TUNCA TOSKAY (Antalya) – Önce bu katılım sürecine aktif olarak katılarak destek verdiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyoruz, sağ olun, ayağınıza sağlık, buraya kadar bizi teşrif ettiniz.
Şimdi, biz burada sizlerin görüşlerinizi dinliyoruz. Genel olarak Komisyonumuzun çalışmasında şöyle bir şey var: Biz sizin görüşlerinizi tartışma konusu yapmıyoruz. Biz sizi dinliyoruz ama dinledikten sonra mesela “Şu noktayı biraz daha açsanız, o noktada ne düşünüyorsunuz?” gibi aydınlanmak bakımından bazı şeyleri sorma ihtimalimiz olabilir, onun dışında soru-cevap şeklindeki bir müzakere sistemi yok. Biz sizi dinleyeceğiz. Bu dokümanlarınız alınacak zaten, teknik olarak da bizim sitemizde birtakım anayasa yapımıyla hazırladığınız yirmi üç başlık var, burada içeriği de alınacak, o başlıklar da sizin görüşünüz olarak yerleştirilecek yani bu şekilde bir katılımın, biz sizi şifahen de dinlemenin yararlı olduğunu düşündüğümüz için böyle bir yöntem belirledik.
Bilemiyorum Hocam, yani sizin şu anda yaklaşık kırk dakikalık bir süreniz var, bu kırk dakikanın otuz-otuz beş dakikasını siz takdime ayırabilirsiniz, üç-beş dakika da biz belki aklımıza takılan yani “Şurayı açsanız belki daha faydalı olur.” diyeceğimiz nokta olursa onu söyleriz, bu şekilde de müzakeremizi tamamlarız.
Tekrar teşekkür ediyorum.
Buyurun.
MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI HÜSEYİN SÖZLÜ - Efendim, özellikle Anayasa gibi önemli bir meselede Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir hazırlık komisyonu oluşturup bizleri de dinleme lütfu göstermesine müteşekkiriz.
Biz, Mahalli İdareler İşverenleri Sendikası adına buradayız. Ben sendikanın Genel Başkanıyım, Hamit Tuna Beyefendi Genel Başkan Yardımcısı, Mehmet Oruçöz Bey de sendikamızın Genel Sekreteridir. Sendikamız Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonun üyesidir ve ben de şahsen sendikamızı temsilen Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonunda Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyorum. TİSK de ayrıca genel anlamda bir görüş bildirip burada görüşlerini sesli olarak da ifade etmişlerdi. Biz de bu anayasa hazırlık sürecinde Komisyonumuza milletimizin genel hassasiyetine tercüman olacak şekilde, özellikle anayasamızda olması gereken temel nitelikleri, millî devletimizin varlığını sürdürmesi noktasındaki temel hassasiyetlerimizi bir başlık altında ve bir dosya altında hem hazırlık yapıp hem de zatıalinize, üyelerimize sunduk.
Biz, öncelikle Türk milletinin anayasadaki vazgeçilmezlerini sendikamızın da vazgeçilmezleri olarak kabul edip ana başlıklar hâlinde, Türkiye’de “82 Anayasası” olarak ifade edilen mevcut Anayasa’nın ilk üç maddesinde “Türkiye devleti bir cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Yine 3’üncü maddede “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır ve millî marşı İstiklal Marşı’dır. Başkentti Ankara’dır.” Yine bu ilk üç maddenin koruyucusu olan 4’üncü maddenin de Anayasa’mızda yine millî devletimizin temel koruyucu unsuru olarak, teminatı olarak muhafaza edilmesini vazgeçilmezlerimizden olarak görüyoruz ve bunun da genel anlamda milletimizin temel hassasiyeti olarak da kabul gördüğüne inanıyoruz.
Yine “vatandaşlık” tanımıyla ilgili 1982 Anayasası’nın 66’ncı maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” tanımının da yine aynen muhafaza edilmesini istiyoruz. Devlet Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamaz.
Yine devlet yabancı dille eğitim anlayışından vazgeçmeli, yabancı dil öğretimini bunun yerine ikame etmeli ve Türkçe eğitim esas olmalıdır.
Yine “merkezî idare” ve “mahallî idare” başlıkları altında idarenin kuruluşuna ilişkin mevcut Anayasa’nın 126’ncı ve 127’nci maddelerinde yer alan düzenlemelerin aynen muhafaza edilmesi gerektiğine inanıyoruz ve “Her derde deva’ beklentisi içerisinde oluşturulan yeni Anayasa ile hedeflenen nedir?” başlığı altında da 1982 Anayasası kabul edildiği tarihten bu zamana kadar tam 17 kez değişikliğe uğramış, bu değişiklik de toplam seksen üç madde, daha fazla da ifade ediliyor ama herhâlde bu maddelerin içerisindeki sayıdan kaynaklanıyor bu. Dolayısıyla yürürlükte muhafaza edilen “82 Anayasası” ya da “İhtilal Anayasası” dediğimiz Anayasa, aslında muhteva olarak yapıldığı dönemden çok ileride, özellikle 57’nci Hükûmet döneminde, yine arkasından devam edegelen hâlen iktidarda olan hükûmet döneminde de, 2002 ve 2004 yılları arasında Avrupa Birliğine uyum sürecinde çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu manada demokratik standartlar açısından da Avrupa standartlarına baktığımızda çoğuna yakın, hatta Doğu Avrupa’dan, bizim kabul edilme sürecimiz askıda tutulurken, kabul eden ülkelerin birçoğundan daha ileri bir noktada olduğumuza inanıyoruz. Bunu 82 Anayasası’nın savunması noktasında da ifade etmediğimizi belirtmek isterim.
Bugün bu Anayasa değişikliğinden kastedilen ve özellikle çeşitli basın yayın organlarında, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, çeşitli siyasi partilerin sesi olarak algıladığımız anayasayla ilgili beklentiler, özellikle ilk dört maddede yapılacak olan değişikliklerle hedefe ulaşmak noktasında birilerini ya da bazı kesimleri çok istekli ve arzulu görüyoruz. Bu, sanki Anayasa’da demokratik bir standarda ulaşmaktan öte, Anayasa’da millî devletin temel niteliklerini gevşetmek, millî devletin temel niteliklerini gevşetirken de bu “millet” tanımının içerisine yeni tanımlar sokmak noktasında bazı gayretler gösteriyoruz ki bu maddelerin değiştirilmesi, gevşetilmesi de nihai olarak millî devletin tasfiyesi anlamına gelecektir. Yani Anayasa’nın maddesinin bir üslup olarak çağın en ileri noktasında olmasını tek başına da biz o ülkenin demokratikliği ölçüsünde yeterli bir unsur olarak görmüyoruz yani her şeyi anayasadan bekleyen bir anlayışın da demokratik kültür, insan hakları ve ekonomik, sosyal anlamda ulaşacağımız hedeflere yeterli anlamda ulaşmak için tek başına bir yeterlilik ifade etmiyor. Anayasada toplumsal kesimin tamamının katılımı, geniş mutabakatı, istişaresiyle muhakkak ki oluşturulmalıdır ama bizim toplumsal manada insani gelişmişlik düzeyi, ekonomik, sosyal, kültürel düzeyimiz de anayasaların uygulanması açısından muhakkak ki bir ölçü oluşturuyor yani insanlarınızı ekonomik, sosyal ve kültürel manada yeterli bir çıtanın, seviyenin üzerine çıkarmadığınız müddetçe anayasal metinler de yeterli olmuyor, nihayetinde “cumhuriyet” tanımının içerisine işte Avrupa’dan başlayın Orta Doğu’ya kadar çeşitli tanımlar girebilir. Bunun içerisinde cumhuriyet niteliği nedir, demokrasi niteliği nedir, seçim nasıl ki demokrasiyi tek başına tarif etmiyorsa, cumhuriyet de halka dayanan bir yönetimi tek başına tarif etmiyor, bunları iyi ölçüştürmek lazım yani biz burada raporumuzda da sunduk. Mesela, İsviçre Anayasası’nı biraz daha güncelleştirip Afganistan’a uyarlasak Afganistan İsviçre olur mu? Bunu niçin örnek veriyoruz? Tek başına anayasadan beklentilerin yeterli olmayacağı kanaatindeyiz. Anayasal beklentilerle bunları halledeceğimizi topluma sunarak, anayasanın içerisindeki elde edilen haklarla millî devlete karşı yapılan saldırıları örtüştürmek ve burada her şeyi halledecekmişiz gibi anayasadan büyük beklentiler ortaya koymak, toplumu yeterince bilgilendirmek noktasında samimi bir davranış biçimi sergilediğini düşünmüyoruz biz. Demokratik bir toplumda toplumsal kesimler sosyal haklarını örgüt, dernek ve partiler aracılığıyla takip eder. Ülkemizin bu anlamda mesafeler kat etmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz, bir işveren sendikasıyız ama işçi ve memur sendikalarının da grevsiz ve toplu sözleşme haklarını kendi işveren sendikacılığımıza da aykırı görmediğimiz gibi bunların da Avrupa standartlarında, dünya standartlarında, gelişmiş toplum standartlarında hak ettiği yerde, grevli, toplu sözleşmeli bir seviyeye geldiğini düşünüyoruz ve biraz önce yine ifade ettik, ekonomik özgürlüklerin geçim ve yaşam standartlarının geliştirilmesiyle demokratik bir toplumda seçme, seçilme haklarının daha oturacağını düşünüyoruz. Bunların aksi bir davranışın Marksistlerin geçmiş dönemde işte hani kendilerinden olmayanları nitelediği gibi, işte “Burjuva demokrasisi aldatmacası.” diye nitelediği bir yapıda oluruz. Onun için, gerçek zemine oturması için toplumun bütün katmanlarıyla iyi uyuşmalı, çoğunluğu iyi tarif etmeli, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişliği de yükselttiğimiz zaman bunun gerçekleşeceğini düşünüyoruz.
Yine, Türkiye’de sıkça Anayasa gündeme geldiğinden beri hep söylüyoruz: “Demokratik anayasa, ideolojisiz anayasadır; işte hiç kimseyi tarif etmemelidir, hiçbir şey olmamalıdır.” Oysa biz biliyoruz ki onlar esas ideolojik körlüğün içerisinde kendilerini ifade ediyorlardır ve esas ideolojik saplantılar onu seslendirenlerin kendi bakış açısıdır ve son dönemde liberal ve neoliberal dayatmalarla da bizim Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Türk devletini, millî devleti, Türk milletini tarif etmesini hazmedemedikleri için burada bir hazımsızlık olduğunu, millî devlete karşı bir saldırı olduğunu düşünüyoruz ve bu “ideolojisiz anayasa” dayatmasının da bizatihi ideolojik bir saplantıdan kaynaklandığını düşünüyoruz. Siz düşünün ki, kamu kaynakları ölçüsüz, hesapsız bir şekilde özelleştirmelerle talan ediliyor. Sosyal devlet adına, sosyal adalet adına insanlara bir güç, bir odak tarafından bir şeyler verilip o tarafa angaje ediliyor, ondan sonra da insanların başı dik bir şekilde sesini demokratik anlamda ifade etmesini bekliyoruz. Bunların doğru olmadığını ve bu ortamda da bir halk iradesinin doğru yansımayacağını düşünüyoruz.
Yine, etnik mensubiyetleri anayasa marifetiyle siyasallaştırmanın da Türkiye’de toplumsal barışı ortadan kaldıracağını düşünüyoruz. Cumhuriyet döneminde bazı eksiklerimiz olsa da homojen manada bir topluma çok büyük mesafe kat ederek yaklaştığımızı düşünüyoruz. Yasal değişikliklerle son dönemde -ki bu mevcut hükûmetler döneminde de yapılan yasal değişikliklerle de- Avrupa standartlarında işte hani etnik manada aidiyeti olanlara, kültürel manada Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasa bakımından, yasalar bakımından neler verilmiştir? Yakın coğrafyamızda hemen bizden çok önce üye olmuş Avrupa Birliği ülkeleriyle de kıyasladığımızda biz burada fersah fersah ileride olduğumuzu ifade edebiliriz. Ben, burada şahsen yapmış olduğum ziyaretlerde de onlar içerisinde de etnik manada problem olarak kendileri için ifade ettikleri noktada onların problemleri, onların içerisindeki etnik azınlıkların durumu nedir ya da Türkiye’de kendisini etnik azınlık olarak ifade edenlerin durumları nedir? Avrupa Birliğinin kendi sınırları içerisinde ve bizden çok önce Avrupa Birliğinin omurgası olmuş ülkelerin içerisindeki durum nedir? Kıyaslamalı olarak baktığımızda Türkiye demokratik anlamda çok mesafe kat etmiştir. Bu manada etnik aidiyetin siyasallaştırılıp anayasada yer alması, Türkiye'nin toplumsal birliğini ve bütünlüğünü, devletimizin, milletimizin birliğini, bütünlüğünü, millî devletin temellerini sarsacağını düşünüyoruz. Yani buradaki talepler, Türkiye'nin daha müreffeh bir ülke, daha demokratik bir ülke olması noktasındaki talepler değildir. Son dönemde özellikle Orta Doğu’da, hani Büyük Orta Doğu’yla ifade ediliyor, işte Orta Doğu’dan Orta Asya’ya doğru yeni yapılandırmalarla, demokratik açılım, işte “Arap Baharı” diye ifade edilen son dönem sosyal olayları kıyasladığımızda, bizimle de ilişkilendirmeye kalktığımızda -ki yakın coğrafyada yaşıyoruz- kendimizi tabii ki bundan ayrı düşünemeyiz. Bununla da ilişkilendirerek yeni anayasanın Türkiye’ye karşı işte belli güç odakları ve emperyalist güçler tarafından bir dayatma, bir yapısal reformu zorla kabul ettirme noktasında da Anayasa’mızla ilgili, işte Batılı, Avrupa Birliğinin diğer üyesi devletler tarafından da Anayasa’mızda bazı şeyler açık ve net bir şekilde talep edilerek ifade ediliyor. Onun için Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulan bir devlettir devletimiz ve bunun terk ettiği coğrafyalardaki bugün sıkıntılar, oradaki yapılanma neyse bundan bizim de nasiplenmemiz isteniyor ve Türk kimliği ve Türk kültürü üzerinde şekillendirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısı, Anayasa’sı ve son dönemde halkımızın iç içe girmişliği yok edilmeye çalışılıyor ve biz önemli kazanımlarımızın cumhuriyet döneminde olduğuna inanıyoruz. Bu süreci de milletimizin yakından takip ederek haklarına sahip olması gerektiğini düşünüyoruz ve yine “Demokrasi mi, millî devlet mi?” diye bir ikilemin içerisine millî devletimizin zafiyete uğratılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Millî devletlerin demokrasinin koruyucusu ve geliştiricisi olduğunu düşünüyoruz. Bugün millî devleti olmayanların ve kendi hak ve hukuk arayışı içerisindeki hakların -yani yanı başımıza bakarsanız bunu Filistin’de de görebilirsiniz- çok siyasi ifade etmek istemiyorum, yakın coğrafyamızda yine ezilen halkların kendi millî devletlerini kuramama noktasında ne kadar zafiyet içerisinde olduğunu görür isek bu konuda halkımızı daha iyi bilgilendirir, daha bir karar verme yetkisine sahip olarak objektif değerlendirmeler düşünüyoruz ki milletimiz ta binlerce yıldan beri hep yüzünü Batı’ya dönmüştür, Batı’nın değerlerini, gelişmişliklerini her zaman almıştır ve bu coğrafya üzerinde gittiği her yerde kendi kültürel değerlerini de taşımıştır ve bulunduğu yerde de özellikle son dönemdeki en büyük devletimizdir Osmanlı İmparatorluğu, demokrasi, insan hakları açısından en büyük uygulamaları yapmıştır ve kimseyi eritmemiştir, asimile etmemiştir.
Bu manada, Türkiye Cumhuriyeti devleti de Osmanlı’nın hani “İmparatorluk bakiyesi” deniyor ama “bakiye” lafının ben yeterli olmadığını, “mirasçı” lafının daha doğru olduğunu düşünerek, Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın mirasçısıdır. Nihayetinde Türkiye’ye böyle hani ırkçı, dayatmacı yaklaşımları mal etmeye kalkmak hem ecdadımıza haksızlıktır hem de milletimizin bütününe haksızlıktır. Bunun da böyle kabul görmesini, kabul gördükten sonra da bu anlayışla hareket edilmesini doğru buluyoruz ve emperyalizmin de hâlâ bizim üzerimizde… Yani Anadolu neresidir? Anadolu, bizim geri çekildiğimiz ve yeniden var olduğumuz, kültürümüzü, millet olarak varlığımızı yeniden koruduğumuz yerdir. Onun için, Anadolu coğrafyası bizim için artık çok mübarek bir coğrafyadır ve bu manada da Osmanlı üzerinde Avrupa’nın, emperyalizmin neler yaptığı tarihî vesikalarla sabittir. Orada tamamlayamadıkları hedeflerini Müslüman Türk milleti, Müslüman Türkiye Cumhuriyeti üzerinde tamamlamak noktasındaki gayretleri de görmemiz lazım. Bu hesapların devam ettiğinin de bilinerek bir anayasa hazırlanması muhakkak ki Türkiye Cumhuriyeti için de, Orta Doğu coğrafyası için de sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum. Bu konuda işte örneklere baktığımız zaman Libya’da neler oldu, ondan önce Irak’ta neler oldu, Suriye’de neler olacak, bunu tek başına Türkiye değerlendirse muhakkak ki daha sağlıklı olacaktı ama öyle olmuyor. Onun için yönetim biçiminin ve sınırlarının da değiştirilme noktasında Orta Doğu’da hedeflenen siyasi emellerin bizim için de geçerli olduğunu muhakkak ki göz önünde tutmalıyız. Onun için dün Sevr dayatmasını yırtıp Lozan’da elde ettiği haklarla bugün bu noktaya gelen Türkiye Cumhuriyeti devleti muhakkak ki çok mesafe kat etmiştir. Dün Lozan’ı biz kendimiz için yetersiz buluyorduk ama bugün Lozan’ı bize fazla gören bir zihniyet var, ona karşı da uyanık olmamız gerekiyor. Son dönemde sosyal manada, siyasi manada Türkiye’de yapılan tartışmaların da bunun bir parçası olduğunu düşünüyoruz. Bu düşündüğümüz şey, Dersim’den başlayarak Türkiye'nin kendi iç dinamiklerinde yeniden yara kaşımalarla halkımız böyle ayrıştırılmaya çalışılıyor. Bu konuda dikkatli olunması lazım. Muhakkak ki her yaptığımız iş dört dörtlük olmamıştır ama toplumsal hafızamızda, toplumsal birliğimizi zedeleyecek tartışmalar üzerinden esas, iyi, büyük reformları milletimiz üzerinden doğru yapamayız diye düşünüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin iskeletini değiştirme hazırlığında olan yeni anayasa dayatmaları öncesinde -ki bazı beklentiler bunun içerisindedir- bütün kurumlar ve değerler ne yazık ki son dönemde yıpratılmıştır. Bununla birlikte Türk kimliğinin yeni anayasada olmaması için de bir ön hazırlıkmış gibi bir tür çalışma başlatılmış, kitlelerin zihinleri “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” gibi yeni kavramlarla sulandırılmaya çalışılıyor ve Türklüğün Anayasa’dan silinerek kimliksiz bir metin ortaya çıkarılmaya çalışılıyor ve bunun bir adım sonrası da pek çok başka tartışma ve uygulamayı beraberinde getirecektir. Bu süreç Türklüğün ve coğrafyadaki meşruiyetimizin her anlamda tartışmaya açılması demektir. Bu durum da Orta Doğu’da yaratılan genel iklime uygun bir Türkiye'nin oluşturulması anlamına gelecektir. Hani biraz önce ifade ettim, “ideolojisiz anayasa”, burada ideolojisiz anayasadan kastedilen tek bir şey var, Türk kimliğinin olmadığı bir anayasa. Bunu söyleyenler kendileri böyle at gözlüklerinden arınamadığı için böyle ideolojik bir dayatmanın içerisinde oluyor. Onun için biz, “insan” kavramının insanın var olduğundan bu zamana kadar kendi değerleri silsilesi üzerinden yükseldiği, geçmişten bu zamana kadar onun bütün değerlerini taşıdığına inanıyoruz. Onun için Türkiye Cumhuriyeti devletinin de Türk milletinin genel omurgası içerisinde yapılandığı, şekillendiği ama bir imparatorluk mirasçısı olarak da tabii ki birçok unsuru içerisinde barındırdığı, o manada geçmişten bu zamana kadar da hem siyasi hem kültürel manada hem sosyal manada da bir zafiyet olarak Türk milletine atılacak bir leke olmadığı için de bu manada kompleksli bir duruşu devlet olarak, millet olarak sergilemememiz gerektiğini düşünüyoruz. Yani biz millet olarak -Müslüman kültüründe hep bu vardır- fethettiğimiz coğrafyayı nasıl vatanlaştırmışız biz? Orayı biz kendimiz için vatan etmişiz ama bizden önce yaşayanların da vatanı olmasına müsaade etmişiz. Bunun örnekleri burada bugün mümkündür. Orta Doğu coğrafyasından çekilmişiz, bakınız herkes kültürünü korumuş; Balkanlardan çekilmişiz, herkes kültürünü korumuş; Kafkasya’dan çekilmişiz, herkes kültürünü korumuş. Ama Avrupa için bu böyle mi? Endülüs’te neler olmuştur, açınız bakınız; Balkanlarda biz çekilmişiz, neler olmuş, açın bakınız. Balkanlarda bizim kültürümüz, dilimiz, inancımız hep kazınmaya çalışılmıştır ama biz böyle bir şeyi yapmadık. Onun için her türlü siyasi mülahazanın dışında Müslüman Türk kültürünün ırkçı, asimilasyoncu bir dayatma içerisinde olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut iktidar partisi ve diğer muhalefet partileri de bunun şuurunda, farkında olarak yeni anayasanın hazırlığı içerisinde olmalıyız ve bize karşı işte asimilasyoncu, eritmeci, dayatmacı bir üslubun bizim üslubumuz olmadığını ama bir imparatorluk mirasçısıyız tabii ki farklı unsurlar var, biz onları da korumuşuz ama onları korurken de millî devleti temelden sarsıntıya uğratacak her türlü yapılandırmaya ve dayatmaya karşı da hazırlıklı olmamız gerektiğine inanıyoruz. Bugün en küçük kabile topluluklarına bile Anayasa’da siz yeniden bir ifade tarzı koymaya çalışırsanız biraz önce de bahsettiğimiz birikimden, kültürden, kaynaşmadan ayrışan ya da ayrışmaya götürecek bir yapılanmaya gidecek ve bu da millî devleti sıkıntıya sokacak, toplumsal birliğimizi, bütünlüğümüzü, kat ettiğimiz mesafeyi ve kazanımlarımızı, cumhuriyetle birlikteki kazanımlarımızı tehlikeye sokacak yapılanmaların olmamasının gerektiğini düşünüyoruz. Onun için, toplumsal sözleşme esasına dayanan anayasa gibi temel metnin oluşturulma sürecinde söz konusu -ki raporda daha ayrıntılı ifade ettiğim- birikimleri ve milletimizin kültürel geçmişi, sosyal geçmişi, siyasi geçmişi -ki bu çok köklü bir geçmiştir- dünya siyasetine ve dünya tarihine müessir olmuş, tesir etmiş bir geçmiştir. Bunu iyi göz önünde bulundurmamız gerektiğini düşünüyorum.
21’inci yüzyıla girerken Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti ile Türk toplumunun farklı katmanlarının sorunlarının teşhisini, sorunların tedavisini irdelemeye çalıştığımız bu kısa anlatımda söz konusu kültürel süreklilik de göz önünde muhakkak ki bulundurulmalıdır. Zira yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı toplumun ve devletin temellerini yeniden inşa etme niyetlerini taşıyan hâlihazırdaki kavram kargaşasının da çok içinde olduğu bu süreç toplumumuzun sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik anlamda geçirdiği bütün aşamaları iyi okumalı, sadece hukukçuların yazdığı bir metin olmaktan ziyade milletin de hassasiyetlerini muhakkak ki göz önünde tutmalıdır. “Türklük” kavramı, “millî devlet” kavramı, “cumhuriyet” kavramı iyi idrak edilmeli ve süreç iyi yönetilmelidir diye ifade etmek istiyoruz ve bir sarsıntıya vesile olmamalıdır.
Bugün Anayasa’yı topyekûn değiştirmeyi amaçlayan zihniyet, Türkiye'nin yakın tarihinde olan olaylardan yola çıkarak bir rövanş alma duygusu içerisinde olmamalıdır. Bu uzlaşma metni gerçekten uzlaşma metni olmalıdır ve bütün siyasi partilerin uzlaşmasıyla olmalıdır. Siyasi çoğunluğa dayanılarak işte “Biz yaparız.” denildiği zaman yarın yeni bir siyasi çoğunluk da yeni bir anayasa ki, çok köklü oturmuş devletlerin de her gün yeniden anayasa tartışması yapmış olması onun köklü geçmişiyle doğru orantılı bir görüntü arz etmez. Sanıyorum ki bu manada Komisyonumuz da aynı kanaattedir. Biz, samimi ve milletimize gerçekten hizmet edecek, devletimizin, milletimizin birliğini, bütünlüğünü, ferdî manada hürriyetleri de koruyacak ama toplumsal manada da bu ferdî hürriyetlerin zedelenmeyeceği bir anlayışın anayasada korunması gerektiğini düşünüyoruz. Yani biz toplumsal hafızanın çeşitli ögeleri üzerinden yapılmak istenmekte olan milletimizin genel ortalamadaki hassasiyetini böyle çok küçük ayrıntılarla feda eden bir anlayışın anayasada doğru olmayacağını düşünüyoruz.
Bugün toplumsal kutuplaşmalar, siyasi kamplaşmalar, yüzeysel olarak bakılıp açıklanmaktan öte, kökleri ta tarihî süreçten, ta Osmanlı’dan bu zamana kadar derinliği olan meseleler de bunun içerisindedir. Bu konulardan birisi de din eksenli olarak farklı kesimlerin oluşması, bu durumun çeşitli yansımalarda dinî algılama ve aynı toplum içerisinde farklı şekillerde yaşam biçimine dönüştürmenin temelleri farklı sosyoekonomik şartlardaki Türk topluluklarının, İslam dinini yorumlama ve algılama şekilleriyle de ilgilidir. 19’uncu yüzyıl Avrupası laik bir toplum inşa etmiştir, siyasal manada dini daha farklı bir alanda tutarak yorumlamıştır. Türkiye’de de yeniden yorumlanarak halka sunulmaya çalışılmakla birlikte din, özellikle farklı yapılar, farklı cemaat grupları oluşmuştur ve son dönemde özellikle bu toplumsal hayata çok sirayet etmiştir. Hani bunu çok popüler bir şekilde göreceğimiz anlamında referandumdan sonra Sayın Başbakan doğrudan demiştir ki: “Okyanus ötesine de buradan teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum.” Hani bu dinî kutuplaşmaların ve gruplaşmaların gündelik hayatımıza da sirayet etmesi açısından çok müşahhas bir örnektir. Elbette biz Müslüman bir topluluğuz, yüzde 98 manada klişe söyleniyor ama diğer dinî grupları koyduğumuz zaman onlar yüzde 2’ye tekabül etmiyor, aslında yüzde 100’e yakını Müslüman olan bir toplum, elbette dinî hassasiyetleri olacak; katı laik dayatmalarla din hassasiyetleri laik toplum inşa ettiğimiz için göz ardı edilmeyecek, bunlar edilecek ama biz dini öyle bir şekilde algılamalıyız ki laik, antilaik, katı laik gibi bir anlayış değil, gerçekten Müslüman toplumun ihtiyacı olan algıyı oturtmalıyız, istediği hürriyetleri ona vermeliyiz ama din karşıtı dindar bir kitlesel çatışmanın da toplumumuzun faydasına olmadığını düşünüyoruz. Hani bu manada anayasal süreçte bu algının milletimizin sağlığına, bir şekilde yeniden doğru bir şekilde yapılmasını istiyoruz ve pozitif milletimizi bilimde, teknolojide, ilmî anlamda yüceltecek bir din anlayışının toplumumuzda hâkim olmasına müsait bir zeminin oluşturulmasını biz düşünüyoruz. Özellikle Atatürk’ün vefatından sonra, 1938’den sonra laik böyle elit bir anlayışla milletin temel değerlerinin hani millet tarafından algılanışı dışlandığı noktadaki bir cumhuriyet demokratik kültür yapısının millete uymadığını, bunun bir sosyal barış içerisinde olması gerektiğini, devlet ile milletin barış içerisinde, inanıcının, kültürünün barış içerisinde olduğu bir yapılanmanın cumhuriyetimize, demokrasimize uyacağını ve anayasanın da bu manada hassasiyeti yeniden bir anayasa tarif edilirken ya da hazırlık yapılırken göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyoruz.