A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


taşak, haya torbası (hayalarla birlikte)



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə79/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   90

taşak, haya torbası (hayalarla birlikte) .

taşbaka, kaplumabağa.

taşbaranğ, k-f. tar. taşlama, recim (bir ceza şeklidir) .

taşı- I, kıyılarında çıkmak, taşmak, kenarlarından taşmak; süt taşıp ketti: süt taştı; taşığan darıya: 1) taşmış ırmak; 2) dalgalı, köpüren ırmak.

taşı- II, taşımak bir yerden diğer bir yere geçirme; bir satırdan o bir satıra geçirmek (yazıda) ; tapkantaşığanım: bütün bulduğum, bütün kazandığım, bütün kazancım; söz taşı- : (gizlice) haberler nakletme (hoş görmemek edasiyle söylenir) .

taşığıç = taşuuçu; kat taşığıçı: mektup dağıtan, kavas.

taşıl- I, koşul- I sözünün tekidir.

taşıl- II mut. taşı- II’ den.

taşımal satırdan satıra geçirme işareti (yazıda).

taşımalda- , azar azar taşımak; taşımaldap köç- : eşyaları azar azar tamak suretiyle tedricî surette göç etmek.

taşın- , taşımak (eşyalarını taşımak) ; ilgerki cayıtınan taşınıp, kıştakka barıp konğon: eski otlağından eşyalarını taşıyarak, kışlağa yerleşmiş; tayınıp- taşnıp, bk. tayın- .

taşınış- , müş. taşın-’ dan.

taşınuu, işs. taşın-’ dan.

taşırka- , ayaklarını zedelemek: takasız at ayağınan taşırkayt: nalsız at ayağını zedeliyor.

taşırkat- , et. taşırka-’ dan; atın taşırkaktap salıptır: atının ayağını aksattı (ayağını zedeledi) .

taşıt, taşımak.

taşıtış- , müş. taşıt-’ tan.

taşıtuu, işs. taşıt-’ tan.

taşkın, su baskını, met, taşkın sel: feyezan.

taşkında- , kıyılarından çıkmak; kenarında taşarak dökülmek.

taşkından- , (manaca) = taşkında.

taşkındat- , et. taşkında-’ dan.

taşta- I, 1. atmak; iş taşta- : grev yapmak; 2. yardımcı fiil rolünde iy- (bk. iy V) ve ciber- (bk.) fiilerine yakındır; 3. = cazda- I; cazıp iye taştadım: az kaldı yazacaktı; kıyayamattınğ kıstoosun körüp kala taştadınğ; ötünğ çığıp oozunğdan, ölüp kala taştadınğ folk. : az kaldı, cehennem azabına katlanacaktın, ağzından ödün akacak ve canın çıkacak bir duruma yaklaşmıştın; Elemandın sırttanı uçup kete taştadı folk. : Eleman’ ın yiğiti az kalsın uçacaktı.

taşta- II, taşlardan ayıklamak; taruu taşta- : darıyı taşlardan ayıklamak.

taştak, taşlı yer, taşlık.

taştal- , atılmak.

taştandı, 1. döküntü; süprüntü; 2. sokağa atılan çocuk.

taştandık, atılmış, terkedilmiş.

taştat, et. taşta- I, II’den.

taştattır- . et. taştat-’ tan.

taştoo, 1. atma, fırlatma; iş taştoo: grev; 2. terketme.

taştuu, taşlı.

taşuu I, kıyılarından çıkma, taşma.

taşuu II, taşıma (sırtta veye hayvan üzerinde) .

taşuuçu, taşıyan, muvezzi; kat taşuuçu: posta muvezzii; gazete taşuuçu: gazete muvezzii.

tat- , yemek, tadına bakmak; tamaktın daamın tatıp kör- : yiyeceğin tadına bak.

tataal, 1. ıstıraplı, güç; tataal col: geçilmesi güç olan berbat yol; 2. mürekkep tataal etiş: mürekkep fiil.

tatar- : kızarat- tatarat: (hiddeten) kâh kızarıyor, kâh bozarıyor, hırslanıyor, kendinden geçiyor; emine kızarıp- tatarasınğ? : neden bunca hırslanarak kendinden geçiyorsun?

tatay, korku, dehşet ifade eden nida (başlıca kadınlar arasında) ; o, tatay; vay başıma gelenler.

tatayla- , tatay (bk.) diye bağırmak; fena halde korkmak.

tataylat- , tatay (bk.) diye bağırtmak, dehşet salmak; korkutmak.

tatı- , tada malik olmak, tadını vermek; tatığan kımız: tadı bozulmuş olan kımız; toyğondo toktunun eti topura tatyat ats. : insan tokken kuzu eti bile toprak tadı veriyor; sorponun tuzu tatıdı: çorbanın tuzu iyidir; şirin tatı- : tatlı olmak; ceke calğız eki kişige tatıdım: tek başıma iki kişiye muvaffakıyetle karşı koydum; tatıbay turğan üy: tatsız ev (iyi evsaftan mahrum olan ev) .

tatık 1. tat; 2. liyakat.

tatıksız, tatsız; tatıksız turmuş: tatsız hayat.

tatım: bir tatım tuz: tek bir yemeğe konulabilcek kadar tuz.

tatınakay, 1. küçücük ve musanna şey, zarif; tatınakay kol: nârin el; 2. hoş; tatınakay kalbar: iyi, hoş haber.

tatır- , tattırmak; daam tatırbay, kuup saldı: hiçbir şey tattırmadan koğdu.

tatıran, korkunç şey, ucube.

tatış- , müş. tat-’ tan; tuz tatış, bk. tuz.

tatıt- , tatlamak, tat vermek; tuz tatıt- : (yemeğe) tuz komak (harf. : tuz tadı katmak) .

tatkan- , dadanmak; bir kün menin üyümdö baloo cep, tatkanıp kalıptır: bir gün benim evimde pilâv yemişti, ondan beri benim evime dadandı.

tatkant- . et. tatan-’ dan.

tatkanuu, işs. tatkan-’ dan.

tattı = tatuu.

tattılık, tatlılık, tat.

tattır- , tadına baktırmak, tattırmak.

tattuu, tatlı, hoş.

tatuu I, barışlık münasebetlerde bulunan, dostça; tatuubuz: dostuz, biz aramızda barış içinde yaşıyoruz.

tatuu II, tatma, lezzetine bakma.

tatuulaş- , barışmak, dostlaşmak.

tatuulaştır- , barıştırmak, dostlaştırmak.

tatuulaşuu, barışma.

tatuuluk, barışlık, dostça münasebetler; tatuuluk menen tur- : barış içinde yaşamak.

tay I, ana tarafından akrabalık; tay ece: ananın hemşiresi (ister büyük, ister küçük olsun) ; tay ene: ana tarafından nine, büyük anne, : taacenğe (tay cenğe yerine) ananın büyük kadın akrabasıdır yahut ananın büyük erkek akrabasının karışı; tay bas: inatçı, söz dinlemez (başlıca kadınlar hakkında) ; tay ekesi soğulup kaldı mec. büsbütün kırıştı, aşırı derecede buruştu.

tay II, 1. bir yaşında olan iri hayvan; tay buka: ikinci yaşına basmış olan tosun; 2. iki yaşına basmış olan tay; tay taka = tay tuyak 2 (bk. tuyak 3) ; tay- tuylak: her hangi bir tay; 3. okşama sözüdür; erke tayım: sevgilim.

tay III: tay-tay; yeni yürümeğe başlayan çocuğa teşvik nidasıdır; taytayla = taytayla.

tay- IV, 1. kaymak; 2. mec. eksilmeye yüz tutmak; coldon tay- : yoldan çıkmak; aldan tay- yahut karundan tay- : kuvvetten düşmek; andan mal taydı: o, servetini kaybetti; ölör ögüz baltadan taybayt ats. : ölmeye mahkûm olan öküz baltadan korkmaz; özünğ barıp sura, önğdü körsö, cüz tayat: kendin bizzat giderek iste. senin yüzünü görürse sıkılır ve reddedemez.

taya- , dayanmak; kün beşimge tayap kalğan kez ele: gün öğleye yaklaşmıştı; aşuunu tayap barıp konduk: geçide ulaşarak geceledik.

tayak, 1. değnek, baston asa; tayak ce- : dayak yemek dövülmek; tayak cegiz- : işi dayağa kadar götürmek; anğgeme muzoo emizer muzoo tayak cegizer ats. : sohbet (lakırdıya dalmak) buzağıya anasını emmek imkânı verir, bu hal ise, senin dayak yemene sebep olabilir; kara tayak es. al. münevverler zümresi; 2. kapı çerçivesinin uzun (amudî duran) süvesi; bosoğo- tayak bk. bosoğo.

tayake = tay ake (bk. tay I).

tayakta- , dayakla dövmek, pataklamak.

tayaktat- , et, tayakta-’ dan.

tayaktoo, işs. tayakta-’ dan.

tayan- , daynamak; tayaktarın tayanıp: değneklerine (asalarına) dayanarak; too tayan- yahut töş tayan- : dağa çıkmak; too tayanıp kaç- : dağlara kaçmak; dağların arkasına saklanarak kaçmak; böyrök tayan- , bk. böyrök; toboğo tayan- bk. tobo.

tayanç, dayanç, istinat.

tayandır- , dayandırmak.

tayanış- , müş. tayan-’ dan.

tayant- , et. tayan-’ dan; töş tayant- yahut too tayant- : dağa çıkmaya zorlamak; maldı töş tayanıp cay! : hayvanları otlatmak için bir parça yukarılara çıkar! ; böyrök tayant- bk. böyrök; toboğo tayant- bk. tobo.

tayanuu, dayanma.

tayda, tamtık sözünün tekidir.

taydır, et. tay- IV’ ten.

taydırmak, çükö (bk.) oyununun adıdır.

tayene = tay ene (bk. tay I).

tayğak, ayak kaydıran; taygak col. ayak kaydıran yol.

tayğalan- , kaymak, ayak kaymak.

tayğalant- et. tayğalan-’ dan.

tayğalanuuu, kayma, kayış.

tayğan, tazı.

tayğıl- , kaymak, ayak kaymak; taktasınan (yahut tağınan yahut takınan) tayğılı mec. : hâkimiyetten mahrum oldu.

tayğılt- , et. tayğıl- ’ dan; köz tayğılt- : parlaklıgiyle gözü kamaştırmak; sın tayğılt- : herhangi bir tenkidi kaldırmak (ona dayanmak) .

tayı- , dn. kurban vermek; azır tayı (ölünün ruhuna) kurban vermek; cer-suu tayı: yer-su tanrısına kurban vermek (bk. cer 1) ; tük tayıbayt: hiçbir şeye kulak asmıyor; ona hiçbir türlü nasihat tesir etmiyor; taybas: anlaşmaya gelmiyen; albardan tayığan bk. albar.

tayım I, buyum sözünün tekidir.

tayım II: caza tayım: tesadüfen yanlışlıkla.

tayın- , tapmak; tayınıp- taşınıp: yalvararak- yakararak.

tayınuu, tapma, tapınma.

tayış- ’ münazaaya tutuşmak. münakaşaya girişmek, itiraz etmek, kabul etmek istememek.

tayışuu, münazaa. münakaşa.

tayıt- , et. tayı-’ dan.

tayız, sığ (derin olmayan) .

tayızdık, sığlık (derin olmamaklık) .

taykel, bir çocuk oyununun adıdır.

taykı, kısa (hav, tüy hakkında) ; cünü taykı: kısa tüylü; kolu taykı: kolları kısadır (gücü yetmez, elinden gelmiyor) ; tumuşugu taykı: talihsiz. betbaht; cürögü taykı: korkak; bilimi taykı: bilgisi kıt, malûmatı noksan olan; ırısı taykı: talihsiz. muvaffak olamıyor: aklı taykı: akılı kıt (ahmakça) .

tayla- : tay tayla = taytayla.

taylak. iki yaşına girmiş olan puduk (deve yavrusu) .

taylaş- : tenğ taylaş- : kendini daha kötü saymayıp, ötekisini öne geçirmemek.

tayma. hep kayan. sebatsız; koldon tayma: elden kayan.

tayman- , kuşkulanmak, korkmak, mütereddit olmak; taymanbastan çekinmeden.

taymaş- . 1. direnmek; 2. güreşmek, mücadele etmek, boy ölçüşmek, olanca kuvvetini sarfetmek; tenğ taymaştı: kuvvetçe denk oldukları anlaşıldı, güreşte birbirinden aşağı kalmadılar.

taymaşuu, 1. direngelik, israr; 2. kuvvetleri germe, gayret etme.

tayoo, destek; mağa tayoo otur! : bana yakın otur!

taypa I, muslin; taypa cooluk: muslin başörtüsü.

taypa II, geniş, yaygın.

taypa III, a. soy, kabile, taife.

taypak = taypanğ.

taypala- , bilmemezlikten gelmek, numara yapmak.

taypalat- , doğruca dememek, dürüst cevap vermemek, kaçamak yola sapmak, savsaklamak.

taypanğ. 1. yayvan, yassı, : 2. dağ yaylası.

taypı, a. zümre, grup, kütle, kalabalık.

tayrak = tayrang; tayrak ur- = tayranğda- .

tayrakta = tayranğda- .

tayraktat = tayranğdat- .

tayraktoo = tayranğdoo.

tayralakta- = tayranğda- .

tayranğ: tayranğ ur- = tayranğda- .

tayranğda- 1. kıç atmak (deve hakkında) ; 2. mec. fazla serbestlik göstermek.

tayranğdat- , et. tayranğda-’ dan.

tayranğdoo, işs. tayranğda-’ dan.

taysal- , 1. bir yana sapmak, : 2. mec. tereddütle hareket etmek.

taysalda- , kaçamak yola sapmak. doğru-dürüst söylemekten çekinmek.

taysaldat- et. taysalda-’ dan; sözün taysaldattı: sözü başka konuya çekiverdi. doğru - dürüst cevap vermekten çekindi.

taysaldoo, işs. taysalda-’ dan.

taytak, eğri bacaklı adam, paytak.

taytakta- , eğri bacaklı kimsenin yürüyüşile yürümek.

taytaktat- , et. taytakta-’ dan.

taytaktoo, eğri bacaklı adamın yürüyüşile yürüme.

taytanğ = taytak; taytanğ - taytanğ etip bas- : biçimsizce ve korka – korka basmak.

taytanğda- = taytakta- .

taytanğdat- = taytaktat- .

taytayla- , 1. çocuğu yürümeye alıştırmak için elinden tutarak yardım etmek: 2. mec. bakmak, beslemek, büyütmek.

taytyalaş, at başı beraber gitmek (ne geri kalmak, ne de ileri gitmek) ; eköö taytaylaş bolup kirdi: ikisi birden, aynı zamanda girdiler.

tayuu, işs. tay- IV’ ten.

taz I, kel (hastalık) . kel adam; taz ardansa. börk alat ats. : kel hiddetlenirse kalpağını çıkarır (ve kafasını gösterir) ; taz kara = tazkara

taz II, leğen (kap) .

taza f. temiz, pâk: tap – taza: ter temiz.

tazala- , temizlemek.

tazalğıç, temizleme aygıtı: egin tazalağıç maşina: hububat ayıklıyan makine.

tazalan- , temizlenmek.

tazalanuu, temizlenme; üröön tazalanuuğa tiyiş: hububat ayıklanmalı.

tazalat- , et. tazala-’ dan.

tazalık, temizlik.

tazaloo, temizleme, ayıklama.

tazart- , temizlemek.

tazartıl- temizlenmek.

tazartılış- , temizleme.

tazartu, temizleme, ayıklama.

tazı, f. = tayğan.

tazıl, kızıl I sözünün tekidir.

tazım = taacım.

tazkara, siyah cuuru bk. kuşu, siyah griffon kuşu.

te = tee.

teart, r. tiyatro; teatrğa koy- : Sahneye koymak, sahnede oynamak.

tebeele- = tebele- .

tebeelen- = tebelen- .

tebeeleş- = tebeleş- .

tebele- , 1. çiğnemek; at tebelep ketti: at çiğnedi; 2. hububatını ayırmak için başakları çiğnemek.

tebelen- , ayağa dolanmak; oy, kurğur! emne tebelenesinğ? üygö kir! : vay, yaramaz ne ayağa dolanıp duruyorsun? eve gir!

tebeleş- , müş. tebele-’ den.

tebelet- , et. tebele-’ den; kee biröö cığılğan eldi atı menen tebeletip ketti: düşen bazı kimseleri atlariyle çiğneyip geçtiler.

tebetay = tebetey.

tebetey = kalpak.

tebil- , tekme yemek.

tebindi, otu hayvanlar tarafından çiğnenmiş olan mahal.

tebirçile- , ayak altında çiğnemek (mes. çimeni) .

tebiş- , müş. tep- II’ den.

tebüü, tepme, tekme atma.

tecemel: tecemel bala: sun’ î usullerle beslenen çocuk.

tee işte, öteki, işte orada: , tee tigi (yahut tee tetigi yahut tee bereki) cerde: tâ öteki yerde, tâ orada.

teecik, 1. ağlayık (çocuk hakkında); 2. anlaşmıya gelmiyen, dik kafalı, geçimsiz.

teek 1. bir küçük değnektir, ki bununla küçük tayın boynuna çıkta (bk.) sıkıştırılır; 2. kapı sürgüsü.

teekte- , teek (bk.) yardımiyle sıkıştırmak; kol teekte- : kolu burup bağlamak.

teele- = teyle- ; malın teeleyt: hayvanları toplıyor (onarı muntazam bir şekle koyuyor) .

teeme = tema.

teep, tep- II’ den gerundif.

tege: mal- tege: hayvan, hernevi hayvan.

tegele = degele.

tegerek, muhit, daire; şaar tegeregindegi: şehir yöresindeki şehir civarındaki; tegerek baş: yabanî havuç.

tegerekte- , kuşatmak, etrafında dolaşmak.

tegerekteş- bir şeyi hep beraber kuşatmak, bir şeyin çevresinde hep birlikte durmak.

tegerektet- , et. tegerekte-’ den.

tegerektöö, kuşatma; imperialçıl mamleketterdin tegerektöönde bolup turabız: emperyalist devletlerle kuşatımış bir vaziyetteyiz.

tegeren- yuvarlanmak, dönmek.

tegerent- , yuvarlamak, döndürmek.

tegerenüü yuvarlanma dönme, devir.

tegeret- , yuvarlamak, döndürmek, çevirmek.

tegeretüü, yuvarlama, döndürme, çevirme, devir.

tegi, 1. katiyen büsbütün (menfi cümlede) ; tegi carabayt: büsbütün yaramıyor; 2. takviye için kullanılan kelimedir; tegi sen süylöböçö! : söyleme, Allah aşkına! ; çıkçı tegi! ; çık rica ederim! ; tegi aytkanınğ kelsin! : senin dediğin yerine gelsin!

tegin I, 1. bedeva, meccanî; eksenğ egin içersinğ tegin ats. : ekin ekersen, bedeva yersin; tegininen: bedava; 2. boşuna, boş yere.

tegin II : egin tegin: hernevi hububat ve bitkiler.

tegiriç, eni 10-12 verşok (bir varşok arşının 16- da biri kadar bir uzunluk ölçüsüdür, M.) tan ibaret olan bir dokuma kilimidir, ki keçe evin içinde uuk’ un (bk. uuk I) büklümünün (matto’ sunun) bir parça altından geçer; tegiriç şım: bu gibi kumaştan dikilen şalvar.

tegirmen, değirmen; tegirmen tart- : deiğrmende hububat övütmek; tegirmen taş: değirmen taşı.

tegirmençi, değirmenci.

tegirmençilik, değirmenci mevkii yahut mesleği.

tegiz 1. düz; tegiz col: düz yol 2. müsavi, denk; baarı tegiz keldi hepsi geldiler.

tegizçildik, müsavat.

tegizçilik = tegizçildik.

tegizde- , düzlemek, tesviye etmek.

tegizdel- , düzeltilmek, tesviye edilmek.

tegizdik, seviye; madanıy tegizdik: medeniyet seviyesi.

tegizdöö, düzeltme, tesviye bir seviyeye getirme.

tehnik, r. teknisyien.

tehnika, r. teknik; tehnika ösümdüktörü: sınaî bitkiler.

tehnikalık teknikî, fennî.

tehnikum, r. fen mektebi.

tek I, 1. alt, aşağı; 2. temel; 3. zemin: sahre, tekevvün: formation; 4. menşe (içtimaî) ; tek sostavı: içtimaî teşekkül; tek cağınan cet element: içtimaî yönden yabancı olan unsur; ata tegi yahut tek cay yahut sade tek: içtimaî menşe; ata tegin caşırıp: içtimaî menşeini gizliyerek; ata teginen beri manap: (babadan evlâda intikal etmek suretiyle) irsî manap.

tek II, 1. sükûnetle, rahatça tek tur. : rahat dur, sus; tek cür: kendini sâkin, rahat mütevazi tutmak; 2. boşuna; tek turğuça tegin işte; ats. : boş durmaktan bedava olsa da çalış!

tekbir, a. ululama (Allahı)

tekçe, (obada) kumaştan yapılan asma raf, raf.

tekçey- , küçücük ve zarif olmak.

tekçeyt- , et. tekçey- ’ dan; tekçeyte baylanğan böktörünçök: derli toplu bağlanmış çıkın.

teke I, 1. (enenmemiş) teke ; too teke: yabanî teke, dağ tekesi; sokur teke bir oyunun adıdır; tak teke: 1) bir oyun ismidir; 2) iplik üzerindeki palyaço (çocuk oyuncağı) ; tekenğdi soyğon kim bar? : senin tekeni kım kesti (ne sumurtuyorsun, kızıyorsun, küsüyorsun? ) ; küzgü teke cıttanat: son bahar tekesi gibi fena kokuyor; teke manğday: tam karşıda; kız teke: 1) (halk inanışı) hakikî cinsini saklamak ve düşman ruhları aldatmak için kız elbisesi giydirilmiş oğlan; 2) hünsa; teke sarğıl: kızıl saçlı; 2. Kırgız halk takviminde bir ayın adıdır.

teke II = takı- .

tekeber, a. 1. kibir, grur, kurum; 2. müşkülpesentlik, güçbeğenirlik.

tekeberdüü, 1. kibirli, kurumlu; 2. müşkülpesent, güçbeğenir.

tekeçe, bir yaşında olan erkek oğlak.

tekeçer, 1. üçüncü yaşına basmış olan teke; 2. tek husyalı teke (iğdiş etme ameliyesinin muvaffak olmamasından dolayı) .

tekey: koy tekey: Anemone ranunculoides (ot) ; cılkı tekey: (bir otun adıdır) .

tekirenğ, dört nala koşma, dörtleme, sekerek yürümek (meş. ayaklarına köstek vurulmuş at hakkında) ; tebirenğ- taskak menen bara atabız: kâh dört nala koşturarak kâh link yürüyüşle gidiyoruz; tekirenğim tügöndü: bıktırdı. kabak tadı vermeye başladı.

tekirenğde- , dörtnal koşmak. sekerek koşmak.

tekirenğdeş- , müş. tekirenğde-’ den.

tekireunğdet- , dörtnala koşturmak , sekerek koşturmak.

tekirenğdetüü, işs. teirenğdet- ’ ten.

tekirenğdöö, dörtnala. sekerek koşma.

tekis = teket.

tekke, boşuna, beyhude; tekke ket- : boşuna gitmek. helâk olmak: kur tekke: büsbütün boşuna. büsbütün faydasız yere; tekke bersenğ, albaym: bedava versen dahi almıyacağım.

temkat, f. : tekmat kur: tokalı kuşak. kemer.

teknik = tehnik.

teknike = tehnika.

teknikelik = tehnikalık.

tekniköm = tehnikum.

teköör, 1. (horoz) mahmızı: 2. (yırtıcı kuşlarda) art tırnak: 3. pençeleme.

teköörlöş- , 1. biri birini mahmızlarla vurmak ( horozlar hakkında ) ; 2. mec. tutuşma, dövüşmek.

teköörlöşüü, işs. teköörlöş- ’ ten.

teksiz, 1. soysuz; 2. es. adî, tanınmamış aileden neşet eden: kara halktan çıkmış olan.

tekst, r. metin.

tekşer- , 1. tetkik etmek (davayi) , tahkikat yapmak teftiş etmek; 2. tetkik etmek, araştırmak.

tekşeril- , 1. görülmek, teftiş edilmek (iş hakkında) ; 2. tetkik edilmek, araştırılmak.

tekşerilüü işs. tekşeril-’ den.

tekşert- , et. tekşer-’ den.

tekşerüü, 1. görme (işi) , tetkik, etme tahkikat yapma, teftiş etme, yoklama; tekşerüü komissiyası: teftiş komisyonu; partiye dokumenttrin tekşerüü: Parti vesikalarını yoklama; 2. tetkik.

tekşerüüçü 1. tahkiat yapan. müfettiş; 2. tetik eden.

tekşi, müsavi, denk, baştan başa; tamamiyle; baarı tekşi: hepsi baştan başa. hepsi tamamiyle.

tekşöö = tekşerüü.

tekte- , yahut tegin tekte: (birisinin) menşeini araştırmak.

tektir, tepe. tümsek. yükseklik.

tektirçe, tepecik. küçük tümsek.

tektüü, asîl.

tetüülük, esalet.

tel, yabancı annenin yanına terkedilen genç hayvan; eki enege tel kozu: iki anayı emen kuzu.

telçi- , ilk adımları atmak, yürümeye başlamak (çocuk, yavru hakkında) bala telçip basıp kaldı: çocuk yürümeye başladı; kozu telçigende köçöbüz: kuzular yürümeye başladığında göçeceğiz.

telçik = telçi- .

telçiş- müş. telçi-’ den.

telçit- , yürümeye başlamak için yardım etmek (çocuğa, hayvan yavrusuna) .

telçitüü, işs. telçit-’ ten.

telefon, r. telefon.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin