Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə22/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   52

HİNDİ Orta kalitede bir kâğıt nev'i. Hindistan'dan geldiği için bu isimle anılırdıM.Sertoğlu.

HİNTOV Koçu nevinden bir araba: Uzun seyahatler için bilhassa tercih olunurdu. Kelimenin aslı Macarcadır. (Bak. Koçu)M.Sertoğlu.

HİSAR ERİ Hisarları yâni kaleleri muhafaza etmekle mükellef bir cins asker. Bir kalede bulunan ve kaleyi korumakla vazifeli olan daimî askerin kumandanına dizdar denirdi. Kalede, onun emri altında azab, faris denilen süvari ve piyade askerden başka topçu, humbaracı ilh... ve hisar erleri bulunurdu. Hisar erleri, yaşlanıp yahut harbdo sakatlanıp sefere gidemiyecek hale gelen yahut da bir kabahati dolayısiyle ocakta tutulması artık caiz görülmiyen yeniçerilerden tâyin olunurdu. Hisarlarda ve bilhassa mühim hudut kalelerinde bundan başka icabında merkezden gönderilmiş Kapıkulu askeri de bulunurdu. Bunlara Nöbetçi denir ve muayyen müddetler içinde değiştirilirlerdiM.Sertoğlu.

HİSAR GEDİĞİ Hisarlarda daimî olarak hizmet edenlerden belli ve değişmez sayıda ve tımarlı olanların bu vazifelerine verilen isim. Seferde değil de rahat döşeğinde ölen tımarlı süvarilerin evlâtlarına Hisar gediği verilirdi. Bundan başka, harblerde yararlık gösteren gönüllülere tevcih olunurdu. (Bak. Gönüllü)M.Sertoğlu.

HİSAR-I KÜÇÜK Dimetoka'nın diğer adıM.Sertoğlu.

HİSSE Bir tımar sipahisinin tımarına kılıç veya iptidadan sonra terakki yoluyla eklenen miktar. Vefatında hisseler düşer ve tımarı yine kılıç miktarında' kalırdı. Bunun bir adı da İfraz idi. (Bak. Kılıç, Tımar)M.Sertoğlu.

HİSSE-İ MÎRÎ (Bak. Suğla yer)M.Sertoğlu.

HORASANÎ Yünden yapılmış, ucu sivri külah. Osmanlılar ilk zamanlarında kullanmışlardır. (Bak. Selimi, Mücevve-ze)M.Sertoğlu.

HOROS GEDİĞİ Değirmenlerin atla çevrildiği devirlerde değirmen gediklerine verilen isim. Diğer esnaflarda olduğu gibi değirmencilerde de gedik usulü, yâni muayyen sayıda olmak ve sayıları değişmemek sistemi vardı. Bir gedik, muhtelif hisselere bölünür ve herkes bir hisseye sahip olurdu. Horos gediği evvelâ dört hisseye ayrılır, her birine beygir denirdi. Bir beygir ayrıca yirmi dört mıh sayıldığına göre bir horos gediği doksan altı hisse idiM.Sertoğlu.

HOTOZ Kelimenin aslı kotoskaytas'-tır. Eskiden kadınların başlarına giydikleri serpuşlardan birisinin adıdır. İnce ipekli tülden yapılır ve düşmemesi için başa iğne ile tutturulurdu. Bir çok nevileri olup meşhurları şunlardı: Duduburnu, felek tabancası, gelin sorgucu, saraylı, çimdik, kürdî, zeyrek yokuşuM.Sertoğlu.

HRİSTOS KULESİ (Bak. Galata kulesi)M.Sertoğlu.

HUDDAM Hizmetçi, uşak mânasına olan hadim kelimesinin çoğulu. Doğu gizli ilimlerinde insanlara esir olmuş olduğu ve onların hizmetinde bulunduğu farzedi-len cinler de bu adla anılırdıM.Sertoğlu.

HÛKEŞAN Yeniçeri Ocağında doksan dokuzuncu cemaat ortasında bulunan ve vazifeleri sabah ve akşam ordunun selâmet ve muvaffakiyetine dua etmek olan bektaşi dervişleri. Bunlar, 1591 tarihinde ihdas olunmuşlardır. Merasimlerde bunlardan sekiz tanesi yeşil çuha üst elbisesi giymiş ve yumruklarını midelerine bastırmış bulundukları halde Yeniçeri Ağasının önünde yürürler ve en kıdemlileri yüksek sesle mütemadiyen Kerimallah diye haykırdıkça, öbürleri Hû... diye mukabele ederlerdiM.Sertoğlu.

HULEFA-1 MATBAH Saray mutba-hında çalışan aşçıların bir nevi. Enderun-lulara ait yemekleri pişirenlere Hulefa-i matbah-ı ağayan ve harem kısmına ait yemekleri pişirenlere Hulefa-i matbah-ı has deirndi. Bunlar kalfa derecesinde olup terfi ederlerse, Usta, yani Üstad olurlardı. Kalfaların maiyetinde çıraklar da mevcut idi ki, bunlara Şagird denir ve zamanla yetişip kalfa olurlardı. (Bak. Matbah-ı âmire)M.Sertoğlu.

HÜLLE islâm şeriatında bir kimse karışım ancak üç kere boşıyabilirdi. Üçüncüden sonra tekrar nikâhla alamazdı. Üç kere boşadığı karısiyle yeniden evlenebilmesi için o kadının bir başka kocaya varıp ondan dul kalması veya ayrılması lâzımdı, işte, üç boşamadan sonra karısından vazgeçemeyip tekrar evlenmek isti-yenlerin kadını başkasına hikâhlayıp ayırtmalarına hülle denirdi. Hüllenin sahih olması için nikâh ve zifafın, yâni kan koca olmanın bütün şartlarının cari olması şarttı. Hülle yaptırmak için ekseriya âmâ, yahut gelip geçici, garip, yabancı kimseler aranır ve bunlara hulleci denirdi. Onlar da muayyen bir ücret veya hediye karşılığında bu işi yaparlardı. Bazan da kadını boşamazlar, bir nevi şantaj yaparak pazarlıktan daha fazla para kopartırlardı. Buna mukabil hüllede sevişip bir daha aynlmıyan çiftlere de rastlanırdı. Buna ise hülleden kan almak denirdi, işte aslında boşanmaları önlemek için konan îslâm dininin bu hükmü, böyle şer'i bubiyle ile âdeta bertaraf edilmiş olunuyordu. (Bak. Talâk-ı selâse). Bukelime aynı zamanda biniş cinsinden bir elbise mânasına da gelirdi. (Bak. Biniş)M.Sertoğlu.

HUMBARA Demirden veya tunçtan dökülmüş, içi bos ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler konarak düşmana atılan harb aleti. Bâzıları top, bâzıları el ile atılırdıM.Sertoğlu.

HUMBARACI Kumbara denilen harb aletini kullanan kimse. Kumbaracılar üç kısımdı: 1 — Cebeci Ocağına bağlı humbaracı- lar. Bunlar daha ziyade bumbara imali ile meşgul olurlardı. Kumbara atmak lâzım gelirse el ile atarlardı. 2 — Topçu Ocağına mensup humba- racılar. Bunlar, topla bumbara atarlardı. Bu iki cins humbaracı Ulûfeli, yani üc retli Kapıkulu askeri olup topçularla bir likte maaş alırlardı. 3 — Kale muhafazalarında bulunan humbaracılar. Bu nevi humbaracılar tı- marllı idiler. Bütün bu üç çeşit humbaracılar, İstanbul'daki Humbaracıbaşı'ya tâbi bulunurlardı. Kumbaracı Ocağı, bilhassa Tımarlı humbaracıların ihmale uğraması yüzünden zamanla zayıflamış ve ehemmiyetini kaybetmiş iken 1729 da Türkiye'ye iltica eden ve müslüman olup Kumbaracı Ah-med Paşa adını alan Kont Bonneval'ın himmetiyle ıslah ve tensik olunmuştur. 1783'te yeniden ele alınıp mükemmel bir hale konmuş, 1792'de Tımarlı fasmı kaldırıp hepsi Ulûfeli olmuşlardır. (Bak. Humbarahane)M.Sertoğlu.

HUMBARACIBAŞI (Bak. Humaracı),

HUMBARA ÇÖMLEĞt Pişmiş topraktan Kumbara döküm kalıbı. Bir tanesi bir kere kullanılırdı. Döküm sırasında çatlamaması için fazla pişirilmezdi. (Bak. Kumbara)M.Sertoğlu.

