SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sevgili arkadaşlar, Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak yeni anayasa bahsinde özelde sinema, en genelde sanat, sanatın tarifi, kültürün tarifi, bunların anayasanın ilgi alanına giren kısımlarındaki düzenlemeleriyle ilgili olarak görüşünüze başvurmak için davet ettik. Kabul ettiniz, bütün komisyon üyesi arkadaşlarımız adına teşekkür ediyorum. Bizde moderasyon sırayla yapılıyor. Burada dört siyasal partinin temsilcisi var. Sayın Mustafa Şentop Hoca AK PARTİ temsilcisi olarak burada. Rıza Türmen Hocamız Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi, Tunca Toskay Hocamız Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi, ben de Barış ve Demokrasi Partisi adına buradayım. Sıra bende olmadığı hâlde siz geldiğiniz için komisyon üyesi arkadaşlar jest yapıp benim modere etmemi istediler, onun için de teşekkür ediyorum.
Biraz dinleme sistemimizden bahsedeyim. Katılımcılarla sunumları hakkında herhangi bir tartışma yapmıyoruz ya da yapmamaya dikkat ediyoruz. Daha çok anlamadığımız yerleri sormak suretiyle daha çok açılmasını istediğimiz yerlerde sorularımız olursa, onları soruyoruz. Bu anlamda, kırk dakika fakat bundan sonra randevumuz yok ama arkadaşları Sayın Meclis Başkanı kabul edecek. Bir beş on dakikayı bize bırakırsanız, bu beş on dakika içinde de biz sorularımızı sorarız. Bu, bununla sınırlanacak bir süreç değil. Süreç bittikten sonra, yani bu sunum bittikten sonra bizi bilgilendirmek istediğiniz, revize etmek istediğiniz düşünceler falan olursa, bu süreç her zaman çalıştırılabilecek bir süreç ya da yeni bir gelişme olursa bilgilenmemizde fayda gördüğümüz.
Şimdi, sanıyorum, grup adına Ahmet Haluk Bey konuşacak, Ahmet Haluk Beyden katılımcı arkadaşları da, temsiliyetlerini de tarifleyerek meseleyi anlatmasını diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ AHMET HALUK ÜNAL – Türkiye film endüstrilerinin oluşturduğu bir güç birliği olarak buradayız biz. Sekiz meslek birliği var Türkiye film endüstrisini temsil eden. Bu meslek birlikleri, yarı kamusal vasıfta meslek birlikleridir. Kültür Bakanlığı tarafından özel bir tüzük ve yönetmelikle kurulmuştur ve esas öncelikli amaçları da telif haklarını takip ve tahsildir. Bunun yanı sıra, biz biraz durumdan vazife çıkartıp olmayan, odamız olmadığı için, mesleki örgütlerimiz olmadığı için buralarda o eksiğimizi tamamlamaya çalışıyoruz.
Şimdi, arkadaşlarımız da tanıtayım tek tek.
(Hatip beraberindeki heyeti tanıttı.)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ancak Haluk Bey de aynı zamanda senarist, yönetmendir. Kendisini de ben böyle tamamlamış olayım.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ AHMET HALUK ÜNAL – Ben kendimi unuttum değil mi?
Şimdi, biz, bir kere bu yaptığımız çalışma ve çalışmanın yöntemi açısından sizi kutlayarak başlamak istiyorum. Yani, bir anayasanın Türkiye'nin yüzyıllık tarihinde yeniden ilk defa sivil bir anayasanın yapılışında doğrudan bizleri dinlemek ve bizle ilgili bir anayasa maddesini bizle müzakere etmek ya da fikrimizi almak konusunda ve bunu herkesle yapıyorsunuz anladığımız kadarıyla, bütün sektörlerle, onun için de sizi kutluyorum, çok güzel bir yöntem gibi görünüyor bizim baktığımız yerden. İyi bir model oluşturmuşsunuz.
Şimdi, biz, burada, çok temel bir kavramı size anlatmak için geldik. O kavramın henüz bu ülkede yeterince fark edildiğini düşünmüyoruz. Şimdi, biliyorsunuz, bütün uluslar, bütün toplumlar iki temel sütun üzerine var oldular. Bir tanesi insan hakları, bir tanesi de mülkiyet hakları. Bu ikisini çekip aldığınız anda medeniyet de kalmaz, bir toplumun temelleri de kalmaz. Bütün anayasalarda bu ikisini çok esas olarak güvence altına alırlar, onun dışındaki teşkilatı esasiye bunların nasıl korunacağını, nasıl geliştirileceğine dairdir bir amatör olarak bildiğimiz kadarıyla. Eksiğimiz varsa, anayasa hukukçuları tamamlar. Ama, artık çağımızda, yani 21’inci Yüzyılda, bir üçüncü kavram daha buna eklendi. Daha doğrusu kavram demeyeyim değer diyeyim, çok önemli bir değer. Hem iktisadi hem hukuki hem de insani bir değer eklendi, bu da fikrî mülkiyet. Yani, mülkiyetin eski o maddi paraya endeksli olan sadece ya da maddi şeylere, nesnelere dâhil olan kısmı yerine fikrin mülkiyeti tartışılır hâle geldi. Dolayısıyla, artık, dünyada, bizim eski mülkiyet hukukumuzu temsil eden tapu kadastro sistemlerinin yanına fikrî tapu kadastro sistemleri eklendiler ve ülkelerin zenginlikleri, iktisadi güçleri ve ihracata dönük olan politikaları uyguluyorlarsa, ihracat potansiyellerinde lokomotif olan endüstriler fikrî mülkiyeti temel alan endüstriler hâline geldi. Fikrî mülkiyeti temel alan endüstriler bütün batıda bugün hakikaten lokomotif endüstrilerdir. Bunları, biliyorsunuz “yaratıcı, kreatif endüstriler” olarak da tabir ediyorlar, “kültür endüstrisi” olarak tabir ediyorlar, her ne kadar kültür endüstrisi bir eleştirel kavram olarak ortaya atılmışsa da başlangıçta, sonra kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kendini bize dayattı ve bugün biz onu aynı zamanda insanileşmesi, paranın egemenliği yerine sanatçının haklarının korunması temelinde bir endüstri olması için mücadele ediyoruz. Çünkü orada böyle bir tehlike var, çünkü maalesef fikrî mülkiyet hukuku ilk ortaya çıktığında dünyada ticaretin lehine hukuklarla, tacirin lehine hukukla tarif edildiler, daha sonra, görüldü ki zaman içinde buna yaratıcının hukuku üzerinden bakılmak zorunda. Yaratıcının hukuku eğer ihmal edilirse, zaten kendi kaynağını tüketen bir sisteme dönüyor, kendi kendini tüketen, yani her ağacın kurdu kendinden olur gibi, bizde de öyle.
