A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


şoruldoo, şarıltı, çağlama. şosse, r



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə76/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   90

şoruldoo, şarıltı, çağlama.

şosse, r. şose.

şovinisçil = şovinist.

şovinist = şivinizm.

şovinisçilik = şovinizm.

şovinist, r. şoven (yurtslverlikte mubalağa ve aşırı taassup gösteren kimse).

şovinizm, r. şovinizm.

şoykon, muziplik; bir soy kondu baştağam turat: bir rezalet çıkarmaya hazırlanıyor.

şoykonduu, muzip, belâlı takılgan; oozu şoykonduu! diline hâkim olmayan (konuşmasile bir tatsızlık çıkmasına sebep olabilecek kimse).

şoypokto. = şoypolokto-.

şoypolokto- 1. yaltaklanmak, yaranmaya çalışarak telâş etmek; 2. hile yapmak.

şökölö, es. kadınlara mahsus, mahrutî şekilde olan ve başa giyilecek şey.

şölbürö-, sarkmak (diyelim, arık adamin üstündeki bol giyim).

şölpöy-, sürüklenmek (uzun elbise. hakkında).

şölpöyt-, et. şölpöy-'den; eteğin şölpöytüp: eteklerini sürükliyerek.

şölpüy- = şölpöy-.

şöököt, a.: şaan şöököt: debdebe, ih-

tişam (şan ve şevket).



şöököttö-, yahut şaan- şöököt1%: tezyin etmek; muhteşem bir kılık vermek.

şpion, r. casus.

şpionaj, r. casusluk.

şpiyan = şpion.

şpor, r. mahmuz.

ştab, r. kurmay, karargâh.

ştamp, r. ıstampa, damga.

ştarap = ştaraf.

ştat, r. memurlar kadrosu.

ştempel r. damga, mühür.

ştik, r. süngü.

ştrap r. para cezası; ştraf tart-: para cezasına çarpmak, para cezası ödemek.

şturma, r. hücum.

şturmaçı, hücum müfrezesi mensu­bu.

şu = şuu I

şudunğda. = şodonğdo-.

şudunğdat- = şodonğdot-.

şuk, (Rad.) koyu, sık.

şukşurul-, kanatlarını kısarak aşağı­ya doğru atılmak (nitekim avına şiddetle atılan yırtıcı kuş böyle ya­pıyor.)

şum, kurnaz, hilekâr.

şumbul, çin. (Destanda) çin idarî memurlarından biri.

şumduk, 1. kurnazlık, dolandırıcılık hayasızlık; 2. olmadık şeyler, masal; bir künü şumduk ukpasa, ku­lak dülöy bolot ats.: kulak bir gün yeni haber duymazsa, sağırlaşır.

şumduktuu, heyecan uyandırıcı san-sasyonel, ihtimali olmayan, hayret verici: şumduktuu sözdü aytpa!: masal anlatma!

şümğuya, orobanchaceae fasilesin­den bir bitki, süpürge otu.

şumkar, sungur (kuş); küygkö şunu kar: türkistan sungurdu.

şumpay- alçak namussuz, açıkgöz,, dalavereci,

şumuray = şum.

şunğkuy- = sivrilip durmak.

şunğşuğuy = şonğşogoy; şunğşuğuy tebetey: sivri tepeli kalpak.

şunğşuy = şonğşoy.

şurak, şarak sözünün tekidir.

şurkut, 1. = şurkuya; 2. muzip, küstah.

şurkuttuk = şurkuyalık.

şurkuya, es. hafif .meşrep kadın.

şurkuyalık, es. hafif meşreplik (ka­dın hakkında).

şurt, şarta sözünün tekidir.

şuru, mercan, mercan gerdanlık.

şurulda-, şarıldamak.

şuruldat., et. şurulda-'dan.

şuştuy, kama veya diğer bir sivri uçlu nesne seklinde bulunmak; şuştuygan sakal: kama seklindeki sakal.

şuştuyt-, et. şuştuy.'dan.

şuttuu, r. şakacı, neşeli, keyfli kimse-

şutur, şatır sözünün tekidir.

şuu I: cip.şuu yahut cip-suular: her-nevi iplikler-ipler.

şuu II. fısıltıyı, burundan sık-sık nefes alırken çıkan sesi taklittir; murdiun şuu-şuu tartıp kaldı: bur­nundan sık-sık nefes aldı; kempir katun şuu üşkürüp ciberdi: koca. karı şiddetle ve yüksek sesle nefes alıverdi; cürögüm şuu etti (yahut şuu dey tuştu): (korkudan) yüre­ğim burkuldu, fena halde korktum.

şuudur, 1. hışırtı, hışıltı (ör. gk. sookum); 2. mırıltı.

şuudura., hışırdamak.

şuudurak, hışıldayan, hışırdayan.

şuudurat-, et. şuudura-'dan.

şuudurla. = şuudura-.

şuudurlat-, et. şuudurla-'dan.

şuulda., hışıltı yapmak (rüzgâr ve ağaçlar hakkında); hışırdamak; terekter şuuldayt: kavaklar hışıldıyor; şuuldap uç.: hışıltı ile uçmak; cürögüm suuldadı: (korkudan) kal­bim durdu; fena halde korktum.

şuuldat-. gürültüyü, hışırtıyı mucip olmak.

şuuldatış-, muş. şuuldat-'tan.

şuuldoo, gürültü (rüzgârın), hışıltı.

şuumıya = şumguya.

şüdünğdö-. uf ak-uf ak-adımlar atarak hızlı yürümek (başlıca, öküz, inek hakkında).

şüdünğdöt-, et. şüdünğdö-'den; oopa-zm şüdünğdötüp cügürtüp: öküzü­nü dört nala koşturarak.

şüdünğgüt, çabuk yürüyen, hızlı gi­den (öküz hakkında).

şügür — şükür.

şügürdük = şükürçülük.

şügürlük = şükürçülük.

şük, 1. sözsüzlük, sessizlik; şük otur!: rahat otur !; 2. ebediyen; nihaî ola­rak.

şüküldüü — şekildüü.

şükür. a. şükür; kuday.-ğa şükür: allaha şükür.

şükürçülük, şükretme; şükürçülük keltir- (Allaha) şükretmek.

şümşük = şumpay.

şiimüröy-, büzülmek, somurtmak, surat asmak; kunu kaçıp, sümüröyö kaldım benzi atarak somurttu.

şümüröyt-. et. sümüröy.'den.

şümüröyüü, işs. şümüröy-'den.

şüttüü, atılgan, gayretli, enerjik.

şüüdrüm. süüdrüm. f. çiğ.

şüüşün, 1. gereği gibi kızartılmamış, haşlanmamış olan etteki kan; 2. kad. kan.

şüy-, örmek, düğümleyip bağlamak (saçı, kuyruğu); attın kâkülün şüy, (koşu için) atın perçemini örerek bağlamak; attın kuyruğun şüy-: atın kuyruğunun (yukarı kısmını) bağlamak.

şüyül-, pas, şüy-'den; çal kuyruğu şüyülgen: yelesi, kuyruğu demet şeklinde bağlanmış.

şüyülüü, demet şeklinde bağlanmış (yele kuyruk perçem hakkında).

şvits, r. isviçre cinsi inek.

T

taa I, aşığın alçı'ya (bk.) karşıt olan yanı.

taa II = tay I

taaeenğ bk. tay I

taacı = tacı.

taacım a., hürmet tazim; taacım kıl-: hürmet etmek, tazim eylemek.

taala a., yüce (Allahın sıfatıdır).

taalay a., talih, kısmet; taalayıma cazılğan: benim kısmetimmiş.

taalayluu, mesut;; taalayluu baldarıbız: mes'ut çocuklarımız (daha ör. bk. tabarik).

taalaysız, talihsiz, uğursuz, beceriksiz.

taalaysızdık, talihsizlik, uğursuzluk, aksilik.

taalim a., taalim al-: talim görmek

taamay , düz, doğru, açık, vazıh; taa­may col: doğru ve düz yol; taamay ayt-: dosdoğru, dürüst söylemek; taamay tiydi: tam hedefe değdi; taamay çeçilgen masele: vazıh su­rette halledilmiş mesele; taay.taamay: doğruca; taamay kırk cıl bol­du ele folk. tam kırk yıl geçti.

taamp, ger. tam-III’ten.

taan I, yahut çökö taan: alaca karga Lâtince adı colaeus olan bir çeşit kargadır, m.); ak tumşuk taan: alp dağlan alaca kargası; ak mo-yun taan: bayağı alaca karga; kızıl tumşuk taan: Lâtince adı pyrroco-rax olan karga; sarı tumşuk çökö taan: ingiliz alaca kargası.

taan II: al maa taan: o bana aitir; adam taam takır çok, malğa katır can eken folk.: insan kılığı yok, hayvana benziyor.

taana, yahut uu taana bir zehirli otun ismidir.

taandık, aidiyet, mülkiyet; bul maa taandık at: bu, bana ait attır; ta-andrk kurandısı: gram. mülkiyet affiksi; taandık ayruuçu gram. mülkiyet attribut'si.

taam-, tanımak; itiraf etmek.

taanıgıs, tanımıyacak; tanımaz; taanığıs bolaıp özgörgön: tanınmıyamıyacak derecede değişmiş.

taanığsız = taanığıs.

taanıl, tanılmak, itiraf edilmek.

taanıldır-, et. taanıl-'dan.

taamınal, alâmetli işaretli, bildik, ta­nıdık; taanımal üygö keldi: tamdık eve geldi.

taanış I, tanıdık.

taanış- II, birisiyle tanışmak, birşey hakkında malûmat almak.

taanıştık, tanışiklık

taanıştır, aşinalandırmak. tanıştır­mak.

taanıştırı I-, pas. taanıştır-'dan.

taanışuu, tanışma, aşina olma, mua­refe.

taanıt-, tanıtmak; bul kişilerge seni taanıtkan men elem: bu adamlara seni ben tanıtmıştım; babanğdı ta. anıtamî: ben sana babanı tanıtı­rım.; eyerdin kaşın taanıttı bk. kaş 1,2.

taamtuu, işs. taanıt-'dan.

taanuu, tanıma, itiraf, ilân (ikrar).

taanuuluu tanıdık, tanınmış, bildik.

taap, ger. tap. VIIden.

taar, l. dağarcık, torba; 2. kajba yünlü kumaş.

taarat — daarat.

taarı-, biçmek, testere ile biçmek (amudı veya boyuna olarak): ok cürögün taarıp öttü: kurşun kalbi delip geçti.

taarıl-, pas. taarı.'dan.

taarın-, darılmak; çok sözgö taarınat ehemmiyetsiz sözden darılıyor.

taarınçak, alıngan, çabuk darılan; kanğanda taarınçak bolot ats. kocayan adam çabuk darılıyor.

taarınçılık, darılma, alınganlık.

taarındı, talaş.

taarınıç = taarmçılık.

taarınt-, et. taarm-'dan.

taarıntuu, işs. taarıntjtan.

taasır = taasir.

taasirdüü = taasirdüü

taasir a. 1. intiba; 2. tesir, etki; taa­sir çöyrösü: nüfuz bölgesi.

taasirdüü, l intiba veren; 2. tesirli, etkili.

taasirlen-, 1. intiba almak. 2. müte­essir olmak, bir şeyim tesirini duymak.

taasirlent., et. taasiren-'den.

taat, a. itiaat boyun iğme (Allaha itaat); taat-iybadat: (Allaha) ita­at, ibadet.

taazım = taacım.

taba I, başkasının felâketine sevin­me; duşmanğa taba, dosko külkü bolbo!: ats. düşmanı sevindirme, dostlar güldürme!; tabası kandı: birisinin belâ ve musibtini göre­rek svindi.

taba II, tava, küçük tava.

tabaağan, 1. hazır cevap olan, çare bulan; 2. tedarik etmesini bilen (çok tedarik eden).

tabak I, tahta çanak; ak tabak: mi­neli, emayye çanak; tabak tart-: sofraya yemek vermek, sunmak; tabağın özünö tartaibız yahut öz tabağın özünö tarttırabız: mec. ay. nı şeyle mukabele deceğiz; ala ta­bak bk. ala 2.

tabak II, yaprak (kâğıt); tabaka; basma tabak: tab. matbu kâğıt tabakası, forma.

tabakta-: tabaktap: tabak-tasbak (al­mak, dökmek; dağıtmak, sunmak); tabaktap tart-: tabaklarla vermek, sunmak; kazanasın eline bölüp bergen tabaktap folk.: haznesini halka cömertlikle (harfiyen.: tabaklarla) dağıttı.

tabaktaş, kazan ortağı.

tabala-, başkasının felâketine sevin­mek.

tabaloo, başkasının felâketine sevinme.

taban = aça 2.

taba, kon. 1. zr tovar; 2. bir nevi ku~ maş.

tabarak = tabarik.

tabarduu, kon. = tovarduu.

tabarduuluk, kon. — tovarduuluk.

tabarış r. kon. arkadaş, «yoldaş».

tabarik, a. mukaddes, mübarek, u-ğurlu; taalayluu taksir kedeykan, tabarik sizdin kebinğiz folk.: mes­ut kedeykan, söylediniz sözünüz mükemmeldir.

tabarsık, sidik kovuğu.

tabel, cetvel.

tabii-, bulunmak; tabılğan akıl: ga­yet makul,

tabılğa, 1. herhangi bir ele geçirilen şey (hediye kazanç, ganimet ve başkaları) 2. dostları yahut akra­baları ziyaret sırasında alman ar­mağan; 3. bukunan şey. bulungu.

tabılği. Lâtince adı spiraea olan bir

ağaç.


tabıluu, işs. tabıl-'dan.

tabın., tapmak; tapınmak.

tabınuu, tapma, tapınma.

tabip, a. tabip,. mutatabbip.

tabış I = dabış; tabış-tubuş bk. tu-

buş; bir taibiştân: bir ağızdan.



tabış II, 1. buluş; tabış atooç grajn.

akkuzatif; 2. kazanç.



tabış-III. 1. hep beraber bulmak; 2.hep birlikte kazanmak; 3. anlaşmak, barışmak

tabışker k-f. iyi kazanan (tedarik etmesini, kazanmasını bilen)

tabışmak, bilmece.

tabışmaktuu, bilmecelik, muamma; tabışmaktuu sır: bir muamma olan sır.

tabışta-, seslenmek, batırmak.

tabıştan-., ses çıkarmak; tabıştağan çel: uluyan rüzgâr.

tabıştır-, 1. buluşturmak; 2. barıştır­mak.

tabışuu, 1. buluşma; 2. barışma.

tabıt l, a. ölü taşımak için sedye; 2. tabut.

tabıt II, antreneman, temrin, talim; tabıtı katuu: talime gelmiyen, talim ve terbiyesi güç olan; tabıtına keltir-: talim ve terbiyesini yerine getirmek; atımdı, kaışumdu tabı­tına keltir tim: atımın ve alıcı ku­şumun antrenemanı tamdır.

tabıyğat, a. tabiat; tabıygat tanuu: tabiatı tetkik.

tabıyğı, a. tabiî; tabiyğı baylıktar: tabiî servetler.

tabiyğat = tabıygat.

tabitsa, r. “tablitsa": cedvel.

tabuu, 1. bulma, meydana çıkarma; oylop tabuu: ihtira, icat; 2. kazanç, oylop tabuu: ihtira, icat; 3. kazanç, çalışmak suretiyle edjoıen nesne.

tabuucu, 1. bulucu;; oylop tabuuçu: ihtira eden, icat eden; 2. çalışıp kazanan

taca-, (karş. cada-) nefret hissetmek; ay tıp oturup, tacadım: söylemek­ten bıktım.

tacaal. a. 1. deccâl; tacaal çığar mezgidi: 1) tacaal'ın çıktığı zaman; 2) mec. halkın başına gelen "felâket ve musibet günleri; 3. korkunç şey, gaddar..

tacaaldık, gaddarlık.

tacat-, et. taca-'dan.

tacı, f. 1. taç, çelenk; 2. ibik

tacıdar. f. taç giymiş; başına iklil komjuş olan.

tacırıyba, a-.-tatbikat, tecrübe.

tacırıybala., tecrübe etmek, tatbika­tını yapmak

tacrıybaluu, tecrübeli.

tacırıypa = tacırıyba.

taciriyba = tacırıyba

tacoor (Rad), rakı saklamak için kullanılan deri tulum.

tağa. dayı.

tağdır, a. takdir, kader, kısmt alın yazısı; teskerl tağdır; ters takdir; tağdırı bir uuç boldu: içinden çıkıl­maz bir duruma düştü, helak ya­kasına geldi.

tağın., takınmak; bermet menen şurunu ayabay boyğo tağınıp: folk. birçok boncuklar ve gerdanlıklar takınarak; kılıçınğardı tağmıp, atınğarğa mingile: folk. kılıçlarını­zı takınarak atlara bininiz!; orden tağın.: nişan takınmak.

tağınış- muş. tağın-'dan; tağınıştı kılıçtı folk.: kılçları kusandılar.

tağınt, et. tağm-'dan.

tağınuu, işs. tağın-'dan.

tak ı, f. 1. dürüst, derli toplu, muay­yen; tak künü bugün: tam bugün; tak tüştö keldim: tam öğle zamanında geldim; Talastınğ tak bo­yunda: tam talaş kıyısında tili tak; dürüst ve açık ifade etmesini bilen; tak ayt: dosdoğru, açıkça söylemek; tak esep yahut talana tak esep: tam hesap; alasa beresege tak: alacak-verecek hususunda dikkatlidir; tapa tak= tapatak; tak bölüüçü mat.: tam, eksiksiz bölücü (kasım) 2. tek (çift olmıyan), biricik; cuppu tak? tek mi, çift mi? (oyun); tak öt-: hayatı yalnız (evlenmeksizin) geçirmek; tak san mat.: tek sayı.

tak II, f. taht; altın tak: altın taht; tağınan tayğıldı, bk. tayğıl-.

tak III f. yara izi, benek, leke; ak tak: onulan yaranın yerinde beyaz leke; cürökkö (yahut könğülgö) tak sal.: incitmek, müteessir eylemek; köngülünö tak salba folk: onu incitme, gönlünü kırma.

tak IV: ak etkende tak etet: büyük sabırsızlıkla bekliyor; tak kat: do­na kalmak, büsbütün dinmek; tak kattım, tak kattım: guguk kuşunun sesini taklittir, ki güya yazın bu kuş otların kuruyacağından haber veriyormuş; tak kötör- 1) (bir ağırlğı) yakarıya kolay ve çabuk kaldırmak; 2) mec. ifratla ve müba­lâğa ile övmek; tak sekir-: birden bire sıçramak; tak katır-: hiç bir şey vermemek, boş elle çevirmek; tak tuk: takırtı; tak teke. bk. teke 1.

tak- V, 1. takmak, asmak; orden tak .: nişan takmak; ükü tak-: (kalpa­ğa) baykuş yahut puhu tüyünden süs takmak; topçu tak-: düğme takmak; 2. calğan material tak-: birisine yalan, kirletici mevad is­nat etmek.

tak VI, f. tüp (bk.)’ten bir parça yukarı eleçek (bk.) üzerine sarıl­mış olan bez parçası.

tak! VII. at üzerine bağırış = koş IV. ancak bu bir tek at için kullanılır; tak-tak: at ayak patırtısını taklit, tir.

taka l 1. nal (at ve ona benzer hay. vanların tırnaklarına vurulan de­mir); taka kak-: nal takmak, nal vurmak; 2. ökçe

taka II, top (başayı denilen kumaş topu. bk. başayı)

taka III: taka. tak-tak: ölçülü takır­tıyı (mes. vagon tekerlekleri takır­tısı) taklittir.

taka- IV, sımsıkı yaklaştırmak, ya. naştırmak; tamğa taka-: duvara yanaştırmak.

takaat = takat.

takal, sımsıkı yanaşmak, dayanmak.

takala-, nal vurmak, nallamak; attı takalasa eşek butun kötöröt ats. at nallanırken eşek bacağını kal rır; eşek takala- yahut çoçko taka-la-: boşta gezmek, işsiz dolaşmak; tilinğîdi takalaba: saçmalama, bo­şuna övünme; meni takalap ketti: beni kafese koyup gitti, dolandırdı.

takalat-, et. takalardan; men baldaığa takalatıp iydim: çocuklar beni kafese koydular, çocukların tuza­ğına düştüm.

takalatuu, işs. takalardan.

takaloo, nallama, nal vurma.

takaluu I, 1. naili; 2. mec. at; takaluudan tay kalbay keldi, tayluudan tay ak kalbay keldi: nallıdan tay geri kamadı, taylıdan da değnek geri kalmadı" (büyük küçük, de­recesine, mevkiine bakmaksızın herkes geldi).

takaluu, işs. takal'dan

takana: kam takanasız yahut kam takanası çok: gamsız, kaygısız ke­dersiz.

takanasız, bk. takana.

takanç = takançik.

takançık, kendisine dayanılabilen nesne: dayanak.

takancıkta.. dayamak; takançıktap bas-: bir ayakla yere adamakıllı basarak, ötekisinin ucunu hafifçe yere dokundurarak, sekerek yürü­mek (topallamak); butun takan­çıktap basa albadı: acıyan ayağına hafifçe dayandı ve yürüyemedi.

takat, a. sabır, tahammül, takat ber -; baskıya karşı komak, dayanmak, mukavemet etmek.

takay-, sımsıkı, çok yakın, israrla takay işte-r özenle (sebatlılıkla) çalışmak; işençilikti foolşevikterçe takay iştöö menen aktoonu özünün milde ti dep esepteyt: özenle çalışmak suretiyle itimadı hakketmeyi kendisinin bir borcu sayıyor; planların takay turup turmuşka aşınp kelişken: kendi plânlarını onlar ısrarla tatbik ettiler; takay otur-: sı­kışarak oturmak; munu takay oturğan kişi kılat: bunu yalnız üzerin­de özenle duran adam yapabilir.

takay II yahut eşektin takayı, sıpa.

takdır = tağdır.

takı-, bıktırmak, takılmak, sırnaş­mak; takıp ele surap kaldı: sualler ve soruşturmalarla canımı çıkardu

takıbaa, a. dn. perhizkârlık, takva muttaki.

Takıbaala-, Allahdan korku ve takva göstererek, .günahtan sakınarak bir iş yapmak.

takıbaalık, dn. takva, günahtan sa­kinlik, zühüt.

talakta-, I. acele ettirmek; 2. zorlamak ısrar etmek.

takıl-, sıkışık vaziyette, son derecede müşkülât içinde bulunmak; çöptön takıl-: kuruot ihtiyacı içinde bulun­mak.

takılda-, takırtı yapmak; takıldap ele süylöyt: beyhude yere çene çalı­yor.

takıldat-, İ. takırtı çıkartmak; 2. ağız: şapırdatmak;- takıldatı sor-: ağız şapırdatarak emmek; takıldatıp çatta-, bk. çatta 3.

takım, dizin iç yanı; takımğa bas— üzengi kayışı altına koyarak kıstır­mak, (atlı hakkında); kuu takım: kurnaz,, sokulgan..

takıldat-, 1. takırtı çıkartmak; 2. ağız şapırdatmak; takıldatı sor.: ağız şapırdatarak emmek; takıldatıp çatta-, bk. çatta 3.

takımda-, 1. yakından takip etmek, geri kalmadan kovalamak; 2. peşi. ni bırakmamak, takılmak, kusur aramak.

takımdaş-, muş. takımda’dan.

takır, 1. çıplak, bitkisiz, otsuz; takır baş: matruş kafa, saçsız baş; 2. çıplak arazi, ot bitmiyen balçıklı top­rak; 3. katiyen, büsbütün (menfi cümlede); takır kaltırbay cedi: hiç bir şey bırakmadan yedi; takır çok :katiyen yok; hiçbir şey yok; bizdinğ ölkabüzdö cumuşsuzduk takır çok: bizim memleketimizde işsizik katiyen yoktur.

takıray-, bitksiz kalmak, çıplak ol­mak.

takırayt-, bitkiden mahrum etmek, çıplak bir hale komak; baş takırayt-: matruş kafayı teşhir etmek.

takırçak, çıplak; tap takırçak: çır il çıplak, ter temiz olarak.

takıya, a. takke; kep takıya: kadın­ların eleçek (bk.) altından giydik­leri beyaz takke; takıya saydı: kırgiz gençliğinin düğün oyunların­dan biridir ( bu oyun sırasında ge­linin takkesi değnekle düşürülürdü).

takıyaluu, 1. takkeli; takke giymiş; 2. mec. olgun kız.

takkıç, takıntı, takılan nesne; töbögö takkıç yahut eleçek takkıç: pamuk­tan yapılan, kumaşa sarılan ve ele­çek’e (bk.) konulan küçük kürecik.

takma, takılmış, iğreti; takma çaç: takma saç, iğreti saç örgüsü.

takmaktak = takma-tak bk. tak I, l.

takmaza, komuz için (bk.) bir melo­dinin adıdır.

takmazala-, istihza karışık payla­mak, azaralmak (çok iyi, âlâ, bu­nun nasıl ya unuttururum 'ben sa­na; bakalım bu nasıl oluyormuş ve s. gibi).

takool, 1. kuvvet, gayret, enerji; 2-takviye, istinat, destek; değenime köngün dep, takool bölüp bergin, dep folk: benim sözlerime uy diyerek, bana destek ol,.diyerek.

taksir, a. es. efendi (kendisiyle konu. sulan kimseye tevcih edilen hür­met sözüdür).

taksız I, lekesiz, lekelenmemiş olan.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin