şıdır, şıdıra-, doğruca; sağa-sola sapmadan; engelsz ve duraklamadan; şıdır ele ötüp kettim: engelsiz geçip gittim; şıdır oku-: duraklamak_ sızın okuma; şıdır col: doğru ve düz yol; kele sala şıdır kirip ketüügö batalbadı: gelince hemen hemen girmiye cesaret edemedi; burulbay şıdıra keldim: hiçbir yere sapmadan ve duraklamadan geldim.
şırğay: kara şırğay, sarı şığay: turp kömürü nevileri.
şığır, a. 1. şiir; 2.harp seferi şarkısı.
şık I, 1. talih, saadet, muvaffakiyet; 2.teyamül; 3.istidat. kabiliyet; eldin satı aluuçuluk şığı: halkın satınalma kabiliyeti.
şık II: şık-şık: öküzü. ineği, buzağıyı keskin için kullanılan nida.
şıka-, sıkıştırmak, sım-sıkı tıkmak; tamakka şıka: tıka-basa yemek; köp şıkabasanğçı, cegençe ceyt: fazla zorlama, yiyebildiği kadar yesin; şıkay toldu: ağzına kadar doldu; tepeleme doldu; aşuuğa şıkay (yahut şıkap) barıp konduk: tam geçidin üzerine varıp geceledik.
şıkaala-, gizlice bakmak, kenardan bakmak, göz koymak, hedef edinmek.
şıkaalat-, et. şıkaala-‘dan.
şıkaaloo, gizlice bakmak, göz ucile bakmak.
şıkal-, şıkışmak. sım-sıkı doldurulmak; el üygö şıkalıp kaldı: halk eve tepeleme doldu.
şıldırkan, tütün kutusunun alt kısmındaki bir küçük halkadır, ki aly tıpayı açmaya yarar.
şılğan-, çeşitlere ayrılmış, seçilmiş; tefrik, tetkik edilmiş olmak.
şılı- 1. yüzmek, soymak, kemiklerden eti ayırmak,: 2. çaprazlamasına kesmek.
şılın-, müş. şılı_’dan; eki iyni şılınğanday salınğkı emes, ança da dığdayıp kötürülüp turbay: omuzları iğıi değil. ancak o kadar kalkık da değildir.
şılk, oynayan, sallanan.: sılk etip tüştü: beklenilmeksizin ve hızlıca düştü; şılk etme tar. bir silahın adı.
şılkılda-, 1. aynamak, sallanmak (diyelnm, iyi çakılmamış olan at na’lı hakkında); uzun şıkıldagan kerebet: uzun, gevşemiş karyola; 2.gevşemek, sölpümek.: şılkıldap uykusu kelip olturat: fena halde uykusu gelmiş oturuyor.
şıpa II, a. şifa; şıpa tap-: şifa bulmak; hastalıktan iyi olmak.
şıpılda-, 1. ıslık sesi çıkarmak (diyelim, siddetli havada oynatılan çubuk hakkında); 2. hızlıca ve çevik hareket etmek, sür’atle hareket etmek iş görmek; şıpıldap uç-: hızlı uçmak; şıpıldap bas-: ayaklarını sürükliyerek basmak; sıpıldap süylö-: homurdanarak söylemek.
şıpıldak, hamarat, titiz.
şıpıldat-, et. şıpılda-‘dan; şıpıldatıp saba-: şiddetle dövmek (diyelim, yaş çubuklarla).
şıpka-, 1.dibine kadar içmek; 2. şıpkayı: dibine kadar, tas-tamam; şıpkay baarın kıramın folk.: hiç birini bırakmadan yok edeceğim.
şıpşın - , dudaklarını şapırdatmak ( sık-sık hayret,memnuniyetsizlik beğenmeme teessüf alâmetli olmak üzere
şıptay, sıkışmış (dar giyim içinde).
şır: şır ayda-: çabuk ve doğruca sürmek.
şıraalçın, aremisiadracunculus denilen pelin.
şıralğa, avcının avladığı şeylerden veıdiği hediye; şıralğa, baatır!: av ola, babayiğit! (avdan dönmekte olana verilen selâmdır ve aynı zamanda hediyeye de telmih vardır.)
şıranğkana. f. bir şey satanın tarafından verilen hediye, bahşiş.
şırbık, cılız, sıska.
şırbınğda-, hareketlerile kuru, zayıf adamı andırmak.
şırbıy-, kuru ve arık bir görünüşte bulunmak.
şırda-, bir kenarı diğer bir kenarla birleştirerek nakış yapmak.
şırdak, “tekimat” denilen ve nakışlarla bezenmiş olan keçe.
şıdamal = şırdak.
şırğalanğ, buzla karıştırılan mayi (bu mayiin kendisi de donmaya başladığı zaman); şırğalanğ suu: buzlu su.
şırğıy, budaksız, ince ve taze çam; ince, uzun ve kuru küknar.
şırı-, teyellemek, katlayıp dikmek.
şırık = şırğıy.
şırıkta- I, şakırdamak.
şırıkta- II 1.tütsülemek (sahte tabib tedavi usüllerinden),: 2. mec. burnunu kırmak, kibirini gidermek.
şırıl-, pas.şırı-‘dan.
şırılda, çatırdamak, hışırdamak, şarıldamak.
şırıldanğ at çobanlarının şarkısı.
şırp: şırp etken can cok cok: hiçbir hayat eseri yok; şırp etken tobuş cok: tam bir sükûn, çıt yok.
şırpıda-, 1. “şırp-şırp” gibi bir ses çıkarmak (su hakkında) .:2.hışırdamak (sık ot hakkında).
şire I f. 1. şurup, çorbanın üstüne çıkan yağ tabakası, tatlı usare, şekerlilik, 2. tat, çeşni.
şire. II. 1. kaynamak (demir ve çelik hakkında): 2. dolmak (diyelim, çukurların tipi zamanında karla dolması gibi); butuma tiken ek şi-rep (yahut şirelip) kaldı: bacağıma, birçok diken battı; koydun cünü-nö kum şirep kaldı: koyun yününe pek çok kum dolmuş.
şiri, sepilenmemiş ve tütsülenmiş o-lan sığır derişidir ki kap-kacak (başlıca saba) yapmak için kullanılır, (bk. saba); şiri idiş: tüsülenmiş olan deriden yapı-an kap, deri kap; şiridey kara: zift gibi siyah.
şiirin,f. tatlı; şirin söz: hoş tatlı söz.
şiröö, 1. işs. şire- II 'den; 2. maden to-tozu; altın menen kümüştün şiröö. sünön bütköndöy folk.: altınla gümüş tozundan yaradılmış gibi.
şiş, 1. ocağın tör (bk.) e bakan tarafında çakılmış kazıklardır, ki bunlar üzerinde sergileri, giyimleri v.s. ateşe düşmekten koruyan değnek bulunur; 2. sivri uçlu herhangi bir şey; 3. arabanın dingil çivisi; şiş. tin uçuna çığardınğar anı: siz onu büsbütün hırpaladınız; şiş kebek: şiş kebabı; canı şiştin uçunda ele: hayatı tehlikede idi; şişi tolğon: "şişi dolmuş" (birçok fenalıklar yapan ve cezadan yakayı kurtaramıyacak olan adam hakkında böyle söylerler); daha ör. bk. say VII.
şonğşoy-, yukanya doğru sivrilip durmak, sivri ueile sivrilip çıkık dur., mak; krrğızdın şonğşoyğon boz üy-lörü: kırgızın sivri tepeli boz keçe evleri; şonğşoyup dağı bir eki boz uy köründü: daha bir-iki sivrilip duran boz uy gözüktü; uluğan it-tey şonğşoyup folk.: uluyan köpeğin göğdesi gibi sivrilip duruyor.
şontip =oşontüp.
şoodura-, (rad.) 1. şıngırdamak; 2. mağrur bir tavırla gezinmek.
şoola l a. şu'le; kündünğ şoolası: güneşin şulesi, şuaı; şoolası çok mec.: kabiliyetsiz.
şoola II, f. etli pirinç lapası, aydınlanmak.
şoolalan-, aydınlanmak.
şoolldo. = şuulda.
şoona, deve yününden kaim iplik.
şooşak, 1. bir sert -bataklık otunun adı; 2. parmak; on şooşağı: on parmağı; 3. pençe, el.
şoot.,1. sözü başka bir konuya çevirmek, başka tarafa çekmek; oyunğa şoot: şakaya çevirmek; 2. baha. ne bulmak; 3. azarlamak; iğneli imalarda bulunmak.
sootuu,1. başka bir yana, başka bir konuya çevirmk; 2. tevbih, sitem, serzeniş.
şopoy. = şodoy-.
şopur = şofer.
şor I, tuzlak yer, çorak; mec. felâket; körböğönü kör boldu, içpege-ni sor boldu folk.: her türlü felâket ve mihnetlere katlandı (harfiyen görmediği yalnız kabir oldu, yemediği yalnız çorak oldu); sor manğday: talihsiz, betbaht; soru kattı: felâket çarptı; soru arılbağan: kaygılar ve mahrumiyetler yükü altında foukınan; kör kılıp, sor kılıp: her türlü çarelere usullere baş vurarak; sorumdu kaynatpa!; rahatımı kaçırma, beni kızdırma!; şordunğ soru usul!: asıl felâketin büyüğü budur!
şor II: şor-şor uurta: (bir mayii) ağzı şapırdatarak içmek.
şordo., tuzlak yeri yalamak (hayvan hakkında).
şordon-: felâkete, kazaya çarpmak.
şordot: al-abalın şordottuu: onoan felâketine sebep oldu.
şorulda-, şarıl şarıl dökülmek. şoruldat-, çır-çır gibi bir ses çıkarmak (diyelim, inek sağarken); şoruldatıp saa-: gerdele düşen sütün ses çıkaracağı şekilde sağmak; şoruldatıp iç-: ağzını şapırdatarak içmek.