Şimdi, Türkiye’de “Adalet mülkün temelidir.” yazıyor bütün mahkemelerde. Ama maalesef, aslında adalet fikrî mülkiyetin temeli değil Türkiye’de. Türkiye’de Avrupa Birliğiyle uyumlu, çok uyumlu bir Avrupa Birliği yasamız var, bir fikrî mülkiyet hakları, yani 5846’mız var. Ama bakın bu yasa uygulamada şöyle özetleyebileceğimiz bir durumda: “Haklısın –yani bize söylüyor- belki mahkemede alırsın.” Bunun dışında, bu yasanın hiçbir –film endüstrisi açısından- uygulama imkânını biz bulamıyoruz. Hemen yanımda oturan ve yüzümüzü bütün dünyada ağartan eserlerin sahiplerinden bir tanesi arkadaşımız, bütün dünyada filmleri oynadığı zaman telif haklarını oradaki örgütler tahsil edip Zeynep’e ulaştırıyorlar, ama Türkiye’de bu filmlerden fikrî mülkiyet payı, yani telif haklarını tahsil edemiyorlar. Bu kadar vahim bir durumdayız.
Şimdi, bu değer -dedim ya bir üçüncü değer- aynı zamanda –yani, insani ve hukuki dedim- iktisadi bir değer. Şimdi, bizim, tanık olduysanız, ekonomi bakanlığımız, daha evvel Dış Ticaret Müsteşarımız olan Sayın Zafer Çağlayan, bizim sektörün onunla birlikte yaptığımız toplantılarda övünerek Balkanlar’da Orta Doğu’da, Asya ülkelerinde nasıl bizim filmlerimizin bir zemin yarattığını, nasıl bir saygınlık yarattığını ve bütün bunun nasıl siyasete, ticarete tercüme edilebilir bir altyapıya dönüştüğünü anlatıyordu. Mehmet Altıoklar bugün bir şey paylaştı benimle, ilginç, Azerbaycan’da dışarıdan alınan filmleri yasaklamakla ilgili bir girişim içindelermiş…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ MEHMET ALTIOKLAR – Yasa çıkmış.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ AHMET HALUK ÜNAL – Yasa çıkmış. Sebep de Azeri Türkçesi yerine Türkiye Türkçesiyle konuşmaya başlamış insanlar sokaklarda bizim diziler yüzünden.
Tabii bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ama zaten bunu şöyle biliyoruz: Hollywood nasıl bir mekanizmadır ve dünyada Amerikan kültürünün nasıl bir hegemonyasını kurar? Film endüstrisi bu konuda, bence bütün yaratıcı endüstrilerin de lokomotifi durumunda. Yani çağımızın hikâye anlatıcıları da biziz, çağımızın yaratıcı endüstrilerinin, yani nasıl inşaat sektörü ekonomide çok belirleyici bir sektördür, film endüstrisi de bütün yaratıcı endüstriler açısından lokomotiftir, en merkezdedir.
Şimdi, bu değer, Türkiye’de birkaç açıdan şeye başlanmak zorunda. İlk olarak anayasada tabii ki, çok ciddi bir biçimde bu değerin anlamını fark eden bir anayasa olduğunu görmeliyiz biz anayasamızın. İkincisi: Bu, mutlaka, Hükûmetin eylem planı içine alınması gereken bir konu, bir sistem çıkması lazım. Burada da şöyle bir sorunumuz var: Anayasada zaten zayıf bir biçimde bu dile gelen bir konu, anayasada zayıf bir biçimde dile gelince yasa da bir sistem kurucu özellik taşımaz hâle geliyor ve bu sistemin dışında bir sürü unsur kalabiliyor, sistemden kaçabiliyorlar yani. En önemli kaçmayı başaranlar da, aslında, televizyon kuruluşlarıdır. Onlar, bu lisanslama sisteminin içinde değiller ve hiçbir lisanslama yükümlülüğü taşımıyorlar. Lisanslama anlaşmalarını sadece yapımcıyla yapıyorlar. Bir kamusal mekanizmanın içinde kayıt ve tescil sisteminin parçası hâlinde değiller mesela. Bunun dışına, kolayca… Bir arka kapı var yani yasada, uygulamada. Hakeza şeyi örnek gösterebilirim yine, uzatmayacağım bu örnekleri, ama şunu vereyim: Türkiye’de sizin arazinize gelip ben izinsiz bir şey yapsam, bina çıksam, savcılık buna müdahale eder mi? Eder. Bizde böyle bir şey yok. Çünkü ancak şikâyete bağlı, ikna edebilirsen polisi vesaire… Yani şaka gibi bizim Türkiye’de korsan ve hani, bu öyle bir hâle gelmiş ki, biz dünyada da korsan sırasında, korsanın keyif yaşadığı ülkeler sırasında en üstlerdeyiz, yani ilk sıralardayız hâlâ.
Şimdi, dolayısıyla, biz, size, bir metin de sunduk. Bu metinde bütün diğer ülke anayasalarının ilgili maddelerini inceledik ve o maddelerden esinlenerek de hani, bizim kendi bilgimizin ve gördüğümüzün sınırları içinde bir hata yapmamak için en asgari ifadeyi -zaten anayasalarda uzun ifadeler çok da makbul değiller anladığımız kadarıyla- koyduk. Ama dileğimiz odur ki, bu ifadeyi siz daha fevkine vardırın. Yani biz bu ifadeyi size asgari nokta olarak emanet edip gidiyoruz, hayalimizde bunun daha azami noktalara taşıyacak bilgi de sizde, güç sizde bu anlamda. Nedir? Bütün bu Avrupa anayasalarına baktığınızda, metinde de göreceksiniz, şunu iddia ediyoruz: Aslında bu yasalar geri kalmış yasalar, eskide kalmışlar, demode olmuşlar, yapılış tarihleri itibarıyla olsun, ve sair.
Şimdi, bizim anayasamız bu açıdan muhteşem bir öncü anayasa hâline gelebilir. Fikrî mülkiyeti dünyada en iyi ifade etmiş anayasa olmaması için hiçbir sebep yok. Bu fırsat önünüzde duruyor ve dediğim gibi fikrî mülkiyet hukuku çok beynelmilel bir sorun, bir ülkenin itibarı yani, çok ciddi itibarı hem de.
Evet, ben, sunuşumu bu şekilde tamamlıyorum. Teşekkür ediyorum.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu arada beni bağışlayın. Bu arkadaşlarımız da uzman arkadaşlarımız gerek Meclisin gerek siyasal partilerin teknik uzman olarak çalıştırdıkları. Size o diğer ülke anayasaları hazırlığını yapıp gönderen arkadaşımızı da takdim edeyim.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ AHMET HALUK ÜNAL – Tamam, çok sağ olsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Çok konsolide, kristalize, etkili bir sunumdu. Ben teşekkür ediyorum. Belki sayın komisyon üyelerinin soruları olacaktır.
Mustafa Hoca’dan başlayalım.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Herhangi bir sorum yok doğrusu, çok teşekkür ederim. Konuyla ilgili mevcut Anayasada bir düzenleme var, ama daha geniş kapsamlı bir düzenleme olması gerekiyor, ama tabii sadece sizin bahsettiğiniz sorun anayasadan kaynaklanmıyor. Bir de kanundan da çok azı kaynaklanıyor uygulamadan daha çok sorunlar var. Biz henüz mahkemelerde, hâkimlerin -ben çünkü avukatlık da yaptım bazı zamanlarda, dönemlerde- bu konuyu anlayabilmelerinde sıkıntı yaşıyor Türkiye. Belki yeni kuşaklar… Eski hâkimlerde özellikle sorun var. Biz ilk makaleleri, akademik çalışmaları yazdığımızda elektronik yayınlara atıf yapıyorduk. Eski bazı hocalarımız böyle atıf olmaz, yayın olmaz. Nerede o, nerede basılmış, bunu göstermeniz yok, böyle bir İnternet üzerinden böyle bir atfı kabul etmiyordu bazı hocalarımız. Ama yeni kuşaklar tabii bunu iyice geliştirdiler. Hâkimler özellikle savcılar da tabii bu anlayışların gelişmesi neticesinde sonuç alacağız. Çok uzun bir vade değil bu bence. Ama kanunda bunu daha iyi düzenleyecek birtakım enstrümanlar getirmek gerekir. Anayasada sizin bahsettiğinize benzeyen bir ifade, kapsayıcı bir ifade yer almalı muhakkak. Ama asıl kanundan kaynaklanıyor sıkıntılar.
Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Biz teşekkür ederiz.
Rıza Hoca, bu konuyla Avrupa müktesebatına olan hâkimiyeti bakımından da kendisi eski AİHM yargıcımızdır.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, tabii yani konunun önemine bir kere değindiğiniz için çok teşekkür ederiz, dikkatimizi bu konuya çektiğiniz için, gerçekten önemli.
Konunun iki yönü var zaten siz maddede de aslında iki cephesi var konunun. Bir tanesi, tabii ki fikrî ve sanatsal üretim ifade özgürlüğünün bir parçası, yani ifade özgürlüğü Türkiye’de bugün bir problem yaşıyor. Aynı özgürlük tabii ki, aynı problemler sizin alanınıza da yansıyor herhâlde. Onun için, bir kere bunu güvence altına almak problemimiz var, sorunumuz var. İfade özgürlüğünü nasıl güvence altına alırız? Nasıl sınırlanır ifade özgürlüğü, ne zaman sınırlanamaz, bunu anayasada açıkça belirlemek lazım.
İkincisi, sizin değindiğiniz sorun, telif hakları, yani korsanlığı Türkiye’de nasıl ortadan kaldıracaksınız? Bunu, ayrı, bir belki madde hâlinde düzenlemek lazım. Yani bir genel ifade özgürlüğüyle ilgili, bunun işte sınırlaması olacaksa o sınırlamayla ilgili bir madde, bir de ayrıca sizin söylediğiniz bu somut soruna değinen fikrî mülkiyetle ilgili, tapu kadastrosu, ayrı bir madde anayasada düzenlemek belki daha doğru olur diye düşünüyorum. Bu ikisi üzerinde de ayrı ayrı düşünmek ve egzersiz yapmak lazım galiba. Hakikaten, Türkiye’de, çok büyük bir problem bu korsanlık problemi. Dediğiniz gibi, işte, dünyada en iyi korsanlardan biriyiz galiba. Anayasa tek başına -Mustafa Beyin dediğine katılıyorum- yeterli değil ama anayasada altyapısını kurarsanız ona göre bir yasa çıkarma yükümlülüğü doğacaktır. Onun için anayasada iyi bir temel koyabilirsek bu konuda, o zaman yasayla düzenlemek daha bir olanak içine girecektir. Anayasada hiçbir temeli olmazsa o zaman yasal bakımdan da tamamen o sırada kim iktidar, hangi parti varsa onun keyfine bırakılmış olacaktır. Onun için yani anayasanın belki önemi o.
Çok teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tunca Hocam, hem akademik kişiliği hem parlamenterliğinin yanında TRT’nin başında bulunmasıyla da bu biraz önceki söylediğiniz meselelerde eminim yakinen bir şeyi var, vukufiyeti var.
Tunca Hocamızı da dinleyelim.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ederim.
Bir kere sizin sunumunuz için teşekkür ediyoruz. Bir teşekkürüm de ayrıca somut olarak bir madde önerisi getirmiş olmanızla ilgili. Genelde burada sunum yapılıyor, birtakım genel yaklaşımları biz alıyoruz, şey yapıyoruz ama ender bazı kuruluşlar somut madde önerisi getiriyorlar. Bu bakımdan, bizim işimizi kolaylaştıran bir yaklaşım olarak bunu görüyoruz. O bakımdan teşekkür ediyorum.
Sayın Hocamızın da ifade ettiği gibi, o sizin kaleme aldığınız maddenin iki bölümde mütalaa etmek lazım. Bir tanesi, fikir özgürlüklerini ilgilendiren, belki, bilemiyorum şu anda tamamen fikir olarak söylüyorum, birinci kısmı fikir özgürlüğü bölümünde gayet sağlam bir şekilde garanti altına alan bir yazım düşünülebilir. Ama buyurduğunuz gibi bu fikrî ve sanatsal üretim artık, yalnız sinema sanayisinin değil şu anda dünyadaki en önemli şey bilgi oldu. Yani üretilen bilginin mülkiyetini şeye almamız lazım, garantiye almamız lazım. Bu sanat alanında da var, ne bileyim birçok başka alanda da yazılım konusunda vesaire konusunda da var, onu almamız lazım. Bu, bizim çok işimize yarayacak bir yaklaşım biçimi. O bakımdan teşekkür ediyorum.