HUMBARAHANE Türkiye'de ilk açılan askeri okullardan biri. Hendesehane adlı mekteple birlikte 1734'te Üsküdar'da Toptaşı'nda açılmıştır. Bir müddet sonra yeniçerilerin istememesi üzerine kapanmış ve 1759'da Koca Ragıp Paşa'nın himmetiyle tekrar Karaağaç'ta açılmıştır. Tedrisat burada bir müddet devam ettikten sonra 1792'de humbaracıların son ıslahı sırasında Halıcıoğlu'nda Humbarahane kışlası El. Selim tarafından yaptırıldı. (Bak. Kumbaracı). Nihayet 1795 yılında Mühendishane açıldığı zaman ilga olunup talebeleri oraya naklolundu. (Bak. Mühen-dishane-i Berri-i Hümayun)M.Sertoğlu.

HUMUS YAPAĞI BEDELİYESİ (Bak. Yapağı bedeliyesi)M.Sertoğlu.

HURÇ Meşinden yapılmış ve üzerinde hayvan sırtına yüklendiği zaman bağlanacak kayışları bulunan büyük, heybe veya sandık. Eskiden yolculuklarda çok kullanılırdıM.Sertoğlu.

HURDA AKÇE Ayarı düşük ve muhtelif şekilde hileli ve bozuk akçeye toptan verilen isim. (Bak. Züyuf akçe)M.Sertoğlu.

HURUÇ AL-ES-SULTAN Meşru tanınan hükümdara karşı isyan edip ayaklanmakM.Sertoğlu.

HUT Gökteki yıldız topluluklarından biri. Umumi şekli balığa benzediği için arapça balık demek olan hût adı verilmiştirM.Sertoğlu.

HUTBE Müslüman memleketlerinde cuma ve bayram namazlariyle yağmur vesair toplu dualarda hatip tarafından irad edilen hitabe. Cuma hutbesi farz-ı ayn olup mutlaka namazdan evvel okunurdu. Diğerlerinde bu şart yoktu. Hutbede Allaha hamdedilir, bunu Peygambere (S.A.V.) salâvat takibeder, Müslümanlar dine sarılmıya davet olunur, neticede dua ile sona erdirilirdi. Memlekette kim hü-kümdarsa hutbede onun adını zikretmek Adetti. Müslüman memleketlerinde hükümdarlığın iki belli başlı alameti hükümdar namına para bastırılması ile, hutbede adının anılması idi. Buna kısaca Hutbe ve sikke denirdiM.Sertoğlu.

HUTEN Çin'in eskiden pek meşhur olan kadim şehirlerinden biri. Ticaret yollarının kavşağı olduğu için pek tanınırdı. Arçend'in üç yüz kilometre güney doğusunda Tarım suyunun kollarından Huteni Derya'ya yakındır. İpsk ve pamuklu tezgâhları, civar dağlardaki altın, kömür ve demir madenleri, bol pirinç ve buğday mahsulü, misk ve âhulariyle şöhret kazanmıştır. II. Dünya Harbi'nden evvel elli bin kadar nüfusu vardı. Eskiden iki misli kadar kalabalık bir medeniyet ve ticaret merkezi iken Türk aslından olan halkına Çin imparatorlarının yaptıkları tazyik, ihtilâl ve katliâmlar nüfusunu a-zaltmış ve eski iktisadi ehemmiyetini kaybetmesine sebep olmuşturM.Sertoğlu.

HUZUR DERSLERİ Ramazanın birinci gününden itibaren başlanarak sekiz derste sona ermek üzere padişah huzurunda Mukarrir denilen zât tarafından verilen dersler. Mukarrirler, devrin en tanınmış âlimleri arasından seçilirlerdi. Dersin mevzuunu Kur'anın tefsiri teşkil ederdi. Osmanlı ananesine göre, Huzur dersleri Osman Gazi zamanından beri mevcuttu. I. Murad'dan itibaren ramazanlarda icra olunduğu bilinmektedir. Bu dersler sırasında Mukarrirlerin karşısında dinleyici olarak bulundurulanlara ise Muhatab denirdiM.Sertoğlu.

HUZUR MURAFAASI Cuma günleri sabah namazından sonra kazaskerler başlarında örf denilen resmî serpuşlariyle sadrıâzamın sarayına gelirler, Divanhanede Sadrıâzamın sağında Rumeli, solunda Anadolu kazaskerleri otururlar, onlardan başka Büyük tezkereci, Çavuşbaşı, Çavuşlar kâtibi, Divan çavuşları, Muhzır ağa, Bostancılar odabaşısı, Kethüda yerleri, Cebeci ve Topçu çavuşları, Kapıcılar kethüdası, Subaşı, Asesbaşı ayakta durdukları halde divana başlanır, icap eden şer'i, hukukî ve örfî dâvalar görülüp hükümler verilirdi. Divandan sonra sadrıâzamın kazaskerleri yemeğe alıkoyması kanundu. Buna Cuma divanı da denirdi. Tanzimat-tan sonra kaldırılmıştırM.Sertoğlu.

HUZUR MÜNÂDİSl Eskiden bedestende on bin guruştan fazla değerde bulunan mallar için müzayede yalnız perşembe günleri yapılırdı. Böyle mühim müzayedelere çok zaman padişahlar da geldiği için bu mezat yerine Sûk-ı Sultani ve burada tellallık edenlere Huzur Miinâdi-si denirdiM.Sertoğlu.

HÜCCET Gerek bir hükmü ihtiva etsin ve gerekse akid. ikrar, vasî tâyini gibi hukukî bir hâdiseyi tesbit gayesiyle olsun bir kadı'nın huzurunda tanzim olunan vesikaya verilen isimM.Sertoğlu.

HÜCRE Küçük oda demektir. Medreselerde talebelerin ve tekkelerde dervişlerin oturdukları odalar bu isimle anılırdıM.Sertoğlu.

HÜDAVENDİGAR, HUDAVENDİGÂR Farsça Hudâvend kelimesinden gelir. Mânası sahip, hükümdar, beğdir. Osmanlı tarihinde bu kelime; Padişah L Murad'ın unvanı ve merkezi Bursa olan, önce sancağın, sonra da vilâyetin adı olarak geçer. (Bak. Hüdâvendigâr sancağı, vilâyeti)M.Sertoğlu.

HÜDAVENDİGAR SANCAĞI, VÎLAYETİ Bursa'nın, Orhan Bey tarafından, fethinden sonra burası civan ile birlikte sancak olarak Şehzade Murad Bey'e verildi. Tarihî ananelere göre, işte bu be-ğin unvanının Hüdâvendigâr olması dola-yısiyle, önce sancağa ve sonra da vilâyete aynı isim verilmiştir. Hüdâvendigâr sancağı, İstanbul'un fethinden sonra Anadolu eyaletini teşkil eden sancaklar arasına katıldı, idarî bakımdan bu halini XIX. Yüzyıl ortalarına kadar muhafaza etti. önce 1841 de, merkez Kütahya olmak üzere vilâyet yapıldıysa da, 1859 da tekrar sancak haline kondu. Fakat, 1867 tarihinde kafi olarak Hüdâvendigâr vilâyeti teşkil edildi. Bursa, Ertuğrul (Bilecik), Kütahya, Afyonkarahi-sar, Karasi (Balıkesir), Kocaeli (1867 den . sonra İzmit sancağı denmiş, 1888 de de Müstakillen Mutasarrıflık olmuştur.) gibi bazan miktarları artan veya azalan beş sancağı ile bir buçuk milyondan fazla nüfusu vardı. Merkez sancağı Bursa {ilk Hüdâvendigâr) sancağı idi. Adı geçen sancak gerek ilk zamanlarda, gerekse Anadolu eyaletine katıldıktan sonra Timur'un Anadoluyu istilâsı hariç (1402), hiç bir yabancı hücuma uğramadı. Ancak bazı iç karışıklıklarda, bilhassa Bayezid-Cem mücadelesinde, tazyikler gördü. Vilâyet olduktan sonra da imparatorluğun çöküşünde Yunan istilâsı felâketi vukubuldu. (1920 Temmuz)M.Sertoğlu.

HÜKM-t HÜMAYUN Ferman demektir. (Bak. Ferman)M.Sertoğlu.

HÜKM-İ ŞER'Î Müslümanların yapması veya yapmaması gereken şeyler hakkında islâm şeriatının emriM.Sertoğlu.

