Kastamonu hayatı başında da belirtmeye çalıştığımız gibi, Denizli hadisesinin esas sebebi BEŞİNCİ ŞUA' RİSALESİDİR. Bu hususta belgeler ilerde gelecektir. Ondan bir sene önce de, Isparta adliyesi bu risaleyi ve diğer umun Nur Risalelerini ağır ceza mahkemesinde tetkik etmiş ve sahiplerine iade etmişti. Buna rağmen gizli ajanlar bu risaleyi yeniden her yerde gizli gizli aramaktaydılar. Bu sebeple 1943 yılı içerisinde Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'daki menzili müteaddit defalar aranmış, fakat aradıkları Beşinci şua' bulunamamıştı. Zaten Üstad Hazretleri, Isparta adliyesinin verdiği beraat kararı haberinden sonra da, bir iki mektubunda çok büyük memnuniyet ve teşekkürlerini ifade etmekle beraber, gizli zındık din düşmanlarının Hükûmet adamlarını evhamlandırarak hazırlamakta oldukları geniş ve büyük çaplı bir taarruzu da hissediyordu. Talebelerine beraetten sonra bile çok sıkı ihtiyat tavsiyelerini yapıyordu.
Evet, Isparta adliyesi Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu beraet kararı ile; Adalet ve Hukuk, Kanun ve İdare noktasından Risale-i Nurların artık tamamen serbest olmaları icabederken; Üstad Bediüzzaman da talebelerine değil ihtiyatı, bilâkis serbestçe hareket etme tavsiyelerini vermesi lâzım iken; tam aksine ve zıddına, baştaki hükûmet adamları, zındıkların oyununa gelmişçesine sımsıkı ve adım-adım Nur talebelerini ta'kib etmeye başlamışlardı. Bu durumu çok iyi hisseden Üstad Hazretleri de talebelerine beraet kararına rağmen daha çok
dikkat ve ihtiyat tavsiye etmekteydi. Zamanın hükûmetinin Başbakanı olan Şûkrü Saraçoğlu'da zaten maalesef gizli komünist teşkilâtlarla uyum içinde hareket etmekteydi. Onun Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel ise, zaten dünyaca bilinen kıpkızıl bir komünistti. Her ne ise.
Şimdi Denizli hadisesini netice verecek şekilde plânlanan gizli tâkib ve hazırlanan tuzak karşısında Hazret-i Üstad'ın Nur talebelerine yap
1190
tığı ihtiyat tavsiyeler;ve dikkat örneklerinden bazı nümuneler verelim:
"Aziz Sıddık Kardeşlerim, her vakit ihtiyat iyidir: Zaten Hazret-i Ali (R.A) de kerametkârane bize ihtiyatı tavsiye ediyor..."
"... Sizin şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüd ve ittihadınız, bu memlekete medar-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın...(246)"
"... Kardeşimiz Hasan Atıf’ın mektubundan anladık ki, hakikaten tam çalışıyor. Kendi tâbiriyle; Risale-i Nurun mücahidlerinin ve Efelerinin kalem yadigârlarını bize hediye olarak irsal ettiğine mukabil deriz: Cenab-ı Hak ebeden onlardan razı olsun.. Ve daha çok manidar yazdığı cümleler içinde bir parça ehl-i bid'aya şiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nurun müsbet mesleği ehl-i bid'a ile değil fi’len, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez. İhtiyat her zaman lâzım...(247)"
"... Hem şimdiki bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risalei Nura karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren "Şapka ve Ezan" mes'elelerini ve "Deccal ve Süfyan" Unvanlarını Risale-i Nur şâkirtleri yabanilere karşı lüzumsuz medar-ı bahs ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve i'tidal-ı demi muhafaza etmek vâcibtir. Hatta sizde cüz'î bir ihtiyatsızlık buraya kadar bize te'sir ediyor... (248)"
Ve daha bunlar gibi(kısmende üst tarafta geçtiği üzere)ehl-i dalâletin sinsi planlarının şerrinden tahaffuz için Hazret-i Üstad'ın bir çok ihtiyat tavsiyeleri vardır. Fakat arzettiğimiz nümuneler maksada kâfıdir.
DENİZLİ HADİSESİ YAKLAŞIYOR
İşte Denizli Hapis hadisesi başlangıç olarak böyle gele gele, Atıf Egemen Ağabeyin Denizli, Aydın ve Afyon'un Sandıklı civarlarında yaptığı nurani hizmet ve faaliyetleri neticesinde, fevkalâde inkişaf ve dindârâne vaziyetler, münafık ehl-i dalâlet ve bunlara alet olmuş dine mensup ehl-i bid'atın nazar-ı dikkatlerini büyük çapta celbetmeye sebep oldu. Aslında Isparta'da yapılan büyük hizmetler karşısında bu bir zerre gibiydi. Fakat Atıf Ağabeyin hizmetleri hücumlarına bahane olmaya müsaid görüldü. Nihayet, mesele, Denizli vilâyetinin Çivril kazasının müftü ve vâizinin rejime
(246) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 452
(247) Os.Kastamonu-2,S:518
(248) Aynı eser S: 523
1191
dayanarak, Atıf Egemen Ağabeyle ve Nurlu hizmetiyle muaraza şeklinde kendini gösterdi ve fiilî durum aldı. İlim ve hakkaniyet noktasında Atıf Ağabeyin elindeki Nurlu risalelere karşı âciz kalan ve tutunamıyan müftü ve vaiz, çok maalesefki, mes'eleyi büyüterek Hükûmete kadar götürdüler. Bu arada fırsatı ganimet bilen ve bekliyen zındık komiteler hükîımeti evhamlandırdılar. Emniyet kuvvetleri harekete geçti. Atıf Egemen Ağebeyin o sıra hizmet sahası olan Denizli Vilâyeti Çivril kazasının Homa nahiyesinde taharriyata giriştiler. Burada bazı elyazma nur risaleleriyle birlikte, bir nüshada Beşinci Şua risalesi ellerine geçmiş oldu. Hadise büyük yaygaralarla büyütüldü.. Ve Atıf Egemen ile bir kaç Homa'lı masum arkadaşı 1943 Temmuz ayı sonu veya Ağustos başında tevkif edildiler.(249) Hadiseyi Üstad Hazretleri haliyle duydu ve talebelerine şu mektubu yazdı:
Aziz sıddık Kardeşlerim!
Evvela: Bu Ramazan-ı Şerifteki (250) dualar -İhlâs bulunmak şartıyla İnşaallah makbuldur. Fakat maatteessüf ekseriyetçe Risale-i Nurun şâkirtlerinin nazarlarını dünyaya çevirmek ve huzur-u kalbi bozmak için taarruzlar yüzünden o ihlâs, o huzur-u tam bir derece zedelenir. Merak etmeyiniz, her şeyi Cenab-ı Hakk'a havale edip, öyle taarruzlara ehemmiyet vermeyin. Atıf'ada yazınız: "Merak etmesin, o da bir kazay-i ilâhidir.(251)" İnşaallah Sava'lı Mehmed Hâfız'ın hadisesi gibi Risale-i Nurun lehine dönecektir. "Haşiye" Hem Atıf 'ın parlak hizmeti tevakkufa uğraması ve gerilemesi ve merhum Mehmed Zühdü Bedevî'nin yüksek ve geniş hizmetinin perdelenmesi düşüncesi beni ziyade mahzun ettiği hengâmda, elime bir mektup verildi. O mektup o endişemi izale etti. "Risale-i Nurun hizmetinde bir kapı kapansa, daha mühim kapılar açılır" diye olan kaide, yine hükmünü icra etti, ki Sabri gibi Risale-i Nurun gayet büyük bir rüknünün amucası ve Risale-i Nurun bir kahramanı olan Tahirînin eniştesi ve Risale-i Nurun Saff-ı evvelinde şâkirtlerinin başında bir zaman nâzırlık vazifesini gören ve şimdiye kadar da Risale-i Nur
(249)10 Eylül 1943'de İstanbul kapalı çarşısı büyük bir yangın geçirdi. Tarihi çarşıda 202 dükkan kül oldu. Maddi zarar çok büyüktü. Bu hadise Atıf Ağabeyin tevkifinin ilk günlerine tevafuk etmişti. (Bkz. Elli Yılın Tutanagı sahife 115)
(250)Bu mektubun, Ramazan-ı Şerife pek yakın bir zamanda yazıldığı anlaşılıyor.O ise 1943 yılının Ramazan başı 19.9.1943 günüdür. Bu tarihten az müddet sonra Üstad Hazretleri de Kastamonu'da tevkif edilmiştir. A.B.
(251)Denizli Hapis hadisesi iptidalarında Hazret-i Üstad sık sık "Bu bir kaza-i ilâhidir" şeklinde ifadelerde bulunmakla; O hadise, sebepler üstü gaybî bir dest-i İnayet tarafından tanzim edildiğine hususiyle işaret etmektedir. A.B.
1192
hakkında kalbini bozmıyan Büyük Hafız Zühdü'nün samimî kemal-i sadakat ve ihlâsı gösteren mektubuyla; Ve Hülus-i salis Abdullah Çavuş'un haşiyesinde tasdikiyle, bu eski ve yeni gayyur kardeşimiz Büyük Hafız Zühdü, resmiyete bakmıyarak Risale-i Nurun mühim vazifelerinden olan masumlara Kur'an dersini vermekle, gösterildi ki; Merhum Zühdü Bedevî yerine bu Büyük Zühdü'yü yeni veriyor... Ve Atıf’ın tevkifi yerine bu müdekkik ve muktedir ve hatip büyük Hafız Zûhdü'yü faaliyete getirdi. Cenab-ı Hakk'a şükrediyoruz, bu günden itibaren Risale-i Nurun hâs şâkirtleri içinde şirket-i maneviye-i Nuriyeden hissedar olmasını ve ismiyle duaya girdiğini selâmımla tebliğ ediniz.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm eder ve dualarını rica ediyorum.
SAİD-İ NURSİ
"Haşiye: ” Atıf’a muaraza eden ve hücum eden tarikatçı müftü ve taassuplu vâiz ve hoca ve eh1-i tarikat, ehemmiyetli ilim ve tarikat, bu muarazada en son perdesi rejim hasabına ve tarafgirligine ve himayesine dayanıp, Atıf'ın müdafaa ettiği sünnet-i seniye mesleğine taarruz suretine girdiğini ve Risale-i Nura muaraza eden bilerek veya bilmiyerek zendekaya yardım ettiğine delil; Bu defa Adliyece(252)benden sordular ki: "Kürt Atıf rejim aleyhinde çalışıyor" Demek onun muarızları rejime dayandılar.
Ben de dedim: Rejimi reddetmek ne vazifemizdir ve ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin verir. Fakat biz kabul etmiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır. Amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömerin taht-ı hükmünde kanun-u Adalet-i Şeri'iyesini reddetmiyen ve ilişmiyen Yahudilere, Nasaraya ilişmiyordular. Demek kabul etmemek, amel etmemek, tasdiketmemek, idarece bir cünha, bir suç teşkil etmiyor ki; o çeşit muhaliflere ve münkirlere en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar, ilişilmemiş. İşte bu nokta-i nazardan Risale-i Nur şâkirtlerinden en müthiş bir muhalif ve rejim müessisini tel'in de etse; Bilfiil idareye ilişmezse, onun mefkuresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve Hürriyet-i fikir onları tebriye eder! "Haşiye" (Haşiyenin haşiyesidir:)
Haşiye: "Şimdi de aldığımız haber, Denizli Valisi ehemmiyetli bir şifreyle bura valisine Atıf meselesini i'zam ederek şifre yazmış. Hafız-ı hakikînin Hıfzına dayanıp telâş etmeyiniz. Fakat ihtiyat ediniz. Hapis olan Atıf ve arkadaşlarına teselli verip merak etmesinler. Allah Kerim ve Rahimdir.(253)”
(252) 4.8.1943'de Üstad'ın kastamonu'daki evinin arandığı ve ifadesinin alındığı günlerden sonra adliyece bu sualler sorulmuştur. A.B.
(253) Os Kastamonu - 1, S:550
1193
"KÜRT ATIF" TABİRİNİN HATIRLATTIRDIKLARI
Atıf Egemen'in tevkifini bildiren Üstad'ın üstteki mektubunun şu haşiyesinde ve Üstadın Denizli hadisesi başlangıcında menzili arandığı zaman, kendisinden sorulan en mühim ve onların yanında en çok üzerinde durulan şey, "Kürt Atıf" vesile edilerek Kürtlük meselesidir.
Evet, Hazret-i Üstad, Cumhuriyet dönemindeki bütün hayatında ta vefatına kadar, hiç bir zaman kurtulamadığı husus, ehl-i dalâletçe çok isti'mal edilen ve Kasdi olarak münafık zındıkların dilinden hiç düşmeyen şu Kürtlük meselesiyle her zaman Hazret-i Üstad'ı lekelemek ve ayıplamak istemişlerdir. Halbuki hadisede adı geçen Atıf Ağabeyin ırkı Kürt değil, belkide Türktür. Yada balki Çerkestir Ama Türklerin içinde ve Türkçe olarak imanî ve Kur'anî eserler yazan ve Türk kardeşleri'nin hatırı için otuz kırk sene Kürtçe konuşmayan hir zatın, bu pek zalimane ve münafıkane ittihamından kurtulamayışı;çok sinsi habis ve şeytanca bir düşmanlığın eseridir. Türkiye Cumhuriyeti hududları içerisinde yaşayan herkes -sözdeeşit olarak her hakka sahip olduğu ve hiç bir kimse-ırkı ne olursa olsun-öbür kimseden üstün olmadığı; kendilerinin de ,yani bu sözleri işa'aya çalışanların da içinde oldukları hey'et ve komisyonların yaptıkları "Anayasa" larda kendilerince sarih bir hüküm iken; ardı arkası kesilmiyen bu ayrıcalık ve üveyilik muamelesi, üstelik hükûmetlerin üst kademelerinde yer alan adamlardan gelmesi çok düşündürücü bir hususdur. "Türklük kürtlük yoktur, herkes eşittir" diyenlerin ne kadar açık ve büyük bir yalanı ve münafıklığı olduğu gün gibi aşikârdır.. Ve onunla ne kadar tefrikayı ve bölücülüğü ve ırkçılığı körükliyen bir zihniyet taşıdıkları apaçıktır. Her ne ise...
DENİZLİ HADİSESİ AREFESİ VE İMHA PLANI
Ağustos 1943'de Denizli-Çivril'de tevkif edilen Atıf Egemen ve Homalı bir kaç arkadaşı meselesi, hazırlanmış plânlar gereğince, çok fazla i'zam edilerek Ankara'ya bildirildi. En önemli bir meseleymiş gibi Ankara bile meşgul ettirildi.. Bütün mes'ele de "Beşinci Şua' "risalesi idi. Reis-i Cumhur İsmet, Başbakan Sükrü Saraçoğlu, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel hadise ile direkt ilgilendiler. Denizli Valisi her tarafa şifreli telgraflar gönderdi. Özellikle Isparta ve Kastamonu Valiliklerine... Isparta bu meselede daha çok dikkatle arandı. Eylül ayı içinde bir çok masumlar Isparta'da tevkif edilerek hapsedildi. Üstad'ın Kastamonu'daki menzili de bu hadisede ilk olarak 14.8.1943 günü şiddetli bir şekilde didik didik arandı.(254) Fakat aradıkları Beşinci Şua' risalesi yoktu, bulamamışlar
(254) İslam hattı Şualar S: 334
1194
dı.
Bu arada Denizli ve Isparta'da yapılan tevkiflere rağmen, Üstad'a karşı, bir kaç gün bir sükûnet devresi içinde uzaktan murakebe edildi. Gizli zındık komiteleri başka bir plân hazırlamaktaydılar. Bir kaç gün sonra o şeytanca ve zındıkça plânları tatbika konulmuştu. Plân şu idi: Üstadın vücudunu gizli bir zehir ile ortadan kaldırdıktan sonra, geriye kalan ve bir nevi müdafaasız durumda kalacak olan Nur talebelerini ezmek kolay olacaktı.
Plân tatbik edilmişti,17.9.1943'de plânladıkları şekilde müthiş bir zehiri Hazret-i Üstad'a yutturmayı başardılar. Ertesi günde de, gelen şifreli emirlere uyularak, Üstad'ın menzili daha çok şiddetli bir surette arandı. Üstad'ın o günü zehirin te'sirinden hastalığı dolayısıyla mutlaka istirahatta bulunması ve konuşmaması ve ferahlatıcı işlerle ferahlandırılması elzem ve tıbben zarurî iken ve o günün geçen gecesinde harareti 41 olmuşken; arama başlanmıştı. Arama gününde birden hararet otuz altıya düşmüştü. Taharriye gelen müdde-i umumî ve komserlere Üstad Hazretleri lâzım gelen dersleri vermişti. O gündede aradıkları şeyi bulamamışlardı. Sureten ve siyaseten yine bir şey demeden çekip gitmişlerdi. Zehir plânı tutmayınca ve bu aramada da aradıkları şeyin bulunmayışına rağmen, gelen emir; kesin tevkif... Ve tekrar taharri...
20.9.1943 günü üçüncü kez olarak Üstad'ın evi arandığı gibi, o günü sabahtan akşama kadar, "kimler geliyor, kimler gidiyor" diye gizli ajanlar vasıtasıyla gözetlendi. Aynı günde Üstad'ın hizmetkârı Çaycı Emin'in evi de(255)didik didik arandı. Fakat hiç bir şey bulunamamıştı. Bu son defaki Üstad'ın evinin aranmasında odun ve kömürlerin içleri ve altları da aranmıştı. Kömürlerin altına saklanan "Yirmidördüncü Lem'a" Risalesi-ki kadınların örtünmelerini emreden Ayet-i Kerimenin ilmî bir tefsirinden ibarettir.- bulunmuştu. Sikke-i Tasdik-i Gaybinin parçaları vesaire de ele geçmişti. Ama bu yirmidördüncü Lem'a risalesi bahane olmuştu. Bu risale olsaydı, olmasaydı, yine de bu tevkif mutlaka olacaktı. Ama bu, bir serrişte oldu. halbuki hadise ve mesele Beşinci Şua' risalesi idi...
ACABA BEŞİNCİ ŞUA’ NE İDİ?
Evet, pek çok yaygara, evham ve velveleler içinde hükûmetin, emniyetin ve ajanlarının aramaya seferber olduğu Beşinci Şua' risalesinin mahiyeti ise: Ahir zaman hadiselerinden haber veren peygamberimizin mu'cizekâr söz ve hadislerinin, küllî ve umumî, şahıs tayin etmeden ve ancak hadisele
(255) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 501
1195
rin hadis-i şeriflere küllî tatbiklerinin te'villerini yapan ilmî bir tahlilden ibarettir, hepsi bu kadar...
HAZRET-İ ÜSTAD'IN TEVKİFİ
Böylece Hazret-i Ustad, son taharrî günü olan 20.9.1943'te Isparta savcısının gelen ta'limatı gereğince tevkif edilmişti. Evvela Kastamonuda on beş yirmi gün kadar durduruldu.(256) ve sonra 13 Ekim 1943 günü Kastamonudan Ispartaya gönderilmek üzere yola çıkarıldı.
HADİSENİN ÜSTAD TARAFINDAN İZAHI
Hazret-i Üstad, Kastamonu'da tevkifinden sonra, hapishanede ve nezarethanede iken kaleme almış olduğu bir iki mektuplarında ve bilâhere de Denizli Hapsinden sonra Emirdağn'nda, kendi Kastamonu hayatına dair yazmış olduğu Yirmi Altınca Lem'anın Onaltıncı Ricasın'da hadiseyi gayet güzel ve net anlatmaktadır. Evvela Yirmi Altıncı Lema'nın Onaltıncı Ricasından:
"... Sonra gizli düşmanlarımız bazı memurları ve bir kısım enaniyetli hoca ve şeyhleri aleyhimize evhamlandırdılar. Bizi Denizli Hapsine, beş altı vilâyetlerden gelen Nur talebelerini o medrese-i Yusufiyede toplamaya vesile oldular. Bu Onaltıncı Rica'nın tafsilatı, Kastamonu’dan gönderip lahikaya geçen ve Denizli Hapsinde oradaki kardeşlerime gizli gönderdiğim küçük mektuplar ve mahkemesindeki müdafaat Risalesidir ki; Bu ricanın hakikatını parlak gösteriyorlar. Tafsilâtını lahikaya, müdafama havale ederek gayet kısa işaret edeceğiz:
Ben mahrem ve mühim mecmuları, hususan Süfyan'a(257) ve nurun kerametlerine dair risaleleri kömür ve odunlar altında sakladım. Ta benim vefatımdan ve baştaki başlar hakikatı dinleyip akıllarını başlarına aldıktan sonra neşredilsin diye müsterihane dururken, birden taharrî memurları ve müddei umuminin muavini menzilimi bastılar. O gizli ve ehemmiyetli risaleleri odunların altından çıkardılar. Hem beni tevkif edip Isparta hapishanesine, sıhhatim muhtell bir halde gönderdiler. Pek çok müteellim ve nurlara gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inayet-i ilâhiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl-i hükûmet onları okumaya çok muhtaç olan o ehemmiyetli risaleleri kemal-i merak ve dikkatle okumaya başlayıp, büyük resmî daireler adeta bir dershane-i
(256) Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'da mevkuf olarak bir müddet bırakıldıgı hakkında, ilerde nakledecegimiz İnebolu'lu Ziya Dileğin hatıratından anlaşılmaktadır.A.B.
(257)Süfyan'a dair olan Beşinci Şua' risalesi bu arama hadisesinde Üstad'ın evinde ele geçmemiştir. İlerde ispatı yapılacaktır.A.B.
1196
Nuriye hükmüne geçti. Tenkid fikriyle, takdire başladılar. Hatta Denizli'de hiç haberimiz yokken, fevkalâde perde altında matbu’ Ayet-el Kübra 'yı resmî ve gayr-i resmi pek çok adamlar okudular. İmanlarını kurtardılar. Bizim hapis musibetimizi hiçe indirdiler...(258)”
Lahika mektuplarından hadisenin mahiyeti
Hadiseyi daha açıklığıyla ifade eden Hazret-i Üstad'ın üç adet mektupları vardır. Birinci ile ikinci mektupların ifade tarzlarından, sanki Üstad’ın tevkifinden evvel kaleme alınmış ve Isparta'ya gönderilmiş. Fakat hadisenin başlangıcı Ramazan-ı Şerifin başında olması, o ise 19.9.1943`te olduğu ve resmî kayıtlarda, Hazret-i Üstad'ın evinin son arama günü 20.9.1943'te olduğu ve Hazret-i Üstad'ın bu tarihten sonra tevkif edildiğinin yazılması ile; ve mektuplarda geçmiş bir hadiseden haber vermeleri hasebiyle, onun tevkifinden sonra Kastamonu hapsinde veya nezarethanesinde yazıldığını göstermektedir.
Bu mektupların bazı kelime ve ifade tarzlarının değişikliğinden başka, aynı şeyler ve aynı manalardır.
Risale-i Nur’un silsile-i kerametinden(259) “Mu'cizat-ı Ahmediye” ve kerametli "Yirmidokuzuncu Söz "ve" İşarat-ül i'caz" himayetkârane ve mu'cizane yeni bir kerametleri şudur ki: Bu Ramazan-ı Şerif başında doktorun ihbarı ile ve kuvvetli emarelerin delâletiyle ve birden hararet kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz Atıf'ın habbe gibi hadisesini, hariç vâliler kubbe yaparak buranın hem adliye, hem zabıta, hem vilayetine şifrelerle Risale-i Nur aleyhine sevk edildiği aynı zamanda; İki saat evvel mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M) İstanbul'dan koşup gelmiş, masada iken; Yirmidokuzuncu söz ve kerametli İşarat-ü1 İ'caz Tosya kasabasından imdada gelmiş gibi, aynı vakitte yaldızlı cildleri ile masa üzerinde dururken; Onların müsadere endişesi ve elliden ziyade sair risalelerin de namazsız ellerin zabıtına geçmek ihtimali ve şiddetli hastalığın konuşturmama vaziyetiyle beraber, Risale-i Nurun o üç kerametli risaleleri öyle harika bir himayet ve muhafazaya vesile ve o zehirlenmeye panzehir ve tiryak oldu ki, bu hale müttalî'olan bizler şimdi de hayretteyiz. Güya hiç bir hastalık yokmuş gibi, gayet kuvvetli hem şiddetli tokatlar vurarak, o
(258) Lem'alar - Envar Neşriyat- S: 263. Bu ricarım geri kalan kısımları Denizli hapsi sırasında yazılacaktır.
(259) "Risale-i Nurun silsile-i Kerametinden" tabiri bu mektuptan ve bu tarihten sonra başlar. Daha öncelerinde her defasında Gavs-ı Geylâni'nin silsile-i kerameti diye yazılmaktaydı. Emirdağ-ı Mektuplarında bu sır daha da açık yazılmıştır. A.B.
1197
düşmanlık vaziyeti dostluğa çevrildi. Hem adliyenin büyük memurları ve taharrî komiserleri şiddetli taharrî ve müsadere için geldikleri halde, elliden ziyade kitaplardan hiç birine el uzatmadan yalnız o risalelerin kerametlerini kısmen dinliyerek, onların ma'nevî himayeti altında risaleler muhafaza edildi. Yalnız "Müdafaat "ve" Onaltıncı Mektup" ve "Ramazaniye"risalesini mütalâa etmek için biz verdik.
Üçüncü günde daha şiddetli arama ve taharrî etmek için zabıtanın siyasî komiseri, bir taharri komiseri ile geldiği vakitte, iki üç saat evvel, üç kerametli Risalelerin kumandasında bütün risaleler kendilerini ellere vermemek için ortada görünmediler. Bütün iki saat o taharrî neticesinde Ankara'dan gelen bir Ramazan tebriki ile(260) Bir Ramazan Risalesini elde ettiler. Mütalaadan sonra iade etmek va'diyle aldılar. Bütün bu halât, yüksekte duran Mu'cizatlı Kur'an-ı Azim-üş şan ile beraber, İ'cazlı Hizb-i Kur'anî nin nüshaları ve Hizb-i Nurînin risaleleri bu harika vaziyeti gösterdiler. Cenab-ı Hakk'a onların hurûfatı adedince ve şehr-i Ramazanın dakikalarının âşireleri sayısınca hamd'ü sena ediyoruz. Elhamdülillah alâ külli hal.
Hem hastalıktan gelen teessür ve Atıf hadisesiyle kalbime gelen teellüm ve onlara acımak ve Isparta'ya sirayet etmek endişesinden neş'et eden sıkıntı.. ve bu mübarek şehirde Risale-i Nurun "Sırren Tenevveret"perdesi altına girmesi ve üçüncü günde iki taharriden sonra, akşama kadar gelen ve gidenlerin mütemadiyen tarassud edilmesi ve Emin'in hanesi de bir şey bulunmadan taharri edilmesi cihetiyle, ziyade muztarip ve müteelim iken; Cenabı Erham-ür Rahiminin Rahmetiyle şimdiye kadar devam eden İnayet-i İlâhiye himayeti ve rızaya teslim ve tevekkül.. Ve ihlâsın verdikleri teselli, bütün o muz'iç şeyleri akim bıraktı. Kemal-ı ferah ve istirahatla; "Görelim Mevlâm neyler, Neylerse güzel eyler." deyip kemal-i teslimiyetle müsterih olduk. Siz de öyle olunuz, fütûr getirmeyiniz.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.
Kardeşiniz
SAİD-İ NURSİ(261)
Aynı hadiseden haber veren ve etraflıca anlatan Üstad'ın ikinci mektubu:
(260) Bu tehrik mektubu Ankara'da felsefe hocalığını yapan dindar bir hanımdan Üstad'a gelmişti. Bu yüzden o muallime hanım da, Ankara'da günlerce ifadelerde ta'ciz edilmişti. A.B.
(261)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 449
1198
Bu mektup zehirler faslında kaydedildiği için burada tekrar edilmedi.
Üçüncü Mektup: Bu mektup da, büyük ihtimalle Isparta hapishanesinde kaleme alınmıştır. Ancak Hazret-i Üstad'ın henüz Kastamonu'da tevkif edilmeden önce de, mektupta bahsi yapılan Ayet-i Kerimeyle kalben ve zihnen meşgul olmakta olduğu gelen rivayetler arasındadır. Mektup, aynen söyledir.
"Ramazan-ı şeriften bir gün evvel, gizli zındık düşmanlarım tarafından kuvvetli ihtimal verdiğimiz ve doktorun tasdikiyle bir zehirlenmek hastalığıyla hararetim - Doktorun ihbariyle - kırk dereceden geçmeye başlamış iken, Adliye müdde-i umumileri ve taharri komiserleri menzilimi taharriye geldiler. Ben, sonra başımıza gelen bu dehşetli taarruzu bir hisse-i kabl-el vuku'ile anlıyarak ve şiddetli zehirli hastalığım da ölüme gidiyor diye Isparta vilayetinde kıymettar kardeşlerimin kucaklarında teslim-i ruh edip, o mübarek toprakta defnolmayı kalben niyaz ettim ve hizb-i Kur’aniyi açtım.Birden bu ayeti kerime:<> <>karşıma çıktı”Bana bak!” dedi.
Baktım, üç kuvvetli emare ile manay-ı işarî cihetinde bana teselli veriyor.Şimdi başımıza gelen bu musibeti hiçe indirdi... Ve Isparta'ya mevkufen beşinci nefyimi(262) o kalbî duamın kabul olmasına delil oldu. Isparta vilayetinde kıymettar kardeşlerimin kucaklarında teslim-i ruh edip, o mübarek toprakta defnolmamıkalben niyaz ettim ve hizb-i Kur’aniyi açtım.Birden bu ayeti kerime:
karşıma çıktı “Bana bak!” dedi.
Bir emare: Şeddeler sayılır, hesab-ı ebcedi ile 1362 ederek, bu senenin arabî aynı tarihine tevafuk edip der: "Sabreylye! Başına gelen kazay-i Rabbaniye teslim ol!.. Sen İnayet gözü altındasın. Merak etme, gecelerde yaptığın tesbihat ve tahmidata devam eyle."
(Mektubun bu kısmından sonra harflerin ebcedî ve cifrî adetlerini yapan bir tahlil vardır. Buraya yazılmasına ihtiyaç görülmedi)
İkinci Emare: Bu ayetin manası tam tamına hakkımda me'mulümün çok fevkinde aynen müşahede ettim...
Üçüncü Emarenin beyanına şimdilik lüzum olmadığından yazdırılmadı.
SAİD-İ NURSİ (263)
(262)Beşinci nefy, Isparta'ya beşinci defa olarak gitmek değildir. Belki sürgünlük seferleri muraddır ki; Birincisi Van'dan Burdur'a, ikincisi Burdur'dan Isparta'ya, Üçüncüsü Isparta'dan Barla'ya, dördüncüsü Isparta'dan Kastamonuya ve beşincisi de Kastamonu'dan tekrar Isparta hapishanesine olan nefy adetleri muraddır. A.B.
Dostları ilə paylaş: |