taşbaranğ, k-f. tar. taşlama, recim (bir ceza şeklidir) .
taşı- I, kıyılarında çıkmak, taşmak, kenarlarından taşmak; süt taşıp ketti: süt taştı; taşığan darıya: 1) taşmış ırmak; 2) dalgalı, köpüren ırmak.
taşı- II, taşımak bir yerden diğer bir yere geçirme; bir satırdan o bir satıra geçirmek (yazıda) ; tapkantaşığanım: bütün bulduğum, bütün kazandığım, bütün kazancım; söz taşı- : (gizlice) haberler nakletme (hoş görmemek edasiyle söylenir) .
taşığıç = taşuuçu; kat taşığıçı: mektup dağıtan, kavas.
taşıl- I, koşul- I sözünün tekidir.
taşıl- II mut. taşı- II’ den.
taşımal satırdan satıra geçirme işareti (yazıda).
taşımalda- , azar azar taşımak; taşımaldap köç- : eşyaları azar azar tamak suretiyle tedricî surette göç etmek.
taşta-I, 1. atmak; iş taşta- : grev yapmak; 2. yardımcı fiil rolünde iy- (bk. iy V) ve ciber- (bk.) fiilerine yakındır; 3. = cazda- I; cazıp iye taştadım: az kaldı yazacaktı; kıyayamattınğ kıstoosun körüp kala taştadınğ; ötünğ çığıp oozunğdan, ölüp kala taştadınğ folk. : az kaldı, cehennem azabına katlanacaktın, ağzından ödün akacak ve canın çıkacak bir duruma yaklaşmıştın; Elemandın sırttanı uçup kete taştadı folk. : Eleman’ ın yiğiti az kalsın uçacaktı.
tatay, korku, dehşet ifade eden nida (başlıca kadınlar arasında) ; o, tatay; vay başıma gelenler.
tatayla- , tatay (bk.) diye bağırmak; fena halde korkmak.
tataylat- , tatay (bk.) diye bağırtmak, dehşet salmak; korkutmak.
tatı- , tada malik olmak, tadını vermek; tatığan kımız: tadı bozulmuş olan kımız; toyğondo toktunun eti topura tatyat ats. : insan tokken kuzu eti bile toprak tadı veriyor; sorponun tuzu tatıdı: çorbanın tuzu iyidir; şirin tatı- : tatlı olmak; ceke calğız eki kişige tatıdım: tek başıma iki kişiye muvaffakıyetle karşı koydum; tatıbay turğan üy: tatsız ev (iyi evsaftan mahrum olan ev) .
tatık 1. tat; 2. liyakat.
tatıksız, tatsız; tatıksız turmuş: tatsız hayat.
tatım: bir tatım tuz: tek bir yemeğe konulabilcek kadar tuz.
tatır- , tattırmak; daam tatırbay, kuup saldı: hiçbir şey tattırmadan koğdu.
tatıran, korkunç şey, ucube.
tatış- , müş. tat-’ tan; tuz tatış, bk. tuz.
tatıt- , tatlamak, tat vermek; tuz tatıt- : (yemeğe) tuz komak (harf. : tuz tadı katmak) .
tatkan- , dadanmak; bir kün menin üyümdö baloo cep, tatkanıp kalıptır: bir gün benim evimde pilâv yemişti, ondan beri benim evime dadandı.
tatkant-. et. tatan-’ dan.
tatkanuu, işs. tatkan-’ dan.
tattı = tatuu.
tattılık, tatlılık, tat.
tattır- , tadına baktırmak, tattırmak.
tattuu, tatlı, hoş.
tatuu I, barışlık münasebetlerde bulunan, dostça; tatuubuz: dostuz, biz aramızda barış içinde yaşıyoruz.
tatuu II, tatma, lezzetine bakma.
tatuulaş- , barışmak, dostlaşmak.
tatuulaştır- , barıştırmak, dostlaştırmak.
tatuulaşuu, barışma.
tatuuluk, barışlık, dostça münasebetler; tatuuluk menen tur- : barış içinde yaşamak.
tay I, ana tarafından akrabalık; tay ece: ananın hemşiresi (ister büyük, ister küçük olsun) ; tay ene: ana tarafından nine, büyük anne, : taacenğe (tay cenğe yerine) ananın büyük kadın akrabasıdır yahut ananın büyük erkek akrabasının karışı; tay bas: inatçı, söz dinlemez (başlıca kadınlar hakkında) ; tay ekesi soğulup kaldı mec. büsbütün kırıştı, aşırı derecede buruştu.
tay II, 1. bir yaşında olan iri hayvan; tay buka: ikinci yaşına basmış olan tosun; 2. iki yaşına basmış olan tay; tay taka = tay tuyak 2 (bk. tuyak 3) ; tay- tuylak: her hangi bir tay; 3. okşama sözüdür; erke tayım: sevgilim.
tay III: tay-tay; yeni yürümeğe başlayan çocuğa teşvik nidasıdır; taytayla = taytayla.
tay-IV, 1. kaymak; 2. mec. eksilmeye yüz tutmak; coldon tay- : yoldan çıkmak; aldan tay- yahut karundan tay- : kuvvetten düşmek; andan mal taydı: o, servetini kaybetti; ölör ögüz baltadan taybayt ats. : ölmeye mahkûm olan öküz baltadan korkmaz; özünğ barıp sura, önğdü körsö, cüz tayat: kendin bizzat giderek iste. senin yüzünü görürse sıkılır ve reddedemez.
taya- , dayanmak; kün beşimge tayap kalğan kez ele: gün öğleye yaklaşmıştı; aşuunu tayap barıp konduk: geçide ulaşarak geceledik.
tayak, 1. değnek, baston asa; tayak ce- : dayak yemek dövülmek; tayak cegiz- : işi dayağa kadar götürmek; anğgeme muzoo emizer muzoo tayak cegizer ats. : sohbet (lakırdıya dalmak) buzağıya anasını emmek imkânı verir, bu hal ise, senin dayak yemene sebep olabilir; kara tayak es. al. münevverler zümresi; 2. kapı çerçivesinin uzun (amudî duran) süvesi; bosoğo- tayak bk. bosoğo.
tayant- , et. tayan-’ dan; töş tayant- yahut too tayant- : dağa çıkmaya zorlamak; maldı töş tayanıp cay! : hayvanları otlatmak için bir parça yukarılara çıkar! ; böyrök tayant- bk. böyrök; toboğo tayant- bk. tobo.
tayanuu, dayanma.
tayda, tamtık sözünün tekidir.
taydır, et. tay- IV’ ten.
taydırmak, çükö (bk.) oyununun adıdır.
tayene = tay ene (bk. tay I).
tayğak, ayak kaydıran; taygak col. ayak kaydıran yol.
tayğalan- , kaymak, ayak kaymak.
tayğalant- et. tayğalan-’ dan.
tayğalanuuu, kayma, kayış.
tayğan, tazı.
tayğıl- , kaymak, ayak kaymak; taktasınan (yahut tağınan yahut takınan) tayğılı mec. : hâkimiyetten mahrum oldu.
tayğılt- , et. tayğıl- ’ dan; köz tayğılt- : parlaklıgiyle gözü kamaştırmak; sın tayğılt- : herhangi bir tenkidi kaldırmak (ona dayanmak) .
tayı- , dn. kurban vermek; azır tayı (ölünün ruhuna) kurban vermek; cer-suu tayı: yer-su tanrısına kurban vermek (bk. cer 1) ; tük tayıbayt: hiçbir şeye kulak asmıyor; ona hiçbir türlü nasihat tesir etmiyor; taybas: anlaşmaya gelmiyen; albardan tayığan bk. albar.
taymaş- . 1. direnmek; 2. güreşmek, mücadele etmek, boy ölçüşmek, olanca kuvvetini sarfetmek; tenğ taymaştı: kuvvetçe denk oldukları anlaşıldı, güreşte birbirinden aşağı kalmadılar.
taymaşuu, 1. direngelik, israr; 2. kuvvetleri germe, gayret etme.
tayoo, destek; mağa tayoo otur! : bana yakın otur!
taypa I, muslin; taypa cooluk: muslin başörtüsü.
taypa II, geniş, yaygın.
taypa III, a. soy, kabile, taife.
taypak = taypanğ.
taypala- , bilmemezlikten gelmek, numara yapmak.
taypalat- , doğruca dememek, dürüst cevap vermemek, kaçamak yola sapmak, savsaklamak.
teek 1. bir küçük değnektir, ki bununla küçük tayın boynuna çıkta (bk.) sıkıştırılır; 2. kapı sürgüsü.
teekte- , teek (bk.) yardımiyle sıkıştırmak; kol teekte- : kolu burup bağlamak.
teele- = teyle- ; malın teeleyt: hayvanları toplıyor (onarı muntazam bir şekle koyuyor) .
teeme = tema.
teep, tep- II’ den gerundif.
tege: mal- tege: hayvan, hernevi hayvan.
tegele = degele.
tegerek, muhit, daire; şaar tegeregindegi: şehir yöresindeki şehir civarındaki; tegerek baş: yabanî havuç.
tegerekte- , kuşatmak, etrafında dolaşmak.
tegerekteş- bir şeyi hep beraber kuşatmak, bir şeyin çevresinde hep birlikte durmak.
tegerektet- , et. tegerekte-’ den.
tegerektöö, kuşatma; imperialçıl mamleketterdin tegerektöönde bolup turabız: emperyalist devletlerle kuşatımış bir vaziyetteyiz.
tegeren- yuvarlanmak, dönmek.
tegerent- , yuvarlamak, döndürmek.
tegerenüü yuvarlanma dönme, devir.
tegeret- , yuvarlamak, döndürmek, çevirmek.
tegeretüü, yuvarlama, döndürme, çevirme, devir.
tegi, 1. katiyen büsbütün (menfi cümlede) ; tegi carabayt: büsbütün yaramıyor; 2. takviye için kullanılan kelimedir; tegi sen süylöböçö! : söyleme, Allah aşkına! ; çıkçı tegi! ; çık rica ederim! ; tegi aytkanınğ kelsin! : senin dediğin yerine gelsin!
tegin I, 1. bedeva, meccanî; eksenğ egin içersinğ tegin ats. : ekin ekersen, bedeva yersin; tegininen: bedava; 2. boşuna, boş yere.
tegin II : egin tegin: hernevi hububat ve bitkiler.
tegiriç, eni 10-12 verşok (bir varşok arşının 16- da biri kadar bir uzunluk ölçüsüdür, M.) tan ibaret olan bir dokuma kilimidir, ki keçe evin içinde uuk’ un (bk. uuk I) büklümünün (matto’ sunun) bir parça altından geçer; tegiriç şım: bu gibi kumaştan dikilen şalvar.
tegiz 1. düz; tegiz col: düz yol 2. müsavi, denk; baarı tegiz keldi hepsi geldiler.
tegizçildik, müsavat.
tegizçilik = tegizçildik.
tegizde- , düzlemek, tesviye etmek.
tegizdel- , düzeltilmek, tesviye edilmek.
tegizdik, seviye; madanıy tegizdik: medeniyet seviyesi.
tegizdöö, düzeltme, tesviye bir seviyeye getirme.
tehnik, r. teknisyien.
tehnika, r. teknik; tehnika ösümdüktörü: sınaî bitkiler.
tehnikalık teknikî, fennî.
tehnikum, r. fen mektebi.
tek I, 1. alt, aşağı; 2. temel; 3. zemin: sahre, tekevvün: formation; 4. menşe (içtimaî) ; tek sostavı: içtimaî teşekkül; tek cağınan cet element: içtimaî yönden yabancı olan unsur; ata tegi yahut tek cay yahut sade tek: içtimaî menşe; ata tegin caşırıp: içtimaî menşeini gizliyerek; ata teginen beri manap: (babadan evlâda intikal etmek suretiyle) irsî manap.
tek II, 1. sükûnetle, rahatça tek tur. : rahat dur, sus; tek cür: kendini sâkin, rahat mütevazi tutmak; 2. boşuna; tek turğuça tegin işte; ats. : boş durmaktan bedava olsa da çalış!
teke I, 1. (enenmemiş) teke ; too teke: yabanî teke, dağ tekesi; sokur teke bir oyunun adıdır; tak teke: 1) bir oyun ismidir; 2) iplik üzerindeki palyaço (çocuk oyuncağı) ; tekenğdi soyğon kim bar? : senin tekeni kım kesti (ne sumurtuyorsun, kızıyorsun, küsüyorsun? ) ; küzgü teke cıttanat: son bahar tekesi gibi fena kokuyor; teke manğday: tam karşıda; kız teke: 1) (halk inanışı) hakikî cinsini saklamak ve düşman ruhları aldatmak için kız elbisesi giydirilmiş oğlan; 2) hünsa; teke sarğıl: kızıl saçlı; 2. Kırgız halk takviminde bir ayın adıdır.
teke II = takı- .
tekeber, a. 1. kibir, grur, kurum; 2. müşkülpesentlik, güçbeğenirlik.
tekirenğ, dört nala koşma, dörtleme, sekerek yürümek (meş. ayaklarına köstek vurulmuş at hakkında) ; tebirenğ- taskak menen bara atabız: kâh dört nala koşturarak kâh link yürüyüşle gidiyoruz; tekirenğim tügöndü: bıktırdı. kabak tadı vermeye başladı.