Bir diğer nokta, bu korsanlık meselesi, artık yalnız Türkiye’de değil yani, bugün siz evde oturuyorsunuz İnternetin başına geçiyorsunuz Türkiye’de ve dünyada vizyona girmiş olan bütün filmleri İnternetten seyrediyorsunuz. Eskisi gibi bilgisayar ekranından da değil, bir USB kabloyla kendi televizyonunuza bağlıyorsunuz, akşamları hepsini seyredebiliyorsunuz. Bu, yalnız Türkiye'nin değil, hakikaten içinde yaşadığımız çağın çok önemli bir problemi. Belki biz biraz geriden geliyoruz, onun hakkında bir şey söylemiyorum. Ben ama ilk defa TRT’de bu özellikle müzik eserleriyle ilgili bir bilgisayar sistemi oluşturarak televizyonlarda ve radyolarda kullandığımız bütün eserlerin kaydını tutup, MESAM’a ödeme yapılacak bir sistemi oluşturmuştuk. Şimdi, oradan bu tarafa doğru hızlı bir gelişmeyi sağlamamız lazım. Bunu, bu anayasa maddesine dayanarak, oluşturulacak, yani bugünkü tecrübelerimizi de dikkate alan, suistimalleri önleyecek bir yasal düzenlemenin çok ciddi bir ihtiyaç olduğu ortada. Sizin de bu konudaki vurgulamanıza tekrar teşekkür ediyorum. Buraya kadar geldiniz, bizi bu konuda tekrar gündemimize getirerek aydınlattınız, sağ olun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şimdi, en yetkin temsiliyet olduğundan bahsetmiştim. Ben bu konudaki görüşlerimi zaten mesleğin içinden gelen birisi olarak onunla vakit almayayım. Diğer katılımcı arkadaşların bu konuda söyleyecek sözleri vardır eminim. Böyle bir sırayla, kendinizi tanıtarak…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – İsmail Güneş, SİNEBİR Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği Başkanıyım, film yönetmeni, senaryo yazarı, zorunluluktan dolayı da yapımcıyım.
Şimdi, mevcut Anayasa’mızda “Devlet sanatçıyı korur.” diyor. Size küçük bir örnek vereceğim. Hepimizin bildiği, özellikle Tunca Bey’in çok daha iyi tanıdığı Yücel Çakmaklı bir hastanede mağdur kalıyor 22 bin lira civarında bir borcu oluyor. Bir arkadaşımıza beni salık veriyor. Ben de o zaman Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan İsmet Bey’i arıyorum ve öylece kurtuluyor hastaneden. Sonra da ömrü vefa etmiyor ve aramızdan ayrılıyor. Şimdi, bu ağabeyimiz 1970’li yıllardan beri film üretiyor ve en fazla üreten, TRT’de en fazla iş yapan yönetmen ağabeyimiz. Özellikle sizin döneminizde inanılmaz işlere imza attı. 5846’yı devlet çıkarmış, TRT’yi de devlet kurmuş. Fakat TRT, öyle bir sözleşme dayatıyor ki insanların önüne, affedersiniz, küçükken komşunun bahçesinden çaldığımız hıyarları bile bizden talep ediyor. Bu kadar afaki bir durum. Her şeyi, aklınızda ne varsa, olup olabilecek, sizin üzerinizde ne varsa, çocuğunuzdan, ondan bundan her şeyi talep ediyor. Bunu sadece sağlardan yapıyor. Affedersiniz ölülerden yapmıyor, müteveffalardan yapmıyor. Ben şuradan kaniyim: Ben rahmetli Natuk Baytan’ın Duvardaki Kan dizisinin yönetmeni, sanıyorum sizin zamanınızda olmuştu, onun asistanıydım. Rahmetli oldu o diziden hemen sonra. Aradan zaman geçti, beni aradılar aileye ulaşamıyorlar, “ya biz bu filmi yeniden yayınlamak istiyoruz ve telif ödemek istiyoruz” diye. Dehşete kapıldım. Sağlara ödemiyorlar, yaşayanlara ödemiyorlar, ölülerin yakınlarından muvafakatname alabilmek için inanılmaz bir çaba sarf ediyorlar. Tamam bizim toplumumuz biraz ölüsever bir toplumdur, kabul, biz ölüleri severiz. Ama lütfen canlıları da, canlıların daha iyi yaşamasını da, Yücel Ağabeylerin, başkalarının, onların, bunların sokak köşelerinde, banklarda, Darülacezelerde bu kadar kıymetli işler üretmiş insanların… Unutmayın, tarih, sanatseverlerin isimleriyle anılır. Biz bugün Kanuni Sultan Süleyman’ı biliyorsak, Mimar Sinan’dan dolayı biliriz onu. Onun yaşadığına dair belge odur. O yüzden bu çağın mimarları da sinemacılardır, kültür adamlarıdır, kültür üreticileridir. Buradan yola çıkarak sanatçıyı koruyan bir şey ama sanatçısını hastane köşelerinde bırakan bir sisteme doğru gidiyor.
