Ahlak Temizliğine Duyulan İhtiyaç Ahlak Temizliğinin Etkileri ve Önemi Şeyh Hüseyin Behrani


“Delil ve istidlal peşinde koşanların ayağı tahtadandır”



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə17/68
tarix03.08.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#66881
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   68

“Delil ve istidlal peşinde koşanların ayağı tahtadandır”


İstidlal ve delil benim ve benim gibiler için iyidir.

İstidlal düşman için iyidir. Siz hepinizin usul-i dinde istidlal sahibi olmanız gerekir. Ama bu istidlal sağlam olmayan bir sopaya benzer.


“İstidlalcilerin ayağı tahtadandır

Tahta ayak ise çok dayanıksızdır”


Yani asla işe yaramıyor, dayanıklı değildir. Bu toplantıda burhan-ı sıddikin’i çok iyi tahlil edenler olabilir. Molla Sadra’nın hareket-i cevheri (özsel devinim) ve cismani (nesnel) diriliş felsefesini çok iyi bir şekilde ispat edenler bulunabilir. Ama acaba ibadet bunlar için fıtri bir şey haline gelmiş midir? Allah’ı fıtratıyla ispat eden bir kimsenin okuma yazmaya dahi ihtiyacı yoktur. Nice okuma yazma bilmeyen insanlar vardır ki filozof kimselerden daha üstün ve güçlüdürler. Çünkü perdeleri bir kenara itmiş, Allah ile olan Rabıtalarından dolayı nuraniyet elde etmişlerdir. Bu yüzden namaz, oruç, Allah yolunda yapılan infak, müstahap ve farzlar, özellikle günahlardan kaçınma, bunların kalpleri üzerinde etki yaratmıştır. Ateşteki demir gibi ateşin rengine bürünmüşlerdir. Veya ateşin üzerinde alevlenen odun gibi ateşe dönüşmüşlerdir. Böyle bir kimsenin okuma yazmaya ihtiyacı yoktur. Bu iş kalp ister, temizlenmek ister, günahlardan kaçınmak ister.

İbadet ve Duanın Önemi


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”1

Kur’an şöyle diyor: Kulum! Bana erişmek mi istiyorsun? Bu zahiri gözlerle değil! Zahiri gözler hayvanlara aittir, belki hayvanlara ait olmayan gözlerle görmelisin. Benim selamımı duymak mı istiyorsun? Bu kulaklarla mı? Hayır, bu kulak hayvanlara aittir, insana ait kulaklarla işitmelisin. Beni anlamak, bulmak mı istiyorsun? Görmek mi istiyorsun? Kelamımı işitmek mi istiyorsun? İbadet et bana! Rabıtanı benimle sağlamlaştır! Okuma, yazma ve öğrenmek istiyorsan filozof olmayı istiyorsan, edebiyatının iyi olmasını istiyorsan ibadet et! Rabıtanı benimle kuvvetlendir ve Rabıtanı benimle muhkem kıldığın zaman bir şeye teveccüh et ve o da namazdır.”Namaz kıl” Yani seni bu makamlara çabuk ulaştıracak şey namazdır, vaktinde kılınan namazdır. Bu mübarek Ramazan ayında özellikle gece namazını kılmayı ihmal etmemenizi rica ediyorum. Lütfen sizden ricam bu ayda Allah ile konuşun, bu mübarek ayda Allah ile konuşanlara ne mutlu! Yani aslında burada Allah insanlarla konuşmaktadır. Allah’ın kullarıyla konuşması ne demektir? Kur’an okumaktır. İmam Sadık (a.s) size şöyle buyuruyor: “ Ey insan! Kur’an okuduğun zaman “Ya eyyuh’el lezine amenu” (Ey iman edenler!)” hitabına muhatap olduğunda sen de lebbeyk diye karşılık ver.”

Öyle insanlar vardır ki “Ey iman edenler!” hitabını işitince Allah’ın kelamını işitirler. Ama bu maddi kulakla değil. Mesnevi’nin dediği gibi o insani kulakla işitir. Allah’ın kelamını işittiği zaman da cevap verebileceği o dille “lebbeyk” diye cevap verir.

Dua ne demektir? Dua Allah ile raz-u niyaz etmektir, Allah ile konuşmaktır. Herkes ama herkes, özellikle aziz gençlerim, dua vaktinde karnınızın tok olup olmaması fikrinde olmayın, duanızın müstecap olup olmaması düşüncesi içinde bulunmayın. O fer’i bir iştir, sadece ona teveccüh etmeyin “Allah, Allah! “ dediğin zaman Allah’ı gören ve Allah’ın “lebbeyk, lebbeyk! “ cevabını işitmek isteyen kimse gibi ol.

Kur’an-ı Kerim değişik yerlerde şöyle buyuruyor:

ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ

Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim1

Yani sen “Allah” de, ben “evet” diyeyim. Bunun bir anlamı da şudur ki “Sen “Allah” de ben icabet edeyim.” Elbette insanın yaptığı bütün dualar sonuç itibariyle kabul olunur. Eğer yapılan dua hayrına olursa hemen bütün dualar kabul olunur. Eğer yapılan dua hayrına olursa hemen cevap verilir, ama eğer hayrına olmazsa, daha hayırlı olanını verirler. Ama bundan daha dakik bir mana da kalp ehlinin beyan ettiği manadır ve o da şudur: “Ey benim kulum! Sen “Allah” de, ben de “evet” diyeyim. Ama öyle bir kulağa sahip ol ki benim “lebbeyk” dediğimi işitesin.

ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ

Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.”

Benim kulum, sen benimle konuşmalısın, namaz Allah ile konuşmaktır, yani Allah’ın kuluyla ve kulun Allah ile konuşmasıdır. Fatiha ve diğer sureler Allah’ın kul ile konuşmasıdır; namazın diğer kısımları ise kulun Allah ile konuşmasıdır. Âşık olan kimseler için gerçek lezzet budur. Allah’a erişen kimse için Allah ile konuşmak! Ve Allah’ın kalplerine hükmettiği kimseler için en büyük lezzet namazdır.


Hz. Zehra’nın (s. A) İbadeti


Sohbet istemediğim bir yere varmış durumda, ama ümit ederim ki istediğimden daha iyi olur. Zehra-i Merziye gençtir ve genellikle gencin uykuya ihtiyacı vardır. Onun uykusu yaşlı birinin uykusundan çoktur. Zehra (a.s) yorgundur, çünkü gündüz iş yapmaktadır. Peygamber-i Ekrem, Hz. Zehra’nın evine gidiyor, çocuğunun kucağında, mübarek elinin el değirmeninde, işin verdiği yorgunluktan dolayı el değirmenin kenarında yorgunluktan bitkin bir halde yatmış olduğunu görüyor. Zehra’sını uyandırıyor ve şöyle diyor: “Sevgili kızım! Ahiret mutluluğu için dünyanın acısını çek.” Hz. Zehra yorgundur, çünkü evine, çocuğuna, eşine bakmaktadır. Yardımcısı olmadan önce çok yoruluyordu, çok zorluk çekiyordu, ama bir yardımcı bulduğunda, hizmetçisi Fizze geldiğinde, Peygamber (s.a.a) kızına şöyle nasihat ediyor: “Zehra, kızım! Bu da senin gibi bir insandır, evdeki işlerinizi paylaştırmalısınız. Evin işlerini bir gün sen, ertesi gün ise Fizze yapmalıdır. Zehra çalışıyor, yorgundur. Ev kadını olmak çok zordur. Çocuklara bakmak çok büyük bir iştir. Eşlik görevlerini yerine getirmek (ileride de değineceğiz inşallah) çok zor bir iştir. Zehra (a.s) bütün bunları en üstün bir şekilde yerine getirmektedir. Ama gece yarısı namaz vakti gelince, artık uyku nedir, yorgunluk nedir bilmemektedir. Ayakları şişene kadar ayakta durmaktadır. Tarihte sadece iki kimsenin ayakları şişene kadar;

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız” diyerek ibadet ettikleri nakledilmiştir. Bunlardan biri Peygamber-i Ekrem (s.a.a), diğeri ise Hz. Fatıma’dır (a.s). Gece yarısı yatağından kalkıp Allah’ı anmakta ve özellikle de başkalarına dua etmektedir. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Annem gece sabaha kadar ayakta durdu ve namaz kıldı. Yaptığı tün dualarda komşuları, Müslümanları andı. Bunun üzerine anneme, “Bize de dua etsen daha iyi olurdu.” dedim. Annem şöyle buyurdu: “hayır yavrum! Diğerleri bizden önceliklidir.”Önce komşu sonra ev”1
Hamd Suresi’nin Tefsiri

Ayetullah Haşimi Rafsancani

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

1- Kur’an “Allah” isminden kaynaklanmış ve tahakkuk etmiş (vücuda gelmiş) bir kitaptır.

“Kur’an’ın başlangıcında yer alan “Bismillah” (Allah’ın adıyla) kelimesi iki türlü mülahaza edilebilir:

Bu insanlara kendileri eğitmek için beyan ettiği bir sözdür, bu mülahaza da “bismillah” işlerini nasıl başlatacaklarına dair insanlara verilen bir emirdir. Bu sözü söyleyen bizzat Allah’tır bu durumda ise Kur’an’ın başlangıcında yer alan “bismillah” kelimesi Allah’ın Kur’an’ı “Allah” ismiyle tahakkuk ettirdiğine ve zahir kıldırdığına işarettir. Yani Kur’an “Allah” isminin mazharıdır.

2- Kur’an Allah’ın adıyla ve kullara rahmet ilanıyla birlikte başlayan bir kitaptır.

3- İşleri Allah’ın adıyla başlatmak ve “bismillah” demek gerekir. Kur’an’ı kerim bir hidayet kitabı olduğu ve de sözüne “bismillah” ile başladığı için muhatabına işlerini “bismillah” ile başlatmaları gerektiği nüktesini ilka etmektedir.

4- Allah Rahman’dır (geniş rahmet sahibidir) ve Rahim’dir (merhamet sahibidir).

5- Bütün varlıklar ve yaratıklar ilahi geniş rahmetten istifade etmektedirler.

“Rahman” kelimesi mübalağa kipidir ve de Rahmetin çokluğuna ve genişliğine delalet etmektedir.

6- Allah kullarına merhamet edicidir.

Her ikisi de ilahi rahmeti ifade ettiği halde bu rahmaniyet ve rahimiyet sıfatlarının neden bir biri ardınca zikredildiği hususunda birkaç görüş belirtilmiştir; bu iki sıfatın Kur’an’da kullanıldığı yerlerde anlaşıldığı üzere rahmaniyet bütün yaratıklarla ilgilidir, rahimiyet ise sadece insanlar ve diğer mükellefler ile ilgilidir. O halde Allah’ın rahimiyeti insanlara ve diğer mükelleflere olan ilahi özel rahmete işarettir.

7- Allah’ın geniş rahmeti ve kullara merhamet edişi işleri Allah’ın adıyla başlamak gerektiğinin delilidir.

8- İşlere Allah’ın adını anarak koyulmak Allah’ın rahmetini elde etme sebebidir.

İşlere Allah’ın adını anarak yapmayı tavsiye etmek ve bu tavsiyenin bir hikmeti olarak da Allah’ın Rahmaniyet ve Rahimiyetini hatırlamak işlerde Allah’ın adını anmanın ilahi rahmeti elde etmeye sebep olduğunu ve neticede ise o işlerin kemale ermesine neden teşkil ettiğini ifade etmektedir.

9- Kur’an Allah’ın rahmaniyet ve rahimiyetinin bir cilvesidir.

Konuşmacı kimse genellikle sözünün başlangıcında kendi programının tümel hedeflerine işaret ettiği için Kur’an’ın girişinde Allah’ın iki rahmaniyet ve rahimiyet sıfatının zikredilmesinden maksadın da Kur’an’ın insan için ilahi rahmetin bir cilvesi sayıldığı hakikatini eriştirmek olduğu söylenebilir.

10- Abdullah b. Senan şöyle diyor: “İmam Sadık’a “Bismillahirrahmanirrahim’in anlamını sordum, imam şöyle buyurdu: “Ba” harfi Allah’ın güzelliği, “sin” harfi Allah’ın yüceliği, “mim” harfi Allah’ın azameti anlamındadır. Bazıları ise “mim” harfinin Allah’ın mülk ve saltanatına işaret ettiğini rivayet etmişlerdir. “Allah” ise her şeyin ilahı ve mabudu anlamını ifade etmektedir. “Rahman” kelimesi bütün âlemi kapsayan rahmetini “Rahim” ise müminlere has olan rahmetini ifade etmektedir.”

11- İsmail b. Mehran şöyle diyor: İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz “Bismillahirrahmanirrahim” gözün siyah tabakasının beyaz tabakasına yakınlığından daha çok Allah’ın ism-i a’zam’ına yakındır.”

12- Hasan b. Fazzal şöyle diyor: İmam Rıza’ya (a.s) “bismillah”ı sordum, şöyle buyurdu: “Bismillah” diyen kimsenin sözünün anlamı “aziz ve celil olan Allah’a kulluk nişanelerinden birini üzerime koyuyorum” demektedir…”

13- Ebu Said Hudri Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “…İsa (a.s) şöyle buyurmuştur: “…Rahman” kelimesi, dünya ve ahireti kapsayan rahmetini, “rahim” ise ahirete özgü rahmetini ifade etmektedir.”

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

1- Bütün övgüler Allah’a mahsustur.

“el-Hamdu lillah” kelimesindeki “el” edatı kavram olarak “cinsiyet” içindir ve istiğrak (genellik, kapsamlık) ifade etmektedir. Yani bütün hamd ve övgüler Allah içindir.

2- Allah bütün kemal ve güzelliklerin menşei ve kaynağıdır.

Hamd ve övgü kemallikler ve özelliklere karşılıktır. “el-Hamdu lillah” cümlesi gereğince tüm övgüler Allah’a aittir. O halde her kemal ve güzellik Allah’tan kaynaklanmıştır.

3- Sadece Allah övgüye layıktır ve sadece Allah övülmelidir.

4- Allah tüm varlık âleminin maliki ve müdebbiridir.

Âlem kelimesi “âlemin” kelimesinin tekili olup bir varlık mecmuası ve grubu anlamındadır. O halde “âlemin” kelimesi bu mecmualar ve gruplar mülahazasıyla bütün varlıklar anlamını ifade etmektedir.

5- Yaratılış âlemi çeşitli âlemlerden teşekkül etmiştir.

Yukarıdaki algılama; “âlemin” çoğul oluşuna teveccühen istifade edilmiştir.

6- Varlık âlemi tümüyle güzeldir. Bu varlık âleminin tedbir ve idaresi de güzel bir şekilde gerçekleşmektedir.

“Rabb’ul âlemin” kelimesi “el-Hamdu lillah” cümlesi için bir delil konumundadır. Yani Allah varlık âleminin müdebbiri olduğu için bütün övgüler Allah’a özgüdür.

Hamd ve övgüler sürekli olarak kemal ve güzellikler için vaki olduğunda tüm varlık âleminin güzel olduğu ve güzel bir tedbir ile idare edildiğini sonucu elde etmekteyiz.

7- Allah ihtiyar ve irade üzere âlemi idare etmektedir. Allah’ın idaresinde hiçbir cebir ve zorlama söz konusu değildir.

Hamd kelimesinin kullanışının sıhhati ve doğruluğu için fiil ve sıfat güzelliğinin yanı sıra sıfat ve fiilin irade ve ihtiyari oluşu koşulu da söz konusudur.

Yani sadece failinin irade üzere gerçekleştirdiği güzel fiil ve sıfatı gerçekleştirmek mümkündür.

8- Varlık âlemi kemale doğru hareket halindedir.

“Rab” kelimesi terbiye etmek anlamındadır. Terbiye ise tam ve kemal aşamasına varıncaya kadar bir şeyde önceki haletten sonra yeni bir halet icat etmektedir. (Müfredat-ı Rağib) O halde bu anlam tekâmüle dayalı bir hareketi ifade etmektedir. Söylemek gerekir ki “Rab” kelimesi vasf (sıfat) ve masdar arasında ortak bir terimdir. Söz konusu ayette bir vasfi (niteliksel) anla içermektedir.

9- Bütün varlık âleminin Allah tarafından idare edilişi bütün övgülerin Allah’a özgün olduğunun delilidir.

10- İmam Sadık’ın (a.s) “el-Hamdu lillah” cümlesi hakkında şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Şükür Allah’a aittir.” Rabb’ul âlemin” hakkında ise imam şöyle buyurmuştur: “Bütün yaratıkların yaratıcısıdır.”

1- Allah Rahman (geniş rahmet sahibi) ve Rahim’dir (merhamet sahibi).

2- Bütün varlıklar Allah’ın geniş rahmetinden istifade etmektedir.

3- Allah bütün kullarına karşı merhamet edicidir.

4- Varlığın tedbiri ilahi rahmet üzeredir.

Allah’ın varlık âleminin yegâne müdebbiri olduğunu beyan ettikten sonra rahmaniyet ve rahimiyet ile nitelendirmek, yukarıdaki algılamayı beyan etmektedir.

5- Allah’ın rahmaniyet ve rahimiyeti övgülerin Allah’a özgü olduğunun apaçık bir delilidir.

“er-Rahman’ir Rahim” cümlesi de “Rabb’ul âlemin” kelimesi gibi “el-Hamdu lillah” cümlesi için bir delil konumundadır. Yani Allah Rahman ve Rahim olduğu için tüm övgülere layıktır.

6- Tedbir ve terbiye, merhamet ve şefkat ile birlikte olmalıdır.

مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ

1- Allah kıyamet gününün maliki ve hükümdarıdır.

“Malik-i yevmi’d din” cümlesindeki “milk”1in anlamı hakiki ve gerçek bir milktir. Yani vücudi bir bağlılığa ifade eder ve bunun da gereği malikin memluk üzerinde çok kâmil ve kapsamlı bir tasallutunu ifade etmektedir. Hatırlatılması gerekir ki “yevmi’d din” ifadesi hem malik’in mefulu olabilir ve hem de malik için “zarf” olarak da düşünülebilir. İkinci durumda meful “el-umur” ve benzeri bir kelime olacaktır. Yani din ve hesap gününde işlerin maliki Allah’tır. Velhasıl mezkur algılayış yukarıdan istifade etmektedir.

2- Kıyamet günü hesap görmek ve o gün ceza veya ödül vermek Allah’ın elinde ve iradesi altındadır.

3- Kıyametin kopuşu ve âlemler için yaptıklarının karşılığını görme günü olarak takdir edilişi Allah’ın rahmetinin bir cilvesidir.

İlahi rahmetin beyanından sonra kıyamet meselelerinin söz konusu edilişi yukarıdaki algılayışa işarettir.

4- Kıyametin kopuşu Allah’ın varlık âlemi üzerindeki rububiyetinin bir göstergesidir.

Yukarıdaki yorum “malik-i yevmi’d din” cümlesi ile “Rabb’il âlemin” kelimesi orasındaki ilişkiden istifade edilmiştir.

5- Kıyamet günü ceza ve mükâfat görme günüdür.

Buradaki “din” kelimesi ceza (azap ve mükâfat) veya hesap anlamındadır ve her ikisi de netice olarak aynı anlamdadır.

6- Allah’ın ceza günü üzerindeki malikiyeti ve o gündeki hükümranlığı övgülerin sadece Allah’a özgü olduğunun bir delilidir.

“Maliki yevmi’d din” cümlesi de geçen sıfatlar gibi “el-Hamdu lillah” cümlesinin bir delilidir.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

1- Sadece Allah ibadet edilmeye layıktır.

Mefulün (iyyake) fiile (na’budu) takdimi özgünlüğü ve has oluşu ifade etmektedir.

2- Allah’ın varlık üzerindeki rububiyeti, rahmaniyeti ve rahimiyeti ile kıyamet günündeki malikiyeti ibadete layık olduğunun bir delilidir.

3- Allah’ın rububiyetine rahmet üzerine yaratıcılığına ve ceza günündeki malikiyetine inanmak, insanı Allah’a ibadet etmeye zorlar.

4- Allah’ı ve sıfatlarını tanımak, ibadi tevhide ulaşma yoludur.

5- İnsanın düşünceleri, amel ve davranışlarının esası ve temelidir.

6- İnsanın kendisini Allah’ın huzurunda yok sayması, Allah’a ibadetin adabındandır.

“Men” edatı yerine “ma” edatının kullanılışı bazen azamet izharında bulunmak içindir ve bazen de bencillik ve egoistlikten sakınmak içindir. Kelamda yer alan emareler (karineler, deliller) asıl maksadı tayin etmektedir. Burada ise ubudiyet münasebeti sebebiyle enaniyet ve bencillikten sakınmak kastedilmiştir. Bu yüzden de “na’budu” cümlesi “mütekellimi maal gayr” (Konuşan kimsenin kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaate ait fiili ifade eden kelimelerin sığasıdır. Okuduk, yazıyoruz, gideceğiz, çalışmışız... gibi) şeklinde kullanılmıştır.

7- Allah’a ve sıfatlarına iman etmek herkesin Allah’ın huzurunda olduğuna inanmanın temelidir.

Hamd süresinde kelamın üslubunun değişmesi, yani gaybetten hitaba (gıyaptan huzura) iltifat edilmesi bir takım nükteleri havidir. Örneğin insan Allah’ın varlık âlemi üzerindeki rububiyeti gibi bir takım sıfatlardan haberdar olmadan önce adeta Allah’ın her şeyde hazır ve nazır olduğunu hissetmemektedir; ama Allah’ın rububiyetine ve diğer sıfatlarına inandıktan sonra insan hem kendini ve hem de başkalarını Allah’ın huzurunda bulur ve Allah’ı her şeyde hazır görür.

8- Allah’ın dergâhında hazır olma duygusu ibadetin adabındandır.

Hamd suresinde gaybetten hitaba (gıyaptan huzura) iltifatının nüktelerinden biri de ibadet ve dua adabının beyanıdır yani, insan ibadet ve dua ederken Allah’ın huzurunda hazır olduğunu hisseder.

9- Allah’ı ibadet için layık görmek ve Allah’ın rahmetlerini ümit etmek, Allah’a ibadetin en büyük etkenlerindendir.

Allah’ı; rububiyet, rahmaniyet, rahimiyet, ceza günündeki malikiyet gibi bir takım sıfatlarla nitelendirdikten sonra Allah’ın ibadetini söz konusu etmek, ibadetin etkenlerini beyan etmektedir. Yani Allah Rab olduğu için tapınmaya layıktır ve insanlar O’nun rahmetine muhtaç oldukları hasebiyle de O’na ibadet etmelidir ve ahiret azabından korktukları içinde O’na tapmalıdır.

10- Uhrevi azaplardan korkmak ve ahiret âleminin mükâfatlarını ümit etmek, insanı Allah’a sevk eden etkenlerdendir.

11- Allah’ı ve sıfatlarını tanımak insanın kendisini Allah’ın huzurunda bir hiç saymasına sebep olmaktadır.

12- Herkesin tek olan Allah’a tapması muvahhit insanların en büyük ülküsüdür.

“A’budu” (ibadet ederim) cümlesi yerine “na’budu” (biz ibadet ederiz) cümlesinin kullanılması da her muvahhit insanın isteğine işaret ediyor olabilir. Yani o insan “biz ibadet ederiz” cümlesini söylemekle bütün herkesin Allah’a tapmasını istemektedir.

13- Yardım dilenmeye en layık olan tek hakikat Allah’tır.

14- İnsan Allah’a tapmada ve ibadette ihlâs sahibi olmada ilahi yardıma muhtaçtır.

“Nestein” cümlesinin taalluk ettiği şey hamd süresinden istifade edilebilen bütün görevlerdir ve bu cümleden “iyya kena’budu” cümlesinden istifade edilebilen tevhidin lüzumudur. Yani “nesteinuke ala ibadetik ve hulusiha” (sana ibadete ve ibadetin ihlâsında sadece senden yardım dileriz)

15- İnsan Allah’a ibadet hususunda, irade ve ihtiyar sahibi olmakla beraber Allah’ın yardımı olmaksızın bu görevi yerine getiremez.

16- Allah’a hamd ve övgüde bulunmak sadece Allah’ın yardımıyla mümkündür.

Hamd süresinden istifade edilen görevlerden biri de Allah’ı övmenin lüzumudur. O halde denilebilir ki bu anlam da “nesteinu” cümlesinin müteallikidir. Yani: “nesteinuke ala en nehmedeke” (seni övme hususunda da senden yardım dileriz)

17- Allah’ın varlık üzerindeki rububiyetini tanımak, Allah’ın rahmaniyetine, rahimiyetine ve ceza günü üzerindeki malikiyetine inanmak sadece ilahi yardım ile mümkündür.

Allah’ın rububiyetini tanımak hamd süresinden elde edilen görevlerdendir. Bu yüzden onlar da “nesteinu” cümlesinin müteallikidir. Yani: “nesteinuke ala en na’rife rubudiyetek ve…” (senin rububiyetini tanımada da…senden yardım dileriz.)

18- İnsan kendisine ait tüm işlerde Allah’ın yardımına muhtaçtır.

Bazıları “nesteinu” cümlesinin müteallikinin, yani istianet hususunun bütün işleri kapsaması için zikredilmediği inancındadırlar. Yani “nesteinuke ala umurina kulliha” (Bütün işlerimiz hususunda senden yardım dileriz)

19- Allah, kullarının bütün isteklerini yerine getirme gücüne sahiptir.

Yukarıdaki söz konusu algılama istianetten (yardım dilemeden) maksadın bütün işlerde yardım dileme anlamında olmasının bir gereğidir.

20- Allah’ı ve sıfatlarını (alemlerin Rabbini) tanımak insanı ef’ali (fiiller sahasında) tevhide kılavuzluk eder.

“İyyake nestein” cümlesi Allah’ın Rabbu’l âlemin olarak nitelendirilmesinden sonra yer aldığı için Allah’ı söz konusu sıfatlarla tanımanın insanı Allah’tan başka her şeyi güçsüz görmesine ve netice de ef’ali tevhide ulaşmasına neden olduğunu beyan etmektedir.

21- Herkesin ef’ali tevhide inanması muvahhit insanların en büyük ülküsüdür.

“Nesteinu” (yardım dileriz) cümlesinin, “esteinu” (senden yardım dilerim) cümlesi yerine kullanılışı da yukarıdaki algılayışa işaret ediyor olabilir.

22- İmam Rıza’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “İyyake ne’budu” cümlesi kulun Allah-u Teala’ya yakınlaşma ve rağbetini göstermesi, amelde Allah için -gayrisi için değil- ihlâs izharında bulunması anlamındadır. “İyyake nestein” cümlesi de Allah’tan daha fazla başarı talep etmek, Allah’a daha fazla ibadet etmek, verilen nimetlerin devamını dilemek ve Allah’tan yardım istemek anlamındadır…”

اهدِنَــــاالصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

1- Doğru yola hidayeti dilemek ilahi makamı bilen insanın en önemli isteğidir.

“İhdin’es sırat’el müstakim” cümlesi “el-Hamdu lillahi Rabbi’l âlemin” cümlesiyle irtibat halinde mülahaza edildiği takdirde insanın Allah’ı tanımdan sonra yegâne hedefinin, doğru yola yürümek, yani Allah’a ulaşmak olduğu mesajını ihtiva etmektedir.

2- Doğru yola ulaşmak için Allah’ın dergâhına dua etmek gerekir.

3- Allah’ı övmek ve Allah’ın dergâhında ubudiyet izharında bulunmak duanın adabındandır.

Allah’ı övdükten ve Allah’ın huzuruna ubudiyet izharında bulunduktan sonra Allah’ın dergâhına duanın ve Allah’tan dilekte bulunmanın (ihdin’es sırat’el müstakim) zikredilişinden, yukarıdaki algılayış ve yorumu elde etmek mümkündür.

4- İnsan sürekli olarak ilahi hidayetlere muhtaçtır.

5- Doğru yola hidayet olmayı dilemek Allah’tan yardım dilemek hususunda en layık husustur.

“İhdina” cümlesi “iyyake nestein” cümlesiyle göz önünde bulundurulduğu takdirde doğru yola hidayet olmanın insanın Allah’a ulaşmada yardımına muhtaç olduğu en üstün hususlardan biri olduğu anlamını beyan etmektedir.

6- İnsan Allah tarafından yardım görmeden doğru yola asla ulaşamaz.

7- Tevhit ve sadece Allah’tan yardım dilemek doğru yoldur.

“es-Selat” kelimesindeki “el” edatı ahd-i zikri (zikredilen belli bir şeyi anmak) için olabilir ve de önceki ayetlerde işaret edilen gerçeklerden birine ve bu cümleden tevhide ve sadece Allah’tan yardım dilemeye işaret ediyor olabilir.

8- Allah’a ve sıfatlarına iman etmek “doğru yoldur”.

“es-sırat-ı müstakim” cümlesinin işaret ediyor olabileceği gerçeklerden biri de Allah’a, Allah’ın rububiyetine… İmandır ve bu da “el-hamdu lillah… malik-i yevmiddin” cümlesinden elde edilmektedir.

9- Herkesin doğru yola hidayeti muvahhit insanın en büyük ülküsüdür.

“İhdini” (bana hidayet et) cümlesi yerine “ihdina” (bize hidayet et) cümlesinin kullanılması yukarıdaki algılayışın ihtiva ettiği bir nüktedir.

10- Hidayet bir çok mertebe ve merhalelere sahiptir.

Önceki ayetlerin ardından “ihdina” cümlesinin yer alışı bu istekte bulunanın hidayete ermiş bir insan olduğunu göstermektedir. O halde şöyle söylemek gerekir: “Hidayet bir çok merhale ve aşamalara sahiptir. Bu esas üzere hidayete ermiş bir insanın da ciddi bir şekilde hidayet talebinde bulunması sahihtir.

11- Allah’ın dergâhına dua etmenin hidayete ulaşmada etkin bir rolü vardır.

12- İmam Rıza’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “İhdin’es sırat’el müstakim” cümlesi Allah’ın dinine ulaşmak, Allah’ın ipine sarılmak ve aziz ve celil olan Rabbi daha fazla tanımayı talep etmek anlamındadır.”

13- İmam Sadık’tan (a.s) şöyle buyrulduğu nakledilmiştir: “…Sırat’el müstakim” peygamberlerin ve Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerin yoludur.”

14- Resulullah’tan (s.a.a) “aziz ve celil olan Allah’ın “ihdin’es sırat’el müstakim” sözü hakkında şöyle nakledilmiştir: “Cebrail’in (a.s) Muhammed’e nazil buyurduğu dine…”

15- Resulullah’tan (s.a.a) ve Ali’den (a.s) “sırat-ı müstakim” kelimesinin anlamı hususunda şöyle buyurdukları nakledilmiştir: “Şüphesiz sırat-ı müstakim Allah’ın kitabıdır.”

16- İmam Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Sırat-i müstakim müminlerin Emiri Ali’dir (a.s).”

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ

1- Kur’an insanları burada hidayet ehli, Allah’ın gazabına uğramış ve sapık kimseler diye üçe ayırmaktadır.

“En’am’te aleyhim”de var olan “nimet”ten maksadın, önceki ve sonraki ayetlere de bakıldığında hidayet nimeti olduğu anlaşılmaktadır; maddi nimetler değil. Zira ayrıca bu nimetlerden kâfirler de istifade etmektedirler.

2- İnsanlardan bir kısmı, ilahi hidayet ve onun yüce merhalelerine sahiptir.

Önceden de ifade edildiği üzere “nimet”ten maksat, hidayet nimetidir ve bu nimeti talep eden kimselerin kendileri hidayete sahip oldukları için bu hidayetin özel bir hidayet olduğu ortaya çıkmaktadır.

3- Sırat-ı müstakim’e doğru hidayet olmak Allah’ın büyük nimetlerindendir.

“Nimet” kelimesini mutlak olarak zikredip ondan sadece hidayet nimetini kastetmek, mütekellimin hidayetten başka hiçbir nimeti “nimet” saymadığına delalet etmektedir ve bu da hidayetin yüceliğini ortaya çıkarmaktadır.

4- Hidayete ermiş olan kimselerden bazıları hidayetlerinde sabit kadem olmayıp, Allah’ın gazap ettikleri veya sapıklar zümresine girmişlerdir.

Yukarıdaki açıklama, “gayr’il magzubi” cümlesinin, “ellezine en’amte” cümlesine sıfat olması esasına dayalı olduğu takdirde anlaşılmaktadır. Bu esas üzere kendisine nimet verilenler, yani hidayet edilenler üç kısma ayrılmaktadırlar:

a- Hidayete varıp sonradan ayrılan, Allah’ın kendisine gazaplandığı kimselere dönüşenler.

b- Hidayete varıp yolun ortasında, şaşkınlığa düşerek sapıklar zümresine girenler

c- Hidayete varıp sonuna kadar sırat-ı müstakim üzerinde olanlar.

5- Hidayete varanlar için bile, Allah’ın kendisine gazaplandığı veya sapık kimselerin zümresine girme tehlikesi vardır.

6- Allah’ı tanıyan muvahhitler, hidayetlerinde sabit adımlı olanların yoluna hidayet olmak isterler.

7- “Sırat-ı müstakim”, hiçbir zaman sapmayan Allah’a doğru bir yoldur.

“Ellezine…”yi, “gayr’il magzubi…”ye sıfat kılıp açıklamaktan, “sırat’el lezine…”nin, hiçbir zaman sapmaya meyletmeyen bir yol olduğu ve bu yüzden de “sırat-ı müstakim” diye adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Zira “sırat’el lezine” cümlesi “sırat-ı müstakim”e atfedilmiştir.

8- Hidayete ermişlerin açık örnek ve misalleri, (diğerleri için) sırat-ı müstakime doğru yol alıp onda süluk etmekte çok önemli bir rolleri vardır.

“Sırat-ı Müstakim”i hidayete ermişlerin yolu diye tefsir etmekten, insanın sırat-ı müstakime doğru yol almasında örnek ve açık şahitlere ihtiyaç duyduğunu ve onları bulup kendilerine iktida etmeleri gerektiği anlaşılmaktadır.

9- Kendisine nimet verilenler (hidayete varanlar) Allah’ın kendilerine gazap etmediği ve sapıklığa düşmemiş kimselerdirler.

10- İmam Sadık (a.s) hamd suresinde yer alan “sırat’el lezine en’amte aleyhim” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Sırat’el lezine en’amte aleyhim”den maksat Hz. Muhammed (s.a.a) ve onun zürriyetidir.”

11- İmam Rıza’dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “(Namazda) “sırat’el lezine en’amte aleyhim” (demek), insanın Allah’ın emir ve nehiylerini hafife alan inatçı ve kâfir kimselerin zümresinden girmekten Allah’a sığınmaktır.


Kur’an’ın Zahir, Batın ve Tevili Hakkında

Doktor Adil Nadir Ali

Kirmanşah Razi Üniversitesi

Edebiyat Fakültesi İlmi Heyet Üyesi

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin