Beni eleştiren kişi sana eksiğimi söylerse
Bu benim ne kadar haklı olduğumu gösterir.
Eğer bu adam kendi mezhebinde tutucu olmayıp bana verdiği reddiyede kendini haklı olarak görüyorsa, o benim yazmış olduğum namaz kitabının önsözünde hata olarak gördüğü sözlerimi çürütmek için aynen naklederdi. İşte o zaman iki gözü olan herkes de kimin haklı olduğunu görürdü.
Ama ilmi esere bir satır dahi yazmadan önce ne yazacağını bilmeden hareket ederek, bizim güvendiğimiz bazı alimlerden alıntılar yapıp, insanlara bizim bu alimlere karşı geldiğimiz düşüncesini vermek, yazdığı yazıyla hakkı açıklamak isteyen kişinin işi olamaz. Bu söylediklerimin isbatı olarak sadece bu kitabın 38. sayfasına bakman yeterlidir. Eğer alimlerden getirdiğim nakilleri, benim anlatmak istediğim şeyle karşılaştırırsan bizim görüşümüze zıt olmayıp aksine o nakilleri almakta bizim ne kadar haklı olduğumuzu açıkça görürsün. Bu konuda da Allâh Teâlâ bizi mutaassıp kör taklitçilerden birinin deliline muhtac etmedi.
Yine aslen bizim görüşümüzle alakası olmayan konulardan da alıntılar yapmış. Çünkü biz Allâh’a şükür dört mezhep imamına saygı göstererek ve onların ilimlerinden istifade ederek Kur'ân ve sünnete uymaya davet ediyoruz. O kitabın önsözünde bunlar geniş bir şekilde açıklanmıştır.
Yine bazı nakiller yapmış ki o kural ve şartları dört mezhep imamı koymamıştır. Onlar sadece dört mezhep imamlarına tabi olan ve onları taklid eden bazı alimlerin açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla durum günümüzde dört mezhep imamını taklid edenleri bağlamaz! Çünkü temel kurallarına göre taklitçiler, sadece mezhep imamını taklid etmekle görevlidirler. Öyleyse dört mezhep imamının görüşü olmayan bu kurallara nasıl uyarlar! Veya Kur'ân ve Sünnet’e uymaya davet edenlere karşı, dört mezhep imamının kendilerinin değil de onları taklid eden alimlerin sözleriyle cevap vermek nasıl doğru olur?!...
Burada mühim bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Bu koyu taassupçu eğer kendilerine sözde yalan ve iftira atanları, dört mezhep imamının ittifak ettikleri ahkâm meselelerine tabi olmakla sınırlamasaydı, bu görüşü saygı gösterilmeye ve takdir edilmeye değerdi. Çünkü bizim davet ettiğimiz şey de budur. İlmin sadece dört mezhep imamıyla sınırlı kalmadığına inanıyoruz. Bu da Allâh’ın rahmetinin genişliğindendir. Fakat O, her ne kadar elindeki kat’î delil kendi mezhebinin görüşüne ters de olsa, bütün müslümanların kendi üzerinde bulunduğu mezhebine girmesini istiyor.
Belki bazı okuyucular bunu garipseyebilirler. Fakat O'nun bu konudaki kesin sözünü okuduktan sonra benimle beraber: "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn" diyeceklerdir. O, kitabının 40. sayfasında şöyle diyor: "Bu derece ilim sahibi olduğu halde, es-Subkî bile böyle tereddütte kalırsa, ondan daha aşağı derecede bulunan bir kimsenin, eş-Şâfiî’nin sözünün zahirine sarılıp da; hem kendinin hem de başkalarının kafasını karıştırıp, müslümanların bizce de kabul edilen muteber ve mutemed imamlarından birinin sözü ile amel ettiğini ileri sürerek, sahih olan her hadisle amel etmeğe kalkışması caiz olur mu?
Başkalarının başına gelenlerden ibret alıp da, küçüklüğümüzden beri, Allâh’ın kendisine uymamızı nasip ettiği bir imamın görüşlerine tabi olmamız gerekmez mi?"
İşte bu O'nun sözü. Bu sözü bana hangi durumda olursa olsun Şâfiî mezhebine bağlı bir mukallid olmakla övünen veya bundan dolayı Allâh’a hamd eden bir profesörü hatırlattı. "Ey akıl sahipleri, ibret alın!"
Bana göre bu ve öteki, esas ve ara meselelerde birbirinden farklı iki ayrı mezhebi taklid etmelerine rağmen, körü körüne bir mezhebe bağlanma konusunda birleşiyorlar. İkisi de alimler katında taklidçinin mânâsının cahil anlamına geldiğini ya bilmiyorlar ya da bilmezlikten geliyorlar. Zaten bu yüzden alimler: "Taklidçi biri kadılık görevine getirilemez." diye fetva vermişlerdir. Bilâkis ilk dönem Hanefî alimlerinden olan Tahavî:"Mezhep taklid eden kişi ancak ahmak veya tutucudur." demiştir.
Bundan dolayı insanları sadece Kur'ân ve sünnete uymaya çağırarak bu şekilde onları mezhep taassupçuluğundan ve ahmaklıktan kurtarmaktan başka çaremiz yok. Fakat onlar bizim bu çağrımızı kabul etmeyerek, mezhep taassupçuluğuna ve ahmaklıklarına devam ediyorlar! Bununla da yetinmeyip kendilerine uymamız için hem bizi hem de diğer insanları davet ediyorlar ki sonunda kendileri gibi aptal ve yolarını şaşırtmış sapıklar olalım!! Burada bir şeyi hatırladım, sağlam ve sağlıklı bir adamın eğer hasta bir adam görürse: "Beni senin yakalandığın hastalıktan koruyan ve üstün kullarından kılan Allâh’a hamd olsun." demesi sünnettir. Hiç şüphesiz dininde hastalık olan, bedeninde hastalık olandan daha tehlikededir!
Değerli okuyucu! Şunu bil ki; bizim mezhep taassupçusuna yakıştırdığımız cahillik ve ahmaklık sıfatı ancak şu âyeti uyguladıktan sonra kendisinden kalkar:
Dostları ilə paylaş: |