Ben, müsaadenizle, bir küçük paragraf okumak istiyorum bir sözleşmeden, bize dayatılan sözleşmelerden, çünkü sözleşme hürriyeti var ya, bu sözleşme hürriyeti insanın esaretini elde eden bir hürriyete dönüşüyor ve kölelik yasak ama böyle bir sözleşmeye imza koymak, sözleşme hürriyetinin içinde yer alıyor: “Yönetmen, senaryonun işlenmesi ile ortaya çıkacak eserin yönetmeni sıfatıyla, yönetmenlik ile ilgili tüm mali haklarını (5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu madde 13, 14, 20, 21, 22, 23, 24 ve 25’te yer alan; işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve işaret ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakları) süre, yer, sayı ve muhteva itibarılma sınırsız olarak, yasaların cevaz verdiği en geniş biçim ve kapsamda, geri dönüşsüz olarak tüm evrende (Amerika Birleşik Devletleri dâhil) yapımcıya devretmiş olduğunu ve iş bu devrin sonucu olarak yapımcının ve/veya yapımcı ile anlaşma ve/veya ortaklık yapan üçüncü şahısların, meydana getirilecek eserin tamamının veya bölümlerinin tüm evrende (Amerika Birleşik Devletleri dâhil) aslını veya kopyalarını herhangi bir şekil veya yöntemle, tamamen veya kısmen, doğrudan veya dolaylı, geçici veya sürekli olarak…”
Şimdi, bize bu sözleşmeleri kim öğretti biliyor musunuz? Biz bu sözleşmeleri bilmeyiz. Bu sözleşmeleri, çünkü özel kanallar biliyorsunuz bu ülkede en büyük korsan bana sorarsanız, televizyonlar şu anda hâlâ korsanlar, gecekondular yani herhangi bir durumları yok. Dolayısıyla, kim kurdu bunları? TRT’den ayrılan arkadaşlarımız kurdular. TRT’den ne öğrenmişlerse orada da aynısını uyguladılar.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teknoloji transferi yapmışlar.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Evet, orada aynısını uyguladılar ve bunlarla birlikte, deniyor ki mesela siz ya yapacak bir şey yok, sözleşmeleri imzalıyorsunuz. E, nasıl imzalamasın insan? İşsiz kalan insan, her şeyini… Bırakınız kölelik maddesini kaldırın, herkes köle olmayı kabul eder biliyor musunuz? Öyle durumlar var bu ülkede. “Ben filancanın kölesiyim.” diyebilme durumunda olan insanlar var. O yüzden, bu, çok önemsediğimiz bir şey. Tamam, sanatçıyı korur, ama sanatçının ürettiği fikir ve sanat eserlerini de korur diye… Burayı koyarsak, ne yaparsanız yapın, çünkü ben bu bizim 5846’ya şey diyorum yayıncıların eser sahiplerini kullanma kılavuzu, kılavuz. Diyor ki, bunlar senindir münhasıran, sakın ha, münhasıran, yalnızca senindir, ama devredersen, devrolursan hiçbir sorun yaşanmaz. Onlar da devralıyorlar ve mesele bitiyor. Kimse 1 lira telif alabilmiş değil. Yani doksan yedinci senesini kutladık, sinemanın, doksan yedi senedir bu ülkede 1 lira telif, bırakınız…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ MEHMET ALTIOKLAR – Yurt içinde, yurt dışı değil.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Evet ayırmak lazım.
Bırakınız TRT’yi Kültür Bakanlığı da satın aldığı teliflerde telif ödemiyor yani yasayı çıkaran kendisi. Orada da diyor ki “Ben bu kopyayı alırım…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben vekilken bu on eseri yayınlıyorlar, onun içine dâhil ettiler, 1 kuruş ödemediler. Ben vekilim ben alamıyorum ya.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Diyor ki orada, bunu da yapımcıya atıyor şeyi, yapımcıya diyor ki: “Sen şunları, şunları, şu muvafakatnameyi al ben sana on-on iki bin lira telif parası ödeyeceğim. Ya, bunu kes de ki bunun yönetmeni var, sen çünkü bunu yönetmen yaptı diye alıyorsun. Recep İvedik’i satın alıp dünyada gösteriyor musunuz? Eğer yapımcınınsa -yapımcılar alınmasınlar- direkt başarı. Başarı burada eser sahiplerinin yapımcı da bu eser sahipleri başarılı olsun diye inanılmaz gayret gösteriyorlar, çok özel insanlar. Yani, delirmişler çünkü film yapmak için. Bundan daha deli bir iş var mı? Özellikle bu ülkede delirmişler yapımcılık yapıyorlar. Biz, bizim gibiler kolayca bunları devredebilecek insanlar buluyorlar. Bu toplantıyı ben çok önemsiyorum telif açısından, bunu bir milat olarak düşünüyorum. Sırrı Bey’e çok teşekkür ediyorum bizi sizlerle buluşturduğu için.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Çok teşekkür ediyoruz bu bilgiler için. Yani bunlara birazcık vâkıfım. Ama şimdi bakın bu bir süreç, bir yaklaşım biçimi, bir zihniyet meselesi. Şimdi, çok yakında Meclisin gündemine bir kanun tasarısı gelecek. Bu kamuoyunda 2/B’yle ilgili bilinen bir kanun tasarısı. Yani orman alanı dışına çıkarılmış olan alanların üstündeki sorunları çözmeye amaçlayan bir kanun tasarısı. Bu kanun tasarısının maddelerinde şunlar var, diyor ki: “İdare bir satış bedelini tespit eder, hak sahibi bu satış bedeline itiraz edemez, yargıya gidemez.” Yeni gelecek Genel Kurula. İtiraz edemiyor ve yargıya gidemiyor. Anayasa’nın 125’inci maddesinde diyor ki: “İdarenin her türlü eylem ve işlemleri için yargı yolu açıktır.” Anayasa’nın maddesi bu kadar net, kanunda da bu var. Bu tasarı önümüze gelecek, büyük bir ihtimalle de bu, bu şekliyle…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – İnşallah çıkmaz efendim.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yok, çıkar çıkar, merak etmeyin.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Şimdi, “Devlet mülkün temelidir.” diyoruz ya, aslında Allah’ı bu devlet... Zaten mülk devlete aittir bir kere.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Allah rahmet eylesin Yücel Çakmaklı’yla iki büyük projeyi yaptık biz, bir tanesi Küçükağa bir tanesi de Kuruluş’u o kendisi çekti. Öyle zannediyorum, özellikle Kuruluş’un çekimi sırasında o kadar büyük, geniş kapsamlı bir proje hiç yapılmamıştı Türkiye’de.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Hâlâ da yapılmadı.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yapılmadı. Yaklaşık 2.500 kişi vardı Bursa Keles Yaylasında. Orada küçük bir hatıramı anlatayım ve kusura bakmazsanız şey… Bir gün Bursa’da otelde oturuyoruz Sayın Cihan Ünal’la beraberiz, Osman Bey’i oynuyor. Çay içiyoruz, dedi ki bana: “Ya, Sayın Genel Müdürüm siz bize atlar kadar değer vermiyorsunuz.” “Nasıl olur, estağfurullah, Cihan Bey öyle şey olur mu?” dedim. “Yok yok, biz şimdi bölüm başına şu kadar ücret alıyoruz. “ Biz 600 tane cirit atı toplamışız Anadolu’nun dört bir tarafından Keles Yaylasına çıkarmışız, günde net 25 lira ödüyormuşuz. Onlar hesap etmişler, bu atların orada bulunduğu süre Cihan Bey’in parasını birkaç misline katlıyor.
Şimdi, burada şey şu: Böyle bir anayasa maddesi anayasaya girdikten sonra bunun altında bunu destekleyecek, bu problemleri çözecek o anayasa maddesinin yaklaşım biçimine uygun birtakım yasal düzenlemelere ihtiyacımız olacak. Ama bunların hep beraber mücadele ederek, birbirimizi ikna ederek yapmak zorundayız çünkü bu gelişmeler, ihtiyaçlar ortaya çıktıkça, bu ihtiyaçlara ait yasal düzenlemelerle birlikte yürüyor. O bakımdan, yine de çok bedbin olmayalım diyorum, yani iyimser olalım ki çözelim.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Amenna, bir şey var, genelde bir Avrupa Birliği, Avrupa Birliği, yani orada var, oradan bize söylenince yapıyoruz ya bir gün de biz bir şey yapalım da onlar bizi taklit etsinler. Öyle bir anayasa maddesi koyalım ki desinler ki: “Ya, Türkiye’de sanatçılara inanılmaz bir durum verdiler. Ya, biz de bundan istifade edelim.” Biz de hani Avrupa Birliğinin üyesi olmayacak mıyız, hani öyle bir gayretimiz var. Nasıl ki biz İspanya diyoruz, Almanya falan diyoruz. Bir gün de onlar bizi taklit etsinler, bu şeyden kaçmayalım. Bu açıklıktan ve sanatçının özgürlüğünü, sanatçının hakları konusunda bir şeyler vermekten lütfen kaçmayalım.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şimdi, İsmail Güneş Bey’e teşekkür ediyorum kayıtlara geçsin bakımından. Hicranlı ve ağlamaklı bir ses tonuyla konuşuyor. Gerçek sesi bu değil, ağlamıyor yani. Sayın Komisyon üyeleri de etkilenmesinler, o biraz üşütmüş.
Efendim, son on beş dakikamız var. Bütün arkadaşlarımın bir şeyler söylemesini arzu ederiz. Bu on beş dakikayı göz önünde bulundurarak MHP randevusuna yetişebilmeniz için, konuşmak isteyen arkadaşlar…
Benim de bir ricam var, belki tüm bunların sonunda Ahmet Bey ya da başka bir arkadaş hazır bu üyeler buradayken, bu ücret ve telif arasındaki farka dair bir kısa aydınlatıcı bir şey, belki Baran Bey de onu söyler, buyurun.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ ATİLLA ENGİN –
Çok kısaca, gözden kaçmasın diye birkaç şeyi hatırlatmak istiyorum.
Evet, sanatçıyı korumak, fikrî mülkiyeti korumak önemli. Kimden korumak olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki işimizin ne kadar zor olduğu anlaşılsın diye. Öncelikle tabii ki son kullanıcıdan, yani bütün insanlardan ülkemizde ve bütün dünyada yaşayan çünkü artık dünyaya da açılıyor İnternet üzerinden. İkincisi, uluslararası sermayeden bizi koruması gerekiyor anayasamızın, çünkü uluslararası sermaye bugün şu anda bizim filmlerimizin yüzde 50’nin üzerinde seyircisi var sinema salonlarında, dizilerimiz itibar görüyor. Ama biliyorsunuz Brezilya’da bir dönem diziler çok popülerdi, bütün dünyaya satılıyordu, şimdi esamesi okunmuyor. Üç beş sene içerisinde telif hakları ve çalışma koşullarına da bir düzenleme gelmezse ne yazık ki sinema endüstrimiz ve televizyon endüstrimiz çökecektir. Bunu çok açık bir şekilde söyleyebiliriz. Çünkü bu sistemin yürümesi mümkün değil, çok zorlanıyor. Bir örnekle şunu noktalamak istiyorum.
Avrupa Birliğinde bizim muadilimiz meslek birlikleri, yani orada toplayıcı örgütler olarak biliniyor, onlarla bir bağlantıya geçmek istiyoruz. Çünkü amacımız onların teliflerini Türkiye’de toplamak, onlara vermek, onlar da bizim eserlerimizi o Avrupa’da oynadığımız onlardan toplayacaklar bize verecekler. Kendileriyle görüşmek istediğimiz zaman bizden kaçıyorlar. Bunun iki sebebi var; bir bizi küçümsüyorlar. Neden, çünkü siz telif toplama konusunda yetersizsiniz diyorlar. Uluslararası Aktörler Federasyonu bunu açıkça söylüyor, 1 Haziranda tekrar kendileriyle görüşeceğiz, umarım bu sorunu çözeceğiz. Yani on yıldır ben bu sektörde bir insan olarak bu utancı yaşamaktan hakikaten çok utanıyorum.
İkincisi, evet bir sebep daha var: Onlar, yani Avrupa’daki meslektaşlarımız bizden biraz da korkuyorlar. Çünkü, giderek daha fazla film üreterek, daha fazla dizi film üreterek onların yapamadığını yapıyoruz. Fransız dizileri Avrupa’da izlenmiyor, İngiliz dizileri de çok fazla izlenmiyor ama Türk dizileri giderek daha fazla izleniyor, böyle giderse onların telif kayıpları daha fazla olacak yani böyle de bir rekabet var aramızda. Yani bizi rekabet edebilir hâle de getirin Avrupa’daki meslektaşlarımızla istiyoruz bu yasayla birlikte…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Atilla Bey, lafınızı kesiyorum ama Eurimages’te bunları dile getiriyor musunuz, bu sorunları?
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ ATİLLA ENGİN – Eurimages o çok ayrı…
ZEYNEP ÖZBATUR – Biraz sonra açıklarım size o konuda…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Peki.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ ATİLLA ENGİN – Bir son bir dakikanızı daha rica edeceğim.
Şimdi, müzik alanında bir telif toplanıyor diye bilinir. Hâlbuki onlar telif toplamıyor, o ayrı bir konu ama lisanslama yaparak bir şey yapıyorlar. Fakat bu lisanslamadan ciddi anlamda bir gelir ve şu anda müzik endüstrisi çöktüğü için, artık müzik endüstrisi üretim yapamaz hâle geldi, telifler sayesinde müzisyenler ayakta durabiliyor ya da konser verebiliyorlarsa. Fakat bizim öyle bir şansımız yok. Biz bir film yapmak istiyorsak, az önce sizin de buyurduğunuz gibi 300-500 kişiyle birlikte hareket etmek zorundayız, o kadar büyük gücümüz yok. Müzik telif toplayabiliyor şu aşamada, daha doğrusu lisanslamayla ama sinema toplayamıyor, bu da çok tuhaf bir durum. Bunun tek bir nedeni olduğunu düşünüyorum, bu benim kişisel görüşüm, arkadaşlarımla bunu paylaşmadım, sinema sonunda siyasi bir sanat, toplumsal bir sanat ve şundan endişe ediyorum: Bu bakış açısıyla sinemaya bakılıyorsa ve bundan dolayı bugüne kadar yapılmadığını düşünüyorum, çok yanlış bir durum ve bunu da bir an evvel çözmemiz gerekiyor.
Çok teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sırayla gidelim.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ ZEYNEP ÖZBATUR ATAKAN – SEYAP Başkanıyım. Ben öncelikle herkes söyledi ama burada yapımcıları temsilen birkaç şey söyleyeceğim, herhâlde Mehmet de bana katılacaktır o noktada. Aslında, ben, on iki-on üç yıldır sinema filmi yapımcılığı yapıyorum. Daha önce reklam sektöründeydim, sinema eğitimim var. Ben yapımcılığı bambaşka bir şey olarak biliyordum. Dolayısıyla, böyle işte, kötü sözleşmeler yapan, herkesin hakkını yiyen, kötü insan olarak. Hâlbuki, bir noktada yurtdışıyla bağlantılı çalıştım, biraz vizyonumu oraya döndürdüm, şansım da yaver gitti, iyi yönetmenlerle çalıştım ve uluslararası alanda bir mecrayı görebildim ve görebildiğim temel fark şuydu: Orada bir sektör olabiliyor uluslararası alanda, bunu Avrupa diye sınırlamıyorum. Bir sektör olabiliyor, yani oyuncu hesabı yapımcıdan bu niyetle sormuyor, işte benim telifim nerede diye yapımcıya gitmiyor. Efendim, hukuk sistemi son derece net, oturmuş, yani yapımcının da sınırları ve çizgisi yapılmış, çünkü yapımcının işi sermaye sahibi olmak değil aslen. Biraz önce söz ettiğiniz Eurimages de aslında sinema sanatına destek kredisi veren Avrupa Konseyinin oluşturduğu, Türkiye'nin de üyesi olduğu bir yerdir ve 2010’da oranın yılın yapımcısı ödülünü de ben kazandım Türkiye adına, bunu da söyleyeyim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tebrik ederiz.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ ZEYNEP ÖZBATUR ATAKAN - Hani bu neden güzel, çünkü 2000 yılında ben onların bir toplantısına katıldığımda, Türklerde yapımcı yok, sektör yok vesaire diyorlardı. Aradan bir on yıl geçti ve bir ödül aldık. Şunun için söylüyorum: Ben, çok iyi bir noktada olduğumuz düşünüyorum. Yani bugün bu toplantıyla da sizin biraz önce dediğiniz gibi yavaş yavaş ilerleyeceğiz ama tanımları, terimleri kulaktan dolma değil sağlıklı geliştirmemiz gerekiyor ve bu işin mantığını çözersek her şey çözülür. Sorun, mantık ve kavram sorununun çözülememesinde aslında. Birazdan Baran’a sözü bıraktığımda bu kavramları daha net söyleyecek. Ama ben inanıyorum ki, son on iki-on üç yıldır Türkiye’de sinema alanında çok iyi gelişmeler oldu, biz bunları konuşabiliyoruz. Yani bunları hiç konuşamadığımız bir yerden geldiğimiz için. Dolayısıyla, bu yasa aslında bir devrim olacak. Yani, çıkacak şey, ciddi anlamda bir devrim olacak ve orada İsmail Güneş’in söylediği gibi, hakikaten, belki de bu sefer artık yüzümüzü dönüp bizim böyle bir haklarımız korunuyor, şu olacak, bu olacak gibi olumlu şeylerle dönebileceğiz. Çünkü oradaki önyargıları kırabilmek, yani örneğin bir federasyona katılmak istediğinizde bile sordukları sorulara henüz cevap verebiliyor durumda değiliz. Bunu söyleyeceğim.
Teşekkür ediyorum.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Biz teşekkür ederiz.
Mehmet Bey, buyurun…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – Ben müsaade aldım kavramla ilgili hemen şey yapacağım.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Buyurun.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – SEYAP, Sinema Eserleri Yapımcıları Meslek Birliği Başkan Yardımcısıyım.
Ücret ve telif konusundaki sorunuzu şöyle yanıtlamaya çalışayım: Ücret ve telif maalesef bizim hukuk çevrelerimizde dahi zaman zaman karıştırılmaktadır. Ücret, fiziken bu işi yapmak üzere anlaşmanızla birlikte devreye giren, bir anlamda fiziken orada bulunmanız, yazarsanız kaleminizi oynatmanız, yönetmenseniz o sette bütün idareyi elinize almanız, oyuncuysanız bütün vücudunuzu, sesinizi kullanarak işleminizi yapmanız karşılığında aldığınız bir şeydir ve en önemli ayıran özelliği telifle ilgili şudur: Ücret her koşulda alınan bir şeydir ve ücret, yapımcıdan, oyuncunun, senaristin, yönetmenin, müzisyenin, diğer çalışanlar gibi yapımcıdan aldığı bir şeydir. Ancak, telif, yayınla birlikte devreye giren bir şeydir ve ödemesi gereken muhatap yapımcı değil kullanıcıdır. Zamanın içerisinde bu, kullanılan mecraya göre değişiklik gösterebilir. Bu, televizyon yayıncı kuruluşu olabilir, yeniden iletim kuruluşu olabilir veya herhangi bir umuma iletimin mecrası olarak bugün dijital olarak önümüze çıkan İnternet ortamındaki çeşitli vesileler veyahut ileride gelişebilecek çeşitli mecralar olabilir. En önemli ayıran unsur, tekrar ediyorum, telifin yayınla birlikte kullanıcı tarafından ödenmesi gereken bir meblağ olduğudur. Ücret ise tam tersi yapımcı tarafından ödenmesi gereken bir şeydir. Karışıklık çoğu zaman şuradan çıkıyor, ücretin her iş kolunda olabileceği gibi versiyonları olabiliyor. Yani bir iş için tamamen anlaşılmış fiks bir ücret üzerinden çalışmanızı yapabilirsiniz veya versiyonlayabilirsiniz, fiks bir ücret üstüne herhangi bir satıştan pay almak, hisse almak, prim almak gibi değerlendirilebiliyor. Bu alınan primler de telif değildir. Bu ücretin bir versiyonudur. Telif, kesinlikle ve kesinlikle eserin son kullanıcısının ödemekle yükümlü olduğu, muhatap olduğu kavramdır.
Teşekkür ederim.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Bir şey sorabilir miyim?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tabii ki.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şu anda telif vergilendirmesi nasıl yapılıyor?
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – Şu anda efendim bizim Gelir Vergisi Kanunu’muz buna ilişkin çok net ifadeleri haiz değil, çünkü, söylediğim gibi bu kavram karışıklığı olduğu için ücret ve telif arasında bir kavram karışıklığı olduğu için örneğin yazarların belli bir istisnası var -ama yönetmenlerin yok misalen müzisyenlerin var- burada telif diye bir atıf var Gelir Vergisi Kanunu’nda ama aslında o ücrete işaret edilen bir yanlışlık. Bu kavram karmaşasının düzelmesi için de biz örgütler olarak gerekli izahatlarda bulunmaya çalışıyoruz. Umarız bunu da değiştirebileceğiz. Ama biz örneğin yurt dışından telif toplamış bir meslek birliği olarak bunun misalini vereyim, ödemeyi yapmakla yükümlüyüz üyelerimize. Zeynep Hanımın yapımcısı olduğu filmlerin yurt dışından telifini aldık biz. Bizim için gurur vesilesi. “Biz bunu nasıl vergiye tabi edeceğiz, neyle alacağız?” diye görüş istedik. Bu konuda, maalesef, maliyeden de net bir görüş çıkmadı.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi, şöyle: Gazetelerde, spor sayfalarında futbol yazısı yazanlar 100 lira para aldıkları zaman yüzde 15 civarında bir stopaj…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – Yüzde 17…
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yüzde 17… Ne beyanname veriyorlar, ne bir şey veriyorlar, hiçbir şey son derece kolay.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bir istisnası var ağabey, onda yıllık bir geçen yıl 60 bin civarındaydı bu yıl ne oldu bilmiyorum. O tavanı geçtikten sonra gelir vergisine da tabisiniz.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ama büyük bir kolaylık o onlar için. Benzer bir şeyi belki de daha ihtiyaçlarınıza uygun şekilde vergi kanunlarında da düzenlemek gerekir.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – Bu kavramın oturması gerekiyor bütün yasal mevzuatta ücret ve telifin ayrı ayrı kavramlar olduğu netleşmesi gerekiyor.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ama size bir şey söyleyeyim, yani bunu latife olarak kabul edin, Anayasa Komisyonunda maddenizi daha kabul ettirmekten, maliyeden vergi konusunda size iyilik, bir güzel yaklaşım sağlamak hiç mukayese edilebilecek bir şey değildir.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bizde daha kolay.
TURCA TOSKAY (Antalya) – Bu çok daha kolay, bu çok basit. Maliyeden bir şey almak, “deveye hendek atlatmak” sözü bile onun şey yapmaz.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ BARAN SEYHAN – Önümüzü açacaktır efendim, anayasada böyle bir düzenleme bizim önümüzü açacaktır, mücadele edeceğiz.
Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Teşekkür ederiz.
Mehmet Bey…
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ MEHMET GÜLERYÜZ – Ben Sinema ve Televizyon Sahipleri Meslek Birliği Başkanıyım, yönetmenim. İşte 2000’li yılların başında kurmaya çalıştık biz meslek birliğimizi, 60 tane üyeyle kurulduk ve 60 üyenin 20 üyesini kaybettik biz, sinemanın önemli üreticileriydi, Lütfi Akat, Zeki Ökten, Atıf Yılmaz, Yücel Çakmaklı ve bunlar hiç telif parası alamadan aramızdan ayrıldılar. Ben her onları son yolculuğuna uğurlamaya giderken, onlarla yaptığımız o konuşmanın etkisinde kaldım. Sürekli çünkü umut vermeye çalışmıştık ve hiçbir telif alamadan gittiler. Aslında, bunun için bir zihniyet değişimi gerekliliğine inanıyorum ve bu toplantının bile bu değişimin bir başlangıcı olabileceğine inanıyorum. Gerçekten, hani, kabul etmeniz, dinlemeniz bile çok önemli bizim için. Bu zihniyet değişiminin adımlarının atıldığını görebiliyoruz. Bir de ayrıca ulusal olarak bizim bir onur kırıcı bir ayıbımız da oluyor bu, çünkü biz işte meslek birlikleri federasyonu üyesiyiz SİSEK’in, yurt dışında çeşitli ülkelerle karşılıklı anlaşmalar yaptık ve onları tümü bu ülkede telif haklarının verilmediğini, sanatçılarla ilgili herhangi bir gelişme olmadığını bizden çok iyi biliyorlar ve takip ediyorlar. Bu, gerçekten çok üzücü. Yani istediğimiz kadar gelişmiş ülke olduğumuzu söylesek, istediğimiz kadar işte dizi şu kadar sattık, bu kada satıyoruz, sinemamız bu desek bile, orada bizim bir ayıbımız olarak Türkiye’de sanatçılar telif hakkı alamıyor, telif hakkı sistemi Türkiye’de işlemiyor konusu, çok bizim buradaki yöneticilerimizden daha fazla biliniyor. Bunu çözmemiz gerekiyor, bu, hepimizin sorunu.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – Kayıtlara geçmesi açısından, İspanya diyoruz, oradan bir küçük paragraf okumak istiyorum.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tabii ki.
TÜRKİYE FİLM ENDÜSTRİSİ MESLEK BİRLİKLERİ GÜÇ BİRLİĞİ İSMAİL GÜNEŞ – İspanya Telif Hakkı Kanunu, İspanya'da repertuarlarının umuma arzında görsel-işitsel eser sahiplerine bu arz karşılığında bir ücret alma hakkı tanımaktadır. Yasa gereği, bu haktan feragat edilemez ve bu hak, SGAE gibi bir birlik tarafından zorunlu hak takibine tabidir. Bu hak, eser sahipleri ile yapımcılar arasında imzalanan anlaşmalardan bağımsız bir haktır.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben de bunu çok önemli gördüğüm için, özellikle komisyon üyesi ve sayın vekillerimizin de duymasını istedim. Bu konuda kendi durduğum yeri bu vesileyle söylemek istiyorum. Böyle bir nitelikli temsiliyet olduğu için, bu konudaki şahsi görüş farklılıklarımı bir kenara itip yasama dönemi boyunca bu organ neyi bir politika hâline getirmişse onun Mecliste en önde gelen savunucusu ve bir nevi hizmetkârı gibi konuşlandırdım kendimi.
Ben de anlayışınız için hepinize, katılımınız için sizlere teşekkür ediyorum, sağ olun.