Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə12/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   40

444

BİBLİYOGRAFYA:



F. H. Bode, Der Kamf um die Bagdadbahn 1903-1914, Eİn Beitrag zur Ceschichle der De-utsch-Englischen Beziehungen, Breslau 1914; P. Rohrbach. Hattı Saltanat- Bağdad Demiryolu, İstanbul 1331; P. K. Butterfİeld, The Diplomacy of ttıe Baghdad Railway 1890-1914, Göttingen 1932; Bekir Sıtkı Baykal, Das Bagdad-Bahn Problem 1890-1913, Freiburg 1935; L. Ragey, La çuestion du Chemin de fer de Bagdad 1893-1914, Paris 1936; R. Hüber, Dle Bagdadbahn, Berlin 1943; M. K. Chapmann. Great Brİtain and the Baghdad Railıuay 1888-1914, Morthampton-mass 1948; A. Onur, Demiryolları Tarihi 1860-1953, İstanbul 1953; L Rathmann, Die Nahoş-texpansion des deutschen Imperialismus uom Ausgans des 19. Jahrhunderis biz zum Ende des erslen Wellkrieges, Eİne Sttıdie İlber die Wirtschafts ■ potiüsche Kompanente der Bag­dadbahn politik, Leipzig 1961; a.mlf., Alman Emperyalizminin Türkiye'ye Girişi (trc. Ragip Zaralı), istanbul 1976, s. 41 vd.; W. von Kam-pen, Studien zur Deutschen Türkei-politik in derZeit Wilhe!ms II, Kiel 1968, s. 24-26; E. M. Earle, Bağdad Demiryolu Sauaşı (üre. Kasım Yargıcı), İstanbul 1972; İlber Ortaylı. Osman­lı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, İstanbul 1983, s. 73 vd.; Burhan Oğuz. Yüzyıllar Boyun­ca Alman Gerçeği ue Türkler, İstanbul 1983, s. 161 vd. r-j

İSH Kemal Bevdilli

BAĞDAT HATUN

(ö. 736/1335)

İlhanlı Hükümdarı Ebû Saîd Bahadır Han'ın karısı.

Babası Suldus aşiretinden Çoban b. Melik b. Tudun Noyan'dır. 1323'te CelS-yirliler'den Emîr Şeyh Hasan b. Emîr Hü­seyin b. Akboğa ile evlendirildi. 1325'te Ucan yaylasında kendisini görerek beğe­nen Ebû Saîd Bahadır Han onunla evlen­mek istedi. Cengiz yasasına göre hanın beğendiği kadın evli bile olsa eşinin onu hemen boşaması gerekiyordu. Bu durum Bağdat Hatun'un babası Emîr Çoban ta­rafından öğrenilince Ebû Saîd Han'la ara­ları açıldı. Siyasî rakipleri emîr ve han arasındaki kırgınlığı daha da arttırdılar. Bunun üzerine Emîr Çoban ve oğulları Ebû Saîd Han tarafından birer birer or­tadan kaldırıldı. Metanetini hiçbir şekil­de kaybetmeyen Bağdat Hatun sonunda Emîr Şeyh Hasan'dan boşanıp Ebû Saîd Han'la evlendi ve İlhanlı sarayında baş kadınlığa yükselerek Hüdâvendigâr la­kabını aldı. Kısa zamanda Ebû Saîd nez-dinde büyük itibar kazandı. Ancak Bağ­dat Hatun ve ailesinin rakipleri aleyhte faaliyetlerini sürdürerek 1331'de eski eşi Emîr Şeyh Hasan'la gizlice haberleştiği iftirasında bulundular. Bu yüzden Ebû Saîd Bağdat Hatun'a karşı eski sevgisi-

ni ve güvenini kaybetti. Ancak daha son­ra suçsuz olduğu anlaşıldı ve tutuklan­ması emredilen Şeyh Hasan annesinin de araya girmesiyle bağışlanarak Kemah Kalesi'ne tayin edildi.

Ebû Saîd Han Bağdat Hatün'dan son­ra 1333'te onun yeğeni Dilşad'la evlendi. Bunu hazmedemeyen Bağdat Hatun, ko­casına karşı kin duymaya başladı. Bu se­beple Özbek Han'a karşı harekete geçen hanın ani ölümü (30 Kasım 13351, onun tarafından zehirlendiği rivayetine yol aç­tı. İbn Battûta da bu rivayeti doğrula­maktadır.

Ebû Saîd Han'dan sonra İlhanlı tahtı­na geçen Arpa Han, Ebû Saîd'in ölümün­den Bağdat Hatün'u sorumlu tuttu. So­nunda Bağdat Hatun Hoca Lü'lü' adında biri vasıtasıyla hamamda başına topuz vurulmak suretiyle öldürüldü. Cesedi âdi bir örtü altında günlerce ortada kaldı.

Bağdat Hatun'un eski kocası Emîr Ha-san-i Büzürg Irâk-ı Arab'ı ele geçirdiğin­de Ebû Saîd Han'ın son eşi Dilşâd Ha-tun'la evlenerek daha önce kendisine ya­pılan haksızlığın intikamını aldı (1336).

Günümüz tiyatro yazarlarından Gün­gör Dümen, XIV. yüzyılın bu güzelliği ve dirayetiyle meşhur kadını hakkında Bağ­dat Hatun adlı bir tiyatro eseri kaleme almış ve eser 1980'de devlet tiyatrola­rında sahneye konulmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Hâfız-ı Ebru, Zeyl-i Câmicu't-teuârîh (nşr. Hânbâbâ Beyânî), Tahran 1317 hş., bk. İndeks; İbn Battûtâ, Voyages, İl, 117 vd.; Târîh-i Şeyh üueys (nşr. J. B. van Loon), The Hague 1954, s. 57-59; Mîrhând, Rauzatuş-şafâ, V, 153 vd.; Spuler, İran Moğollan, s. 138, 142, 145, 278, 389, 412, 430-431, 434; İsmail Hakkı Uzunçar-şılı. "Anadolu Türk Tarihinde Üç Mühim Si­ma", TTEM, 1/5 (1930-31), s. 64-82; Ahmed Temir, "Suldus", İA, XI, 10; R. M. Savory, "Bagh­dad Khâtün", ming.), I, 908-909.

lifti Enver Konukçu

BAĞDAT KÖŞKÜ

Topkapı Sarayı'nda XVII. yüzyılda yapılmış köşk.

Bugün Topkapı Sarayı adıyla tanınan Sarây-ı Cedîd (Yeni Saray) manzumesi içindeki yapılardan biri olan Bağdat Köş­kü (Bağdat Kasrı). Sultan IV. Murad tara­fından 1638'den az sonra yaptırılmıştır ve 1624'te Safevîler tarafından ele geçi­rilen Bağdat'ın 1638 yılının son günlerin­de yeniden fethedilmesinin hâtırası ola­rak bu adla anılmıştır. Köşkün yapılışını

belirten bir inşa kitabesi yoktur. Naîmâ Bağdat Seferi'ni anlatırken köşkün inşa­sının sefere çıkılırken emredildiğini ve yapımın bir yıl içinde tamamlandığını bil­dirir. Sultan Murad'ın Bağdat Seferi bir yıl İki ay sürdüğüne ve padişah İstanbul'a döndükten az sonra 1640 Şubatının ilk haftasında öidüğüne göre Bağdat Köş-kü'nün inşası 1639 yılı içlerinde gerçek­leşmiş olmalıdır. Ancak iç süslemenin bir süre daha devam ettiği tahmin edilebi­lir. Nitekim yine Naîmâ'nın yazdığına gö­re, "iki denizin birleştiği yere" hâkim ola­rak yapılan "zîbâ ve dilârâ" kasrın henüz tamamlanmayan iç süslemesi yapılırken padişahın fermanı üzerine tavanlarına başta Tophaneli Mahmud Çelebi olmak üzere birçok usta hattat tarafından al­tın yaldızla âyetler yazılması kararlaştı­rılmıştır. Hatta yazılması kararlaştirlan bu âyetler arasında Hz. İbrahim'in adı­nın geçtiği (el-Bakara 2/127! âyetinin bu­lunması, bazılarınca Sultan İbrahim'in tahta çıkacağının ön haberi olarak gö­rülmüşse de E. Hakkı Ayverdi bugün köş­kün içinde böyle bir âyet görülmediğini belirterek bu yazının yazılmasından pa­dişahın ölümü üzerine vazgeçilmiş ol­duğunu söyler.

Ahmed Refik, kaynağını göstermeksi­zin Bağdat Köşkü'nün o devrin mimar-başısı Hasan Ağa tarafından yapılmış olduğunu bildirir. Bu iddia ayrıca araş­tırılıp incelenmeye değer bir konudur. Bu tarihlerde Hassa başmimarı olarak Kasım Ağa tanınmaktadır. Ancak Osman­lı tarihinde çok önemli politik rolü olan bu mimarın eserleri hakkında şimdilik fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Sedat Eldem de Bağdat Köşkü'nün mimarının Kasım Ağa olabileceğini muhtemel gör­mektedir.

Tarih içinde Bağdat Köşkü'nde cere­yan eden en önemli olay, 1730 ayaklan­masının elebaşılarından Patrona Halil ve bazı adamlarının kendilerine vezirlik verileceği söylenerek Sultan I. Mahmud tarafından saraya davet edilmeleri sıra­sında bir hile ile burada idam edilmele­ri olarak gösterilmişse de bu hadise ger­çekte Revan Köşkü'nde vuku bulmuştur. Vehbî'nin Sumdme'sindeki bir minya­türden anlaşıldığına göre şehzadelerin sünnet düğünlerinde çocukların yatak­ları Bağdat Köşkü revaklan altına kuru­luyordu.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru Bağdat Köşkü'nün revaklannın araları demir çer­çeveli bir camekânla kapatılmıştı. II. Ab-dülhamid tarafından bu camlı galerinin bir kısmı bölünerek burası, perde, kane­pe, koltuk ve ayna gibi bazı eşya ile dö­şenmişti. Padişah ramazan ayının on be­şinde saraya geldiğinde bir süre bu dar aralıkta dinlenirdi. Yakın tarihlerde bu oda ve camekân kaldırılmıştır.

Topkapı Sarayı manzumesinin en gü­zel ve ilk şekli bozulmaksızın günümüze kadar gelmiş bir parçası olan Bağdat Köşkü Türk köşk mimarisinin şaheserle­rinden sayılır. Havuzlu taşlığın bir kena­rında sarayın Şimşirlik ve İncirlik deni­len iki bahçesinin birleştiği yerde 7 m. yüksekliğinde kemerli bir bodrum katı üstüne oturtulmuştur. Bulunduğu yer­den Haliç, Boğaz ve Marmara'ya hâkim manzarası olduğu gibi Galata ve Beyoğ-lu'nu da bütünüyle görmektedir. Köşkün ana mekânı dört tarafında çıkıntılar olan bir sekizgen biçimindedir. Dikdörtgen çı­kıntılar birer sivri kemerli eyvan şeklin­de orta mekâna açılırlar. Orta mekânın üstünü ortasında bir aydınlık feneri olan kurşun kaplı bir kubbe örter. Dört çıkın-

tısı ile çok dengeli bir planı olan köşkün bir tarafına dikdörtgen planlı ve üstü aynalı tonoz ile örtülü bir oda eklenmiş olup bunun duvar kalınlığı içine ustalık­la yerleştirilmiş bir hela bulunur. Köş­kün etrafında baklavalı başlıklı mermer sütunlara sahip bir revak dolaşır. Bu sü­tunlara oturan çift renkli taşlardan iş­lenmiş sivri kemerler kurşun kaplı ge­niş bir saçağı taşımaktadır. Evvelce bu sütunların aralarında kalın yelken bezin­den yapılmış perdeler bulunuyor, bun­lar hem galerinin gölgelenmesi hem de köşkün dış yüzlerini süsleyen çinilerin hava şartlarından korunmasını sağlıyor­du. Perdeler çıkarıldıktan sonra geçen yüzyıl sonlarında demir çerçeveli came-kânlar takılmışsa da köşkün mimari gü­zelliğini bozan bu çamekâniar 1917'de sökülmüştür. Sütunların aralarında mer­mer şebekeli korkuluklar vardır.

Bağdat Köşkü'nün esas girişinin üs­tünde Farsça bir beyit yazılmıştır. Dış duvarları renkli taş kaplama ve çiniler süsler. Ancak bilhassa kuzey rüzgârları­na açık olan taraflarda bu çiniler büyük ölçüde zarar görmüş ve bazı yerler Kö­tü biçimde tamir edilmiştir. Kapı sevi­yesinden itibaren beyaz zemin üzerine nar çiçeği ve enginar yapraklı çiçekle-riyle bezenmiş olan çiniler klasik devir Türk çini sanatının son ve güzel Örnek­leridir.

Köşkün içinde altın yaldız kaplamalı muhteşem davlumbazı olan bir ocak bu­lunmaktadır. Bunun dışarıda ince uzun bir baca ile bağlantısı olduğu görülür. Planda çıkıntı olarak görülen hücrelerin içlerinde sedirler yer almaktadır; bu kı­sımların ahşap tavanları altın yaldızlı bir tezyinat ile kaplıdır. Kubbe altın yaldızlı ve bugün artık sayılı denecek kadar az

örneği kalmış olan tamamen malakârî bir süslemeye sahiptir. İç duvarlar kub­be eteğine kadar çinilerle kaplanmıştır, Ocağın iki yanında bulunan büyük ölçü­deki çiniler, hem ölçüleri hem de süsle­mede kullanılan kuş motifleri bakımın­dan son derecede nâdirdir. İki pencere dizisi arasında ise mavi zemin üzerine beyaz harflerle yazılmış yine çini bir ya­zı kuşağı çepeçevre mekânı dolaşır. Dış­tan pirinç şebekeli olan alt sıra pence­relerin ve dolapların ahşap kanatları fil­dişi, sedef ve bağa kakma süslemelidir. Üst sıra pencereler renkli camlı alçı çer­çeveli revzenlere sahiptir.

Eski fotoğraflarda Bağdat Köşkü'nün ortasında Batı üslûbunda bir masa, hüc­relerden birinin içinde ise bir kanepe gö­rülür. Sonraları bunlar kaldırılarak hüc­relerin içlerine sedirler yerleştirilmiş, masanın yerine de Fransa kralının hedi­yesi olduğu söylenen gümüş bir mangal konulmuştur. Yine eski bir fotoğrafta kubbenin ortasından bir cam fanusun sarktığı görülmektedir. Sonra bunun ye­rine altın yaldızlı oymalı bir top asılmış­tır. Bağdat KÖşkü'nde 360 kadar kitaba sahip bir kütüphane de bulunuyordu. İç­lerinde çok değerli ve nâdir yazmalar olan bu kitaplar, Ağalar Camii'nde ku­rulan ve "yeni kütüphane" adı verilen, içinde saraya ait bütün kitapların bir ara­ya getirildiği merkeze alınmıştır. Pen-zer, Bağdat Köşkü'nün bir cephesine bi­tişik çıkıntı teşkil eden mekânın evvelce kütüphane olduğu görüşündedir, Hal­buki A. Şeref Bey buranın kahve ocağı olduğunu yazar. Kitapların esas mekân­daki dolaplarda muhafaza edilmiş olma­ları daha inandırıcıdır. Zaten bu küçük mekânda 360 cilt kitabı alacak dolap mevcut değildir.

Klasik devir Türk sanatının en muh­teşem eserlerinden olan Bağdat Köşkü, mimarisi bakımından eski Türk yapı ge-

leneklerinin (dört eyvan şeması) değişik bir uygulamasıdır. İç ve dış süslemesinin zenginliği, nisbetlerinin ahengi ve de­ğişik tekniklerdeki tezyinatın ustalıklı kullanımı onu Türk sanatının şaheserle­rinden biri yapmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Naîmâ, Târih (nşr. Zuhuri Danışman), İstan­bul 1968, ili, 1442, 1448; Halil Ethem [Eldem], Topkapı Sarayı, İstanbul 1931, s. 23; Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İstanbul 1933, s. 135-136; N. M. Penzer, The Harem, London 1936, s. 253-255; Tahsin Öz. Turkish Ceramics, An­kara 1953, s. 36, levha LXIII-LXİV (Kuşlıı çinile­rin renkli resmi); K. Otto-Dorn, Türkische Kera-mik, Ankara 1957, s. 132; Melek Celâl Lampö, Le Vieux serail des Suttans, İstanbul 1959, s. 80; R. Ekrem Koçu. Topkapı Sarayı, İstanbul 1960, s. 108-112; Sedat Hakkı Eldem, Köşkler ue Kasırlar, İstanbul 1969, i, 298-318; a.mlf. -Feridun Akozan. Topkapı Sarayı: Bir Mimari Araştırma, Ankara 1982, s. 28-29; F. Davis, The Palace of Topkapı in İstanbul, Mew York 1970, s. 180-184; Hülya Tezcan, Köşkler, İstanbul 1978, s. 10-13; Abdurrahman Şeref, "Topkapı Saray-ı Humâyun'u", TOEM, 11/7 (İ327), s. 411-414; Semavi Eyice, "Mimar Kasım Hak­kında", TTK Belleten, LXIII/172 (1979), s. 767-808; a.mlf., Topkapı Sarayı, İstanbul 1985, s. 35; Ahmet Refik [Altınay], "Bağdat Kasrı", Cum­huriyet, istanbul 24 Mayıs 1935; E. Hakkı Ay-verdi, "Bağdad Köşkü", İst.A, IV, 1804-1808.

BH Semavi Eyice

BAĞDAT PAKTI

1955 yılında Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve

İngiltere arasında kurulan bölgesel savunma iş birliği ittifakı.

J

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa ve Güney Asya'-daki yayılmasını durdurmak için soğuk savaş yıllarında Amerika Birleşik Devlet­leri Dışişleri Bakanı J. Foster Dulles'in geliştirdiği "çevreleme" (containment) po­litikası ile Güney Asya ve Ortadoğu'nun savunmasın: Batı ittifakına bağlama ve bu yolla bir "güvenlik koridoru" oluştur­ma çalışmalarının bir sonucu oiarak doğ­muştur. Bağdat Paktı'ndan önce Orta­doğu'da güvenlik ve savunma İş birliği alanında ilk ittifak Sâdâbâd Paktı'dır. İran, Türkiye, Afganistan ve Irak arasın-



da 1937'de kurulan bu pakt uzun ömür­lü olmamıştır. İl.Dünya Savaşi'ndan son­ra Ortadoğu'dan çekilen İngiltere, bölge­deki çıkarlarını korumak için Türkiye'nin de içinde yer alacağı Ortadoğu komu­tanlığı gibi birtakım tertiplere girişmiş-se de başarı sağlayamamıştır. Ortado­ğu'nun savunulması konusunda insiya-tifi. bölgede sömürgecilik alanında kötü bir geçmişi bulunmayan Amerika Birle­şik Devletleri'nin ele alması üzerine çev­releme politikası doğrultusunda Yugos­lavya, Yunanistan ve Türkiye arasında te­sis edilen Balkan Paktı'ndan (1953) son­ra, Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilâ­tı (SEATO) ile NATO'yu birbirine bağla­yacak bir Ortadoğu savunma ittifakının kurulması için çeşitli gayretler gösteril-mıştır.

İngiltere ve Türkiye'nin ortak çalışma­ları sonunda kurulmuş bölgesel bir sa­vunma is birliği teşkilâtı olan Bağdat Paktı'na giden yolda ilk çalışmaları Ame­rika Birleşik Devletleri yaparak 28 Ara­lık 1953'te Pakistan'la bir teknik ve eko­nomik yardım antlaşması ile 19 Mayıs 1954'te Karşılıklı Savunma İçin Yardım Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmada Pakistan'ın bölgesel savunmaya katıla­cağı açıklanmıştır. Türkiye, NATO'ya alın­masında kendisine muhalefet eden İn­giltere'ye, NATO'ya alınması halinde Or­tadoğu savunmasında görev alacağı ta­vizini verdiğinden böyle bir savunma it­tifakına katılacağını kabul etmiş bulunu­yordu. Bu amaçla Türk yöneticileri Irak, Lübnan ve Suriye yöneticileriyle yoğun temaslara giriştiler. Bağdat Paktı'nın ilk halkasını, Türkiye ile İrak arasındaki gö­rüşmeler sonunda 12 Ocak 1955'te ya­yımlanan Türk-Irak Deklarasyonu teşkil etti. Bu deklarasyonla kurulması düşü­nülen paktla ilgili görüşler dile getiril­di. Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, kurulması düşünülen pakta Suriye ve Lübnan'ın da katılmalarını sağlamak için Şam'ı ve Beyrut'u ziyaret etti, fakat ba­şarı sağlayamadı. Bu durum karşısında 24 Şubat 1955'te Bağdat'ta Türkiye ile Irak arasında sekiz maddelik Karşılıklı Güvenlik ve Savunma İşbirliği Antlaşma­sı imzalandı. Bu antlaşma Bağdat Pak­tı'nın özünü oluşturdu.

Birleşmiş Milletler Yasası'nın 51. mad­desine uygun olarak imzalanan Karşılık­lı Güvenlik ve Savunma İşbirliği Antlaş­ması, güvenlik ve savunma için iş birli­ğinde bulunmayı, iç işlerine karışmama­yı, aralarındaki meseleleri barışçı yolla çözümlemeyi, paktla bağdaşamayacak

milletlerarası taahhütler altına girme­meyi öngörmekteydi. Ayrıca paktın Arap Birliği üyelerine ve bölgedeki güvenlik ve barışla ilgili olup da taraflarca da ta­nınmış bulunan ülkelere üyelik konusu­nun açık olduğu, en az dört ülkenin pak­ta katılmasından sonra bakanlar düze­yinde bir daimî konseyin kurulacağı, pak­tın 5 yıl için yürürlükte kalacağı ve 5'er yıllık sürelerle yenileneceği de kararlaş­tırıldı.

Asıl amacı bölge devletlerini ortak bir teşkilât içinde bir araya getirmek, Sov­yetler Birliği'nin Ortadoğu'ya inmesini engellemek, bölgenin savunmasını Batı savunma ittifakına bağlamak ve Batı'nın bölgedeki çıkarlarını korumak olan Bağ­dat Paktı, 5 Nisan 1955'te İngiltere, 23 Eylül 1955'te Pakistan ve 3 Kasım 1955'-te de İran'ın katılmaları üzerine Kasım 1955'te Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve ingiltere arasında Karşılıklı Güvenlik ve Savunma İşbirliği Teşkilâtı haline dönüş­tü. Bölge ülkelerinin ortak güvenlik ve savunma için iş birliğini sağlamak ama­cına yönelik olmakla birlikte pakt, ku­ruluşundaki yanlışlık yüzünden bölgede birleştirici olamamış, âdeta Ortadoğu'yu parçalamıştır. Nitekim Bağdat Paktı böl­gede yeni çatışmalara ve bloklaşmalara sebep olduğu gibi bölgeyi milletlerarası çatışma alanlarından biri haline de ge­tirmiştir. Arap Birliğine mensup ülke­lerden sadece Irak'ın pakta girmesi, böl­ge ülkesi olmadığı halde eski bir sömür­geci ülke olan İngiltere'nin paktın üye­si olması ve bölgede Batı yanlısı bir po­litika takip eden Türkiye, İran ve Pakis­tan'ın pakta dahil olmaları sebebiyle, Batı'ya karşı olan ülkeler tarafından şid­detle eleştirilmiş ve Batı sömürgeciliği­nin yeni bir biçimi olarak değerlendiril­miştir. Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan aralarında ayrı bir antlaşma imzalamak için çalışmalar yapmış, Irak Arap dünya­sında iyice yalnızlığa İtilmiş, bu geliş­meleri kendi güvenliğine yönelik bir ter­tip olarak değerlendiren İsrail de diğer Arap ülkeleri gibi şiddetli tepki göster­miştir.

Çevreleme politikasına göre bir Orta­doğu savunma ittifakı kurmaya çalışan ve Bağdat Paktı'nın kurulmasında bü­yük katkısı olan Amerika Birleşik Dev­letleri, paktın bölgede birliği sağlayama­yacağını görmesi üzerine, pakta üye ola­rak katılmamakla birlikte İlgisiz de kal­mamıştır. Bunun için paktın ilk konsey toplantısına (21-22 Kasım 1955) sivil ve askerî gözlemciler göndermiş, ittifakın

Ortadoğu'nun güvenlik ve istikrarı için önemli olduğunu ve destekleneceğini bil­dirmiş, ekonomik komite ile bozguncu faaliyetleri önleme komitesine üye ol­muş, Bağdat'a bir askerî irtibat grubu yollamış ve 1957'de de paktın askerî ko­mitesine üye olmuştur.

Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'ya giri­şini önlemek amacına yönelik olan Bağ­dat Paktı'nın, bu alanda amacına ulaş­ması şöyle dursun tam aksine Sovyet-ler'in bölgeye girişini hızlandırdığı söy­lenebilir. Nitekim pakta şiddetle karşı olan Mısır, Çekoslovakya ile silâh yardı­mını öngören bir antlaşma yaparak Sov­yetler Birliği ve Doğu bloku ülkeleriyle yakınlaşmıştır. Pakt sayesinde bölgede nüfuzunu arttırmaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri karşısında Arap ülke­leri Sovyetler Birliği'ne yönelmişler ve böylece Sovyetler Birliği'nin bölgede gü­cü ve nüfuzu artmıştır.

Türkiye açısından da Bağdat Paktı ba­şarılı olamamıştır. Batı ittifakı içerisin­de yerini alan Türkiye'nin Ortadoğu'da Batı'lı sömürgeci ülkelerle birlikte hare­ket etmesi, onu Araplar arası çatışma­larla karşı karşıya getirmiş ve kendisi­ne yönelen eleştirileri arttırmıştır. İrak'ın dışındaki diğer Arap ülkelerinin de pak­ta katılacaklarını ummakla yanılmış olan Türkiye'nin Mısır ve Suriye ile ilişkileri bu sebeple bozulmuştur. 1945'ten iti­baren gerilemeye başlayan Türk - Arap ilişkileri bu pakt yüzünden kopma nokta­sına gelmiştir. Ayrıca paktın kuruluşun­da önemli rol oynayan Türkiye'nin Sov­yetler Birliği ile ilişkileri de olumsuz şe­kilde etkilenmiştir. Pakt sebebiyle Ame­rika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Bir­liği Ortadoğu'da karşı karşıya gelirler­ken Türkiye de bundan fazlasıyla etki­lenmiştir.

Bağdat Paktı'nın tek Arap üyesi olan İrak diğer Arap ülkeleri tarafından iyice yalnızlığa itildiği gibi içeride de önemli bir muhalefetin gelişmesi önlenememiş­tir. Bunun sonucu olarak İrak'ta 14 Tem­muz 19S8'de gerçekleşen kanlı ihtilâl paktın sonunu hazırlamıştır. İhtilâlden sonra iktidarı ele alan yeni Irak yöneti­minin 24 Mart 1959'da ittifaktan ayrıl­dığını bildirmesi üzerine, Bağdat Paktı merkezini Ankara'ya taşıyarak adını Mer­kezî Antlaşma Teşkilâtı (CENTO) şeklin­de değiştirmiştir. Bağdat Pakrj'nın Irak dışındaki üyelerinin yer aldığı ÇENTO fa­aliyetlerini daha çok ekonomik, kültürel ve teknik iş birliği alanına kaydırmıştır

(bk. MERKEZÎ ANTLAŞMA TEŞKİLÂTI).

BİBLİYOGRAFYA:

Düstur, üçüncü tertib, İstanbul 1293, XXXVI, 422-425; İsmail Soysal, Türkiye'nin Başlıca Siyasi Andlaşmaları, Ankara 1965, s. 435-440; Ömer E. Kürkçüoglu, Türkiye'nin Arap Orta Doğusu'na Karşı Politikası (1945-1970), Anka­ra 1972, s. 51-80; Mehmet Gönlübol - A. Ha­lûk Ülman, "İkinci Dünya Savaşı'ndan Sonra Türk Dış Politikası", Olaylarla Türk Dış Politi­kası, Ankara 1974, s. 269-291; a.mlf., "Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı: 1945-1961", SBFD, XXI/1 (19661, s. 167-170; H. C. d'Encausse, La Politiçue Souletiçue au Moyen-Orient: 1955-1975, Paris 1975, s. 27-28; a.mlf., "Le Moyen-Orien devant Je Modele Sovietigue", Les Nouveaux Btats Dans Les Relalîons Inlerna-tionates, Paris 1962, s. 77; Mahmut Dikerdem, Ortadoğu'da Deurim Yılları: Bir Büyükelçinin Anıları, İstanbul 1977, s. 161-163; Kamuran Gürün, Dış İlişkiler ue Türk Politikası, Ankara 1983, s. 354-366; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl SiyastTarihi 1914-1980, Ankara 1987, s. 491-492, 524-528; N. C. Chatterji. A Histoıy of Mo­dern Middle East, New Deihi 1987, s. 95-97, 222-227; Feridun Cemal Erkin. Dışişlerinde 34 Yıl Vaşington Büyük Elçiliği, Ankara 1987, [1/2, s. 503-506; M. Perlman, "Egypt Versus the Bagdad Pact", Middle Eastern Affairs, Vll, New York 1956, s. 95-101 ; Yuluğ Tekin Kurat, "Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası", TTK Bel-ieten, XXXIX/154 (1975), s. 285-287; J. A. Kec-hichian, "Baglıdad Pact", E/r., III, 415.

Davut Dursun

BAĞDATLI İSMAİL PAŞA

(1839-1920)

Asker, bibliyografya ve

hal tercümesi âlimi.

J

Bağdat'ta doğdu. Irak'ın Süleymaniye şehri iieri gelenlerinden Baban ailesine mensup olduğu için Babanî veya Baban-zâde lakabı ile de anılır. Babasının adı Mehmed Emin, dedesininki de Selim'dir. Irak'ta halkı askerliğe teşvik maksadıy-



la açılan Zabit Mektebi'nde okuyarak subay çıktı. 1875'te İstanbul'a gitti ve 1878'de hayatının bundan sonrasını ge­çireceği Bakırköy'e yerleşti. 1908'de I!. Meşrutiyetin ilânından sonra mirliva rüt­besiyle Jandarma Dairesi ikinci şube mü­dürü oldu. 1920'de bu görevden emekli olduktan üç ay sonra vefat etti ve İstan­bul'da Bakırköy Mezarlığı'na defnedildi.

Eserleri. Askerlikle ilmî çalışmalarını beraber yürüten İsmail Paşa İstanbul'a gelişindan az sonra başladığı ve otuz beş yıllık bir emek mahsulü olan iki önemli eseriyle ilim âleminde tanınmıştır. 1. îiâ-hu'î-meknûn ti'z-zeyli =aid Keşfi'z-zu-nûn

448

yetü'l-"arifin, esma'ü'l-mü'elli fîn ve âşârül'musannifin, Büyük bir biyogra­fi ve bibliyografya ansiklopedisidir. İki ciltlik eserde İslâm âleminde yetişmiş 9000 civarında müellifin (i. ciltte 5398) hal tercümesi ve bunların çeşitli ilim dal­larına ait 50.000 civarında kitabı (1. cilt­te 25.000 eser] söz konusu edilmektedir, Bazı müellifler hakkında çok kısa bilgi ile yetinilirken bazılarının hayatları ve eserleri hakkında ise oldukça geniş bilgi verilmiş, Türk olanlar isimlerinin yanına yıldız işareti konularak ayrıca belirtil­miştir. Hediyyetü'l-'ârifîn müellif nüs­hası esas alınarak Kilisli Rifat Bilge, İb-nülemin Mahmud Kemal İnal ve Avni Ak-tuç tarafından iki cilt halinde yayıma ha­zırlanıp Millî Eğitim Bakanlığı'nca 1. cildi 1951'de, II. cildi de 1955'te İstanbul'da basılmıştır. Bu eserin de îzâhu.'1-mek-nûn gibi Tahran'da yapılmış birçok of­set baskısı vardır. Ayrıca Nail Bayraktar'ın eserde adı geçen müelliflerin şöhret bul­dukları künye, nisbe, mahlas ve lakapla­rı esas alarak hazırladığı yeni bir indeks Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayım­lanmıştır {Hediyyetul-Ârifîn, Esmâü'i-Mü-eliifîn uç. Âsârü7-Musannifin Şöhretler İn­deksi, İstanbul 1990).


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin