HAK-I HIYAR Seçmek, tercih etmek, serbestçe karar vermek hakkı. Bir devletten öbürüne intikal eden arazi üzerinde yaşıyanların bu iki devletten birinin te-baalığını tercih etmek hakkı için bilhassa kullanılırdıM.Sertoğlu.
HAKKI TAPU Mîrî, yani devlete ait arazi üzerinde yaşıyan halkın toprağı islemek ve Rüsum-ı Şer'iyye ve Örfiyyeyi vermek karşılığında o toprak üzerinde elde ettikleri bazı haklar. Bunlar da umumiyetle ziraati üst üste üç sene terk etmedikçe o topraktan çıkarılmamak, yaylak ve kışlıklarından, akar sularından istifade etmek, serbestçe ziraatte bulunmak ve bu imtiyazları miras bırakmak ve miras olarak elde etmek ve saire gibi şeylerdi. Muayyen bir senet, yani tapu karşılığında bulundukları arazi bu şartlara riayet edenlerin uhdelerine ihale olunur ve nesiller boyunca böyle kalırdı. Osmanlı İmparatorluğunda vakıflar haricinde kalan arazi hemen tamamen mirî yani devlet malı idi. Vakıf arazisi de mülk sayılamıyacağından mülk arazi umumi yekûnun yerine göre ancak yüzde 5 -10 kadarını teşkil eder, geri kalan için köylüye hakk-ı tapu tanınırdı. Hakk-ı tepu, tasarrufa çok yakın olan haklar verirdi. Köylü, ziraati terk, meraları imha edemez, bir de bulunduğu araziyi başkasına mülk olarak satamazdı. Ancak kendi haklarını hususi anlaşmalar sonunda başkasına terk edebilirdi ki bu da bir cins satış sayılırdı. Şartlara riayet etmeyenler toprak üzerindeki haklarını kaybederler ve toprak bu şartları haiz, yani müstahakk-ı tapu olanlara Sahib-i arz tarafından yeniden verilirdi. (Bak. Sahib-i arz, Arazi, Tımar)M.Sertoğlu.
HALEB DEFTERDARLIĞI (Bak. Arap ve Acem Defterdarlığı)M.Sertoğlu.
HALEB EYALETİ Osmanlı eyâletlerinden olup biri Yurtluk ve Ocaklık olmak üzere on sancaktı. Yurtluk ve Ocaklık olan Adana sancağı idi. (Bak. Yurtluk ve Ocaklık). Zeamet ve Tımar sahipleri bin yüz elli kılıç olup Cebellile-riyle dört bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederlerdi. Sancakları şunlardı: Haleb (Merkez), Adana, Kilis, Maar-ra, Üzeyr, Balis, Birecik, Mudik, Antakya, TürkmenM.Sertoğlu.
HALELBAR Ucu piramit şeklinde demir temrenli harbe nevinden bir harb silahı. Osmanlı ordusunun ilk zamanlarında vardı. XVI. Yüzyılda terkolunmuş-turM.Sertoğlu.
HALHAL Ayak bileğine süs olarak takılan altın veya gümüş bilezik. Ayak bileziğiM.Sertoğlu.
HALİÇ TERSANESİ (Bak. İstanbul Tersanesi)M.Sertoğlu.
HALİFE Lügat mânası vekil demektir, îslâmda Allahın emirlerini tatbike devam için peygamberden sonra ona. vekil olan kimselere denmiştir. Halifelere aynı zamanda kendisine uyulduğu ve tâbi olunduğu için imam ve halifeliğe de imamet-i kübra denmiştir. İslâmda halife olacak kimsenin dört şartı nefsinde toplamış olması lâzımdı: l — İlim sahibi olmak, 2 — Tarafsız ve âdil olmak, 3 — Bu işi başaracak kudret ve kabiliyeti bulunmak. 4 — Vücudun uzuvları tamam ve beş duygusu yerinde ve salim olmak. Müslümanlar, ilk dört halifelerini serbest seçim suretiyle seçip başa geçirmişlerdi. Ondan sonra halifelik Emevi soyuna intikal edip veraset usulüne bağlanmıştır. Osmanlı hükümdarlarından Yavuz Sultan Selim zamanında hilâfet Osmanlı hanedanına geçmiş ve halifeliğin ilgası olan 3 Mart 1924 tarihine kadar devam etmiştir. Osmanlılardan 29 halife gelmiştir. Hâlen İslâm halifeliği yeryüzünde mevcut değildir. Bir şeyhin müritleri arasında mürşit olmaya ve mürit yetiştirmeye mânevi liyakat ve kifayeti olanlardan seçtiği kimselere de halife denirdi. (Bak. Tarikat). Devlet dairelerinde hâcegân'ın maiyetinde çalışan birinci sııuf memurlara ve kâtiplere de bu unvan verilirdi. (Bak. Hâcegân-ı Divan-ı Hümayun). Bundan başka eski mekteplerde öğretmen yardımcılarına Halife ve daha sonraları bundan bozma olarak Kalfa denmiştir. Bunun gibi En-derunun Büyük ve Küçük odalarının itibar sahibi oğlanlarına (Bak. Büyük oda, Küçük oda). Zülüflü baltacılar'dan Aya-aofya derslerine devam edip yetiştikten osnra Harem ağalarını okutanlara (Bak. Baltacı), sekban fırınlarında Ekmekçiba-şıdan sonra gelen fırının en eskisine (Bak. Fodla Fırını). Halife veya Kalfa denirdiM.Sertoğlu.
HALÎFE-İ MÜSLİMlN, RÛY-1 ZEMİN Müslümanların halifesi, yeryüzünün halifesi mânasına gelen bir unvan. Osmanlı padişahları tarafından kullanılırdı. (Bak. Halife)M.Sertoğlu.
HALİFE-t ŞAGİRDAN Yeniçeri Ocağındaki Altmış beşinci Sekban Orta'sının süvari kısmında bulunup Ağakapısındaki Kalem Şagirdlerinin halifesi olan kimse. (Bak. Halife). Aynı süvari böüğünde ayrıca bir Kâtib-i beytülmal, bir Reis-i Sek-banan ve bir de Hatib-i Cami-i Miyane denilen Orta camii hatibi vardı. (Bak. Orta camii). Sekbanların piyade kısmında ve Sekizinci bölükte ise vazifesi fodla fırınında sayımlık olan bir Sayıcı-i Fodla. (Bak. Fodla Fırını), aynı fırında anbarcılık eden bir Anbarî-i Fodla, icabında fırının tamir işleriyle meşgul olan Meremmeti-i furun-ı Sekbanan, ayrıca Çadır Kademesi ve Mihaliç Çayın Koruyucusu vardı. (Bak. Sekban)M.Sertoğlu.
HAL' Bir hükümdarın tahtından indirilip hükümdarlık haklarının keldırılma-sı. Osmanlılarda ilk hal'edilen hükümdar ü. Bayezid'dir. Ondan sonra Padişahlar arasında I. Mustafa, Ti. Osman, ibrahim, II. Mustafa, III. Ahmed, III. Selim, IV. Mustafa, Abdülâziz, II. Abdüihamid hal'-olunmuşlar. VI. Mehmed Vahdeddin Türkiye'yi terk ettiği için hükümdarlıktan ıskat olunmuş ve Osmanlı saltanatı onunla tarihe karışmıştır. Ondan sonra sadece hilâfet devam etmiş, bu müessese de 3 Mart 1924 tarihinde ilga edilerek son halife Abdüîmecid Efendi hal'olunmuş ve Osmanlı hanedanı erkânı yurd dışına çıkarılmışlardırM.Sertoğlu.
HALİL PAŞA SARAYI (Bak. Paşa kapısı)M.Sertoğlu.
HALİLE Zil nevinden bir musikî aleti. Bilhassa tekkelerde kullanılırdıM.Sertoğlu.
HALİPYA Giresun ve Ordu havalisinin eski adıM.Sertoğlu.
HALKÂR Tezhibin bir nevi. Eskiden yalnız altınla işlenen sade motifli ve tezhip gibi yekpare olmayıp arada boşluklar da bulunan eserlere bu isim verilirdi. Sonraları halkâra renk de ilâve olunmuş ve renkli halkâr yapılmıştır. Bu sanatta pek çuk çiçek motifleri kullanıldığından Doğu resim sanatının tabiata en yakın cinsi addolunabilir. Bilhassa Türkler arasında revaç bulmuş ve bu vadide pek değerli üstatlar yetişmiştirM.Sertoğlu.
HALKEDONYA Kadıköyü semtinin Osmanlılardan evvelki adıM.Sertoğlu.
HALK ÜL-VAD XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Tunus limanı ağzını kontrol eden bir kale. (Bak. Tunus). Batılılar Golet-ta >= Goulette gibi isimler vermişlerdirM.Sertoğlu.
HALTA Yeniçeri Ocağında Zağarcı ortalarında beslenen köpeklerin hususi tasması. (Bak. Zağarcı)M.Sertoğlu.
HALVET Tenhalık, yalnızlık demektir. Saray kadınlarının bahçelerde serbestçe gezip dolaşması veya bir mesire yerine gitmesi münasebetiyle halvet yapılırdı. Bundan başka bazı tarikat-lerde müritlerin tenha bir yerde, şeyhlerinin emriyle tek başlarına ibadet ve murakabe ile meşgul olmalarına da halvet denirdiM.Sertoğlu.
HAMAİL Sağ omuzdan sol kalçaya kadar uzanıp ucuna kılıç takılan kılıç kayışı. Herhangi bir maksatla vücuda bu şekilde bağlanan bir şey. Bazı nisanların bu tarzda bağlanan büyük kordonları Vücutta taşınan ve uğur getirdiği, yahut hastalıktan koruduğuna inanılan muskaM.Sertoğlu.
HAMAİL ÇIKARMAK Eski harbler-de kullanılan bir tâbir. Kılıçla düşman neferinin sağ omuzundan vurup sol kalçasına kadar yararak vücudunu iki parçaya ayırmaya denirdiM.Sertoğlu.
HAMAMCI Enderun koğuşlarından Seferli Koğuşu efradının bir kısmı olup Hamamcılık! sanatını öğrenirlerdi. Sarayın hamamlarını yakıp söndürmek, hararetlerini ayarlamak, icabında tamir etmek bunların vazifeleriydi. Yine aynı koğuşta bu hamamlarda çalışmak üzere tellâklar da yetiştirilirdi. (Bak. Seferli Koğuşu. Hamamcılar, Hamamcıbaşı'nın nezareti altında bulunurlardı. Bu zat Seferii Koğuşu'nun eski ve âmirlerinden olup terfi ederse Hasoda'ya alınırdı. (Bak. Hasoda)M.Sertoğlu.
HAMAMCIBAŞI (Bak. Hamamcı.)
HAMEL Gökyüzündeki bir yıldız topluluğunun adı. Bu topluluk kuzu şeklini andırdığı için arapça kuzu demek olan hamel adı verilmiştirM.Sertoğlu.
HAMİDİLİ İsparta bölgesinin Osmanlılar zamanındaki adıM.Sertoğlu.
HAMİDİYE Fes cinsinden birinin adı. II. Abdülhamid zamanında çok kullanılırdıM.Sertoğlu.
HAMİDOĞULLARI Uluborlu, Eğridir, Yalvaç, Âsi Karaağaç, Keçiborlu, İsparta ve Burdur taraflarına, Antalya havalisi ile Akdeniz sahiline kadar inerek beylik kurmuş olan bir Türk soyu. Hamid-oğullan Anadolu Selçukileri tarafından Bizans hududuna yerleştirilmiş Teke aşiretinin bir kısmı idiler. Bu beyliği kurmuş olan Feleküddin Dündar Bey Anadolu'da hiç bir hüküm ve nüfuzu kalmayan Selçukluların son zamanlarında, 1300 yıllarında istiklâlini ilân edip beyliğe dedesi Hamid Bey'in adını vermiştir. Bununla beraber, kendi aşiretinin de bu isimle anılmış olması muhtemeldir. Dündar Bey ilk defa Uluborlu'yu ve sonra Eğridir'i kendisine merkez yapmış, Antalya havalisine doğru yayılmış, bu havalide kardeşi Yunus Bey idareyi ele aldığından Hamidoğulları Eğridir ve Antalya şubeleri halinde ikiye ayrılmışlardır. Eğridir şubesi 1391 de, Antalya şubesi 1423 te Karamanlılar ve Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmış ve Karamanoğullan'nın katı inkıraziyle Ha-midoğulları'nın işgal ettiği topraklar tamamen Osmanlı memleketleri arasına girmiştirM.Sertoğlu.
HAMLACI Hükümdarların bindiği kayıklarda kürek çekenlere verilen isim olup, bunlar Bostancı Ocağı'na mensuptular. (Bak. Bostancı Ocağı). Hamlacı'ların koğuşları vaktiyle Sarayburnu ile Sirkeci arasında bulunurken sonradan Beşiktaş'a naklolunmuşlardı. Saray Hamlacılarından başka Vezirlerin vesair Devlet erkânının da hamlacıları vardıM.Sertoğlu.
HAMLACIBAŞI Hükümdar kayığının en önünde kürek çeken iki hamlacıdan sağdaki olup bütün Hamlacıların ve Bostancı Ocağının kayıkhane kısmının âmiri ve Bostancı Ocağının ileri gelenlerinden-di. (Bak. Hamlacı)M.Sertoğlu.
HAMSİN Kışın, erbainden sonra gelen elli günü (Bak. Erbain)M.Sertoğlu.
HAMURKÂR Fodla fmnında çaılşan acemilerin beş akça yevmiyeli ikinci eskisi. (Bak. Fodla fırını)M.Sertoğlu.
HAN Türk ve Osmanlı hükümdarlarının unvanı olan eski bir Türk kelimesi. Daha eski şekli Kan'dır. Osmanlılar han sözünü hükümdar unvanı olarak kullandıkları gibi, Doğu vilâyetlerindeki yerli beyler ve Kırım girayları hakkında da istimal etmişlerdir. İranda ise daha ziyade bey, paşa mukabili olarak kullanılmıştırM.Sertoğlu.
HANBALIK KÂĞIDI Türkçesi Han-balık olan Pekinde yapılan bir cins makbul Çin kâğıdıM.Sertoğlu.
HANEFi Dört islâm mezhebinden biri. Öbürleri Şafiî, Hambelî ve Malikî'-dir. İmamı Âzam diye anılan Ebu Hanife lâkabiyle meşhur Numan İbni Sabit tarafından kurulmuştur. Ebu Hanife, 699 yılanda Kûfe'de doğmuş, 767 de vefat etmiştir. Bağdağ'da medfun-dur. Pek çok talebesi olup en meşhurları imam Muhammed ve imam Ebu Yusuf'tur. Hanefilik diğer islâm mezhepleri arasında en ziyade yayılanıdır. Buna sebep ds daha liberal ve kolay ve mülayim oluşudur. Bilhassa tatbiki cihetlerde son derece pratiktir ve her cihetle günlük hayata uygun, hükümleri açık ve basit, üstelik bunlara rağmen Kur'an-ı Ke-rim'in ahkâmına ve Peygamberimizin söz ve hareketlerine, Isiâm dininin ilk esaslanna en uygunudur. Türkler umumiyetle bu mezhebe mensupturlar. Bu mezhebe mensup olanlara da Hanefî denirM.Sertoğlu.
HÂNE-1 AVARIZ (Bak. Avarız)M.Sertoğlu.
HANE-İ BÂZYAN (Bak. Doğana koğuşu)M.Sertoğlu.
HANE-İ KEBİR (Bak. Büyük oda)M.Sertoğlu.
HANE-İ HAS (Bak. Has oda)M.Sertoğlu.
HANE-İ SAĞİR (Bak. Küçük Oda)M.Sertoğlu.
HAN GÖRÜNÜŞÜ Kırım hanlarının başkanlığında toplanan ve hanlığın idari, siyasi, malî, askerî ve örfî işlerinin konuşulduğu divan. (Bak. Kırım)M.Sertoğlu.
HANIM Han kelimesine m harfi eklenerek meydana getirilmiştir. Nitekim Beğ kelimesi de bu şekilde Begüm haline konurdu. Daha itibarlı kadınlara Hanımefendi de denir. XVIII. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yaygınlaşmıştırM.Sertoğlu.
HANIM İĞNESİ ince ve zarif bir cins kayığa verilen isirnM.Sertoğlu.
HANIM SULTAN Sultanların, yani padişah kızlarının babaları hanedana mensup olmayan damadîarm kız çocuklarına verilen isim. Hanım Sultanlar evlenecekleri zaman nikâhlarını Rumeli kazaskerleri kıyardı. Erkek çocuklarına Bey denir ve ekseriya Sultanzade diye anılırlardı. Sultanzadeler, saray hizmetine alınırlar ve kapıcıbaşıhklarda bulunurlardı, içlerinde terfi ile pek büyük memuriyetle, hattâ Sadaret makamına kadar yükselenler olmuşturM.Sertoğlu.
HARA Eski kumaşlardan biri. Sof nevinden olup dalgalı hareli olurdu. Sad« ve anabî adlı iki cinsi vardıM.Sertoğlu.
HARAÇ Lügat mânası, toprağın mahsulünden veya çalışan kölelerin emeğinden elde edilen şeydir. Sonraları toprak mülkiyetinden dolayı devletçe fertlerden alınan vergi anlamına gelmiştir. Şer'i mânada ise Müslüman olmayanların ödemekle mükellef oldukları vergi demektir. Bu da iki cinstir. Biri insanların şahsından alınan Harâc-ı ruus veya baş vergisidir ki bir ismi de Cizye'dir. (Bak. Cizye), öbürü ise Harâc-ı ara^i, yani toprak vergisidir. Mükellef islâmiyet! kabul ederse baş vergisi sakıt olur, lâkin arazi haracı devam ederdi. Toprak vergisi olarak alınan haraç iki türlü olurdu. Biri, elde edilen mahsulün miktarına göre alınır ve Harac-ı mukasım adını taşırdı. Öbürü ise arazinin yüz ölçümüne göre alınan Harac-ı muvaz-zaf'dı. Harac-ı mukasım'ın bir adı da Aşardı. (Bak. Öşür). Nitekim, Harac-ı muvazzafın diğer ismi Çift idi. (Bak. Çift). Haraç, Rüsum-ı şer'iyyeden idi. (Bak. Rüsım-ı şer'iyye)M.Sertoğlu.
HARAÇÇI Kanuni Sultan Süleyman sefere gittikçe Kapıkulu Süvarilerinin eskilerinden üç yüz kişi ayırır ve bunları Mülâzım ünvaniyle dairesi muhafızlığında kullanır ve sefer dönüşü padişah vakıflarından bazılarının mütevelliliğini ve hâsılatı fazla mukataaların bir yıllık idaresini, vergi ve cizyelerin tahsili gibi hizmetleri ve bazı mültezimlikleri verirdi. Bu tarz sonradan kanun haline gelmiş. ilk zamanlarda yalnız harb sıralarına mahsus olan bu hizmetlerin sefer harici zamanlarda da tevcihi 1590 yılından sonraları âdet olmuştu. Kapıkulu Süvarilerinden mülâzım olarak ayrılanlar başlarında Mücevveze denilen başlıkla bir sene müddetle Divan-ı Hümayuna devam edip hizmet ederlerdi. Bunlar, divana gelen bütün vezirlerin dairelerinde vazife görürler ve sene sonunda biri emin, biri kâtip olmak üzere iki kişiye bir cizye veya haraç defteri, yâni bu vergiyi ödemekle mükellef olanların isimlerini havi devlet tarafından tasdik olunmuş bir defter ve hizmeti ettikleri vezirlerin haslarına ait gelirlerin tahsil defteri verilip mıntıka, mıntıka gönderilirlerdi, işte bunların adı Haraççı veya Cizyedar'dı. Dönüşte hesaplarını verirler, buna mukabil Gulâmiye adiyle cizye başına onar akça alırlardı. (Bak. Gulâmiye). XVIII. Yüzyıl ortalarına doğru mülâ-zimler defterlerini peşin para ile mültezimlere satıp gulâmiyelerini zahmetsizce elde ederler, mültezimler de halktan vergiyi tahsil edip bir gulâmiye de kendileri için alırlardı. Bu suretle vergi mükellefleri haksızlığa uğrardı. Bu usuller 1631 yılında ilga olunmuş, haraççılık kaldırılmış ve lı ar aç defterleri Kapıkulu Süvarilerine verilmez olmuşturM.Sertoğlu.
HARAMÎ Haydut, eşkiyaM.Sertoğlu.
HARAMİLİK Haydutluktan, eşkiya-hktan başka on kişiden yirmi kişiye kadar başsız olarak düşman memleketine akın edilmesine denirdi. (Bak. Akıncılar)M.Sertoğlu.
HARATlN-İ HASSA Topkapı Sarayının Bîrun kısmında sanat bölüklerinde bulunan Tornacı'lara verilen isim. (Bak. Bîrun)M.Sertoğlu.
HARBE Bir cins kısa mızrakM.Sertoğlu.
HARBECl Muhzır ağanın maiyetinde bulunan ve tomruk işleriyle, yâni suçluların tevkif ve hapisleriyle vazifeli olan kimseler. Yeniçeri Ocağına mensup olup sırtlarına kaplan postu, başlarına keçe giyerlerdi. Bellerinde birer balta asılı bulunur ve ellerinde harbe taşırlardı. Yeniçeriliğin ilgasiyle tarihe karışmışlardır. (Bak. Muhzır Ağa)M.Sertoğlu.
HARBENDE Saraya ait iki bin kadar ve bazan daha fazla katıra bakanlar hakkında kullanılan bir tâbir. Har-; bendeler on bir bölüktü. Her bölükte bir miktar harbende ve bir miktar şagird vardı. Hepsi yüz elli kişi kadar olup yarısına yakın olanlar şagird-. di. Harbendeler Büyük. İmrahora tâbidi-ler. Başlarına Harbsndebaşı denirdi. Ondan sonra gelen zabitleri birinci bölüğün Bölükbaşısı ile harbendeler kethüdası idi. Harbende ocağında bundan başka katırların palanlarını yapmakla vazifeli sekiz kişilik Bitânin denilen kolancı sınıfı, yirmi üç nalbant ve iki kebe-i hıma-rî denilen ve eşek kebesi yapan sanatkâr vardı. Harbendelerin bir adı da Katırcı idiM.Sertoğlu.
HARBENDEBAŞI (Bak. Harbende)M.Sertoğlu.
HARBÎ Osmanlı devletiyle sulh halinde bulunmayan veya bir muahede ile aralarında anlaşma yapılmamış olan devletler ve bu devletlerin tebaası. Elçilerle onlara mensub olanlardan gayrı harbîlerden Osmanlı devleti topraklarında oturmalarına izin verilenlere müste'men denirdi. Bunların bu sanatı bir sene için muhafaza etmelerine müsaade olunur, sonra Zimmî adını alırlar ve cizye ile mükellef tutulurlardıM.Sertoğlu.
HARBİYE NAZIRI Millî Müdafaa Vekilinin Osmanlı devleti devrinde ve 1908 Meşrutiyet inkılâbından sonraki adı. Ondan evvel Harbiye Nazırları Serasker unvanını taşırlardı. Harbiye Nâzın diye ilk anılan Ömer Rüştü Paşa'dır. istiklâl harbi sırasında Anadolu'da Büyük Millet Meclisi toplanıp Millî Hükümet kurulduktan sonra Millî Müdafaa Vekili unvanı kabul edilmiştirM.Sertoğlu.
HARB MADALYASI 1914 yılında ihdas olunan bir rütbeden ibaret tunç madalya. Osmanlı devletiyle müttefiklerinin ordu ve donanma mensuplariyle hasta bakıcı ve hemşirelere, ordu ve donanmada her ne sanat ve vazife ile olursa olsun bilfiil çalışanlara mahsustu ye taşıma hakkı olmamak üzere varislerine intikal ederdiM.Sertoğlu.
HARC-I HASSA Saraya mahsus masraflar ve masrafların karşılığı olan paranın saklandığı yerM.Sertoğlu.
HARÇ Masraf demektir. Eskiden yazılan emirler veya verilen fermanlar mukabilinde sahiplerinden bu adla para alındığı gibi devlet dairelerinde iş sahiplerinden muhtelif harçlar alınırdı. Tanzimattan evvel birçok mamurların devlet tarafından maaşı olmadığı için bu harçları aralarında, bölüşürlerdiM.Sertoğlu.
HARÇLIKCI Harbde bulunan tımarlı sipahilerin dirliklerinden hâsıl olan geliri alıp getirmek üzere gönderilen kimseM.Sertoğlu.
HÂRE (Bak. Hara)M.Sertoğlu.
HAREKET-İ ALTMIŞLI (Bak. Müderris)M.Sertoğlu.
HAREKET-İ ARZ MADALYASI 1895 yılındaki zelzele münasebetiyle hizmet ve fedakârlığı dokunanlara verilmek üzere ihdas olunan bir madalya. Altın, gümüş ve bakır olmak üzere üç cinstiM.Sertoğlu.
HAREKET-İ DAHİL (Bak. Medrese)M.Sertoğlu.
HAREKET-İ HARİÇ (Bak. Medrese)M.Sertoğlu.
HAREKET ORDUSU Meşrutiyetin ilânından bir sene kadar sonra 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) de İstanbul'da tahrik edilen avcı tabur! an tarafından çıkartılan isyanı bastırmak üzere Rumeli'den gelen orduya verilen isimM.Sertoğlu.
HAREM Sarayların ve konakların yalnız kadınlara mafsus olan kısmı. (Bak. Harem-i Hümayun). Bu kelime aynı zamanda zevce mânasına da gelirdiM.Sertoğlu.
HAREM AĞASI Eski Çağlarda Doğuda ye Roma'da ve Ortaçağlarda Abbasoğullariyle Memlûk saraylarında rastlanan ve mühim vazife sahibi olup erkekliği yok edilmiş bulunan çoğu habeşi ve bir kısmı zenci olan hadım ağaları, Osmanlı saraylarında da kullanılmıştır. Harem-i Hümayun.da yâni sarayın kadınlara mahsus kısmında hizmet, muhafaza ve nezarette bulunduklarından kendilerine harem ağası denmiştir. Bunlar, hemen daima Mısır valileri tarafından saraya takdim olunurlardı. Harem-i Hümayuna alınan hadım ağaları ilk defa en aşağı ünvaniyle yad-olunurlardı. Sonra sırasiyle Acemiağa, Nöbet kalfası, Ortanca, Hasıllı (veya Hasırlı) olurlardı. En eski hasılh terfi ederse Yaylâbaş gulâmı ve sonra Yeni-saray Başkapı gulâmı olurdu, içlerinden talihli olanlar Eskisaray ağalığına ve en nihayet Kızlarağahğına kadar yükselirlerdi. (Bak. Kızlarağası). Mamafih, Valide Sultan ağaları ile şehzadelerin muhafızı olan ağalar ve saray kadınlarının namaz kıldıkları mesci- din imamı ve müezzini olan ağalar da itibarlı harem ağalarındandı. Harem-i Hümayun masraflarına bakan Hazinedar-ağa, Odalalası, Hazine kethüdası ve vekili de ağaların ileri gelenlerindendir. III. Ahmed zamanında sadnâzam olan Şehid Ali Paşa zamanında 1715 senesinde Mısır ve havalisindeki habeşlerin hadım edilmemeleri hakkında Mısır valisine bir hüküm gönderilmişse de kısa zaman sonra onun şehid olması üzerine bu hüküm tatbik olunmamış ve bu usul devam etmiştirM.Sertoğlu.
HAREM-İ HÜMAYUN Topkapı Sarayının harem dairesine verilen isim. Harem-i Hümayunun veya harem dairesinin başlıca kapısı İkinci yer denilen meydanda Kubbealtı ile Zülüflü baltacılar koğuşu kapısının arasında, bulunan Araba kapısı'dır. Saraya gidip gelen kadınlar bu kapıdaa araba ile girip çıktıkları için bu ismi almıştır. Buradan girilince birinden öbürüne geçilen üç tasını havi bir antreye dahil olunur. Bunlar, birbirine bitişik Dolap kapısı ile Kale kapısı adlı iki kapı arası ile Dâr'üs-saade Ağası ve Başkapıgnlâmı dairelerini havi kısımlardır. (Bak. Harem ağalan, Kızlar Ağası). Bu iki dairenin arasındaki sahanan sağ kısmında sonradan pabuçluk denilen Ortanca tevkifhanesi vardır. Ortanca rütbesindeki harem ağalan neferlikten ortancalığa Ramazanın on beşinci günleri terfi ederler ve terfi iradesi gelinceye kadar burada ah-konurlardı. Dâr'üs-saade ağasının dairesi kagir olup iki kattır. Kapıdan girince sağ tarafta Dâr'üs-saade ağasının ve solda hazinedar ağanın dairesi vardır. Dâr'üs-sa-de ağası dairesinin üstü ise Şehzade mektebidir. Buradan içeri geçilince methalin sol kısmının nihayetinde asıl harem dairesinin kapısı göze çarpar. Bunun yanındaki ufak kapıdan Kuşhane meydanı'nın antresine geçilir. Burası loş ve kubbeli bir yerdir. Kuşhane meydanına geçilince iki daire görülür. Bunların biri hükümdarların şahsına mahsus yemeklerin piştiği Kuşhane Matbahı, öbürü ise hastahanedir. Kuşhane meydanının öbür ucundaki kapı Üçüncü yer'e, eskiden Akağalar mescidi olan ve bugün Topkapı sarayı kütüphanesi olarak kullanılan tarafa açılır. Bu kapıdan kısmen tavanlı ve kısmen kubbeli bir yere girilir. Bunun sağ tarafında Altın yol denen koridora açılan büyük kapı vardır. Bu uzun yol da taş döşelidir ve Hırka-i saadet dairesine bitişik olup I. Selim tarafından inşa edilen daireye kadar devam eder. Bunun ortasında kadınefendilerin dairelerine çıkan taş merdiven vardır. Altın yola açılan kapının yanındaki başka bir kapıdan ise yedi sekiz metre kare taş döşeli bir meydana girilir. Burası Valde taşhğı'dır. Bunun sağ tarafı altın yol, sol tarafı valde dairesidir. Cariyeler dairesinin yalnız buraya bir kapısı vardır. Valde taşlığında altın yola çıkan bir kapı ile karşıya rast-hyan Taht kapısı vardır. Bunun yanındaki binek taşından padişahlar kılıç alayına giderken ata binerlerdi. (Bak. Kılıç alayı). Taht kapısından Ocak Sofası'na girilirdi. Bunun sağında kadınefendiler dairesi, solunda Hünkâr sofası'na methal olan Çeşme' sofası bulunurdu. Kapının karşısındaki duvarın arka tarafı Şehzadeler dairesi idi. Ocak sofasından mermer bir merdivenle Hazinedarlar dairesi'ne çıkılırdı. Hünkâr sofası fevkalâde muhteşem yaldızlı ve süslü, dikdörtgen şeklinde olup-padişahların eğlendikleri yerdir. Burada hükümdarların oturmasına mahsus gölgelikli bir taht vardır. Çeşme sofasından Sultan Murad dairesine geçilirdi. Burada IH. Murad'ın yatak ödasiyle I. Ahmed'in okuma ve III. Ahmed'in yemek odalan yardır. Şehzadeler dairesi de altlı üstlü iki kısımdır- Alt kısmı küçük, lâkin süslü olup veliahtlere mahsustu. Üst kısım daha geniş, lâkin sadedir ve öbür şehzadelere tahsis olunmuştu. Harem dairesine bitişik bir de Sultan Osman köşkü denilen meşhur köşk vardır ki Topkapı Sarayının Gülhane Parkı ve Demirkapı tarafına bakan yüksek duvarları üstüne rastlar. Harem dairesi teşkilât bakımından umumiyetle iyi değildir. Süslü salonlarla muhteşem odaların yanında izbe avlular, karanlık merdivenler, alçak tavanlı daireler insana sıkıntı verir. Bu yüzden padişahlar vakitlerini daha ziyade Enderun kısmında geçirirlerdi. (Bak. Enderun). Harem dairesi padişahların valdeleri ile hanımlarına ve cariyelerine mahsus olup yalnız Hadım ağaları girebilirlerdiM.Sertoğlu.
HABEM-1 HÜMAYUN HAZİNESt Sırkâtibinin nezaretinde bulunan ve Ceb-i hümayuna ait paranın durduğu hazine. (Bak. Sırkâtibi, Ceb-i hümayun)M.Sertoğlu.
HAREMEYN Mukeddes İslâm şehirleri olan Mekke ile Medine'nin ikisine birden verilen isimM.Sertoğlu.
HAREMEYN DOLABI Sarayda, Haremeyn evkafına ait gelirlerin muhafaza olunduğu yer. (Bak. Haremeyn Evkafı)M.Sertoğlu.
HAREMEYN EVKAFI Haremeynde, yâni Mekke ve Medine'de mevcut mabetler vesair hayrat masraflarına kargılık tesis olunmuş olan vakıflar. Haremeyn evkafı 1586 yılına kadar Kapıağalan tarafından idare olunurken bu tarihte idaresi Dâr'üs-saade ağalarına verilmiş ve bu hal, bu vazifenin haremeyn nezaretine devrine, yâni 1836 yılına kadar devana etmiştir. Bu evkafın sarayda idare edildiği dairenin adı Haremeyn hazinesi idi. Bu dairenin muhasipleri, kâtipleri, müfettişleri vesaire... bulunurdu. Haremeyn'e ait bazı evkafın geliri doğrudan doğruya tahsil olunmayıp maktu bir miktar mukabilinde mültezimlere verilirdi. Bunlara Haremeyn mukataası denirdi. Dâr'üs-saade ağaları her çarşamba günü nezaretleri altındaki vakıfların işlerini tetkik etmek üzere bir divan kurarlardı. Bu divanda Evkaf müfettişi, Haremeyn muhasebecisi, Mukataacısı, Ruznameci, Başhalife, Ağa yazıcısı bulunurdu. Divan, Ortakapının dışındaki Ağayazıcısı dairesinde akdolunur, mukataaların ihaleleri, intikal ve mahlûlat işleri, evkaf hademesinin azil ve tâyini, mütevellilere ait işler burada karara bağlanırdıM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |