telegey, 1. muhit, dolay telegeyi tegiz yahut telegeyi tenğiz yahut telegeyi tenğ: her şeyi uygun gidiyor; hiçbir düşüncesi yok; 2. = telbegey; temir kiygen coobu dep. telegey kiygen kızbı dep folk. : bu, demir giymiş düşman değil mi? bu, keçe şapka giymiş kız değil mi?
telegeylüü, şümûllü. cihanşümûl.
telegraf, r. telgraf.
telegrafist, r. telgrafçı.
telegramma, r. telgraf, telyazı.
telek: ala telek: karın erimesi neticesinde açılan toprak, yer yer bu gibi açıklıkları çok bulunan yer; cer beti ala telek bolup kaldı: yer yüzü ala teleklerle kapandı.
teli I.1. bu bir hastalıktır, ki bunun neticesinde göğde iğrilir ( başlıca atlarda) ; teli coru çaldıbı. emine boldung Maaniker? folk. : sana ne oldu Maniker (at) yoksa teli hastalığiyle mi hastalandın? ; 2. deli, aklını oynatmış;3. = temtenğ.
teli-II. hayvan yavrusunu başka bir anneye katmak.
temtey = temtenğde- 2; temteyip calğız kele cattım ele: tek başıma hazîn bir tavırla ağır ağır yürüdüm.
temtire- = tentire- .
ten, f. beden. cisim; can-ten menen kiriş- : canla başla girişmek; bir işe özenle , gayretle, ciddiyetle başlamak; mağa ten: (bu) bana aittir; moynuna ten albay koydu: üstüne amaldı; albadım, dep, ten albadı: inkâr ederek, almadı diyor.
tene, f. beden, ten.
tenğ, 1. denk; tenğ şayloo: denk, müsavi seçimler; tenğ carım: tam yarı; eki at tenğ keldi: iki at (koşuda) aynı zamanda geldiler; tenğ emes denk değil; tenği cok: dengi yok, eşi bulunmıyan; başkalardı tenğine albayt: başkaları adam yerine koymuyor; tenğme- tenğ: denk olarak, aynı hisleri taşıyarak; meninğ tenğim: benim yaşıtım, benim arkadaşım; 2. yarı; tenğinen köp: yarıdan fazla; kozununğ tenğ pulu: kuzu değerinin yarısı; 3. karı kocadan biri, koca, karı, yavuklu, nişanlı ( delikanlı ve kız ) ; 4. hepsi; mecmuu; törtöö tenğ: dördü birden; barı tenğ: hepsi; hepsi birden; törtööbüz tenğ: dördümüz birden.
tenğçil, müsavata. adalete meyyâl olan.
tenğçilik, müsavat, hukuk müsavatı.
tenğde- , denk etmek, müvazeneli bir şekile koymak; kadırınğ tabar katın al, tenğdep otun al folk. : kadrını bilecek karı al, hayvan üzerine odunu denkleştirerek yükle.
tenğdel- , denk olmak, bir sıraya gelmek.
tenğdeme, denkleştirme.
tenğdeş I, denk, müsavi.
tenğdeş- II, müş. tende-’ den; sen ağa tenğdeşpe: sen onunla denk olma.
tenğdik, 1. denklik, hukuk müsavatı; 2. es. yemin ederek şehadet, başkasının şehadetinin doğruluğunu tasdik ederek edilen yemin; kaalağan cerden tenğdik alsın: benim şehadetimin doğruluğunu yahut suçsuzluğunu tasdik etmek için istediği adamı çağırsın (karş. can sal- : can II maddesinde) ; eyesi tenğdikke könsö da, uuru könbeyt ats. : (çalınan) eşyanın sahibi ant içmeye muvafakat ediyorsa da, hırsız muvafakat etmiyor.
tenğdiksizdik, denksizlik, müsavatsızlık.
tenğdöö, 1. denkleştirme; 2. mat. muadele.
tenğdüü, denkli, eşi bulunan, müsavi; özü tenğdüü adam: kendisi gibi adam, kendisine denk gelen adam.
tenğe- , denkleştirmek, müsavi kılmak; uzunu kırk metr tenğegen: boyu kırk metreye muadil olan.
tenğel- , denk gelmek, müsavi olmak; mağa tenğelbe! : sen benimle boy ölçüşme! balağa teneğlbe! çocukça hareket etme!
tenğelt- , denkleştirmek.
tenğeş- , boy ölçüşmek.
tenğeştir, 1. denkleştirmek, müsavi kılmak; 2. (uzunluk ve boy hususunda) mukayese etmek, karşılaştırmak.
tenğge, 1.(Şimalî Kırgızlıkta) ruble. 2. (Şimalî Kırgızlıkta) bir ruble yahut 50 kapik kıymetinde olan gümüş sikke ; 3. (Cenubî Kırgızlıkta) 20 kapik; 4. çeç tenğge: kadın saç örgüsüne takılan gümüş ( daha ziyade gümüş paradan olan ) zinet; 5. tenğge çöp: bir çeşit yonca ( Medicago lupulina) .
tenğgeel, denk, müsavi, boy ölçüşebilen,rekabete muktedir olan.
tenğirey- , ucu yukarıya doğru çevrilmiş olmak (burun hakkında)
tenğiri, Tanrı.
tenğirsi- , aşırı derecede caka satmak.
tenğiz I, deniz.
tenğiz II, iyi arkadaşlık edebilen, uysal (insan hakkında) ; telegeyi tenğiz. bk. telegey.
tenğke = tenğge.
tenğkey- , kalın karınlı ve yürürken kıçını oynatır olmak.
tenğsel- , mevzun ve ağır bir surette sallanmak; bir parça sallanmak.
tenğseldir- , et. tenğsel-’ den.
tenğselgiç, saat rakkası.
tenğselt- , mevzûn ve ağır bir surette sallamak; bir yandan o bir yana sallamak.
tenseltüü, işs. tenselt-’ ten.
tenğselüü, mevzun ve ağır sallanma.
tenğsin- , kendini denk, müsavi saymak.
tenğşer- = tekşer- .
tenğşeril- = tekşeril- .
tenğşerüü = tekşerüü.
tenğtayla- : tenğtaylap aytış- : biri birinden geri kalmıyarak münakaşe etmek.
tenğtaylaş- , müş. tenğtayla-’ dan; tentayğlaşıp turat: (kuvvetçe ve biribirine karşı muamele v.s. itibariyle) biri birinden geri kalmıyorlar. biri birine denktirler.
tenti- , başı boş gezmek. serserice dolaşmak. yurdundan, kendi halkından ayrılıp gitmek; sen kayda tentip cürdünğ? sen nerelerde dolaştın? ; tentip tentip: serserice dolaşarak.
tentimiş serseri.
tentire- = tenti- .
tentit- , et. tenti-’ den.
tentüü, başı boş dolaşma. serserice gezme.
teoriya, r. nazariye.
teoriyaçı, nazariyatçı.
tep I, te hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır; tep-tegerek: yuşyuvarlak; teptegiz: dümdüz.
tep II, ( gerundifi teep’ tir ) tepmek. çifte atmak. ayakla vurmak; ayakla dürtmek; muz tep- : buz üzerinde kaymak (demiryakla, yani paten ile yahut düzce ayakla) ; kandınğ tepkeni: nabız tepmesi; selkinçek tep- : salıncakta sallanmak.
tepçi- , tegellemek; mık menen tepçip saldı: çivi ile tutturdu; suunu tepçip keç- : suyu sığ yerlerini bularak seçerek geçmek; terip- tepçip: derleyip toplayıp, teferruatına kadar dikkat ederek: terip- tepçip ayt- : mufassal bur surette inceden inceye söylemek, anlatmak.
tepe = tepI; tepe-tenğ yahut tep tepetenğ: büsbütün denk; tepe-tegiz: dümdüz; dünüyönü tepe- tegiz kıldırıp: dünyayı dolaşarak.
tepek, mantar.
tepenğde- , sık sık mahmuzlamak (atlı hakkında) .
tepenğdet- , et. tepenğde-’ den.
tepenğdöö, işs. tepenğde-’ den.
tepetenğ = tepe- tenğ (bk tepe ) .
tepey- , öne doğru çıkmak; çıkık durmak (küçük nesne hakkında) ; eki toonunğ arasındağı tepeygen alaçık: iki dağın arasında sivrilip duran kulübe.
tepeyt- , et. tepey-’ den arğımağın kekeytip, kök kepiçin tepeytip, colğo cürüp kalsın. de folk. : söyleyin ona, atını kızdırarak, mavi pabuçunu giyerek yola çıksın.
tepirenğde- , hareket etmek (küçük ve sıska hakkında) .
tepirey = tepey.
tepke. tepkek, mus. keman köprüsü.
tepki. tekme. tepme: tepki ce- : 1) tekme yemek; 2) mec. hakaretlere ve cebirlere maruz kalmak; tepkinin aldına al- : tekme atmak suretiyle dövmek; tepkiye cer: kısa mesafe, yakın (harf. : tekme atılacak kadar yakın yer ) .
tepkiç, 1. basamak; 2. merdiven; 3. ustalıkla ve şiddetlice tekme atmasını bilen; iyi kapan (alıcı kuş hakkında).
tepkile- , tekme atmak. tepmek dövmek.
tepkilet- , et. tepkile-’ den.
tepkilöö, işs. tepkile-’ den.
tepse- , 1. ayaklar altına almak çiğnemek, ezmek. at tepsegen: at çiğnemiş; araba tepsegen it: arabanın ezdiği köpek: 2. mec. zulmetmek; balçıktay tepse- : fena zulmetmek.
tepseen = tepsöörün.
tepsel- , 1. ayak altında çiğnenme; tepselgen tema: çiğnenmiş konu; 2. mec. zulmedilmek.
tepsendi = tepsöörün.
tepset- , et. tepse-’ den; çöptü malğa tepsetip ciberdi: hayvanlara otu çiğnemeye müsaade etti.
tepsetil- , müt. tepset-’ ten.
tepsöörün: elinğ tepsöörünü: insanların gezdiği yer; tepsööründö kalğan: (kalabalığın. atlıların) ayakları altında çiğnendi kaldı.
tepşi, oymak suretiyle yapılmış küçük ağaç tekne.
ter I, ter; kara terge tüş- : ter dökerek bitap düşme; seni kara ter kısıp turabı? : neden bunca üzülüyorsun? ne zorun var? ; aram ter. bk. aram; at teri kaypayt: uğraşmasına değmez; ter al- : atı yarışlara hazırlamak.
ter- II, dermek toplamak; onun ter: odun toplamak; pakta ter- : pamuk dermek.
terbey, arbay sözünün tekidir.
terçil, çok terliyen.
terde- , terlemek; at calı köldöp terdegiçe tappadım: neticesiz araştırmalarla canım çıktı.
terdel, terlemek.
terdeme, humai racia.
terdet- , et. terde-’ den.
terdetüü, işs. terdet-’ ten.
terdik, teğelti; kuu terdik: at kullanmasını bilmiyen kimse.
terek, kavak; bay terek: titrek kavak: kara terek: karakavak; ak terek: akçakavak.
terenğ. derin.
terenğde- , derinleşmek.
terenğdet- , derinleştirmek.
terenğdetüü, işs. terenğdet-’ ten.
terenğdik, derinlik.
terenğdöö. işs. terenğde-’ den.
tereze.f. pencere.
terge- , 1. tahkiat yapmak; bakmak, tetkik etmek (bir işi) ; 2. es. (kadınlar hakkında) ( o kadın için yasak olan) bir kelime yerine başkasını kullanmak.
tergööçü, sorgu hâkimi.
teri, deri; terisi tr. bk. tarı- : teri tersek. bk. tersek.
teriçi, 1. derici 2.es. deri ticareti yapan.
terigüü, incitme. tahkir.
terik- , gücenmek.
teriktir- , et. terik-’ ten.
teril- , derlenmek, toplanmak.
terim. derleme, toplama, pakta terimi: pamuk toplaması; birinci terim pakta: birinci devşirmenin pamuğu.
terimçi I. toplayıcı (mes. pamuğu) .
terimçi II. örülmüş koşum takımları yapan saraç; koş aydağan eginçi, kamçı örüüçü terimçi folk. : çift süren çiftçi, kamçı ören saraç.
teris = ters.
terisken, bir otun adıdır.
teriş- , müş. ter- II’ den.
teriştir- , soruşturmak, bütün tafsilâtiyle sormak.
terki : arkı- terki, bk. arkı.
terme, derme.
termeçik, ufak-tefek yakacak (yonga çalı çırpı ve s.) .
termel- , deprenmek, sallanmak, dalgalanmak.
termele, it. ter- II’ den ; çöp termele- : (hayvanlar hakkında) otu koparmak.
termet- , depretmek, sallamak, dalgalandırmak.
termetli- , pas. termet-’ ten.
termetüü, depretme, sallama.
termin, r. terim, ıstılâh.
terminologiya, r. terminoloji.
territoriya, r. toprak, arazi.
terror, r. tedhiş.
terrorçu, tedhişçi.
terrorduk, tedhişe ait, teröre müteallik.
ters, aksine, içi dışa çevrilmiş; ters ket- : tersayak; ter eles: serap; ters bağıngkı gram. : tâbi ilzamî cümle.
tersayak, dik kafalı, inatçı.
tersayaktık dik kafalılık, inatçılık.
tersek: teri-tersek : hernevi deri, her çeşit ham deriler; arsak-tersek, bk. arsak.
terseldey: tegele keptin terseldeyi oşo ğo: konuşmanın özü asıl bundan ibarettir.
teskey, güneş görmeyen gölgeli yer, manğday teskey, bk. manğday.
tesköö, 1. yoklama; 2. yoluna koma, tanzim etme.
teskööçü, bir işi tertip ve tanzim eden.
tespe, a. tesbih; tespe tart- : tesbih çekmek.
teste, f. deste, tutam (ekin biçenin avucuna topladığı ekin ve s. tutamıdır, ki bunları toplayıp, sonradan demet şeklinde bağlarlar; bir kaç testeden bir tane ekin demeti çıkar) .
tetik, 1. üzerinde bir şeyin döndüğü mil, mihver; 2. menteşe mili; 3. mekanizma 4. es. cihaz, organ (hakimiyet teşkilâtı, kurumu) ; tömönkü tetikte: aşağı cihaz, aşağı organlar (kurumlar) ; kenğeş tetikteri: Sovyet kurumları; 5. hamarat, anlayışlı, çevik; köönü tetik: canlı; tişim ketik bolso da, köönüm tetik: ats. dişim gedik olsa, da, gönlüm canlıdır, gençtir: tetik ündüü: db. hanekileşmeye müstait olan sesli (voyel) .
tetir = tetiri.
tetiri, bilâkis, tersine.
tetiriklik, terslik; işterinin tetirigin körsötömün: işlerinin ters gittiğini göstereceğim.
tetirinçe, bilâkis, aksine.
teyle- , 1. tamamlamak, tanzim etmek; cumuştu teylep koyup barayın: işi bitireyim de öyle gideyim; 2. hizmet etmek; bakmak; mal teyle- : hayvanlara bakmak (onları intizama koymak) .
teylöö, 1. bitirme, tamamlama, yoluna koyma; 2. bakma, hizmetini görme; zayım karmooçulardı ülgülüü teylöö: ellerinde istikraz tahvilleri bulunanlara örneklik bir tarzda hizmet etme.
teytey- , biçimsiz, hantal olmak biçimsizce yürümek.
tez I, kerege (bk.) ve uuk (bk. uuk I ) yapmak için kullanılan aygıt, doğrultma aleti; tezge sal- : 1) tez’ e koyma; 2) mec. sıkıştırmak (dersini verme) .
tez II, f. seri, çabuk, tez; tezinen: tezelden; tezinen çara körbösö: tezelden çarası görülmezse; köp bergenden, tez bergen: ats. çok vermekten çabuk vermek yeğdir.
tezdet- , tacil etmek.
tezdetil- , tacil edilmek.
tezdetüü, tacil etme.
tezdik, sür’ at, çabukluk, tezlik.
tezek, 1. at tersi; mağa karağanda, al tezek terip kalat: benimle yarışa çıktığında tezek derip kalır (o, benimle boy ölçüşemez) ; 2. tezek (yakacak) ; 3. temir-tezek: her nevi demir; demir emtya.
tezis, r. tez.
tıbır: tıbır-tıbır camgir tibirayt: tikir tıkır yağmur yağıyor.
tıbıra- , tepinmek, çırpınmak (ağlayan çocuk hakkında) ; ayak patırtısı çıkarmak, daha bk. tıbır.
tıbırat- , et. tıbıra- ’ dan.
tıbırçıla- = tıbıra- .
tıbırçılat- = tıbırat; butun tıbirçaltip: ayaklariyle tepinerek.
tığın- II, mut. tık- II’ den; (kendine) tıkamak, tıkmak; çapandı başınğa tığın! : kaftanı baş altına koy! : baş ayağınğa tığınıp atasınğ: (giyimi) hem baş altına, hem ayak altına sermişsin.
tığınçık = tığın I.
tığında- , tıkamak, sıkı kapatmak.
tığındat- , et. tığında-’ dan.
tığındoo, tıkama, sım sıkı kapatma.
tığırçık, kısa boylu, sağlam ve tıknaz (insan ve hayvan hakkında) .
tığız. 1. sağlam. sık. gergin. dar; tığız baylanış: sıkı rabıta sıkı temas; tığız baylanışkan: sıkı bağlanmışlar; sıkı temasta bulunanlar 2. acele, müstacel; tığız buyruk: sıkı emir, müstacel buyruk; tığız cumuş: müstacel iş.
tığızdık, 1. sıklık, darlık; 2. müstaceliyat.
tığuu, tıkma, sokma, tıkama.
tık I : tık ele turup kaldı: şıp diye duruverdi; tık tık etken = tıkıldağan (bk. tıkılda-) ; tık-tık cötöl- : kesik kesik öksürmek.
tık II . tıkmak, tıkamak, sokmak.
tıkan, derli toplu, çevik.
tıkandık derli topluluk, dikkat. meharet.
tıkçığıy, bünyesi kuvvetli olan tıknaz.
tıkçınğda- , hareketlerinde tıknaza benzemek.
tıkçınğdat- , zorla tıkmak.
tıkçıy- , küçük, şişmanca, sık. tıknaz olmak (insan hakkında) .
tıkılda- , kesik kesik ve sık sık takırtı yapmak; tıkıldap cötölüp atat: kesik kesik ve sık sık öksürüyor; tıkıldağan: aceleci.