HÜKM-t ŞERİF Ferman demektir. (Bak. Ferman)M.Sertoğlu.

HÜKÜM Divan-ı yümayundan padişah namına sâdır olan kararlar. (Bak. Ferman)M.Sertoğlu.

HÜMAYUN Osmanlı padişahlarına ait bir tazim sözü. Fransızca imperial ve lâtince auguste tâbirlerinin karşılığıdır. Hüma veya hümay farsçada, umay türk-çede efsanevî, uğurlu, kudret ve azamet sahibi bir kuşun adıdır. Oğuz Türklerinde hakanlara ait bir totemdi. Bu eski ananeden Osmanlı Türklerine de intikal, etmiştir. Padişahların şahsına veya kendilerine taallûk eden şeylere izafe olunurdu. Zâtı Hümayunları ve Tuğrayı Hfiraa-yun ilh. gibiM.Sertoğlu.

HÜNKÂR Aslı Türkçede ve Uygur lehçesinde bulunan unkar kelimesidir. Talihli, umduğuna ermiş, muvaffak olmuş demektir. Osmanlı padişahlarının unvanıdır. Osmanlılar; sultan, padişah gibi tâbirleri başkaları hakkında da kullandıkları halde Hünkâr sözünü hükümdarlarından gayrisi için asla istimal etmemişlerdir. Sırf Osmanlı padişahlarına kıskançlıkla tahsis olunmuş bir unvandırM.Sertoğlu.

HÜNKÂRA ÇATMAK Haremde, Harem dairesine mensup kadınların hünkâra rastlaması hakkında kullanılan bir tâbir. Hünkâra çatmak, hürmetsizlik addolunduğundan bundan mümkün olduğu kadar sa-kınıhrdı. Padişahlar Harem dairesinde dolaşırken altı gümüş çivili ayakkabı giyerler, bu suretle geçtikleri belli olurdu. Onun ayak sesini duyan kadınlar ise birer tarafa sinerlerdi. Bu usul Tanzimatı müteakip terkolunmuşturM.Sertoğlu.

HÜNKÂRBAHÇESİ SARAYI (Bak: Edirne sarayı)M.Sertoğlu.

HÜNKÂR BAŞTARDESİ (Bak. Baştarde-i hümayun)M.Sertoğlu.

HÜNKÂR ÇAVUŞU Abdülâziz devrinde ihdas edilen bir saray memuriyeti. Resmî adı Maiyyet-i seniyye çavuşu idi. Sarayın muhafaza, davet ve tebliğ işlerinde kullanılırlardı. Bunlar, saray mensuplarının, ileri devlet erkânının çocuk-lariyle akrabalarının çocukları ve onların tavsiye ettikleri gençler, gösterişli askerler, yabancı memleketlerden iltica eden tanınmış yabancıların çocukları arasından seçilirlerdi. Kabiliyetli olanlar subay ve yaver olurlardı. Sayıları yirmi kadardı, ilk zamanlarda muhtelif askerî sınıflara ait üniformayı giyerlerken sonraları yeknesak dragon elbisesi giydirilmiştir. Selâmlık alaylarında hazır bulunurlar ve padişah bir yere giderken arkasından atlı olarak takip ederlerdi. 1908 inkılâbından sonra askerî sıfatlan kaldırılmış ve yalnız Hazine-i hassadan maaş verilmekle iktifa olunmuşturM.Sertoğlu.

HÜNKÂR GEMİSİ REİSl Hünkûr baştardesinin kaptanı. Eskiden Gardiyan-başı olan azab reislerinden tâyin olunurken, sonraları Kcptanpnşa eyaleti derya beylerinden seçilir olmuştur. Tsrfi ederse tersane kethüdası olurdu. (Bak. Baş-tarde-i hümayun)M.Sertoğlu.

HÜNKÂR HASEKİSİ (Bak. Haseki ortaları)M.Sertoğlu.

HÜNKÂR İMAMI Padişahlar namaz kılarken onlara imamlık eden zat. Hünkâr imamları birinci, ikinci ve üçüncü olmak üzere üç derecede idiler. Birinciye Başimam da denirdi. Hünkâr imamları, cuma ve bayram namazlarında, aym zamanda halife olan hükümdar namına, onun gittiği camjlerde namaz kıldmrlar-dı. Oldukça okumuş, güzel sesli ve az çok musiki bilen kimseler arasından seçilirlerdi. En aşağı ilmî payede de olsalar, bu mevkie gelir gelmez kendilerine müderrislik tevcih olunurdu. içlerinde derece derece yükselip kazasker olanlar vardı. Bayram tebriklerinde ve cüluslarda padişah daha tahta oturmadan evvsl, içeride iken hünkâr imamının ayak üzerinde etek öperek hükümdarın devlet ve sıhhatinin devamına dua edip fatiha okuması usuldendiM.Sertoğlu.

HÜNKÂR İSKELESİ VE MUAHEDESİ Boğazın Anadolu yakasında, Beykoz'un kuzeyindeki Yalıköyü kısmında, meşhur Beykoz çayırının denize olan kıyısı. Bu çayır ve sahili Hünkâr iskelesi pek meşhur mesire yerlerindendir. Ancak: Bâb-ı âli ile Rusya arasında, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın isyanı ve Kütahya önlerine gelmesi üzerine 1883 te, Osmanlı devleti zararına olmak üzere imzalanan tedafüi ittifakın Hünkâr İskelesi Muahedesi adını taşımasiyle bu mevki sonradan siyasi sahada da meghur oldu. II. Mahmud'un, yardıma gelen Rus kuvvetlerini Boğazdan bir an evvel uzaklaştırmak için, Çar I. Nikola ile yapmak zorunda kaldığı bu anlaşma, şekilce karşılıklı yardım esasına dayanır gibi gözükmekle beraber, daha ziyade Ruslann lehine olduğu görülür. Altısı alenî ve biri de gizli olmak üzere yedi mabedden ibaret, sekiz yıl için aktedilen bu tedafüi ittifakta, bilhassa, ikinci maddede bulunan .açıklamalar Rusya'ya, her ne zaman lüzum görürse, Boğazlardan geçit isteme yetkisini hukukî bakımdan veriyordu. Üçüncü madde ile, eğer Osmanlı Devleti bir tecavüze uğrarsa, ona, Rus kara ve deniz kuvvetlerinin yardıma koşacağı vaad olunmaktadır. Fakat buna karşılık, biricik gizli maclde ile de, Çanakkale Boğazı, Rusya'nın emniyetini tehdit eden her donanmaya, genel olarak diğer bir devletin tekmil harb gemilerine kapanıyordu. Bu muahededen sonra, Hünkâr iskelesi kuzeyinde, Servi Burnu'ndaki tepede Ruslar tarafından üzerinde Rusça bir kitabe ile Pertev Paşa tarafından Türkçe yazılmış diğer bir kitabe bulunan taş dikilmiştir. Boğaziçi taşı adı ile maruf olan bu taş, Ayastafanostaki Rus âbidesi gibi, I. Dünya Savaşı başında yıkıldıM.Sertoğlu.

HÜNKÂR KALFASI Padişahların hizmetlerini gören kadınlar. Bunlar, padişahın günülk işleriyle yemeğinin hazırlanması, yatıp kalkması nevinden hizmetlerle meşgul olurlardı. Hünkâr kalfaları. Hazinedar, îbrikdar, Kilerci, Çamaşırcı, Kahveci, Kutucu kalfalar olmak üzere yedi tane idiler. İçlerinde en mühim olanı Hazinedar kalfalardı. Usta diye de anılan bu kalfaların maiyetinde yamak ve acemileri de vardı. Kendileri gedikli cariyelerdendi. (Bak. Gedikli cariye)M.Sertoğlu.

HÜNKÂR MAHFİLİ Camilerde padişahların namaz kılması için hususi olarak yapılmış yerler. Bunlar, zeminden yüksek olup, giriş kapıları ayrı idi ve kafesle bölünmüştü. Padişahlar camilere geldikleri zaman maiyetleriyle birlikte burada namaz kılarlardıM.Sertoğlu.

HÜNKÂR MÜEZZİNİ Sarayın Enderun denilen iç halkından ve Hasodadandı. Saray mescidinin Başmüezzini olduğu gibi padişahların cuma ve bayram namazlarına gittiği camilerde de o müezzinlik ederdi. Bunların maiyetinde Müezzini hassa denilen güzel sesli, musiki bilir başka müezzinler de vardı ki sayıları devre göre on beş ile otuz arasında değişmiştir. Bunlar arasında bir münhal olursa tâyinleri Kapıağasının inhasiyle olurduM.Sertoğlu.

HÜNKÂR SOFASI (Bak. Harem)M.Sertoğlu.

HÜRREMÂBÂD Vaktiyle Haliç'te Alibeyköyü civarında bulunan padişahlara mahsus bir köşkM.Sertoğlu.

ILGAR Bir yere süratle erişmek için dört nala ilerlemekM.Sertoğlu.

ISKAT Ölünün eda edemediği ibadetleri için mirasçılarının muhtaçlara verdikleri fidyeM.Sertoğlu.

ITIKNAME Azad edilen köle veya cariyelere, azadlı olduklarını ispat için eski sahipleri tarafından verilen belge. Azad kâğıdıM.Sertoğlu.

İANE-İ CİHADİYE Harp zamanlarında sefer masrafları için her yerin tahammül derecesine göre alınan bir cins vergi-

İANE-Î UMUMİYE 1852 tarihinde kâğıt parayı ortadan kaldırmak maksa-diyle bütün memur ve tüccarlardan bir defaya mahsus olmak üzere toplanan iane. Memurların ve îstanbuldaki ikametgâh veya mekân sahiplerinin yıllık gelirinden % 5, tüccar, mağaza ve akaret sahiplerinin ise yıllık kiralarının % 10 nisbetinde alınmak suretiyle toplanan bu iane bir çok halkın da gönüllü olarak i'ş-tiraki suretiyle 1,5 milyon liraya varmış ise de, bunun ancak dörtte biri bu işe tahsis olunarak mütebakisi o sırada zuhur eden fevkalâde devlet masraflarına harcanmıştı. (Bak. Kaime-i mutebere)M.Sertoğlu.

İBKA FERMANI Yeni bir cülus vukuunda başta sadrıâzam olmak üzere yerini muhafaza eden devlet ricali için sâdır olan fermanM.Sertoğlu.

İBKA HİL'ATI Yıllık memuriyet tevcihlerinde eski memuriyetlerinde kalanlara giydirilen hil'atM.Sertoğlu.

İBRAHİMPAŞA SARAYI Sultan Ah med camii karşısında Tapu Dairesi ile yeni Adliye Sarayı arasındaki bina. Kuzey deki kısmı (Firuz Ağa camii tarafı) yıkılmadan evvel 150 m. uzunluğu ve 50-75 m. arasında değişen bir derinliği olan bu saray, bodrum, zemin ve üst olmak üzere üç katlıdır. Zemin katında kuzeyden güneye doğru dört avlu vardır. Güneyde bulunanı (Marmara Üniversitesi Rektörlüğü tara fi) en geniş olanıdır. Sarayın merasim salonu buraya bakar. Genel olarak zemin katında, oda ve salon görülmez, kemerler ve tonozlarla örtülü, müteselsilen devam eden, cesim koğuşlar, mutfak daire leri v.s. ler buradadır. Üst kata gelince; umumiyetle avlulara yönelmiş, taş ayaklar üstünde devam edip giden revaklar-la 68 eda ve büyük küçük beş salonu ihtiva etmektedir. Salonlardan en önemlisi evvelce de yazdığımız gibi merasim salonudur ve bu mevkiin eski halini XVI. Yüzyıl minyatürlerinde görebiliyoruz. Diğer iki salon hemen hemen bunun yanındadır ve hepsi bir çatı altına alınmış olup bu kısım kubbeli değildir. Dördüncüsüne gelince, evvelkilerin kuzeyinde bulunmakta ve bir zamanlar maliye evrak deposu olarak kullanılan yerdi. Nihayet en kuzeydeki beşinci salon gelir; halen bu kısmın önemli bir kısmı yıktırılmış olması dola-yısiyle yoktur. Besinci salondan en son umumi hapishane olarak istifade edilmig-tir. Sarayın ilk yapılış tarihi kat'i olarak tesbit edilememekle beraber bilhassa, Kanunî Süleyman zamanında esaslı tadil ve ilâvelerde mükemmel hale getirildiği bilinmektedir. Kanunî, Veziriazamı ibrahim Paşaya kızkardeşini verdikten sonra bu sarayı eniştesine tahsis etmiş ve bundan sonradır ki daima onun ismiyle anıla gelmiştir. Damad (Makbul - Maktul) İbrahim Paşanın 1536 da katlinden sonra, burası da, Galatasarayı gibi Acemioğlanların kışlası haline getirilmiştir. Muhtelif yollardan gelen Acemioğlan-lar, burada okuyup yazdıktan, Türk - İslâm ananesiyle yetiştikten sonra içlerinden kabiliyetli olanlar Topkapı sarayının Enderun kısmına alınırlar, diğerleri ise çıkmalarda Kapıkulu süvari bölüklerinin Gu-raba kısmına çıkarlardı. İçoğlanlardas başka, burada bulunan hizmetle vazifeli Baltacı, Aşçı, Çamaşırcı, Ekmekçi bölükleri efradı ise, zamanları gelince Yeniçeri Ocağma verilirlerdi, ibrahim Paşa sarayı XVII. Yüzyıl ikinci yarısı ortalarına kadar bu maksatla kullanılmıştır. IV. Mehmed (Avcı), 1675 de buradaki Acemi-oğlanı teşkilâtını ilga ederek, içindeki Acemileri, kısmen Topkapı sarayına, kısmen de süsavi bölüklerine dağıtılmıştır. Binaya Musıla-i s'ahn payesinde bir müderris, bir de bekçi tayin edilmiştir. XVIH. Yüzyılda bazı tâdillerle mehterhane olarak da istifade edildiği görülmektedir. Son devirlerde; Maliye Evrak Hazinesi, Millî Müdafaa Evrak Hazinesi, Kolordu Anban, Umumi Hapishane, Muhtelif Askerlik şubeleri hep bu binada "bulundular. Şimdi kalan kısımları restore deilmiş ve Türk ve islâm Eserleri Müzesi olmuşturM.Sertoğlu.

İBRET TAŞI (Bak. Seng-i ibret)M.Sertoğlu.

İBRİKDAR Hasoda Ağalarından, olup padişahın leğen, ibrik hizmetine bakan kimse. Buna ibrik gulâmı da denirdi. Hasodanın ileri ağalarındandı. (Bak. Hasoda)M.Sertoğlu.

İCARE-İ MUACCELE (Bak. İcare-teyn)M.Sertoğlu.

İCARE-İ MÜECCELE (Bak. Icare-teyn)M.Sertoğlu.

İCARE-İ VAHİDE Vakıfa ait herhangi bir mülkün muayyen bir müddet için kiraya verilmesi hakkında kullanılan bir tâbir. Bu müddet, arazi ise üç, bina ise bir seneden fazla olamaz ve ak-din sona erişinde kiracı hiç bir hak iddia ve kiraladığı şeyi bagkasına ciro edemezdiM.Sertoğlu.

İCARE-İ ZEMİN (Bak. Bedel-i öşür)M.Sertoğlu.

İCARETEYN Vakıf olan bir arazi veya binanın, değeri tutarında bir miktarı peşin ve bundan başka aylık veya yıllık bir kira almak suretiyle müddet-siz olarak kiraya verilmesi. Bu şekilde kiralayan kiraladığı şeyine tamamen mutasarrıf olur ve bu hakkını isterse \ başkasına satar, devir veya hibe edebilirdi. Kendisi vakıf tarafından bir daha bu hakkından menolunamazdı. Bu usul, XVI. Yüzyıl sonunda kabul edilmişi ve büyük yangınlarla da harap olan İstanbul, bu sayede imar olunmuştur. Böylece bir vakıf için peşin verilen kiraya icare-i muaccele ve aylık veya yıllık olarak verilene ise icare-i müeccele dfr nirdi. Bu tasarruf hakkı, miras olarak da intikal ederdiM.Sertoğlu.

İCAZET Kelims mânası izin'dir. Eskidert medrese tahsilini bitirenlere bugünkü diploma aldı sözü yerine icazet aldı denir ve kendilerine mücaz adı verilirdi-. (Bak. Medrese)

İCMAL DEFTERi Arazi tahrir defterlerinin bir nev'i. (Bak. Tahrir)M.Sertoğlu.

İCMALLİ HAS Haslardan icmal defterinde kayıtlı bulunanlar. (Bak. Has, Tahrir)M.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin