2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə32/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   37

  • Biz özellikle 1923-1938 arasında, Atatürk’ün bizatihi cumhuriyeti kuruşunda ve kendi yaşadığı dönemdeki o çağdaşlaşma ruhunun inşallah yeni anayasayla yeniden yakalanması gerektiğini düşünüyoruz. 1938’den sonra hakikaten bir yabancılaşma, kültürel manada sembolleriyle birlikte bile milletimizin bazı sıkıntıları yaşadığını görebiliriz yani bu şeyde gidip görebilirsiniz. Bir örnek vereyim: Hemen Kızılay’da Güven Park’taki sembollere falan baktığınız zaman, hakikaten muhakkak ki iyi niyetlerle yapılmıştır ama semboller, ritüeller açısından baktığınızda milletin orada kendi değerlerini görmesi lazım. Elbette bir millet başlamış olduğu her şeyi gururlanarak, övünerek anlatması lazım. Onun için Mustafa Kemal Atatürk döneminin, cumhuriyetin çağdaş devrimlerinin çıkış noktası hakikaten Türk kültür kodlarını taşımaktadır. Bu Türk kültür kodlarının bütün milletimizin, anayasası da dâhil olmak üzere, değerlerinde ifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz ki bu kültür kodlarının içerisinde bakarsanız Mustafa Kemal Atatürk, milletin dinini iyi öğrenmesi, çağdaş anlamda iyi idrak etmesi noktasında yapmış olduğu ilk işlerden bir tanesi de Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yaptırmıştır ve ben iki gün önce televizyonda bir gazete halka kupon karşılığı Kur'an-ı Kerim mealini ve tefsirini veriyor. Hâlâ Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri geçerli. Ben bunu şunun için anlatıyorum: Yani o dönemin aslında milletimizle barışık bir dönem olduğu noktasında böyle müşahhas bir örnek vermek istedim Komisyonunuzun da müsaadesiyle.

  • Biz yine raporumuzda daha kapsamlı bir şekilde belirttiğimiz gibi –inşallah üyelerimiz buna kıymetli zamanlarını ayırıp okuduklarında göreceklerdir- özellikle hakikaten ne Atatürkçülük üzerinden ağır siyasetin ne de din üzerinden çok ağır bir siyasetin toplumumuzun hayrına olmadığına inanıyoruz. Yani Türkiye’de Atatürk’ün de istismarının, dinimizin de istismarının milletimizin lehine olmadığını düşünüyoruz. Bu konuda sadece Anayasa’nın değil, toplumsal manada devletimizin her türlü yapılanmasında veya sivil toplumun veya devlet yönetiminde söz sahibi olanların da buna dikkat etmesi gerektiğine inanıyoruz. Yani Atatürk’ün bir dönem katı bir Kemalizm dayatmasıyla nasıl ki milletimize bir manada dayatma yapılmıştır, karşı kutup oluşmuştur, bu defa din adına yapılacak bir dayatma da karşı kutbu oluşturur. Oysa milletimizin çok farklı yönleriyle zıt kutuplara ayrışmasının doğru olduğuna inanmıyoruz. Nihayetinde farklılıkların muhakkak ki zenginlik olduğu doğrudur ama biz esas zenginliğin farklılıklarda değil, ortak paydada bulunduğuna inanıyoruz yani farklılık farktır. Bir aile içerisinde karı-koca arasında farklılık var, baba ile evlat arasında, kardeşler arasında bir fark vardır yani her insanda farklı ritüeller, farklı semboller, farklı nüanslar zaten vardır. Bir ülke, bir devleti teşkil eden insanlar topluluğu, milletin kendisi tek tek fert olarak farklılıkları taşıyabilir ama biz zenginliği farklılıklarımızdan ziyade, ortak paydamızda işaret ettiğimiz zaman esas zengin ve müreffeh toplumu inşa edeceğimize inanıyoruz ve biz bu saydığımız hassasiyetin göz önünde bulundurularak… Ki muhakkak ki göz önünde bulunduruyor Türkiye Büyük Millet Meclisi, zaman ayırdılar, biz de bugün buradayız, Komisyonun önünde sesimizi bizatihi duyuruyoruz. Türkiye Cumhuriyeti millî devleti, son iki yüz-iki yüz elli yıllık tarihimiz içerisinde yenilmişliğimizin, itilip kakışmışlığımızın, geri kalmışlığımızın, yok olmak üzere yeniden dirilişimize çare olarak ancak yüz yılda bulabildiğimiz ilacın ve dermanın adıdır. Yani bir şeyin altını daha çizmek istiyorum: Anayasa yapabilmek erdemdir, uzlaşabilmek erdemdir ama millet olabilmek de dünyada ilk insanın yaratıldığından bu zamana kadar çok büyük bir erdemdir. Millet olabilmek için de bu millet hakikaten çok ağır bedeller ödemiştir. Özellikle cumhuriyette bu zamana kadar, hatta düşünün ki Osmanlı’nın son zayıfladığı dönemden bu zamana kadar, işte Tanzimat’tan cumhuriyete, cumhuriyetten bu zamana kadar milletleşme sürecinde çok ağır bedeller ödemişiz. Bu bedellerin neler olduğu Komisyonumuzun üyeleri muhakkak ki biliyorlardır, millet olmak da çok önemli bir erdemdir. Anayasa yaparken bu büyük erdemi, çok ağır bedeller ödeyerek kazandığımız erdemi de parçalamamak, zafiyete uğratmamak gerektiğini düşünüyorum. Bizim coğrafyamız zor bir coğrafyadır. Burada güçsüzler ve kararlı duruş sergileyemeyenler bu coğrafyada yaşayamaz. Düşünün ki Anadolu medeniyetler mezarlığıdır ve Anadolu coğrafyasında bin yıldan fazla yaşayan tek büyük medeniyet, millet biziz. Bu bedel ağır olmuştur ki ecdadımız hep kanıyla ödemiştir, inancıyla ödemiştir. Onun için bunların bize neye mal olduğunu bilmemiz lazım. Bu manada elbette Türk milleti gibi kavram kaygısı olmayanların da bu süreçte bu söylediklerimizi anlama noktasında sıkıntı çekeceğine inanıyorum ama millet olmak da bir erdemdir, bu millet olma erdemini anayasa yapma erdemiyle örtüştürerek bu süreci tamamlamamız gerektiğini düşünüyorum.

  • Sendikamız adına, ekibimiz adına hepinize çok teşekkür ediyorum. Kıymetli zamanınızı aldık, inşallah aşmamışımdır.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yok, aşmadınız. Buraya kadar zahmet edip geldiğiniz, kıymetli görüşlerinizi bize bildirdiğiniz için teşekkür ediyoruz. Yazılı dokümanımız da var, sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, bunların hepsi çok büyük bir itinayla dikkate alınacak, ondan lütfen emin olun.

  • Hocam, buyurun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık.

  • Birkaç şey sorayım ben. Birisi: Şimdi, biz yeni anayasa yapalım mı, yapmayalım mı? Ben biraz burada bir kere mevcut Anayasa yapıldığı zamanki anayasa değildir, on yedi değişiklik oldu, bunun bir tanesi iptal edilmiştir, esasen on altı tane, seksen üç madde değişti, dolayısıyla Anayasa çok büyük ölçüde içeriği itibarıyla, maddeler itibarıyla değişti diyorsunuz, bu taraftan tabii ki Türkiye'nin tarihi, o dönemde yaşananları, işte Orta Doğu, vesaire, iç sorunlar, dış sorunlar, bu çerçevede yeni anayasa yapalım mı, yapmayalım mı? Nihai kararınız nedir, görüşünüz? Yani mevcudu kaldırıp yeni anayasa yapımını kastediyoruz.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Efendim, ben burada şunu da söyleyeyim: Tabii, çok büyük değişiklikler yapıldı, 2002-2004 sürecinde çok büyük değişiklikler yapıldı.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – 2010’da da yapıldı.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Evet, 2010’da da yapıldı.

  • Burada ifade etmek istediğimiz şu: Bu Anayasa temelinde hani nihayetinde bir 12 Eylül ihtilal Anayasası ruhunu ya da ismini, gölgesini üzerinde taşıdığı için ne kadar çok uzlaşılırsa uzlaşılsın yani bunu alalım, bu hâliyle yeniden eğer bir referanduma sunarsanız belki yeniden bir anayasa yapmayalım diyebilirsiniz ama hani bu tartışmaları gidermek noktasında belki bir uzlaşı, bir mutabakat olacaktır ama yeni anayasadan kasıt, bazıları öyle bir dayatma içerisindeler ki, açınız bakınız, “Anayasa’nın ilk dört maddesini değiştirelim, Anayasa’daki “Türklük” tarifini değiştirelim…” Ben yerel yönetimlerde Belediye Başkanıyım. Mesela, yerel yönetimlerin idari manada belediye başkanlarına vermiş olduğu çok büyük yetkiler var ve bugün Türkiye'nin birçok belediye başkanında, birkaç belediye başkanında da bazı şeyler var, bu idari yetkileri siyasi yetkilerle taçlandırmak istiyorlar ama onu yasal manada alamadıkları için idari yetkilerini siyasal amaçlarıyla örtüştürdükleri noktalar var. Bugün, bakın, bir belediye başkanı bütçesini geçirir, trilyonlarca parayı ondan sonra iki dudağının arasında harcar. Mesela bunları yasal düzenlemelerle halledebilirler ama öbür taraftan, işte bazı tartışmalar var, bunları gidermek noktasında, bazı ihtiyaç duyulan, elbette Anayasa da, toplum dinamik olduğu için bazı ihtiyaçlarla yenilenebilir yani nihayetinde Allah kelamı olmadığını biliyoruz ama bu maddeleri çıkarın yani ilk dört maddeyi, Anayasa’daki Türklük tarifini, o idari yapılanmayı, bir de siyasi yapılanmaya birkaç maddesini çevirin, alın size, ben açık ve net ifade ediyorum, bu Anayasa noktasında değişiklik talebi olanların bazısı otomatikman susacaktır; otomatikman susacaktır, Anayasa değiştirme talebi olmayacaktır.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani yeni anayasa yapalım mı, yapmayalım mı?

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Yani yapacağız artık, yola çıkılmış yani Türkiye Büyük Millet Meclisinde uzlaşıp…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – “Biz de buraya geldik.” diyorsunuz.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Onun için geldik.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, bir de şu var: Şimdi, mevcut Anayasa’da ilk dört madde, özellikle 2’nci maddede cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili hususlar… Şimdi, bu metnin bir bölümünde diyorsunuz ki: “38’e kadar durum iyiydi, 38’den sonra bu şey yakalanamamıştır, daha sonra yapılan hatalar falan vardır.” Şimdi, o Anayasa’nın genel konsepti, 66’ncı madde “vatandaşlık” tarifi, “Türklük” tarifi diyorsunuz da, “vatandaşlık” tarifini kastediyorsunuz, 66’ncı maddeyi, o zaman karışık zaten, “Türklük” tarifi midir, “vatandaşlık” tarifi midir, karıştırılabilecek bir şeyler.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Bu konuda da cevap verebilirim yani.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, evet, işte 66’ncı madde ve 2’nci maddedeki cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili hususlar 38 öncesinin anlayışına mı dayanıyor, yoksa o eleştirdiğiniz 38 sonrasının anlayışına mı dayanıyor?

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Yok, onu cevaplarım rahat Sayın Şentop, müsaade ederseniz.

  • Şimdi, 38’e kadar olan dönem 1924 Anayasası’ndan baz alırsak 1924 Anayasası bir imparatorluk sürecinden cumhuriyete geçiştir, ulus devlete geçiştir. Orada Anayasa tarifinde der ki: “Din, dil, ırk tarifi aranmaksızın Türk’tür.” Şimdi der ki: “Vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Bunun arasında elbette cumhuriyetin, ben, 38’den sonrası derken ben her şeyi kötü yapmışlar anlamında söyleyen bir anlayışa ve idrake sahip değilim. Bazı uygulamaların halkımızı incittiği doğrudur, bundan bizim dedelerimiz, büyüklerimiz de nasibini almıştır ama devlet bizim devletimiz olduğu için bir hınç bakış açısıyla, rövanş alma bakış açısıyla bunları yapmak doğru değildir, bunları onarmak, tarif etmek doğrudur. O 38’e kadar olan süreçte yani 1924 Anayasası’nda “Din, dil, ırk…” diye tarif eder ama hakikaten bir imparatorluk mirasçısıyız, öyle bir hakikat söz konusudur ama cumhuriyetten bu zamana kadar, Başbakanımızın da şu anda, Hükûmetimizin çeşitli bakanlarının da, ondan önce görev yapanların da övünerek ortaya koyduğu bazı değerler vardır, -ki haklıdır, bu hepimizin kazanımlarıdır, hizmet eden herkesin hakkı vardır- milletimiz çok yol, mesafe kat etmiştir. Oradaki sözümün maksadını aşmamasını ve bu şekilde anlaşılması gerektiğini düşünüyorum yani 24’teki tarif ile 38 ve 82 Anayasası’ndaki tarif yani 38’den sonra 82 Anayasası oldu ya da 2002’de yeni bir şey yapıldı, 2004’te bir şey yapıldı, hepsine karşıtız, gibi bir sonuç çıkarılırsa, sizin öyle bir sonuç çıkarmayacağınızı anlıyorum ben.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Hayır, onu sormadım ben, şunu aslında kastettim ben: Yani 82 Anayasası’nda “koruyalım” dediğiniz hususlar 38 öncesine ait esaslar, anlayışlar, ilkeler midir, yoksa daha sonra ortaya çıkmış şeyler midir, onu yaptım.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Yani 38’dekinden de örtüşen değerlerdir. Nihayetinde devleti kuranlar Atatürk ve arkadaşlarıdır ve bunların da bu tariflerini, bakış açısını teyit etmek noktasında, onların gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde gerekse icrai makamlardaki yaptıklarını birçok sözüyle örtüştürebiliriz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet.

  • Şimdi şöyle: Tabii, 66’ncı maddedeki tanım 1961’de geliyor ilk defa Türkiye’ye, 27 Mayıs darbesinden sonra, 24’tekinden farklı, 24 bugün birçok kimsenin de itiraz edemeyeceği bir tanım getirmiş, yani “Türk’tür” demiyor orada, “Türk ıtlak olunur.” diye bir ifade var orada, farklılık var.

  • Ayrıca, bu 2’nci maddede cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili hususlar Atatürk döneminde, 24’te başlangıçta farklı. Zaten ilk olarak “Devletin dini İslam’dır.” 24 Anayasası’nın ilk 2’nci maddesinin şeyi o. 1937’de Cumhuriyet Halk Partisinin altı ilkesi Anayasa’ya giriyor ama 1961 Anayasası’nda bu cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili düzenlemede bu altı ilkeden bir tanesi kalıyor, sadece laiklik, onun dışındaki ilkeler 27 Mayıs darbesi sonrasında getirilmiş ilkeler. Bunların doğruluğu, haklılığı falan ayrı bir tartışma konusu ama benim burada sorduğum husus şu: Yani bunlar cumhuriyetin kuruluşuyla İstiklal Savaşı ve Atatürk dönemiyle orada temellenen esaslar, anlayışlar değil, daha sonra gelmiştir, yani “Korunur, korunmalıdır.” diyebilirsiniz, o ayrı mesele yani kastettiğim o. Asıl şeyim şu: Yani ideolojisiz anayasa üzerine atıf yaptınız, ben de çok eskiden beri, ben akademisyen kökenliyim, yaklaşık bir altı-yedi yıldır ideolojisiz anayasayı savunanlardan birisi de benim. Burada ideolojisiz anayasayla kastettiğim, siz “Şunu kastediyorlar.” dediniz, yani “Burada ‘Türk milleti’ ifadesinin bulunmaması gibi bir şeyi kastediyorlar.” dediniz, o değil.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - İnşallah.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İnşallah değil, ben kendimi biliyorum.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Yani sizin için değil, ben genel olarak… Özür dilerim, yanlış anlaşılmasın. Genel manada seslendirildiği ortamı söylüyorum ben, şahsınız için söylemedim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Olabilir, tabii, herkesin şeyi ayrı.

  • Anayasa’da bir ideoloji var, bu başlangıç kısmında var bu ideoloji. Mesela: “Atatürk milliyetçiliği.” Atatürk milliyetçiliği Atatürk zamanında var mı? Yok. Atatürk hayattayken “Atatürk milliyetçiliği” diye bir şey yok. 1982’de ilk defa Anayasa’da “Atatürk milliyetçiliği” diye bir ifade konulmuş. Bu, tabii bir ibare. Bakın, buna nasıl bir anlam yüklüyor? İşte 12 Eylül darbesini yapanların buna yüklediği bir anlam var. Aslında tabii ideolojinin tamamen ifade edildiği bir ibare de bu değil, onun dışında başka şeyler de var Anayasa’nın metninde. Yani burada kastettiğimiz şey şu: Türkiye’de halkın büyük bir kısmının benimsemiş olduğu birtakım değer verilen -kutsal demeyelim- kişiler, esaslar var yani İstiklal Harbi dediğimizde birçok kişi bütünleşir bununla, Atatürk konusunda aynı şeyi söyleyebiliriz, bunları kullanarak Türkiye’de seçilmemiş bir iktidara zemin teşkil edecek bir meşruiyet anlayışı oluşturmaya çalışılıyor, darbe meselesi, vesayetçi ideolojiyi kastediyoruz işte bu Atatürk milliyetçiliği dâhil olmak üzere, ifade olarak 80 darbecilerinin getirmiş olduğu bir şeydir bu. Bütün bunlar dâhil olmak üzere Anayasa’daki bir ideolojiyi kastediyoruz, biz “Böyle bir ideolojinin Anayasa’da bulunmaması gerekir.” derken, “İdeolojisiz anayasa.” derken bunu kastediyorum ve Anayasa’nın kendisinin toplam bir anlamı olabilir yani her anayasanın -tabiri caizse- bir ideolojisi vardır, düzenlediği çerçeve itibarıyla olur. Bu da kastettiğimiz, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde de o vardır: “Devlet bütün dinler, anlayışlar, siyasi görüşler, ideolojiler karşısında tarafsızdır.” Anayasa bir ideolojiyi benimserse nasıl tarafsız olacak, kendisi benimserse devlet? Bu anlamda Anayasa’nın ideolojisiz olmasını kastediyorum, bu bakımdan en azından kendi adıma bir düzeltme yapmış olayım.

  • Teşekkür ederim.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Teşekkür ediyorum.

  • Bu şimdi biraz konuştuğumuz konuda benim Sevgili Sayın Hocam’la biraz bir şeyimiz var.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, atışıyoruz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yok, atışmıyoruz da, hafif bir nüansımız var.

  • İlk önce teşekkür ediyorum yani siz belli hassasiyetleri olan bir grubun hassasiyetlerini burada samimiyetle bizle paylaştınız. Bunun için teşekkür ediyoruz. Sizin görüşlerinizle taban tabana tamamen zıt kişiler de buraya geliyorlar, biz onları da dinliyoruz. Mesela, bir tanesi geldi, “Özerklikle filan olmaz bu iş, ben federasyon istiyorum. Federasyon olduğu zaman benim bölgesel olarak iradem hâkim olur, özerklik olursa bana iradeyi siz temsilen Ankara’dan verirsiniz, ben onu kabul etmem.” dedi, dinledik. Şimdi, “ideolojili, ideolojisiz anayasa”, bu akademik bir tartışma bir noktada yani onu biz… Bu arada biz de yavaş yavaş anayasa hukukçusu olma yolunda hızla ilerliyoruz, okuyoruz da çok yoğun bir biçimde, yoğun bir kurstan geçiyoruz ama bir nokta var, dünyadaki bütün yapılan, anayasalar yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersleri felsefi olarak bünyelerinde ve temellerinde bulundururlar, yoksa eğer bu böyle olmayacaksa, tarihî gerçekler ve tecrübeler dikkate alınmadan anayasa yapılabilecek ise o zaman Birleşmiş Milletler dünyanın en akil anayasacılarını bir araya getirirler, bir konfeksiyon anayasa getirirler, bizim önümüze de sunarlar, “Siz uğraşmayın, bu komisyonda niye böyle mesai yapıyorsunuz? İşte şuradaki adı ‘Türk milleti’ koyun, şuraya şunu koyun, bunu buraya koyun.” filan derler, biz de alırız, olur. Böyle bir şey yok, her millet yaşadığı tarihî gerçekler, edindiği tecrübeler ışığında bir anayasa yapar.

  • Şimdi, Hocam’la çok küçük ayrıldığımız nokta şu: “Efendim, 24 Anayasası’nda bunlar şöyle ifade edilmiyor, bu daha sonra 61’de geldi, 61’in üstüne de 82’de şunlar geldi.” Doğru, ifadeler öyle ama işin ruhu bakımından, ulus devletin temelini oluşturacak felsefe bakımından 24 Anayasası’yla farklı ifade edilmesine rağmen 82 Anayasası benim için aynı şeyleri hassasiyet gösteriyor. Ha, onu askerler yaptı, bu seferkini biz yapalım, siviller olarak aynı hassasiyeti göstererek bu sefer biz yapalım. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel felsefesinde bir değişiklik yok, toprak bütünlüğümüz bizim için büyük bir hassasiyet, millet bütünlüğü büyük bir hassasiyet, onun dışında birtakım kutsallarımız var, onları ifade ediyoruz. 24’te bu, bu şekilde daha açık ifade edilmiş veya edilmemiş ama bunu kabullenmemiz gerekir diye düşünüyorum ben şahsen. Yani siz söylediniz diye burada biraz sohbet etmek amacıyla söylüyorum. 82’deki şöyle yani kelime lafzının değişmesi ruhunun değiştiği anlamına da gelmez. Yani bugün 24 Anayasası ulus devleti kabul etmiş mi? Etmiş. Toprak bütünlüğüne büyük önem vermiş mi? Vermiş. Ulus devleti yaratmak için milletin bir bütün olmasında çok büyük bir hassasiyet göstermiş, dilin de Türkçe olması tabii ki bunun tabii sonucu. Farklı ifade edilmiş, Atatürk milliyetçiliği girmiş, çıkmış, bunlar şey değil.

  • Şimdi, burada hassasiyetimiz şu: Bu üç madde değişir mi değişmez mi? Bana göre değişir ve yeniden yazılabilir, daha da iyi yazılabilir ama Türkiye’de şu anda bizim içinde bulunduğumuz sosyal, siyasi şartlar, iç, dış dikkate alındığında bizde bu ilk üç maddeye dokunulmaması gerektiği gibi bir refleks yaratıyor. Çok iyi niyetle dahi bir maddesinin bir kelimesine dokunduğumuz zaman birileri çıkacak diyecek ki: “İşte, değiştirilmez dediğiniz maddeler değiştirildi, hadi bakalım ikinci rauntta şunu da değiştirelim, bunu da değiştirelim…” Böyle bir açmazımız var. Ben bunu fikir olarak söyledim.

  • Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Ben de çok teşekkür ederim efendim, sağ olun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben bir şey söyleyeyim yalnız Hocam: Şu, tabii, biz de şu anda içinde yaşadığımız şartları, onları dikkate alarak, geldiğimiz noktayı değerlendirerek bir şey yapıyoruz ama bunu biz yapıyoruz. Dediğim gibi, o zamanlar da Anayasa’yı yapanlar içinde bulundukları şartları değerlendiriyor yani içinde bulunulan şartların değerlendirilmesi objektif, mutlak bir şey değil, izafi bir şeydir. Kimin değerlendirdiği de önemli yani 61 Anayasası’nı, 82 Anayasası’nı yapanlar, içinde bulunduğumuz şartların, yaşadıklarımızın, birikimin değerlendirmesini yapıyor da. Kim yapıyor? Darbeyi yapanlar. Kim yapıyor 82’de? Kenan Evren ve arkadaşlarının illerden seçmiş olduğu, belirlediği kişiler, siyasi temsil kabiliyeti olmayanlardan oluşan Danışma Meclisi.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ama o hususta biz hocaların da bayağı günahı var, onu da söyleyelim Hocam.

  • MUSTAFA ŞENTOP (Antalya) – Var tabii, hocalar orada hep zaten.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yalnız Hocam’ın sırtına yıkılmayın yani.

  • MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Müsaade ederseniz, şimdi, yani Orhan Aldıkaçtı’ya hazırlatma ile daha sonra Profesör Ergün Özbudun’a yani birisi Orhan Alldıkaçtı’ya hazırlatıyor, birisi de götürüyor Ergün Özbudun’a veriyor taslağı, hani biraz önce dediniz ya “Atatürk milliyetçiliği” kavramı yani o günkü bir takıntısı olan biri de, bir şeye takıntısı olan biri de sosyolojik manada öyle bir hataya vesile olabilir ama bu işler tek başına değerlendirilmez. Mesela, şimdi 12 Eylül yargılanıyor. Mesela, orada toplumsal manada bir siyasi popülizm var, hep 12 Eylülcülere söylüyoruz ama yüzde 92 de oy veren bir kesim var bunlara, “Evet.” demişler, referandum yapılmış.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan, tekrar teşekkür ediyorum çünkü şu anda bizim 15.40’da almamız gerekiyordu ikinci grubu. Bu içten konuşmanıza çok teşekkür ediyoruz. Güzel emek verdiniz. Dediğim gibi bunları bütün arkadaşlarımıza vereceğiz.

  • Teşekkür ediyorum.

  • Kapanma Saati: 16.03



  • Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Kamu Görevlileri Sendikası

  • (Türk Sağlık-Sen)

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Evet, Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Kamu Görevlileri Sendikası Türk Sağlık-Sen.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Evet, Türk Sağlık-Sen, kısaltılmış hâliyle.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Hoş geldiniz Sayın Başkan.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Sağ olun.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Biraz sizi beklettik, kusura bakmayın.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Önemli değil.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tabii, bir takdim yapıldığı zaman, böyle, bıçakla keser gibi “Dakikanız doldu, siz çıkın.” diyemediğimiz için böyle bir şey söz konusu oldu.

  • Hoş geldiniz diyoruz, sağ olun. Güzel de hazırlık yapıp gelmişsiniz. Biz sizi dinleyeceğiz. Buradaki yöntemimiz -her seferinde bunu tekrarlıyoruz- biz sizin görüşlerinizi burada tartışmak için bulunmuyoruz, sizin görüşlerinizi dinlemek için buradayız ancak açıklanmasında yarar gördüğümüz bazı hususlar söz konusu olursa Komisyonu teşkil eden üyelerimiz o konuda size tevcih edebilirler ama bu “Sizin görüşlerinizi kabul ediyoruz, etmiyoruz.” diye bir tartışma konusu kesinlikle söz konusu değil.

  • Bugün bizi bağışlayın, diğer iki üyemiz, –tabii, siyasi faaliyetler çok yoğun olduğu için- Cumhuriyet Halk Partili ve BDP’li üyelerimiz burada yok. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisinden Sayın Mustafa Şentop Hocamız ve bendeniz Milliyetçi Hareket Partisinden Tunca Toskay olarak sizleri dinleyeceğiz.

  • Buyurun, söz sizde efendim.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Öncelikle teşekkür ediyorum.

  • Tabii, isterseniz sendikamızla ilgili kısaca bir bilgi vereyim.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Lütfedersiniz.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Türk Sağlık Sendikası 1992 yılında kurulmuş Kamu Görevlileri Sendikası. Sağlık, sosyal hizmet kolunda faaliyet gösteriyor. Faaliyet alanımız da Sağlık Bakanlığına bağlı bütün kurum ve kuruluşlar, üniversite hastaneleri ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı -yeni ismiyle- sosyal yardımların ve sosyal hizmetlerin bir araya toplandığı bakanlıklarda faaliyet gösteriyoruz.

  • Sendikamızın 100 bin üyesi var, yirmi yıldır da faaliyetlerini sürdürüyor. Bu çerçevede, daha önce sizlere biz “Türkiye Kamu-Sen” adına bir sunum yapmıştık burada. Tabii ki Sendikamız, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı konfederasyon olarak on bir tane sendikadan bir tanesi. Daha doğrusu, eğitim en fazla üyeye sahip sendikalarımızdan birisi, ikinci büyüklükte de sağlık sendikası olarak biz yürütüyoruz.

  • Müsaade ederseniz, ben sunumumu birkaç aşamada yapacağım. Birisi Anayasa’yla ilgili genel görüşlerimiz, ikincisi, Anayasa’nın 56’ncı maddesindeki sağlık hakkı, bir diğer şey de Anayasa’nın 52 ve 53’te yer alan sendika hakkıyla ilgili. Bu şekilde toparlayacağım ve sunumumu da bu hazırlamış olduğumuz metnin üzerinden okuyarak yapacağım çünkü zamanı iyi kullanmak açısından, zaman kısıtlı olduğu için.

  • Ülkemizde “yeni anayasa”, bizce daha doğru ifadesiyle “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yenilenmesi” tartışmaları hız kesmeden ve yoğunlaşarak devam etmektedir. Türk Sağlık-Sen olarak biz de bu süreci yakından takip etmekte ve bunun da ötesinde, 100 bin üyemizin konuya ilişkin temel eğilimlerini ve tercihlerini tespit etmekteyiz.

  • Esasen, mensubu olduğumuz Türkiye Kamu-Sen tarafından 400 bini aşan üyeyi temsilen Anayasa’nın yenilenmesi hususundaki ayrıntılı görüş ve önerilerimiz, daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu nezdinde yazılı ve sözlü olarak arz edilmişti ancak bu defa, özellikle sağlık çalışanlarının Anayasa’ya ilişkin sesini duyurabilmek yani konuya sadece sağlık çalışanlarının bakışını yansıtabilmek amacıyla ve Anayasa Uzlaşma Komisyonunun çağrısı üzerine, Türk Sağlık-Sen olarak, ayrıca ve özel olarak görüşlerimizi arz etmeyi uygun bulduk.

  • Bu itibarla, sunumumuzda, Anayasa’nın tümü hakkında ayrıntılı açıklamalarda bulunamayacağız ve bu hususta daha önce Türkiye Kamu-Sen olarak arz etmiş olduğumuz görüşlerimize atıfta bulunmaktayız.

  • Çalışmamızda, Anayasa’nın geneline ilişkin görüşlerimizi ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla ifade ettikten sonra, bize özel iki temel konu hakkında görüşlerimizi ortaya koyacağız ki bunlardan ilki sağlık hakkı, ikincisi ise sendikal haklar ve özellikle grevli toplu sözleşme hakkı.

  • Bu vesileyle, Anayasa’nın yenilenmesi sürecinde “katılımcı demokrasi” adına üstün gayret gösteren ve bu bağlamda Türk Sağlık-Sen olarak bizim de görüş ve önerilerimizi talep etme hassasiyeti gösteren Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tüm siyasi parti gruplarına, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda görev yapan değerli temsilcileri nezdinde teşekkürü de bir borç biliyoruz.

  • Anayasa’nın geneline ilişkin görüşlerimiz, usul bakımından:

  • 1) “Katılımcı demokrasi” ilkesi tam anlamıyla ve tüm aşamalarda hassasiyetle göz önünde bulundurulmalıdır.

  • 2) “Millî uzlaşma” ilkesinden asla taviz verilmemeli, milletin sadece bir kısmının talepleri, milletin tümüne dayatılmamalıdır.

  • 3) Kazuistik anayasa değil, çerçeve anayasa tercih edilmeli, kanunla ve/veya daha alt normlarla düzenlenebilecek konulara anayasada yer verilmemelidir ancak çerçeve anayasa tercihi adına anayasal boşluk da bırakılmamalıdır.

  • 4) Anayasanın yazımı, açık, anlaşılır, tutarlı ve bütüncül bir Türkçe ile gerçekleştirilmelidir. Böylelikle ortaya çıkacak anayasa metni, sadece hukukçular tarafından değil, milletin tümü tarafından anlaşılıp özümsenebilmelidir.

  • Anayasanın içeriği bakımından:

  • Bilindiği üzere, anayasaların aslında iki temel hukuksal alanı, başka bir ifadeyle iki ana bölümü vardır. Bunlardan birincisi, temel hak ve özgürlüklerin düzenlenerek anayasal güvence altına alınması, ikincisi ise, devlet organlarının oluşumu, görev ve yetkileri ile birbirleriyle olan ilişkileridir.

  • Öte yandan, yine hemen her anayasada bahsedilen iki ana bölümden önce, iki önemli konu daha düzenlenir ki bunlar da başlangıç metni ile değiştirilemez hükümlere ilişkin tercihtir.

  • Dolayısıyla, aşağıda anayasa yazım tekniğine de uygun olmak üzere, önce başlangıç metni ve değiştirilemez hükümlere ilişkin görüşlerimiz ortaya konacak, ardından temel hak ve özgürlükler ile devlet teşkilatı olmak üzere iki ana bölüme ilişkin açıklamalar yapılacaktır.

  • Başlangıç metni:

  • Pek çok milletin ve devletin anayasasında olduğu gibi, Türk Anayasası’nın da dayandığı temel felsefeyi açıklayan bir başlangıç metni olmalıdır. Başlangıç hükmünde, cumhuriyetimizin ruhuna ve kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliği ilkesinin yanı sıra demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayanan devlet anlayışına vurgu yapılmalıdır.

  • Anayasa tekniği bakımından ise, “başlangıç” kısmı, anayasa metnine dâhil olarak kabul edilmelidir.

  • Değiştirilemeyecek hükümler:

  • Anayasa’mızın ilk üç maddesinde düzenlenen temel ilkeler aynen korunmalı ve hatta “üniter devlet” ile “mili devlet” ilkeleri cumhuriyetin niteliklerine mutlaka eklenmelidir. Belirtilen temel ilkeler asla anayasa tartışmalarının konusu yapılmamalıdır. Daha açık bir ifadeyle, devletin şeklini düzenleyen “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” hükmü, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen “insan haklarına dayanan, milli, üniter, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu” hükmü, devletin dilinin “Türkçe”, başkentinin “Ankara”, millî marşının “İstiklal Marşı” ve bayrağının “beyaz ay yıldızlı al bayrak” olduğu hükmü hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde, açık ve net olarak ortaya konmalı ve bu temel ilkeleri en küçük seviyede bile zedeleyebilecek dayatmalara ve hatta önerilere dahi izin verilmemelidir.

  • Temel hak ve hürriyetler:

  • Genel olarak anayasal düzenlerde kabul edilen ve anayasal metinlerde kabul gören üç kuşak hak vardır: Birinci kuşak haklar “klasik haklar” denilen, insanların doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez nitelikli hayat hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklardır.

  • İkinci kuşak haklar ise siyasi haklardır.

  • Üçüncü kuşak haklar ise “sosyal haklar” denilen, hukuk düzeninin içinde ve hukuk düzeninin elverdiği ölçüde sağlıklı bir çevrede, iyi bir sağlıkla, iyi bir eğitimle, insanca yaşayabilmenin sağlanması yönünde devletten talep hakkı doğuran haklardır.

  • Bu bağlamda önemle vurgulamak gerekir ki son yıllarda ortaya atılan ve “dördüncü kuşak haklar” olduğu iddia edilen kolektif haklar, zaten bu üç temel hak kategorisi içerisinde vardır. Başka bir ifadeyle, ferdin tek başına değil de topluluk hâlinde kullanabileceği ve topluluk olmanın gereği yaşanabilecek olan, örneğin, siyasi parti, dernek veya sendika kurma gibi haklar zaten siyasi haklar kataloğunda mevcuttur ve böylece, söz konusu hakları “kolektif haklar” olarak ayrıca kategorize etmek ve bunu yaparken yanlış terminoloji ile adlandırmak bilimsel gerçekten uzak olduğu gibi, iyi niyetli de değildir.

  • İşte, Anayasa’nın yenilenmesi sürecinde, bahsedilen karmaşanın ve faydasız tartışmaların önüne geçilmeli ve temel hak ve hürriyetler bağlamında aşağıda belirtilen ilkeler benimsenmelidir:

  • Temel hak ve hürriyetler klasik üçlü ayrıma gidilmeden maddeler hâlinde düzenlenmeli ve bu yapılırken devlete olumlu edim yüklemeyen haklar önce düzenlenmeli, olumlu edimler yükleyen haklara ise en son yer verilmelidir.

  • “Eşitlik ve ayrımcılık” maddesi, genel esaslar kısmında değil, “temel hak ve hürriyetler” kısmında düzenlenmelidir.

  • Temel hak ve hürriyetler konusunda bir hak ve ödev olan vatan hizmeti ve vergi ödevi dışında, ödev boyutunun yer almaması gerekir.

  • Temel hak ve hürriyetleri mevcut Anayasa’da olduğu gibi geniş olarak düzenleme yolu tercih edilir ise, sınırlandırılması konusunda anayasada genel sınırlama nedenlerine yer verilmemeli, hak ve hürriyetler sadece ilgili maddede öngörülen özel sebeplerle sınırlandırılabilmeli ve özel sınırlama nedenleri belirlenirken evrensel düzenlemeler dikkate alınmalıdır.

  • Temel hak ve hürriyetlerle ilgili yapılacak düzenlemede çok kültürlülüğü çağrıştıran temalara ve “grup hakları” gibi tanımı ve hukuki niteliği belli olmayan ve siyasi açıdan kötüye kullanılmaya müsait ifadelere asla yer verilmemelidir.

  • Vatandaşlık tanımı ile ilgili olarak, mevcut Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki düzenleme aynen muhafaza edilmelidir. Önemle vurgulamak gerekir ki “anayasal vatandaşlık” ya da “çok kültürlülük” veya “Türkiyelilik” kavramları, millî devlet olarak örgütlenmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin değiştirilmesi teşebbüsünden başka bir anlam taşımamaktadır. Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesi ile antropolojik ve sosyolojik manadaki “Türk” tanımından ayrı olarak hukukî manada bir tanım yapılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve bu devlete ait olduğunu hisseden herkes Türk olarak kabul edilmiştir. Nitekim benzer düzenlemeler, başta Almanya ve Fransa olmak üzere birçok ülke anayasasında da bulunmaktadır.

  • Mülkiyet ve miras hakkı teminat altına alınmalıdır. Gerçek ve tam karşılığı ödenmeden mülkiyet hakkına müdahale edilmemelidir.

  • Temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması hâlinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması gerektiği düzenlenmelidir.

  • Uluslararası sözleşmeler ile ilgili mutlaka bir ön denetim sistemi getirilmeli ve bu denetim Anayasa Mahkemesine verilmelidir.

  • “Laiklik” ilkesi özgürlük boyutu ile ele alınmalı, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanı sıra, din hürriyeti boyutu da anayasa ile korunmalıdır. Ayrıca, devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığı da garanti altına alınmalıdır.

  • Devletin, Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamayacağı ancak özel öğretim kurumlarının mahalli nitelikli lehçe ve dil öğretimi yapabileceği net olarak benimsenmelidir. Keza yabancı dille eğitim anlayışından vazgeçilip yabancı dil öğretimi benimsenmeli ve bu ikisi birbirine karıştırılmamalıdır.

  • Basın hürriyeti, iletişim özgürlüğü olarak benimsenmelidir.

  • Siyasi partilere üye olma hakkının kapsamı genişletilmeli, hâkim ve savcılar, kolluk kuvveti ile silahlı kuvvetler mensupları hariç, herkes siyasi partilere üye olabilmelidir.

  • Seçme hakkına getirilen sınırlamaların kapsamı daraltılmalı, er ve erbaşlar ile askeri öğrencilere seçme hakkı tanınmalıdır.

  • Temel hak ve özgürlüklerin anayasa yargısı yoluyla etkin bir şekilde korunmasını sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu mutlaka muhafaza edilmelidir. Bireysel başvuruya konu olacak hak ve özgürlükler belirlenirken uluslararası sözleşmelere atıf yapılmamalı, doğrudan ilgili anayasa maddelerine atıf yapılmalıdır.

  • Devletin ekonomik ödevlerinin sınırına ilişkin düzenlemede, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hakkı gibi hakların sınırlamaya tabi olmaması gerekir. Ayrıca, söz konusu sınırlamanın, devlete olumlu edim yüklemeyen sendika kurma hakkı ve grev hakkı gibi sosyal hakları kapsamaması gerekir.

  • Devlet teşkilatı:

  • Anayasanın ikinci ana bölümü olan, devlet teşkilatı bakımından belirleyici olan hükûmet sistemidir. Hükûmet sistemlerinin tasnifinde ise genellikle devletin temel kuvvetleri arasındaki ilişki esas alınmaktadır ancak bütün demokratik hukuk devletlerinde yargı kuvvetinin bağımsız, ayrı bir kuvvet olması gerektiği kabul edildiği için, hükûmet sistemlerinin tespitinde yargı kuvveti dışında kalan iki temel kuvvet, yasama ve yürütme kuvvetleri arasındaki ilişkiler belirleyici olmaktadır.

  • Bu anlamda, kuvvetler arası ilişkiler incelendiğinde genel olarak iki türlü hükûmet sisteminin olduğu kabul edilmektedir: Kuvvetler birliğine dayalı hükûmet sistemleri ve kuvvetler ayrılığına dayalı hükûmet sistemleri. Eğer yasama ve yürütme kuvveti tek bir organda birleşmiş ise kuvvetler birliğine dayalı hükûmet sistemleri, eğer yasama ve yürütme kuvveti ayrı ayrı organlara verilmiş ise bu durumda kuvvetler ayrılığına dayalı hükûmet sistemlerinden bahsedilir.

  • Kuvvetler birliğine dayalı sistemlerden, kuvvetlerin yasama organında toplanması hâlinde meclis hükûmeti sisteminden, kuvvetlerin yürütme organında toplanması hâlinde mutlak monarşi ya da diktatörlük gibi anti-demokratik rejimlerden söz edilir.

  • Kuvvetler ayrılığına dayalı sistemler ise kuvvetler arasındaki ilişkinin yoğunluğuna göre, kuvvetler yumuşak bir şekilde birbirinden ayrılmış ise parlamenter sistemden, kuvvetler sert bir şekilde birbirinden ayrılmışsa başkanlık sisteminden ve nihayet, yasama ve yürütmenin birbirinden ayrı olmanın yanı sıra yürütme içinde devlet başkanına ağırlık verilmişse yarı başkanlık sisteminden söz edilir.

  • Bize göre, söz konusu sistemlere ilişkin teorik açıklamalar ve bilimsel tartışmalardan ziyade, Türkiye’nin hükûmet sisteminin ne olması gerektiği önem arz etmektedir. Başkanlık sistemi, kuvvetlerin kesin ve sert ayrımına dayanmakta, yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinin varlığına son verme yetkisi bu rejimde söz konusu olmamaktadır. Bunun sonucunda, sistemde tıkanma olduğunda bunu çözecek uzlaşmacı siyasal kültüre sahip olmayan ülkelerde, rejim derhâl krize girmekte ya da başkanın diktatörlüğüne dönüşmektedir.

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde bu sistem, ülkenin siyasal geçmişi, sahip olunan pragmatik (uzlaşmacı) kültür ve kurumsal olarak da çift meclis ve bu meclisin görevlerinin düzenleniş şekli sayesinde hassas bir denge üzerinde işleyebilmektedir. Oysaki uzlaşı kültürünün olmadığı ülkelerde ve üniter yapılı ülkelerde bu rejim kesinlikle işlememekte, siyasal diktatörlüklere dönüşerek çoğulcu demokrasinin ve hukuk devletinin sonunu hazırlamaktadır.

  • Parlamenter sistem ise, ülkemizde 1909 yılında Kanuni Esasi’de yapılan değişikliklerden bu yana uygulanmaktadır. Yani siyasal kültür olarak en aşina olduğumuz siyasal sistem, daha doğrusu, tek demokratik siyasal sistem parlamenter sistemdir.

  • Ülkemizin siyasal kültür geçmişi, itiraf etmek gerekir ki diktatörlük eğilimlerinin kolayca su yüzüne çıkmasına müsait kültürel kodları da bünyesinde taşımaktadır. Ülkemiz üniter bir devlettir ve bu yapının korunması, varlığımızın devamı için şarttır. Bu nedenle, eyalet sistemine dayalı bir çift meclis uygulaması ülkemizde mümkün değildir.

  • Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başkanlık sisteminin Türkiye için hem siyasal hem de hukuksal anlamda tam bir felaket oluşturacağı, ne üniter yapının ne de çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti anlayışının bu sistemle sağlanması ve korunmasının mümkün olamayacağı açıktır. Bu durumda, ülkemizin siyasal sistemi parlamenter sistem olmak zorunda olduğuna göre, devletin yapısı ve kurumların birbiri ile ilişkileri de bu esasa göre dizayn edilmek durumundadır.

  • Bu açıklamalardan sonra, devlet teşkilatına ilişkin görüş ve önerilerimizi şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Hükûmet sistemi netleştirilmelidir; her şeyden önce, hükûmet sistemi tercihinin netleştirilmesi gerekmektedir. Zira,, mevcut hükûmet sistemimiz ne tam olarak parlamenter sistem, ne de tam olarak yarı başkanlık sistemi olmayıp özellikle 2007 Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin benimsenmesi ile birlikte, yarı başkanlık sistemine büyük bir adım atılmıştır.

  • Hükûmet sistemi netleştirilirken parlamenter sistem tercih edilmelidir. Hükûmet sistemi tercihi netleştirilirken ise değişik sistem arayışları yerine, parlamenter sistemi aslına uygun hâle getirmek daha uygun olacaktır.

  • Türkiye, yeni hükûmet sistemleri denemek yerine, yüz yılı aşkın tecrübesinden de yararlanarak parlamenter sistemi daha işler hâle getirmeye çalışmalıdır. Yani en açık ifadesiyle, bizim tercihimiz, yasama ile yürütme arasında uyumsuzluğa yol açmaması bakımından en mantıklı sistem olan ve Türkiye'nin tarihsel geleneklerine uygun bulunan parlamenter sistemdir.

  • Öyleyse anayasanın yenilenmesi sürecinde asıl yapılması gereken değişiklik, parlamenter sistemi tercih ettiğini hiçbir tereddüde yer vermeyecek biçimde net olarak ortaya koymaktır. Bunun içinse, her şeyden önce Cumhurbaşkanının yetkileri parlamenter sistemin özüne uygun olacak şekilde azaltılmalı ve temsili yetkililerinin dışındaki icrai yetkilerinin tümü mutlaka kaldırılmalıdır. Bu sayede Cumhurbaşkanlığı makamı, parlamenter sistemdeki gerçek rolüne uygun olarak siyasi tarafsızlığa kavuşturulmalı ve siyasal sistem içerisinde, yeri geldiğinde hakem rolü oynayabilecek bir makam olarak tasarlanmalı ve böylece parlamenter sistemin mantığına uygun biçimde ve o çerçevede işlevselleştirilmelidir.

  • Cumhurbaşkanının olması gereken rolüne kavuşturulacağı böylesi bir parlamenter sistemin, sair meselelerini çözmek için ise sistemin özüne uygun olmak kaydıyla pek çok öneri getirilebilir.

  • Mevcut Anayasa’nın benimsediği “İdari yerinden yönetim” ilkesi hassasiyetle korunmaya devam edilmeli, siyasi yerinden yönetim talep, öneri, dayatmaları asla kabul edilmemelidir.

  • “Merkezî idare” ve “mahallî idareler” başlıkları altında idarenin kuruluşuna ilişkin mevcut Anayasa’nın 126 ve 127’nci maddelerinde yer alan düzenlemelerin, aynen benimsenmesi gerekir.

  • İdari yapıya ilişkin olarak en hassas ve üzerinde durulması gereken konu, anayasada mahallî idarelere ilişkin olarak yerinden yönetim ilkesinin düzenleniş şeklidir. Mevcut düzenleme, bir üniter devlette olması gereken şekliyle, konuyu “idari yerinden yönetim” ilkesine göre ele almıştır. Bu düzenleme bugün için yeterlidir ve Türkiye’nin mevcut uluslararası taahhütleri ve antlaşmalarıyla da uyumludur fakat kamuoyunda “yerinden yönetim” ilkesinin, idari yerinden yönetim anlayışının sınırlarını aşarak “siyasi yerinden yönetim” ilkesine göre dizayn edilmesi taleplerinin de dile getirildiği gözlenmektedir.

  • Diğer bir deyişle, bazı çevreler tarafından “yerel yönetimlerin özerkliği” adı altında üniter devlet ilkesi ile bağdaşmayan “siyasi yerinden yönetim” anlayışının uygulamaya konulmasının amaçlandığı gözlenmektedir.

  • Siyasi yerinden yönetim anlayışı ancak federatif yapılı devletlerde uygulanabilir. Bu anlayışın üniter bir devlette uygulama alanı bulması söz konusu değildir. Çünkü bu anlayışta doğrudan doğruya egemenlik yetkisinin paylaşılması söz konusudur. Oysaki idari yerinden yönetim anlayışı, merkezî idareyle mahalli idareler arasında sadece idari fonksiyonla sınırlı bir görev paylaşımını öngörür. Egemenlik yetkisinin paylaşılması bu tür yapılanmalarda hiçbir şekilde söz konusu değildir. Anayasa’daki mevcut düzenleme, “idari yerinden yönetim” ilkesinin sınırları içerisinde yapılacak her tür yasal düzenlemeye imkân verecek derecede genel bir düzenlemedir.

  • Diyanet İşleri Başkanlığı haricindeki özerk kurum ve kuruluşlar anayasada değil, yasalarla düzenlenmelidir.

  • Özerk nitelikli idari kurum ve kuruluşların anayasal güvencelerinin ve hukuksal statülerinin anayasada düzenlenmesi uygun ise de kural olarak tek tek kurumların bizatihi kendilerinin idari yapılarının anayasada düzenlenmesi doğru değildir çünkü kurum bazında yapılacak bu tür düzenlemelerin yasa ile yapılması çok daha doğru ve uygun olacaktır fakat belli tür kurumların tabi olacağı genel hukuksal statü kuralları anayasada düzenlenebilir. Nitekim, Anayasa’da kamu kurumları niteliğinde meslek kuruşları, mahalli idareler, yükseköğretim kurumları hukuksal statü olarak düzenlenmiş, bu kapsamda herhangi bir kurum doğrudan anayasal düzenleme konusu yapılmamıştır. Yani bu usul uygun bir usuldür ancak Diyanet İşleri Başkanlığının, Türkiye’nin özel şartları dikkate alınarak anayasal bir kurum olarak düzenlenmeye devam edilmesinin zorunlu olduğunu düşünmekteyiz ancak bu anayasal yapının belli ölçüde özerk nitelik de taşıması sağlanmalıdır. Böyle olmakla birlikte, kurumun yapısının yasal temelde ihtiyaçlara uygun olarak ve yurttaşlarımızın tüm kesimlerine hitap edecek şekilde yeniden düzenlenmesi mümkündür ve gereklidir.

  • Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı mutlaka sağlanmalıdır. Yargıya siyasetin ve yürütmenin nüfuz kanallarının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınarak, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının şüpheden uzak bir şekilde teminine yönelik olarak yeniden yapılandırılması gerektiği açıktır. Bu bağlamda, özellikle Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden yapılandırılması önem taşımaktadır.

  • Sayıştay varlığını sürdürmeli ancak tüm kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır. Sayıştayın düzenlenmesi Anayasa’da korunmakla beraber, bütün kararlarına karşı Danıştay nezdinde yargı yolunun açık olması gerekir.

  • Olağanüstü yönetim şekline ilişkin mevcut düzenlemeler korunmalı ve fakat olağanüstü yönetim dönemindeki tüm idari kararlara ve kanun hükmünde kararnamelere istisnasız yargı yolu açılmalıdır.

  • Olağanüstü yönetim şekline ilişkin anayasal düzenlemeler uygundur ancak olağan üstü yönetim döneminde alınan her türlü idari kararların yargı denetimine açık olmasının yanı sıra, bu dönemde çıkartılan kanun hükmünde kararnamelere karşı da yargı yolunun açık olması gerekir.

  • Bu vesileyle, önemle ifade etmek gerekir ki olağan dönemlerde Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi verilmemelidir.

  • Asli ve sürekli kamu hizmetleri kamu görevlileri tarafından yerine getirilmelidir. “Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince yürütülecek asli ve sürekli hizmetlerin kamu görevlilerince yerine getirileceği” vurgusu daha güçlü şekilde yapılmalı, üst derece idari kamu görevlerinin özel kesimden aktarılan ve yeterli kamu hizmeti tecrübesi olmayan kişilerce yürütülmesi eğilimi önlenmelidir. Böylece, devletin bir şirket mantığı ile değil, kamu hizmeti üreten sosyal devlet mantığı ile yönetilmesi sağlanabilecektir.

  • Sağlık hakkına ilişkin görüşlerimiz genel olarak:

  • Anayasa’mızda sağlık hakkı sosyal haklar arasında yer almıştır 56’nci maddede. Buna göre, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”, “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”, “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” ve “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.” Yani Anayasa’nın 56’ncı maddesinin ilk dört fıkrasında sağlıkla ilgili olarak devlete kesin bir yükümlülük öngörülürken son fıkrada ise, “kurulabilir” denmek suretiyle, somut koşulların gözetileceğine de işaret edilmiştir.

  • Daha önce “temel haklar” başlığında ortaya koyduğumuz görüşlere paralel olarak, bir sosyal hak olan sağlık hakkının öznesine göre tanımlanarak, klasik hakların bireye, sosyal hakların topluluklara tanınmış kolektif haklar olarak tespiti de yerinde değildir. Zira, Anayasa’nın 56’ncı maddesinde yer alan sağlık hakkı sosyal hak olarak kabul edilmekle beraber, topluluk için değil, ayrımsız herkes için tanınmış bir haktır.

  • Sağlık hakkı bakımından devletin yükümlülüğünün sınırı:

  • Konunun en önemli boyutlarından biri de sağlık hakkı da dâhil olmak üzere sosyal haklar bakımından devletin yükümlülüğünün sınırıdır. Anayasa’da sosyal haklar bakımından devletin ekonomik gelişmeye paralel olarak, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde hak yararlanıcıları için katkıda bulunması da kabul edilmiştir. Anayasa’nın 65’inci maddesinde yer alan, devletin sosyal ve ekonomik alanlarda üstlendiği görevleri, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin bu düzenleme genellikle, grev, toplu sözleşme ve sendika hakkı gibi bazı haklar dışında kalan haklar bakımından, devletin, sosyal hakların gerçekleştirilmesi görevini yerine getirmesinden sıyrılmasına olanak verdiği biçiminde yorumlanabilmektedir. Hatta, yargı organlarının bu konuda karar vermesinin bir hukuki denetim olmaktan çıkıp yerindelik denetimi olacağı da söylenebilmektedir.

  • Nitekim, Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa’nın 65’nci maddesi yorumlanırken Anayasa’daki açık düzenlemeyi haklı olarak aşamamış, yasama ve yürütmeyi zor durumda bırakmama yolunu seçmiştir. Örneğin, Anayasa’mız, iktisadi ve sosyal amaçları, koşulları ne olursa olsun derhâl yerine getirilmesini zorunlu kılan sert kurallara bağlamamış, bunların, ülkenin sosyal ve iktisadi gelişmesine eşit olarak ve aşama aşama sağlanacak erkler olduğunu açıkça belirtmiştir. Yüksek Mahkemeye göre, “Devlet, sosyal güvenlik hakkını, şimdiki ekonomik gücü ve toplumun genel ekonomik dengesi ile orantılı olarak sağlayabilir.”; “Devlet, ekonomik gelişmeye ve mali kaynaklarının gücüne göre sosyal sigortalar ve sosyal yardım örgütlerini ya kendisi kurmak ya da kaynakları yeterlilik göstermiyor veya güvenliğin daha elverişli olarak sağlanacağı anlaşıyorsa kurdurmak ve onu gözetip denetlemek ödevi altındadır.” Anayasa Mahkemesi bu kararlarında yorum yoluyla Anayasa’yı zorlamak yerine, 65’inci maddedeki düzenlemeyi dikkate almıştır.

  • Yüksek Mahkemenin, Anayasa’nın bu maddesini etkisiz kılacak bir içtihat vermesi hâlinde yetkisini aşmış olacağı için, konunun yargı kararıyla değil, sosyal güvenlik ve sağlık hakkına ilişkin olarak Anayasa’da daha açık ve hak yararlanıcılarını güvenceye alacak, yararlanıcıların talep edebilecekleri biçimde düzenlenmesi gerekir. Anayasa’da bu şekliyle yer almakla beraber, yargı yoluyla ulaşılamayan ve talepte bulunulsa da sahibinin isteği doğrultusunda bir işlemde bulunulamayan düzenlemelerin hak olarak kabul edilmesi hakkın özüne aykırıdır.

  • Öyleyse sosyal haklarla ilgili düzenlemelerdeki “herkes” kavramını, devletten isteme bakımından tüm vatandaşları kapsadığını kabul etmek gerekir çünkü herkese tanınan haklardan, devletin, bu haklara sahip olmayanlardan başlamak üzere, 65’nci maddedeki düzenlemeyi dikkate alarak, ekonomik gelişme düzeyine göre herkesi asgari bir sağlık ve çevre hakkına kavuşturması, sosyal güvencesi olmayanlardan başlayarak ekonomik gelişmeye göre herkesin daha iyisine sahip olmasını temin etmesi gerekir. İşte o zaman, yasama ve yürütme organları Anayasa’nın 65’inci maddesindeki düzenlemenin arkasına sığınarak, hem temel hak olarak düzenlenmiş bir hususun anayasada yer almasına uygun olarak kullanımına engel olamaz hem gereğini yapmaktan kaçınamazlar. Anayasa’da güvenceleriyle düzenlenen sağlık hakkının, yasama ve yürütmenin takdirine bırakılmaması ve açık düzenleme sayesinde hak sahibinin doğrudan yargı organına başvurarak hakkını elde etmesi sağlanmış olacaktır.

  • Türk Sağlık-Sen Üyeleri -sağlık çalışanları- bakımından sağlık hakkı:

  • Bir sosyal hak olarak sağlık hakkından yararlanma bakımından üyelerimizin tamamının kamu görevlisi olmasından hareketle, özellikle kamu görevlilerinin göreve başladıkları tarihten sonra zaman içerisinde sürekli iyileştirmelerde bulunulması gerektiği hâlde, ekonomide iyiye gidişlerden söz edilmesine karşın, sosyal haklarda hak yararlanıcılarının aleyhine uygulamalar olmaktadır. Örneğin, konuya ilişkin yeni tarihli tebliğlerde kimi sağlık hizmeti sunucularında yapılan muayenelere ilişkin masrafların, çalışanların aylık ve ücretlerinden nasıl kesilerek tahsil edileceğine yer verilmiştir. Oysa devletin, özel veya kamu hastanesi ayrımı yapmaksızın, ilgililerin sağlıkları için gerekli olan tedavilerin ücretlerini almaması gerekirdi çünkü Anayasa’nın 56’ncı maddesinin dördüncü fıkrasında, devlet ve özel hastane ayrımı yapılmaksızın, devletin sağlıkla ilgili görevini yerine getireceğine işaret edilmektedir. Bu uygulama zaman içerisinde kamu kurumlarında çalışmayanlar da dâhil sağlık hakkı sahiplerine ek yükümlülükler getirilmesi biçiminde sürdürülmektedir. Sadece sağlık hakkı bakımından değil, sosyal hakların birçoğunda devletin bu haklara katkısı yeterli olmadığı gibi, iyileştiği ileri sürülen ekonomiye paralel olarak bu haklarda daha da iyileştirmeler yapılması gerektiği hâlde, devletin katkısı sürekli azaltılmakta ve ilgililere ek yükümlülükler getirilmektedir.

  • Küresel sermaye sadece ekonomik sorunlar yaratmakla kalmayıp, sebebiyet verdiği çevre sorunları ile de insan sağlığını tehdit ederken, bu olumsuzluklardan etkilenen kesimlerin sağlık sorunlarına katkı yerine, tam tersine, her geçen gün sağlık hizmetlerinden yararlananlara ek yükümlülükler getirilmektedir. Örneğin, genetiği değiştirilmiş organizmalar insan sağlığını tehdit etmesine karşın, bu konuda gerekli ve etkili önlemlerin alınmaması, devletin yaşama hakkına saygıyı güvenceye alma ve sağlık sorunlarını çözme görevlerine karşın, sağlık konusunun özel sektörün de alanına aktarılmasında hak sahiplerine ek maddi yük getirilmesi gibi. Böylece, sağlık konusunda hemen her gün yeni bir uygulamayla, kazanılmış hakların çiğnendiğine tanık olunmaktadır. Yani sağlık hakkının gereğinin yapılmaması bir yana, sağlıkla ilgili uygulamalarda hak sahiplerinin aleyhine durumlar yaratılmaktadır.

  • İnsan için çok gerekli olan sosyal güvenlik ve sağlık hakkının dar gelirliler bakımından sadece öneminin kavranması ya da kavratılması değil, istisnasız herkesin bu haklardan yararlandırılması ve bunun göstermelik olmaktan çıkarılması zorunludur.

  • Sadece yasayla böyle bir düzenlemenin getirilmesi değil, tedavi yöntem ve süresi, hastanın hastane ve hekim seçimi hakkını kullanabilmesinin önündeki engellerin kaldırılması, hastanelerin yeterli sayıda uzman hekim ve diğer profesyonel elemanlara sahip olması, tedavi merkezlerinin yeterli ve sağlıklı tıbbi malzemeye sahip olması, hekimlerin baktıkları günlük hasta sayısının fazla olmaması, hastadan katkı payı alınmasının önlenmesi, cerrahi müdahalelerden sonra bakım görevlilerinin uzman olmalarının sağlanması ve sayılarının artırılması, hastanelere yeterli ödeneğin aktarılması, vesaire gibi, gerekir. Oysa sağlık ve sosyal güvenlik hakkı yeterince tanınmadığı gibi, tanınmış olduğu kimseler bakımından da kazanılmış hak gözetilmeden sağlık hakkı ile ilgili önemli harcama kalemlerinden sürekli kısıntılara gidildiğine tanık olunmaktadır. Örneğin, hastanın ücretsiz ilaç alma hakkına sınırlama getirilmesi, alınan ilaç sayısının sınırlanması, kimi sağlık gereçlerinin hastaya yüklenmesi, ilaç veya diğer sağlık malzemelerine hastaların fazlaca katkılarının istenmesi gibi uygulamalar, sağlık hakkının yeterince güvencede olmadığını göstermektedir.

  • Bu bağlamda, son olarak belirtmek gerekir ki, yukarıda devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince yürütülecek asli ve sürekli hizmetlerin kamu görevlilerince yerine getirilmesi gerektiği ilke ve önerimizin doğal bir yansıması olarak, devlet ve kamu tüzel kişilerince yürütülecek sağlık hizmeti de kamu görevlilerince yerine getirilmelidir ve bu kamu görevlileri sadece Türk vatandaşı olmalıdır.

  • Sağlık hakkı bağlamında sonuç:

  • Sağlık hakkı ya asgarisi belirlenerek klasikleştirilmeli veya asgari güvencesine yer verilerek sosyal haklar arasına alınmalıdır ancak ister klasikleştirme şeklinde ister yine sosyal hak şeklinde düzenlenmiş olsun, bu hakkın yasama ve yürütmenin takdirine bırakılmayacak bir asgari alanının oluşturulması gerekir.

  • Böylece, klasikleşmiş veya sosyal hak şeklinde hem dokunulmaz hak hem isteme hakkı tanınarak mahkemelerden doğrudan talepte bulunabilme hem de dar gelirlilere devletin katkıda bulunması gerektiğine işaret edilmiş olunacaktır.

  • Yürütme organının canının istediği zaman seçim, ödül veya cezalandırma gibi “sosyal yardım” adı altında verdiği ve objektifliği olmayan uygulamalardan bir an önce uzaklaşılması gerekir. Bunun yolu, uluslararası ölçüte göre, ayrımsız, tüm dar gelirliler için, vatandaşı dilenci biçimine getirmeden, vatandaş olmanın gururu ile anayasa önünde isteyebileceği hak olarak düzenlemeler getirilmesinden geçer.

  • Sağlık ve sosyal güvenlik hakkının anayasa ile bu şekilde düzenlenmesi, eşitlik ve sosyal devlet ilkesinin gereğinin yapılmasını sağlayacağı gibi, özgür vatandaş yaratmanın ve dolayısıyla demokrasinin güvencesi olacaktır.

  • Sendikal haklar ve özellikle grevli, toplu sözleşme hakkına ilişkin görüşlerimiz:

  • Tıpkı sağlık hakkı gibi, sendikal haklar da Anayasa’mızda sosyal haklar arasında sayılmıştır. Bu yüzden, sendikal hakların genel niteliğine ilişkin olan ve özellikle devletin yükümlülüğünün sınırı bakımından yukarıda ortaya konan ayrıntılı açıklamalarımız tekrar edilmeyerek onlara atıfta bulunulmakla yetinilecektir.

  • Dolayısıyla, aşağıda sadece somut değerlendirmelerimiz ve önerilerimiz ortaya konacaktır:

  • Grev hakkının, kamu-özel ayrımı yapılmaksızın tüm çalışanlara -hâkim ve cavcılar, kolluk kuvveti ile silahlı kuvvetler mensupları hariç- örgütlenme hakkı çerçevesinde eşit olarak tanınması gerekir. Hâkim, savcı, polis, Dışişleri mensubu, asker ve benzeri görevlerde çalışanlar dışında tüm çalışanlar için grev hakkı da dâhil olmak üzere tüm sendikal haklar verilmelidir ancak inisiyatif alamayan iktidarlar bu düzenlemeyi yapmayıp geçici düzenlemelerle kamu görevlilerini oyalamaktadırlar. Yani Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri bu yönüyle yanlış uygulanmaktadır.

  • Başka bir ifadeyle, mevcut kamu görevlileri sistemimiz elden geçirilip grev hakkı dâhil tüm sendikal haklar en geniş anlamıyla tanınmalıdır ki bu, taraf olduğumuz Uluslararası Çalışma Örgütü’nün sözleşmelerine de daha uygundur.

  • Emeklilere sendika kurma hakkı tanınmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü gereği, emeklilerin de sendika kurma hakkı kabul edilmelidir. Sözleşmenin hükmü şu şekildedir: “Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir.”

  • Geneli itibarıyla söyleyeceklerimiz, aktaracaklarımız bunlar. Bu çalışma, tabii ki birkaç aşamada bizim de içerisinde bulunduğumuz platformda devam ediyor. Komisyon üyelerinin de katıldığı, on üç tane sivil toplum örgütünün yer aldığı, on üç ilde yapılan Anayasa çalışmalarında Türkiye Kamu-Sen olarak katkı sağlıyoruz.

  • Bu çalışmaya temel olması için 2011 yılının Eylül ayından itibaren bir çalışma yaptık, “Anayasa’da Temel İlkeler” diye bir çalıştay düzenledik, orada tartışmaya açtık. Onu da bir kitapçık hâline getirdik, Türkiye Kamu-Sen olarak buraya da vermiştik. Ondan da tabii ki buradaki görüşlerimiz noktasında faydalandık.

  • Ben aynı zamanda Türkiye Kamu-Sen’in de Genel Sekreteriyim. Toplantıya katılan arkadaşımız, Türk Sağlık Sendikasının Genel Başkan Yardımcısı.

  • O anlamda, tekrar zaman ayırdığınız için sizlere teşekkür ediyorum.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Biz teşekkür ediyoruz. Zahmet edip geldiniz, dokümanı da hazırladınız, gayet de güzel de takdim ettiniz.

  • Sayın Hocam, buyurun.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de teşekkür ediyorum, sağ olun, ağzınıza sağlık.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yani tartışılacak çok fazla bir şey yok çünkü her şeyi çok net yazmışsınız. Biz sizin fikirlerinize saygı duyuyoruz. Bunların en iyi şekilde değerlendirileceğinden de lütfen emin olunuz. Dediğimiz gibi, burada çok ciddi bir teknik altyapıyla, gelen bütün görüşler, bizim anayasayı yazma bakımından kolaylık sağlayacak bir sistematik çerçevesinde tasnif ediliyor, orijinal metin hâlinde de bulunuyor, konular itibarıyla da hangi kuruluşumuz, hangi kişimiz -ferdî de olabilir- neler söylemiş, bunlar konularına göre de tasnif ediliyor, metin bütün olarak da orada bulunuyor. Biz de inşallah onlardan yararlanarak güzel bir çalışma yapmayı ümit ediyoruz.

  • Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Allah kolaylık versin size.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sağ olun.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – 75 milyonun Anayasası olacak yani neticede.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – İnşallah, öyle olur.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Umarız öyle olur, iyi bir anayasa olur, temennimiz o yönde.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – İnşallah.

  • TÜRK SAĞLIK-SEN GENEL BAŞKANI ÖNDER KAHVECİ – Biz de teşekkür ediyoruz.

  • Kapanma Saati: 16.44

















  • Yüklə 2,59 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin