47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə26/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   72


dosta bir kulp takmak ve müttehem vaziyetini vermek hangi maslâhata istinad ettiğini, hangi fikir ile olduğunu hakikaten bilmiyoruz, mütehayyiriz. Eğer farz-ı muhal olarak bu derece vücudum vatana ve millete zarardır ve benimle temas eden ve dost olan müttehemdir.. size ilân ediyorum: Meb'usandan, vükelâdan belki binlerce ma'ruf adamlarınız benimle dostturlar. Acaba bu zatları dostluk yüzünden hapse sevk edecek bir kanun var mı?...(52) ”

Madde-6 :

İnkılâb ve lâiklik ve cumhuriyet prensiblerine muarız olup onları ortadan kaldırmaya fiili teşebbüs isnadları...

Cevabları:

(Önce, Eskişehir müdafaalarında takrirî söylenip, mahkemenin zabıtlarına geçen ve fakat o sıra üstad tarafından kaydedilmiyen, cumhuriyet hakkındaki çok mühim bir izahı vardır ki, bilâhare Denizli mahkemesinde yazılarak mahkemeye takdim edilen o izahı aynen buraya dercediyoruz:)

“Eskişehir mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zabta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir kıssay-i müdafaayı beyan ediyorum:

Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: "Bu karınca, ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”

Sonra dediler: “Sen selef-i salihine muhalefet ediyorsun?” Cevaben diyordum: Hülefa-i Raşidin hem Halife, hem Reis-i Cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) aşere-i mübeşereye ve sahabe-i kirama elbette Reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan manay-ı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.

(52) Osmanlıca I,em'alar, S: 805-808

1026

Ey müdde-i umumi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende olan bir fikrin aksi ile beni ittiham ediyorsunuz; eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik manası, bîtaraf kalması.. Yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefehatcilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ediyorum...



Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim.Hükûmet-i cumhurire, ne hal kesbettiğini bilmiyorum. Eliyazübillah, eğer dinsizlik hesabına; İmanına ve ahiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise; bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve ahiretime feda etmeye, hazırım. Ne yaparsanız yapınız! benim son sözüm olarak, sizin beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:

Ben Risale-i Nur'un keşf-i kat'isiyle i'dam olmuyorum.. belki terhis edilip, nur ve saadet âlemine gidiyorum.. ve sizi ey gizli düşmanlarımız ve dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar! İdam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamiyle intikamımı sizden alarak kemal-i rahat-ı kalb ile teslim-i ruh etmeye hazırım...(53)”

Başka bir parçadan:

“...Bu mübarek vatanda ve fıtraten dindar bu millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi vazife-i hâkimiyet haysiyetiyle lâzımdır. Hem madem lâik cumhuriyet cihetiyle ve prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensible dinsizlere ilişmez.. Elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir...(54)”

“...Eğer faraza lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmiyen bir dinsiz dese: "Senin risalelerin kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, Lâdinî cumhuriyetin prensiblerine muaraza ediyor?”

Elcevab: Hükûmetin lâik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa hiç bir hatıra gelmiyen, dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.

Evet, dünyada hiç bir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda ve (nerede Türk varsa, müslümandır.. sair anasır-ı İslâmiyenin küçük de olsa, yine bir kısmı İslâmiyet hâricindedir.) Böyle ciddî ve hakikî dindar ve

(53) Şualar, Envar Neşriyat, S: 337

(54) Osmanlıca Lem'alar, S: 736

1027


bin sene kadar hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçları ile yazan bir mübarek milleti; dini reddeder veya dinsiz olur diye ittiham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, cehennemin esfel-i safilin tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar.

Halbuki, Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi, dinin en hâs ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azimesinden bahseder...(55)”

“...Hem hükûmetin inkılâbına karşı bir tecavüz hedefi olsa idi, on sene zarfında yalnız yirmiotuz, uzaktan uzağa ahiret kardeşi bulmak değil, belki benim gibi yüz derece haddinden fazla teveccüh-ü ammeye istemiyerek mazhar olan bir adamın yirmi bin, yüzbin şerikleri, dostları bulunacaktı...(56)”

“...Müdafaatımın bütün safahatında hükûmetle müsalâhakârane , fakat gizli ve müthiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren bir kısım tarz-ı ifademdeki maksadım şudur: Nasıl ki hükûmet-i cumhuriye, dini dünyadan tefrik edip bî-tarafane kalmak prensibini kabul etmiş.. Dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.

Öyle de, ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olan hükûmet-i cumhuriyeyi dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik ediyorum. O entrikacılarla bazen mübareze ediyorum...

Evet inkâr edilmez ki; kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser hükemanın Garbta ve Avrupa'da zuhuru.. ve ağleb enbiyanın Şark'ta ve Asya'da tulu'ları, kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki; Asya'da hâkim-i gâlib din cereyanıdır. Elbette Asya'nın ileri karakolu olan bu hükûmet-i cumhuriye, Asya'nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade eder ve bitarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir.-..(57)”

(55) Aynı eser, S: 765

(56) Osmanlıca Lem'alar, S: 800

(57) Aynı eser, S: 819-820

1028


Madde-7 :

Risale-i Nurları ile milletin ve halkın nazarını sırf ahirete çevirdiği ve dünyadan soğuttuğu isnadı...

Cevabları :

“Eğer insaniyetin mahiyetini hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telâkki ve dünyayı dâimî ve layezal tevehhüm ve insanı bakî ve lâyemut tahayyül eden bir serhoş ve vicdansız tarafından denilse: "Senin bütün risalelerin imanı pek kuvvetli ders veriyor, dünyadan soğutuyor, nazarı ahirete çeviriyor. Biz ise bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünkü şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkilleşmiştir?”

Elcevab: İman-ı tahkikinin dersleri, gerçi nazarı ahirete baktırıyor.Fakat dünyayı o ahiretin mezraası ve bir çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem imansızlıktaki müthiş bir surette kırılan kuvve-i maneviyeyi gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır ve me'yusiyet içinde atalet ve lâkaydlığa düşenleri şevk ve gayrete, sa'ye sevk eder çalıştırır.Acaba bu dünyada yaşamak isteyenler, böyle hayat-i dünyeviyenin lezzetini, hem çalışmaya şevki, hem hadsiz musibetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini te'min eden ve itiraz kabul etmiyen deliller ile ispat edilen iman-ı tahkikinin derslerine yasak diyecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi? Ve öyle bir kanun olabilir mi?..(58)

Madde-8 :

Asayiş ve idareyi bozmak veya bozmak istiyenlere alet olabilmek ihtimali vesaire gibi isnadlar...

Cevabları:

“İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları emniyet ve asayişi te'min ve te'sis ederler. Evet güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe' ve menba'ı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki, seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder.

Hem bunu biliniz ki: Yirmi otuz sene evvel bir gazete de gördüm ki; İngilizlerin bir müstemlekât nâzırı demiş: "Bu Kur'an Müslümanların elinde varken, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.”

(58) (Omanlıca Lem'alar, S: 800

1029


İşte bu kâfir-i muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan; nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum, dahile bakamıyorum.. Ve dahildeki kusuru Avrupa'nın hatası ve fesadıdır diyorum, Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum. Onları vuruyorum. Felillahilhamd Risale-i Nur o muannid kâfirin de hülyâsını kırdığı gibi; maddiyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir.

Dünyada -hangi şekilde olursa olsun- hiç bir hükûmet yoktur ki; kendi memleketinin böyle mübarek bir mahsulünü ve sarsılmaz bir kuvve-i maneviyesini yasak etsin ve maşirini mahkûm eylesin! Avrupa'da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki, hiç bir kanun târik-i dünya olanlara ve ahirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez... (59)”

“...Hem nazar-ı adalet ve insafa arz ediyorum ki: on senedenberi Iaparta vilâyetinde mazlum bir surette tazyik altında, asayiş-i dahiliye ve emniyet-i umumiyeye zarar verecek hiç bir emare, hiç bir tereşşuhat olmadığı halde; emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek teşebbüsü ile ittiham edilmekliğime hangi insaf, hangi vicdan müsaade eder.? Eğer yüzaltmış üçüncü madde-i kanuniye manasına bizim hakkımızda vech-i tatbiki gibi mana verilse, o vakit başta Diyanet Riyaseti, bütün imamlar, hatibler ve vaizlere teşmil etmek lâzım gelir. Çünki hissiyatı diniyeyi telkin etmekte onlar ile beraberiz.

Eğer telkinat-ı diniye, emniyet-i dahiliyeyi mutlaka ihlâl etmek gibi manasız bir fikir ileri sürülse, umuma şamil olur. Evet benim onların fevkinde bir cihetim var ki; o da kat'iyyetle şeksiz ve şüphesiz hakaik-ı imaniyyeyi izah etmekliğimdir. Bu ise farz-ı muhal olarak umum ehl-i dine bir i'tiraz gelse, bu hal, bizi i'tirazdan kurtarmaya vesile olur...(60)”

Madde-9 :

Şapka giymediği vesilesiyle kanunlara karşı geldiği isnadı...

Cevabları:

“...Diyorlar ki: "Sen şapkayı başına koymuyorsun. Mahkeme gibi çok resmî yerlerde baçını açmıyorsun. Demek o kanunları reddediyorsun. O kanunları reddetmenin cezası şiddetlidir?”

Elcevab: Bir kanunu red etmek başkadır. Ve o kanunla amel etmemek bütün bütün başkadır. Evvelkinin cezası idam ise, bunun cezası ya bir gün hapis veya bir lira cezay-i nakdî veya bir tekdir veya bir ihtardır.

Ben o kanunlarla amel etmiyorum. Hem amel etmekle dahi mükellef olamıyorum. Çünki münzevi yaşıyorum. Bu kanunlar hususi ikametgâhlara giremez.

(59) Aynı eser, S: 745

(60) Osmanlıca Lem'alar, S: 777

1030

Amma red ise, bende red kuvveti olmadığı gibi, Velî derecesinde belki hakiki Velî telâkki ettiğim has kardeşlerimin başlarındaki şapkalar, bana kanaât vermiş ki: Şapka ihtida edip Müslûman olmuş.. O geldi başa, secdeye gitme dedi.. Secde onu secdeye getirdi. İnşaallah başdaki iman onu imana getirdi. Yalnız istemiyerek giyse, belki kurtulur inşaallah...(61)”



“...İddianamenin evvelinde ve ahirinde, şapka iktisası hakkındaki i'tiraza, size takdim edilen son müdafaatımın nihayetinden altı sahife evvel cevabı yazılmıştır. Hem de Haziran 13'üne kadar hem vâizlik, hem imamlık vesikam vardı. 13 Haziran 1935 tarihinden sonra resmen yasak edilmiyen bereden bir tane aldım, fakat giymiyorum. Münzevî, hususî odamda bu kanunla amel etmiyorsun denilmez...(62)”

Madde-10 :

Kanun-u medenînin getirdiği irsiyet, kadın hakkı vesaireye karşı geldiği isnadı...

Cevabları:

“İddianamede Onbeçinci Lem'a nâmındaki Fihriste risalesinde ayetlerinin eskiden beri, medeniyetin itirazına karşı bütün tefsirlerde bulunan bir hakikatı değil sekiz sene evvel, onbeş sene evvel ve bu hükûmetin kanun-u medeniyi kabul etmeden hayli zaman evvel verdiğim gayet kat'î ve şüphesiz bir cevab-ı ilmî, iddianamede benim aleyhimde nasıl isti'mal edilebilir?..(63)”

“...On üç veya onbeş sene evvel te'lif edilen Arapça Ve Türkçe eski matbu’ ve gayr-ı matbu’ risalelerimden alınan ve “Notalar” nâmında ONYEDİNCİ LEM'A Risalesinin bir mes'elesi olan tesettüre dair Risaleye, sonradan "yirmi dördüncü lem'a" namı verilmiş... Bu risalenin aslı başta doktor Abdullah Cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad siyaseti hesabına tesettür ayetine ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan onbeş sene evvel, her zaman takdir ile karşılanır. Bu hürriyet-i ilmiyeyi elbette hürriyet-perver bir hükûmet-i cumhuriye tahdid etmez(64)...(65)”

(61) Aynı eser, S: 772

(62) Aynı eser, S: 779

(63) Osmanlıca Lem'alar, S: 787

(64) Hâkimiyet-i millet, hürriyetperverlik, cumhuriyetçilik, demokrasilik, fikir ve vicdan hürriyeti gibi laflar çok söylenirken; lâkin çok maalesef bunlar hep laf-u güzafda kalmıştır. Bu sebeble o devirlerdeki rejimin tatbikat şekline Cumhuriyet ve demokrasi denilmesinin hiç bir manası yoktur. Keyfî bir dikta rejiminden başka birşey değildir. A.B.

(65) Osmanlıca Lem'alar, S: 792

1031


“...Hem bin seneden beri çarşaf altında bulunan muhadderat-ı İslâmiye, şimdi de çarşaflarını muhafaza ediyorlar. Avrupa gibi ekseriyeti açık saçık olmadıklarını gösteriyorlar. Bu Risale, hükûmetin kanunlarıyla muaraza etmiyor

Hem “tesettür aleyhinde olanların yüzüne şamar vurmak” fıkrası ise, o zaman payitaht olan İstanbul'da bana haber verilen bir vukuat münasebetiyle, Abdullah Cevdet gibilerin yüzüne havaledir. Sonra bu hadiseye benzer yeni payitaht olan Ankara'da bir vakıa münasebetiyle, bu eski cevabı yeniden ve ileride çıkacak ref'-i tesettür kanununa temas edilmesi suretiyle bu

hakikata ve gizli ve husuai kalmış cevab-ı ilmiyeye “Ahaliyi ifaad" namını vermek, ne kadar insaf ve adaletten uzak olduğu takdir için vicdanınıza havale ediyorum...(66) ”

“...Acaba umum Avrupanın mal-ı müştereki olan medeniyet.. ve yalnız bu zamanın ilcaatına binaen hükûmet-i cumhuriyenin, o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatlı kısmına değil, belki kusurlu kısmına hakaik-ı Kur'aniye hesabına olarak müdafaat-ı ilmiyeye hangi suretle "Hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif ve hükûmetin inkılâbı aleyhine hareket" namı veriliyor? Acaba, bu hükûmet-i cumhuriye Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi..? Ve o kusurlu medeniyetin İslâmiyete muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-ı Kur'aniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede?..

Kur'an-ı Hakimin âyat-ı kat'iyesiyle, bin üç yüz seneden beri milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu olan tefsirlerde gibi ayetlerin hakaik-i kudsiyetlerini Avrupa feylosoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri ettiğim müdafaat-ı ilmiyemi, hükûmetin inkılâbına, prensibine ve rejimine muhalefet-i kasdî var diye, beni ittiham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki, buradaki mahkeme-i adileye taalluk etmese idi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim... (67)”

Madde-11 :

M.Kema1 ve inkılâblarına karşı tahkir ve muaraza isnadı...

(67) Omanlıca Lem'alar, S: 795

(68) Aynı eser, S: 804

1032


Cevabları:

“...Demişim: “Ankara'da kendi nefsimde ihtiyarlıkların tahatturu ile, en kara bir halet-i ruhiye hissettim" dediğim halde, o halet-i ruhiyemi Ankara'ya çevirmiş, aleyhimde isti'mal etmiş. Hem o Ricada demişim:“Hilâfet saltanatının vefatı..." Yani millî saltanatının, yerine ikamesi murad ettiğim halde, bir vav ilave ve bir nunu noksan edip "hilâfet ve saltanatın vefatı" diye tahrifle beraber manasını da tağyir edip; eski saltanatı tahassürle yâd ettiğimi, hatıra gelmiyen aleyhimde isti'mal etmiş...(68)”

“...Kararnamede kelimeler üzerinde oynanılıyor. Bir kelimenin kasdî olmadığı halde, bir manasından ta'riz çıkarıyorlar. Halbuki Risale-i Nur'da hedef, bütün bütün ayrı olduğundan kelimatındaki kasde makrun olmayan ta'rizler değil, belki tasrihlerde bulunsa, şâyan-ı af ve müsamahadır. Bu noktayı izah eden bu misal kıyasdır:

Meselâ, ben bir maksadımı hedef ederek yoluma koşup gidiyorum.. ihtiyarsız, yolumda koşarken büyük bir adama çarpıp, o adam yere düşse; desem: "efendi affet, ben maksadıma gidiyordum, bilmeyerek çarpıldım" elbette affeder ve gücenmez. Eğer kasdî olarak bir parmağımı o adama ta'ciz suretinde kulağına iliştirsem, hakaret telâkki edecek ve benden gücenecek.

İşte madem hükûmetin tahkikat-ı amikasıyla ve yüz yirmi küsûr risalenin, bir iki me'murun zulmüne karşı şekva suretinde olan ve intişar edilmiyen bir iki tanesi müstesna, mütebakisinin

hedefi, iman ve ahiret olduğundan; harekât-ı ilmiye ve fikriyesinde ehl-i dünyanın siyasetine de çarpsa ve şiddetli kelimat da bulunsa, şayan-ı af ve müsamahadır...(69)”

Madde-12 : 163. madde ve gereği gibi isnadlar...

Cevab: Buı maddenin cevabları sabık maddelerin cevablarında ve ilerde gelecek temyiz layihası müdafaalarında geçtiği ve geçeceği için, burada tekrarına lüzum görülmedi.

TEMYİZ LÂYİHASINDAN BİR KAÇ PASAJ

Bilindiği gibi; Hazret-i Üstad Bediüzzaman Eskişehir hapsinde yapdığı müdafaaları.. Ve tahlil ve şerh ettiği ilmî, dinî ve hukukî meseleleri.. Ve medar-ı ittiham umum itiraz ve isnadları çürüten müdellel ve hüccetli cevabları, yekûn olarak üç yüzyetmişbeş sahife kadar tuttuğunu kaydetmiştik. Ayrıca ileri sürülen bütün o ittiham ve isnadların kanunî ve hukukî manada

(67) Omanlıca Lem'alar, S: 795

(69) Aynı eser, S: 806

1033

kendisine ve talebelerine bir temas yönlerinin bulunmadığını ispat etmiş olduğu müdafaalar yapıldığı halde; yine de Eskişehir Ağırceza mahkemesi 19/8/1935 tarihinde karara varmış ve Üstad Hazretleri ile, onbeş seçkin talebesinin tecziyesi cihetinde karar vermiştir. Kararlarının gerekçesini de, kanaât-ı vicdaniye ile iki basit ve cevabı ispatlı ve müdellel şekilde verilmiş maddeden almış idi. Hazret-i Üstad Bediüzzaman'a on iki ay hapis ve bir sene de Kastamonu'da genel gözetim altında bulundurulması.. ve on beş talebesine de altışar ay hapis cezasını vermişti.



Hazret-i Üstad bu keyfi kararı usulû dairesinde hemen temyiz etmiş, temyiz mahkemesine uzun ve müdellel ve bütün ittihamları çürüten lâyiha göndermişti. Bu lâyiha onbeş sahife kadardır. Lâyihanın tamamı büyük tarihçe-i hayatta neşredilmiştir. Biz ise, burada sadece nümune için bazı pasajlarını almakla iktifa edeceğiz:

“163. madde-i kanuniye, "asayişi ihlâl edebilecek hissiyat-ı diniyeyi tahrik edebilir" mealinde bulunan şu kanunun elbette bu hadsiz genişlik içinde bir tefsiri var.. ve elbette bir kuyud-u ihtiraziyesi bulunacak.. Yoksa bu madde bu geniş mana ile beni mahkûm ettiği gibi; bütün eh1-i diyanete ve başta Diyanet Reisi olarak bütün vâizlere ve bütün imamlara -Bana teçmil edildiği gibi- teşmil edilebilir...

...Evet, bu madde tefsirsiz, kuyud-u ihtiraziyesiz ve garazkârlar istediği adamları onunla çarpmasına müsaid hudûtsuz bir manada olamaz...

...Beni yakından tanıyan zatların çehadetiyle, on üç seneden beri şeytandan kaçar gibi, siyasetten kaçtığımı ve hükümetin işine karışmadığımı

ve tahammül-ü beşer fevkinde işkencelere tahammül edip dünyaya karışmadığımı ve iman hizmetini bu dünyada en büyük maksad telâkkî ettiğim halde; "Said, dini siyasete alet edip, asayişi ihlâle teşebbüse niyet ediyor" diye beni 163. maddeye temas ettirmek ve mahkûm etmek, bütün ruy-i zemindeki adliye ve mahkemelerin haysiyetine ilişecek ve nazar-ı dikkati celbedecek hiç görülmemiş bir hadise-i adliyedir kanaatindeyim...

...En ziyade tenkid edilen, beni ve umum kitaplarımı muahazeye sebebiyet veren (70) beş on mes'ele içinde en mühimmi gelecek bu iki mes'eleki;

(70) Eskişehir hapis hadisesinde mahkemeye sevk edilip üstünde muhakemesi yapılan ve muahazeye medar olan maddeler olarak, elde edilen kitaplardan bir çoğu 1921-1922 ve 1923'lerde tab' edilmiş kitaplardır. O ise ki; O zaman cumhuriyet kanunlarının belki henüz kafalarda bile tasavvuru yoktu. Buna ramen mahkeme bu eski kitapları da musadere etme cihetine gitmişti. A.B.

1034


ayetleridir. Ben hakiki menfaatli medeniyete karşı değil, belki kusurlu ve zararlı, mimsiz ta'bir ettiğim medeniyete karşı, otuz-kırk eeneden beri İcaz-ı Kur'anı esas tutup, o medeniyetin muhalif noktalarını aşağı düşürüp, medeniyetin acziyle i'caz-ı Kur'anı ispat etmek esası üzerine matbu' ve gayr-ı matbu' Arapça ve Türkçe çok kitaplar yazdım. İrsiyet hakkındaki kanun-u medenînin, Kur'anın bu iki ayetine muhalif maddelerini vaktiyle muvazene etmişim. Onların en muannid feylosoflarını da ilzam edecek deliller göstermişim. Hükûmet-i cumhuriyenin ilcaat-ı zamana göre kabul ettiği bir kısım kanun-u medenînin bir kısım maddelerini kabulünden evvel bu mes'eleleri medeniyete ve feylosoflara karşı yazmışım ve müdafaa etmişim.. Ve kurun-u ula ve vusta'daki zayi' olan kadınlık hukukunu Kur'an-ı hakim gayet ehemmiyetle muhafaza ettiğini ispat etmişim.

Şimdi bu iki mes'eledeki beyanatım, hükûmet-i cumhuriyenin kunununa muhalifdir diye 163. madde ile muahaze edildim.

Ben de, adliyenin en yüksek mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanın hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u ilahînin üçyüz elli bin tefsirlerin tasdiklerine ve aynen hükümlerine istinaden ve bütün ecdadımızın ruıhlarına hürmeten Kur'anın i'cazını Avrupa mülhidlerine karşı göstermek için, iki nass-ı ayeti onbeş sene evvel ve on sene evvel ve dokuz sene evvel üç kitabımda zikretmekliğim, beni şimdiki şerait dahilinde ve ahval-ı sıhhiyem noktasında yaşıyamıyacağım bir me'yusiyetle bir mahpusiyete mahkûm edip; ve dolayısıyla bir cihette adeta idamıma hükmeden ve yüz onbeş risalemi bunun gibi beş mes'ele yüzünden mahkûm eden haksız bir kararı elbette ruy-i zeminde adalet varsa, bu kararı red ve bu hükmü nakzedecektir...(71)”

İşte sadece bir iki nümunelik parçasını arzettiğimiz temyiz lâyihasından bu cüz'î pasajlar gibi, hep ilim ve mantık ile mücehhez olan lâyihanın, müsbet veya menfi bir cevabı henüz Ankara'dan (*) gelmemişken; yani temyiz mahkemesi Üstad'ın gönderdiği temyiz lâyihası müdafaatı üzerinde henüz bir karara varmamışken; Hazret-i Üstad, zamanın heyet-i vekilesine de (Bakanlar kurulu) bir arz-ı hal ve tashih-i karar için istid'a göndermiştir.

Medar-ı hayrettir ki, bakanlar kuruluna gönderilen arz-ı halin başındaki bu cümle: "Mahkemei temyiz, davamızı nakzedmeyip tasdiki takdirinde..." şeklinde yazması ile; temyiz mahkemesinin müstakil ve hürriyet için

(71) Osmanlıca Lem'alar, S: 834-844

(*) O zaman Temyiz mahkemesi Eskişehirde bulunduğu halde ,"Ankaradan gelmişken" tabirini bilerek kullanmışım. Çünki herşey Ankaranın emriyle oluyordu. Bunun çok misalleri var. A.B.

1035


de, bilhassa o tarihde adaletle hükmedemiyeceğini ve davayı nakzedip bozamıyacağını ihbar etmektedir. Bu ihbar ise, ya keskin ferasetiyle, zamanın hal ve durumuııdan hissetmiş.. yahud da gayb-aşina kalb basiretiyle keşfetmiştir.

Mezkûr tashih-i karar veya tashih-i da'va dilekçesinden bazı bölümler:

“...Ey ehl-i hall ve akd! Dünyada emsali nâdir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan bilmecburiye gayet ehemmiyetli bir hakikatı fâş etmeye mecburum.. Ve diyorum ki: Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz.. ve yahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz.. ve yahut benim ve risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip, zarar ve ziyanımızı müsebbiblerinden alınız!..


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin