GlRlFTZEN Girift denilen sazı çalan kimse. (Bak. Girift.)
GİRİT MADALYASI Biri 1868 yılında Abdülâziz, Öbürü ise 1890 yılında II. Abdülhamid tarafından ihdas olunan nıa-"dalyalar. İkisi de altın ve gümüş olmak üzere iki cinstiM.Sertoğlu.
GİYİM Binek, araba ve yük hayvanlarını nallamak için kullanılan ve mıh denilen yumuşak demir çivilerden bir nala altı mıh hesabiyle bir hayvanın dört ayağı için gerekli yirmi dört mıha bir giyim denirdiM.Sertoğlu.
GİYİMBAŞI Has odalılardan Padişahın elbiseleri ile meşgul görevli. (Bak. Has Oda, Hazine Koğuşu)M.Sertoğlu.
GOLETTA-GOULETTE (Bak. Halk ulvad)M.Sertoğlu.
GORDÎYOM Frikya bölgesinin başşehri. (Bak. Frikya)M.Sertoğlu.
GOSPOD ARLIK Eskiden Rumeli'de mevcut büyük arazi sahiplerine verııen unvan. Gospodar slâvca bir kelime olup fransızca monseigneur'e mukabildir. Büyük ağa, bulunduğu yerin sahip ve hâkimi demektir. Bunlar, arazilerini işliyen köylü ile mahsulü yarı 'yarıya paylaşırlardı. Tanzimattan sonra ilga olunmuş, arazi köylüye terk olunup gospodarlara haklarına karşılık devlet eshamı verilmiş ve köylü arazi mülkiyetine kavuşturulmuşturM.Sertoğlu.
GOYGOYCULAR Eskiden arabî ay-iardan muharrem ayının ilk günlerinde kapı kapı dolaşarak topluca dilenenler hakkında kullanılan bir tâbir. Şehzade camii imaretinin karşısındaki tabhane binasında oturan çoğu Anadoludan gelmiş iki gözü kör dilenciler, muharrem ayı girer girmez altı kişilik kümeler halinde ve başlarında kendilerinin elinden tutan çolak, topal yahut sair şekilde sakat birisi bulunduğu halde şehrin muhtelif semtlerine dağılıp kapıların önünde Kerbelâ hadisesiyle ilgili ilâhiler okurlar ve dilenirlerdi. Bunlara ekseriya aşura yapmıya ya-rıyacak erzak verilir, onlar da bunları ayrı ayrı torbalama korlardı. Para verildiği de olurdu. Okunan ilâhinin her mıs-ra-ı sona erince hoy goygoy canım! diye bir ağızdan söyledikleri nakarattan dolayı bunlara goygoycu denmiştir. Bu sözün hey kaygulu cansm sözünden bozma olduğu rivayet olunur. Goygoycular topladıkları erzakla aşure pişirip yerler ve ihtiyaç sahiplerine de verirlerdi. Mamafih son zamanlarda bunları el altından bâzı bakkallara sattıkları söylenirdiM.Sertoğlu.
GÖÇER EVLİ GAZİLER Çadırda oturan Türk aşiretleri hakkında pek eskiden kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
GÖÇ ESKİSİ Hazine koğuşunda Gi-yimbaşı'nm muavini olup padişah sayfiyeye çıktığı zaman birlikte gider ve sarayda kalan Giyimbaşı'nm vazifesini görürdü. (Bak. Hazine koğuşu, Giyimbaşı). Terfi ederse Hasodaya alınması usuldü. (Bak. Hasoda)M.Sertoğlu.
GÖĞÜSLÜK Harblerde kullanılan göğsü örtmiye mahsus zırhM.Sertoğlu.
GÖNDER Ucuna öteberi takılan uzun sırık veya sopa. Sancak gönderi, mızrak gönderi gibi. Düşmana el ile atılıp fırlatılan bir cins kısa ve ucu demirli mızrak. Voynuk teşkilâtına ait bir tâbir. (Bak. Voynuk)M.Sertoğlu.
GÖNÜLLÜ Mısır, Bağdad, Lahsa, Musul, Diyarbekir, Van, Bosna, Budin, Temeşvar, Şam Halep, Kars ve Erzurum'da yeniçeri yerine ve onların teşkilâtına uygun şekilde ulufe ile kullanılan asker. Ekseriya Kuloğullanndan, Rûm yiğitlerinden ve Müslümanlığı kabul etmiş Hıristiyanlardan seçilir, yararlık gösterenlere ulufelerinin üçte ikisi emsaliy-le, yani dokuz bin akça ulufesi olana altı bin akça hesabiyle tımar verilirdi. Gönüllülerin ulufeleri yeniçeriden üstündü. Bunlara Yerli Kn!u da denirdi. Gönüllülük gedikti; yani belli ve değişmez sayıda idi. Biri ölmeden, tımara naklolunmadan yahut herhangi bir sebeple vazifeden uzaklaştırılmadan yeniden gönüllü yazılamazdı. Bundan başka bir mükellefiyeti olmadığı halde muharebelere kendi arzularıyla iştirak edenlere de gönüllü denirdiM.Sertoğlu.
GÖNÜLLÜ AĞASI Her çeşit gönüllü teşkilâtının başında bulunan en büyük âmir. (Bak. Gönüllü)M.Sertoğlu.
GÖNÜLLÜ GEDİĞİ (Bak. Gönüllü)M.Sertoğlu.
GÖNÜLLÜ YENİÇERİ Şehir ve kasabalar halkından yeniçerilik şeref ve imtiyazından istifade etmek üzere ma-aşsız olarak yeniçeriliğe alman kimseler. Bunlar bulundukları yerin yeniçeri serdarının defterinde kayıtlı idiler. Bu kayıt dolayısiyle yeniçeri serdarına bir miktar para ve hediye verirlerdi. Harb zamanında Turnacılar vasıtasiyle bulundukları yerin serdarının kumandası altında muharebeye gidip orduda tashih bedergâhı tabiriyle esas yeniçeri kütüğüne ulûfeli olarak kaydolunurlardı. Bu muamele, esas yeniçeri kanununda olmayıp ocak teşkilâtı bozulduktan ve hariçten adam girmeye başladıktan sonra âdet edinilmiştir. Gönüllüden yeniçeri olanların ocağın intizamının bozulmasında ve savaş gücünün düşmesinde büyük rolü olmuşturM.Sertoğlu.
GÖRÜNÇ Doğan, şahin ve atmaca nevinden av kuşlarının talim ve terbiyesine verilen isim. Meselâ bir Görünçlü doğan, bir yıl talim ve terbiye edilmiş doğan demektiM.Sertoğlu.
GÖRÜNÇÇÜ Tımarlı Hassa Kuşbazların bir sınıfı. (Bak. Avcılar). Bunların vazifesi doğan, şahin ve atmaca nevinden av kuşlarının bakım ve terbiyesiy-di. Bu kuşları yakalandıkları yerden saraya getirenlere ise Götürücü denirdi. Onları hastalanmadan, ölmeden ve ürkütmeden İstanbul'a götürmek hususi bir sanat ve maharetti. Götürücüler de Tımarlı Hassa Kuşbazları sınıfındandıM.Sertoğlu.
GÖTÜRÜCÜ (Bak. Görünççü)M.Sertoğlu.
GÖZDE (Bak. Gedikli cariye)M.Sertoğlu.
GRAMATİKOS Divan-ı Hümayunda rumca olarak yazılan ahitname ve sair tahriratı yazan Rum kâtipler hakkında kullanılan bir tâbir. Venedik, Ceneviz cumhuriyetleriyle ve fethünden evvel Rodos şövalyeleriyle rumca muhabere olunurduM.Sertoğlu.
GRON Kalın dokumalı, parlak, dayanıklı ve 'pahalı nev'iden bir cins kumaşM.Sertoğlu.
GUBARİ Bazı yazı nevilerinin ve daha ziyade nesih, rik'a, talik yazıların fevkalâde küçük olarak yazılış şekliM.Sertoğlu.
GULÂM Harbde alınan erkek esirlerin bir cinsi. (Bak. Beççe). Lügat mânası bulûğa ermiş genç çocuk demektirM.Sertoğlu.
GULÂMÇE Harbde alınan erkek esirlerin bir cinsi. (Bak. Beççe). Lügat mânası sekizden on iki yaşına kadar olan çocuk demektirM.Sertoğlu.
GULÂMI BAKİ (Bak. Başbakîkulu)M.Sertoğlu.
GULAM-I DER Kapıkulu demektir. (Bak. Kapıkulu)M.Sertoğlu.
GULÂMİYE Cizye tahsili işi Kapıkulu Süvarileri tarafından yapıldığı sıralarda cizye başına kendilerine onar akçadan ibaret ücret. 1631 yılında cizye tahsili bunlardan alındıktan sonra umumiyetle her süvariye altı kuruş, yani takriben 480 akça gulâmiye tahsis olunmuş, nihayet bu da kaldırılarak ulufeden başka bir şey verilmez olunmuştur. (Bak. Haraççı)M.Sertoğlu.
GULÂT Herhangi bir mezhep veya akidenin ifrat şekilde taraftarı olanlar Gulât-ı şia gibiM.Sertoğlu.
GULET Brik tarzında ve ondan küçük iki direkli gemi. Tâbir, italyanca guletta'dan alınmıştır. Bir adı da Uskuts idiM.Sertoğlu.
GÛMİ (Bak. Kömü)M.Sertoğlu.
GUREBA (Bak. Garip yiğitler)M.Sertoğlu.
GUREBA-İ YEMİN, YESAR (Bak. Garip yiğitler)M.Sertoğlu.
GUREMA Terekesi borcuna kifayet etmeyen ölüye ait malların veya mal bedelinin alacaklıları arasında alacakları nisbetinde taksimiM.Sertoğlu.
GURRE Arabî aylarda ilk günM.Sertoğlu.
GURUŞ Vaktiyle Osmanlı memleketlerinde kullanılan ecnebi parasına umumiyetle verilen isim. Bunlardan altın olanlara kızıl guruş denir, tek başına guruş sözü daha ziyade gümüş sikkeler halikında söylenirdi. Gürüsün muhtelif nevileri vardı ki başlıcaları şunlardı: 1 — Kara guruş: Alınan talarileriyle ispanyol eküleri ve riyalleri. Bunların ayarları halis olup makbul sikkelerdi 2 — Esedî veya arslanlı guruş. Fele menk sikkesi olup makbul bir para idi. Osmanlı altınının üçte ikisi kıymetinde idi. Kendisi ortadan kalktığı halde ismi yıllarca yaşamıştır. 3 — Sulya guruşu. XI. Lui'nin gümüş sikkeleri. 4 — Polya guruşu. Osmanlılar tara fından muvakkaten işgal edilen Güney Italyadaki Polya dukalığının sikkesi. Bunlardan başka ilk basılış tarihi katî olarak bilinmeyen ve XVI. Yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan Osmanlı guruşu vardır ki bu da seksen akça itibar olunmuştur. XVIII. Yüzyılda ise, rayici yüz yirmi akçaya kadar çıkmıştırM.Sertoğlu.
GİYlMBAŞI Enderun koğuşlarından Hazine koğuşunun eskilerinden en kıdemlisi. Hazine odasının eskileri on kişi olup bunlara Bıçaklı denirdi. Giyimbaşı terfi ederse Hasodaya geçer, dış hizmete çıkarsa Müteferrika olurdu. Giyimbaşıdan bir derece aşağıda olan hazine eskisine Kürkçübası denirdi. (Bak. Enderun, Hazine koğuşu)M.Sertoğlu.
GÜÇ ETMEK Cebren ırza geçmekM.Sertoğlu.
GÜLABDAN Gül suyu muhafazasına ve serpilmesine mahsus alet. Muhtelif madenlerden, gümüş ve altından ve porselenden yapılanları olurduM.Sertoğlu.
GÜLBANK Belli zamanlarda ve belli yerlerde okunmak için tertib edilmiş dua. Yeniçerilerin meşhur duası ki şu tarzda idi. Allah Allah illallah baş üryan sine paryan kılıç alkan bu meydanda nice başlar kesilir olmaz hiç soran. Eyvallah eyvallah kahrımız kılıcımız düşmana ziyan kulluğumuz padişaha ayan, üçler, yediler, kırklar Gülbank-i Muhammedi nûr-ı nebi kerem-i Ali pirimiz sultanımız hünkâr Hacı Bektaş-ı veli demine hu diyelim hu. Bu duayı okumaya Gülbank çekmek denirdi. Bu gülbank başlıca, yeniçerilere maaş tevziinden evvel, günlük et istihakı verilirken, muharebeye başlanacağı sırada ilh... çekilirdi. Bir de, mevacip yani maaş defterlerinin baş tarafına yazılan daha uzun ve mufassal bir gülbank vardırM.Sertoğlu.
GÜLBANK TAŞI Gülbank çekilmek üzere üstüne çıkılan taş. Yeniçeri kışlalarında bulunurdu. (Bak. Gülbank)M.Sertoğlu.
GÜL BAYRAMI Musevilerin mayıs ayının altıncı ve yedinci günlerine rast-hyan ve Hazreti Musa'nın Tur-u Sinada Cenabı Hakkın hitabına mazhar olup Mu-sesevi şeriatinin esasını teşkil eden kanun levhalarını hamilen dönüşünü tes'it eden bayramlarıM.Sertoğlu.
GÜLBEŞEKER Eskiden pek makbul olan bir cins gül şekerlemesiM.Sertoğlu.
GÜLHANE Sarayburnu'ndan Topkapı sarayının duvarlarına ve bir taraftan Çizme kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu ismi almıştırM.Sertoğlu.
GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU 3 kasım 1839 pazar günü Mustafa Reşid Paşa tarafmdan Gülhane'de okunan Abdül-mecidin meşhur fermanı. Bunun okunma-siyle Türkiyede Tanzimat devri başlamış oldu. Bunun için Tanzimat Fermanı ismiyle de anılır. Bu fermana göre Osmanlı memleketlerinde bundan sonra herkes mal, can ve ırz emniyetine sahib olacak, vergiler ve asker toplanması muayyen nizamlara bağlanacak, memuriyetlere lâyık olanlar getirilecek ve memurlara muayyen bir maaş tâyin olunacak, rüşvet alınmıyacak, bir mahkeme kararı olmadan kimse mahkûm edilmiyecek, bütün Osmank tebaası aynı kanunî haklara ve müsavata sahib olacaklardı. Bugün için çok tabii olan bu şeyler, o zamanki Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir inkılâp demekti. Bilhassa Hıristiyan tebaa için temin ettiği eşit haklar yüzünden Avrupada çok iyi karşılanmıştırM.Sertoğlu.
GÜLHANE-İ NEV KÖŞKÜ 1775 yılında Dolmabahçe mesiresinde padişahlar için yapılan bir köşkM.Sertoğlu.
GÜLHANE OCAĞI Bostancı ocağına bağlı bir teşekkül olup burada çalışanlar Gülhane meydanının temizliği ve bakımı ile mükellefdilerM.Sertoğlu.
GÜLLABİCİ Eski tımarhanelerde delileri zaptetmeğe ve uslandırmağa memur kimseM.Sertoğlu.
GÜLVAR (Bak. Yanık kale)M.Sertoğlu.
GÜMİ Kalyonlarda yelkencilik vazifesi gören Azablar. (Bak. Bahriye Azapia-n)M.Sertoğlu.
GÜMRÜK DARÜTTÂLİMİ Mütehassıs gümrük memuru yetiştirmek üzere 1891 yılında açılan mektep. Bunun gibi 1908 yılında Rüsumat memur mektebi ve 1912 de Gümrük Tatbikat mektebi açılmıştırM.Sertoğlu.
GÜMRÜK TATBİKAT MEKTEBİ (Bak. Gümrük Darüttâlimi)M.Sertoğlu.
GÜMRÜK VAZİFESİ İstanbul gümrüğü hasılatından eskiden fakir ve muhtaçlara, padişahın ömrüne, sağlığının ve saltanatının devamına dua etmeleri için tahsis olunan maaşlarM.Sertoğlu.
GÜMÜŞLÜ ASA Kapıcılar kethüdası üe Çavuşbaşının Divan-ı Hümayunda hizmet ederken ellerinde bulundurdukları gümüş kaplı asa. (Bak. Çavuşbası, Divan-ı Hümayun, Kapıcılar Kethüdası)M.Sertoğlu.
GÜMÜŞ KOZAK (Bak. Kozak)M.Sertoğlu.
GUNBAŞI AĞALARI Batan gemileri çıkarmakla meşgul olanlara eskiden verilen isimM.Sertoğlu.
GÜRE Bir yağından üç yasına kadar olan tayM.Sertoğlu.
GÜRECİ Has ahırdan bir yaşından üç yaşma kadar olan tayların bakımına memur olan seyisM.Sertoğlu.
GÜREŞÇİLER TEKKESİ İstanbul'da Zeyrek semtinde ve Edirne'de pehlivan yetiştirme yerleri. Edirne'dekinin adı Pehlivan Cemaleddin Zaviyesi idiM.Sertoğlu.
GÜRZ Eski harplerde kullanılan bir cins silâh. Üzerinde sivri çıkıntılar bulunan yuvarlak bir topuz. Ekseriya demir, bazan bakır veya tunç ve pirinçten olurdu. Sapı bazan madenî, bazan tahtadandı. Türkçesi Bozdoğan'dır. Bunları süvari askerleri kullanırlar ve eyerlerinin sol tarafında asılı olarak bulundururlardı. Piyadenin kullandığı gürzler tahtadan olup bazılarının üstünde demir çiviler bulunurdu. Üstü çivisiz olanlara ise Matrak denirdiM.Sertoğlu.
GÜVERCİNLİK Batı eserlerinde Ko-lombaç = Golubac = Golubats = Ga-lambocz ismiyle görülen bu kale, Sırbistan'da Tuna nehrinin sağ kıyısında Pasa-rofca ile Orşova arasındadır. Osmanlıların Güvercinlik kalesi ile alâkaları Yıldırım Bayezid devrinde bağlamakla beraber kati olarak ele geçirilmesi 1428'de ü. Murad devrinde olmuştur. Kalenin, Osmanlılar tarafından ilk defa kaybedilmesi 1683 Viyana bozgunu ile başlıyan felâket senelerinde olmuş ve ancak Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşanın 1690 daki gayretleriyle Avusturyalılardan geri alınabilmiştir. Karlof-ca (1699) anlaşmasiyle Osmanlı Devleti hudutları dahilinde kalan Güvercinlik, Şehid Damad Ali Paşa'-nın Venedik ve Avusturya savaşlarında (1717) kaybedildi ve Pasarofça (1718) Barışında Avusturyalılara terkedildi. Daha sonraki bir savaşa son veren Belgrad anlaşmasında (1739) ise yine Osmanlılara geçti. Güvercinlik kalesi bundan sonra, Sırbistan Emerati kuruluncaya kadar imparatorluğun idaresinde kaldıM.Sertoğlu.
GÜZELCE HİSAR Anadoluhisarı'nın diğer adı. 1391 yılında Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılmıştır, inşasındah maksat, boğaz hakimiyetini yavaş yavaş ele geçirmek ve bilhassa Kümelinde harp vukuunda orduyu emniyetle karşı sahile ulaştırmaktı. Bu mevki, Rumelihisarı'nın inşası sırasında, Fatih tarafından esaslı şekilde tamir ettirilmiştirM.Sertoğlu.
GÜZEŞTE islâm dininde faiz harara ve memnu olduğundan Osmanlı devleti zamanında faiz sözü yerine kullanılmıg olan tâbirM.Sertoğlu.
HABBAZ Ekmekçi. Ekmek yapan veyahut satan kimseM.Sertoğlu.
HABBAZİN-İ HASSA (Bak. Ekmekçiler)M.Sertoğlu.
HABBE 71 miligramlık bir ağırlık; Ölçüsü olup iki arpa bir Habbe sayılırdıM.Sertoğlu.
HABEŞ EYALETİ Kızıldeniz'in batı sahillerinde, kısmen Eritre'ye tekabül eden topraklar üzerinde kurulmuş olan ve Habeş vilâyeti diye de anılan bir Osmanlı eyaleti. Bu mıntıkadaki Türk hâkimiyeti 1557 tarihinde Özdemir Paşa'nuı fethiyle başlamıştır. Kendisi burada vefat etmiş ve oğlu Özdenıiroğlu Osman Paşa yedi sene müddetle Habeş eyaletinde kalarak Osmanlı hâkimiyetini iyice tesis etmiştir. Bu eyalet XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı hâkimiyeti altında kalmış, o sırada Mısır eyaletinin mümtaz bir vilâyet halini alması ve Habeş eyaleti idaresinin de Mısır'a terkolunması dolayısiyle bilvasıta olarak devam etmiş, nihayet aynı yüzyılın ikinci yansında, Sudan'ın Mısır'dan ayrılması sırasında Habeş sahillerine yeşleşmiye başlıyan İtalyanlar tarafından eyaletin merkezi olan Musavva'nın zaptı üzerine 1885 yılında mevcudiyeti fiilen ve tamamen sona ermiştirM.Sertoğlu.
HABEŞİ AĞA (Bak. Harem Ağası)M.Sertoğlu.
HACCI EKBER Müslümanlar hac farizasını ifa ettikleri sırada, Arafat'a çıkılan gün cumaya rastlarsa o yılın hac-cına verilen isimM.Sertoğlu.
HACEGÂN (Bak. Hacegân-ı Divan-ı Hümayun)M.Sertoğlu.
HACEGÂN-I DİVAN-I HÜMAYUN Osmanlı devlet teşkilâtında bir vazife ve bu vazifeyi ifade eden rütbe. Gerek Di van-ı Hümayunda ve gerekse Paşakapı-sında bulunan kalemlerin şefleriyle, Maliye, Kapıkulu Ocakları kâtipleri, Tersane emini, Şehremini, Arpa, Mutfak, Darphane Eminleri, Teşrifatçı, Tophane, Baruthane Müdür ve Nazırları ilh... gibi memurlar Hacegâm Divan-ı Hümayun rütbesini haizdiler. İlk zamanlar bu unvan, yalnız Divan-ı Hümayun kalem şeflerine verilmiş iken zamanla diğerlerine de teşmil olunmuş ve XVIII. Yüzyıldan sonra devlet merkezi dışındaki bazı hizmet sahiplerine ve vezirlerin maiyetinde bulunan memurlara da tevcih edilmiştir. XVTII. Yüzyılın ortalarında hacegân rütbesini haiz olan devlet memurları şunlardı: Şıkkı evvel, sani ve salis defterdarları, Nişancı, Defter emini, Reisülküttab, Büyük ve Küçük tezkireciler, Ruznamçe-ciler, Beylikçi, Başmuhasebeci, Mektupçu, Şehremini, Tersane, Darphane, Matbah, Arpa eminleri, Teşrifatçı, Anadolu muhasebecisi, Süvari ve Piyade mukabelecileri, Yeniçeri kâtibi, Cizye muhasebecisi. Maliye tarihçisi, Maliye tezkirecisi, Çavuşlar kâtibi, Cebeciler kâtibi, Tophane nazın. Küçük evkaf kâtibi, Kalyonlar kâtibi, Sipah, Silâhdar, Ulûfeciler, Garibler kâtipleri, İstanbul ve Selanik Baruthaneleri nazırları, Sergi nazırı, Başmuhasebe kesedarı, Sadaret kethüdası, Çavuşbaşı, Kethüda bey kâtibi, Gedikliler kâtibi, Enderun ve Bîrun kâğıt eminleri. Hacegânlık, her sene şevval ayında tevcih olunur, eskilerden bir kısmı yerinde kalır ve bir kısmı değişirdi. Sonraları bu tevcihler şaban ayına alınmış, nihayet bu usul kalkarak 1838 yılında bunlara muntazam maaş bağlanıp nöbet usulü ilga olunmuştur. Sefer zamanları sadrıâzam harbe giderse hacegân da beraber gider ve İstanbul'da yerlerine birer vekil tâyin olunurdu. Bunlar Rikâb Defterdarı, Rikâb reisi ve saire gibi memuriyetlerinin baş tarafına bir Rikâb kelimesi getirilerek anılırlardıM.Sertoğlu.
HACEGÂN-I DİVAN-I HÜMAYUN HALİFELERİ Hacegânın şef olarak bulunduğu kalemlerde çalışan kıdemli memurlar. Ekseriya terfi edip hacegândan olurlardı. (Bak. Hacegân-ı Divan-ı Hümayun). Tanzimattan sonra bu unvan kaldırılıp yerine başkâtip, mümeyyiz, kâtip gibi tâbirler kabul olunmuştuM.Sertoğlu.
HACEGÂN-I DİVAN-I HÜMAYUN ŞAGİRDLERİ İleride bir memuriyete tâyin olunmak üzere Divan-ı Hümayun kalemlerine stajiyer olarak devam edenler. Bunlara Tanzimattan sonra Mülâzım denmiştirM.Sertoğlu.
HACEGÂNUK RÜTBESİ Eskiden kullanılan bir rütbe. Tanzimattan sonra hacegânbğın ehemmiyeti kalmayınca bu unvan çok zaman memuriyetle alâkalı olmayan bir rütbe olarak tevcih olunmaya başlanmıştıM.Sertoğlu.
HACI İslâmın beş şartından biri olan hac vazifesini ifa eden kimseM.Sertoğlu.
HACI BEKTAŞ BAYRAĞI (Bak. Ak-bayrak)M.Sertoğlu.
HACI BEŞTAŞ-I VELİ OCAĞI (Bak. Yeniçeri Ocağı)M.Sertoğlu.
HACI BEŞTAŞ-I VELİ KÖÇEKLERİ Yeniçerilerin bir ismi. (Bak. Yeniçeri)M.Sertoğlu.
HACI BEŞİR AĞA MESCİDİ Dâr'üs-saade Ağalarından Hacı Bsşir Ağa tarafından XVIII. Yüzyılın ortalarında Top-kapı sarayının Enderun kısmında yaptırılan mescitM.Sertoğlu.
HAÇLILAR (Bak. Ehli Salip)M.Sertoğlu.
HAÇOVA Macaristan'da Eğri kalesinin kuzey-doğusunda bir mevkii. Macarcası Keresteş'tir. 1596 yılında Padişah IH. Mehmed'in bizzat iştirak ettiği bir meydan muharebesini Türklerin bu mevkide kazanmaları şöhretine sebeb olmuşturM.Sertoğlu.
HADÂİK-İ HASSA Saray haricinde bulunan ve saraya ait olan bahçe ve bostanlara verilen isini. Bunlara Hassa bostancıları adlı bostancılar bakarlardı. Hassa Bostancıları, Usta denilen âmirlerinin nezaretinde olarak on baş ile yüz kişilik ayrı bölükler halindeydiler. (Bak. Bostancı Ocağı). Hadâik-i hassa'nın başhcalan şunlardı: Kadıköy bağı, Davudpaşa bahçesi, Beşiktaş bahçesi, Bakırköy'deki İskender Çelebi bahçesi, Dolmabahçe, Kuruçeşme, Arnavutköyü, Bebek, Emir-gân, Kalender, Büyükdere, Beykoz'da Tokat, Sultaniye bahçeleriyle Paşabah-çesi, Çubuklu, Kandilli, İstavroz, Üsküdar, Ayazma, Salacık, Haydarpaşa, Fenerbahçe, Florya, Halkalı, Topçular, Vidos, Alibeyköyü, Kâğıthane, Karaağaç, Hasköy ilh... bahçe ve bostanlarıM.Sertoğlu.
HADDAD Umumiyetle demirci demektir. Ordunun çeşitli ihtiyaçları için Samako, Köstence, Rudnik vesair yerlerde bulunan ve adına Haddad kârhanesî denilen imalâthanelerde kazma, külünk, körük, küskü gibi şeyler imal edenler hakkında kullanılırdıM.Sertoğlu.
HADDAD KÂRHANESİ (Bak. Haddad)M.Sertoğlu.
HADD ŞER'İ Dinen suç olan hareketlere karşı tâyin olunmuş ceza miktarıM.Sertoğlu.
HADEME-İ BAB-I ÂSAFİ Divan-ı Hümayun işlerinin Bab-ı âli denilen Pa-şakapısına intikalinden sonra, yani XVHL Yüzyılın ortalarına doğru devlet işlerinin orada görülmesi üzerine hacegândan bir kısmı —Sadaret Kethüdası, Reisülküttab, Çavuşbaşı, Büyük ve Küçük tezkereciler, Beğlikçi, Mektupçu, Teşrifatçı, Kethüda-bey kâtibi, Çavuşlar kâtibi. Gedikliler kâtibi—' daimi olarak Paşakapısında vazife görmeye başlamışlardı, işte bunlara Hademe-i bâb-ı âsafi denildi. (Bak. Hacegân-ı Divan-ı Hümayun)M.Sertoğlu.
HADEME-İ BÂB-I HÜMAYUN (Bak. Yeni Bostancı Ocağı)M.Sertoğlu.
HADEME-İ HÜMAYUN Tanzimattan, yahut yeniçerilerin ilgasından sonra teşkil olunduğu zannolunan bir sınıf saray halkı. Padişahın maiyet halkını teşkil ederler ve merasimlerde hususi üniforma-lariyle ziynet ve ihtişam vesilesi olurlardı. Meşrutiyette yapılan tensikatta miktarları azaltılmış, askerî rütbeleri ilga olunmuş, yeni bir kıyafete sokulmuşlardı. Bundan sonra saltanatın ilgasına kadar bu halde devam etmişlerdirM.Sertoğlu.
HADEME-İ RİKAB-I HÜMAYUN Solak, Peyk ve Bostancı hasekileri teşkilâtı 1826 yılında lâğvolunduktan sonra Padişahın hususi atlı maiyeti olarak teşkil olunan bir sınıf. (Bak. Solak)M.Sertoğlu.
HADEME-İ TERSANE-İ HÜMAYUN (Bak. Bahriye azabları)M.Sertoğlu.
HADENK Kayın ağacından yapılmış., ucu üçgen şeklinde büyük temrenli muharebe okuM.Sertoğlu.
HADIM Doğuştan veyahut sonradan yapılmış bir ameliye yüzünden erkeklik hassasından mahrum olan kimse. Saraylarda ve vüzera konaklarında Harem denilen kadınlara mahsus dairelerde vazife görürlerdi. Bir adı da Tavaşî idi. (Bak. Akağalar, Harem Ağası)M.Sertoğlu.
HADIM AKAĞASI Hadım ağalarının zenci veya habeş olmayıp beyaz renkt.s olanları. (Bak. Akağalar)M.Sertoğlu.
HADIM ALİ PAŞA CAMİİ Sadrıâzam iken 1511 yılında Şahkulu muharebesinde şehit düşen Hadım AH Paşa'nın İstanbul'da biri Çemberlitaş'ta, öbürü Zincirliku-yu'da yaptırdığı camilerinin adı. Kariye camii diye anılan ve Edirnekapı civarında bulunan Hora manastırını da camiye tahvil eden odur. Çemberlitaş'taki camiine eskiden Sedefçiler camii denirdiM.Sertoğlu.
HADİM ÜL-HAREMEYN Haremeyn diye anılan Mekke ve Medine'nin hizmetkârı demektir, islâm halifesi olmaları do-layısiyle Yavuz'dan itibaren Osmanlı padişahlarının resmî ünvanlarındandıM.Sertoğlu.
HADİS Peygamberimiz Hazreti Mu-hammed'in (S.A.S.) söylediği sözler ve yaptığı işler hakkında kullanılan bir tâbir. İslâmi ilimlerin belli başlı şubelerinden biridirM.Sertoğlu.
HAFIZ Kur'anı-ı Kerim'i tamamen ezberliyen ve ezberinde tutan kimse. Ekserisi güzel sesli olur ve Kur'an-ı Kerim'i gayet mükemmel şekilde, usulüne uygun olarak okumağı bilirlerdiM.Sertoğlu.
HAFIZ-I KUTUP Eskiden kütüphane memurları hakkında kullanılan bir tâbir. Kitapları muhafaza eden kimse demektirM.Sertoğlu.
HAFIZ PAŞA TOPU, ŞEŞHANESİ 1854 yılında ve Kırım Harbi sıralarında Hafız Paşa adlı bir sanatkârın icat ettiği bir cins top ve tüfek. Yerli olarak imal olunmuş ve bu harbde muvaffakiyetle kullanılmıştırM.Sertoğlu.
HAFİYE Eskiden iç işlerde gizli istihbarat servislerinde kullanılan kimse hakkında kullanılan bir tâbir. II. Abdül-hamid devrinde çok rağbette olan bir meslekti ve devlet tarafından pek çok hafiye kullanılırdıM.Sertoğlu.
HAFİF DONANMA Bilhassa nehirlerde ve sığ yerlerde kullanılan daha ziyade altı nispeten düz ve hafif gemilerden mürekkep donanma. Bu donanmanın gemileri en küçüğünden en büyüğüne kadar şu isimleri taşırdı
HAKAN Türk hükümdarlarına mahsus unvanlardan biri. Çinliler hükümdarlarına Ho-Hang derler, Türkler ise hakan, kaan şeklinde kullanırlardı. Ayrıca muhtelif Türk şivelerinde ogan-ogang kelimesi de vardır ki sahip, hâkim mânasına gelir. Diğer Türk hükümdarları gibi Osmanlı padişahları da bu kelimeyi unvan olarak kullanmışlardırM.Sertoğlu.
HAKİ Uzun menzile atılan kısa vs ince bir cins okM.Sertoğlu.
HÂKİM ÜŞ-ŞER' Şeriat kanunlarına göre hüküm vermeye salahiyetli kimse. Kadı. (Bak. Kadı)M.Sertoğlu.
HAKİR İşlemeli hissini verecek şekilde dokunmuş, sağlam ve kalın ipekli kumaş. Şalvar ve üst entarisi yapmak için çok kullanılırdıM.Sertoğlu.
HAKKAK Hâk eden, oyan demektir. Herhangi bir şeyin (taşın, madenin veya tahta ve sairenin) üzerine oyarak süsler yapan veya yazılar yazan sanatkârlar hakkında ve bilhassa mühür kazıcılar için kullanılırdıM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |