrulmamasına azami dikkat ediliyor.

  • Biz de Anayasa Mahkemesine götürülememesi, Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunamaması bu bakımdan konulmuş bir hüküm. Yoksa devletin imzaladığı bir anlaşmayı, içeride bir kanun değişikliğiyle hükümsüz hâle getirebilmek mümkün olabilir. Burada artık tabii, sizin dediğiniz gibi de sadece hani siyasetçi veya bürokrat değil, tabii altyapıyı bunlar hazırlıyor ama sonuçta bir kanunla uygun bulunması gerekiyor bize göre. Meclis iradesi bunu tasdik etmiş oluyor neticede.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Bir de her zaman geri alınabilir uluslararası anlaşma.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ama nitelikli çoğunlukla değil tasdik.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii yani bir kanun. Zaten bizdeki de şey konusunda açıklık yok. Belki bunu tartışanlar da var ama kanunla insan haklarına dair uluslararası sözleşmeler çatışırsa uluslararası sözleşme tercih edilir, Anayasa’yla çatışırsa buna dair bir açıklık yok burada. Bunun böyle yorumlanması gerektiğini söyleyenler de var ama teknik olarak o değil.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Ama o kabul edilmedi, artık Avrupa Adalet Divanı da kabul etmiyor.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani Anayasa uluslararası sözleşmeye aykırıysa uluslararası sözleşmeye tarafsınız, ondan, taraf olmaktan kaynaklanan yükümlülükleriniz var. O zaman yani o uluslararası sözleşmenin ihlali ister yasa yoluyla olsun ister Anayasa yoluyla olsun gene aynı kapıya çıkar, uluslararası sözleşme ihlal edilmiştir, yani düzeltmek zorundasınız bunu.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Uluslararası sözleşmeyi geri de alabiliriz, çekilebiliriz de ama tabii o uluslararası alanda itibarımızı sarsar.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii, o başka. Şu soru akla geliyor; bugün enteresan olan soru belki de şudur: Mademki 90’ıncı maddeyle biz yasanın önüne geçirdik uluslararası anlaşmayı, o zaman Anayasa Mahkemesi, aynı zamanda yasaların uluslararası anlaşmaya aykırılığını da denetleyebilir mi?

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Bazen de öyle yapıyor Anayasa Mahkemesi.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bu tabii yani cevap verilmemiş bir soru henüz galiba.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Anayasallık bloğu içinde var bu konu.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Var mıdır?

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Var.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Ben de teşekkür ederim, sağ olun.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Bu metni herhâlde yazılı olarak da bize verirsiniz.

  • DOÇ. DR. AYDIN BAŞBUĞ – Girmeden önce fotokopi olarak çekildi, alındı.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tamam.

  • Çok teşekkür ediyorum. Bunları tabii sekreteryamız bizlere de, arkadaşlarımıza da dağıtacaklar.

  • Bütün sendika yöneticilerinize de sizin şahsınızda teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • Kapanma Saati: 12.19





  • RIZA TÜRMEN (İzmir) -

  • Açılma Saati: 13.40



  • FARUK BAL (Konya) – Anayasa Uzlaşma Komisyonu Alt Komisyonu toplantısını açıyorum.

  • Sayın Genel Başkanım hoş geldiniz.

  • 12 Haziran Seçimlerinden sonra ortaya çıkan Anayasa değişikliği veya yeni anayasa veya yenilenmiş anayasayla ilişkili olmak üzere Mecliste bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bu Uzlaşma Komisyonu da katılımı sağlayabilmek amacıyla kendi arasında bir iş bölümü yaptı. Üç tane alt komisyon oluşturdu. Şimdi siz iki no.lu komisyondasınız.

  • Burada Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu olarak sizlerin görüşünü alacağız. Bu beklentiyi karşılayabilmek, herkesin saygı duyabileceği, herkesin kendini sadakatle bağlı hissedebileceği bir anayasa düzenine kavuşabilmek amacıyla katılımı önemli görüyoruz, önemsiyoruz. Artık millete bir anayasa yapılıp verilmesi yerine, milletin anayasasını kendisi yapması düşüncesinden hareketle de geniş bir kitlenin düşüncelerini bunun içerisine katmaya gayret ediyoruz.

  • Şimdi söz Zatıâlinizde. Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonunun görüşlerini dinleyeceğiz.

  • Buyurun.

  • BASK GENEL BAŞKANI RESUL AKAY – Uzlaşma Alt Komisyonunun çok değerli üyeleri; hepinize şahsım adına ve Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu adına çok çok teşekkür ediyorum. Görüşlerimizi alma ihtiyacı duymanızdan dolayı da ayrıca memnuniyetimizi ifade etmek istiyorum.

  • Bu vesileyle hemen hazırladığımız yeni anayasa önerisiyle ilgili konu başlıklarına geçmek istiyorum. Tabii biz bizimle ilgili bölümleri ve genel olarak toplumu ilgilendiren konular üzerinde ana başlıklar itibarıyla görüşlerimizi ifade edeceğiz. Tabii bunlardan anlaşılmayan, eksik kalan noktalar olursa, eğer soru tevcih edilirse bu sorulara da cevap vermek isteriz.

  • TEMEL İLKELER

    1. Bize göre Yeni anayasa genellik, eşitlik ve adalet prensiplerine göre hazırlanmalıdır.

    2. Çağdaş ve demokratik standartlara uygun, kısa, özlü ve anlaşılır bir anayasa yapılmalıdır.

    3. Yeni anayasa birey odaklı olmalıdır:

    4. Temel hak ve özgürlükler evrensel standartlara çıkarılmalıdır.

    5. Bireyin yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri genişletilmeli ve teminat altına alınmalıdır.

    6. “Özgürlüğün sınırı, diğer bireylerin özgürlüğünün başladığı yerde biter.” ilkesine göre belirlenmelidir.

    7. Her çağdaş devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de resmî bir dili, başkenti, bayrağı, devletin idare şekli ve nitelikleri ile halkının ortak bir adı olmalıdır. Bu temel ilkeler yeni anayasada açıkça belirtilmelidir.

    8. “Türk Milleti” kavramı, Türkiye'de yaşayan halkın ortak adı ve siyasi kimliği olarak kabul edilmelidir.

    1. Atatürk'ün
      Yüklə 2,59 Mb.

      Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin