Oryantalistlerin Kur’an-ı Kerim’e Yönelişi
Kasım Muhsini Meri
(Kasım Muhsini Meri bir yazar, Danişgah-i Cami-i İlmi-i Karbordi’nin ilmi heyet üyesidir, cihad-ı danişgahi ilahiyat grubunun da ilmi heyet üyesidir. Beyyinat, Besair, eş- Şerk’ul Evset ve Danişname-ı Cihan-i İslam gibi farklı dergilerde çeşitli makaleleri yayınlanmıştır. )
Geçen asırlarda İslam ve Kur’an tarihi incelendiği takdirde şu hakikat açıklığa çıkmaktadır ki İslam gibi hiçbir semavi din başlangıçta Mekkeli müşrikler ve inkarcıların gösterdiği direniş ve mukavemetle karşı karşıya gelmemiştir. Hiçbir din mensupları, Müslümanlar kadar şeytani güçler tarafından sıkıntı ve eziyete uğratılmamıştır. Bütün insanlar için saadet ve hidayet getirmek amacıyla Muhammed’e (s.a.a) tebliğ edilen İslam, ilk günden günümüze kadar bu düşmanlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu düşmanlar, Allah’ın nurunu söndürmek için ellerinden geleni yapmaktadır.
Günümüzde de bu süreç olduğu gibi devam etmektedir. Şu farkla ki İslam’a düşmanlık, toplumsal değişimler esasınca değişiklik göstermiş ve karmaşık bir hale gelmiştir. Düşmanlıkların çeşitli şekillerinden biri de batılı araştırmacılar, doğu bilimcileri veya oryantalist olarak adlandırılan kimselerin ortaya koymuş olduğu çabalardır. Bunların eserleri ciddi bir şekilde incelenmelidir. Bu grubun muhatapları genellikle eğitim görmüş ve toplumun seçkin kimseleridir. Hakikatte oryantalistlik, Hıristiyanların İslam kültürü karşısındaki Haclı savaşlarının sona ermesinden sonra başlattıkları araştırmaların bir mirasıdır. Bu geniş tanıtım hareketi ilk etapta iftira ve uygunsuz sözler ile beraberdi. Öyle ki orta çağda bazen büyük İslam Peygamberini Rumlu Papaz (Kardinal) olarak tanıtıyorlardı. Onlara göre Peygamber, papalığa erişemediği için Arabistan’a kaçmış ve Mesih (a.s) aleyhine doğru olmayan bir dini çıkarmış kimseydi.
Muntesquieu, 18. Asrın ilk yarısında batıdaki meşhur filozof ve kanun yasayanlardan biriydi. Muntesquieu bu esassız efsanelere dayanarak Ruh’ul Kevanin adlı kitabında onların zikretmiştir. Örneğin şöyle demektedir: “Peridu, Muhammed’in (s.a.a) biyografisinde şöyle demektedir: “O, beş yaşında iken Hatice ile evlendi ve sekiz yaşında onunla ilişkide bulundu.”1 Montesquieu bu sözleri az bir araştırma ile kabul etmekte ve sıcak iklimlerde kadınların daha çabuk cinsel erginliğe ulaştığı deliliyle yorumlamakta ve şöyle demektedir: “Sıcak ülkelerdeki kadınlar, yirmi yaşında yaşlı sayılmaktadırlar.”2
Velhasıl oryantalistlerin eserlerinin incelenmesi ile şu hakikat ortaya çıkmaktadır ki onların yorum ve tartışmalarının dayanak noktası genelde delilsiz ve kötümser varsayımlar olmuştur. Onlar bu bakış açısıyla İslami öğretilere bakmaktadır. Kur’an-ı Kerim, büyük İslam Peygamberi (s.a.a) ve İslam medeniyeti hakkında hüküm vermektedirler. Bazen Müslümanları şaşkınlığa düşüren bir takım sonuçlar elde etmektedirler. Bu makalede biz oryantalizmin Kur’an’a bakışını ve ilahi kelam hakkındaki şüphelerini gücümüz oranında incelemeye ve cevaplamaya çalışacağız.
Kur’an Karşısında Oryantalistlerin Sınıflandırılması
Genel anlamda oryantalistler, Kur’an karşısında üç gruba ayrılmaktadırlar:
1- Kin ve düzensizliğin hakim olduğu eserlere sahip olan bağnaz oryantalistler. Kör dini bağnazlıklar ve İslam’ın inançları ve tarihi hakkındaki cehaletler, bu oryantalistleri İslam’a dil uzatmaya sevk etmiş, abartılı hadsiz hesapsız kavgalara sürüklemiştir. Bu konuda meşhur oryantalistlerden biri olan Hanri Lamens’e işaret etmek mümkündür. Hanri Lamens, İslam’a karşıtlığı, sertliği ve bağnazlığı ile meşhurdur. İslam’a karşı insafsızlığı ve düşmanlığı o kadar büyüktür ki dindaşlarından biri olan George Gourduck bile onun hakkında şöyle yazmaktadır: “Hanri Lamens ilim ve kaynakları tarafından eşsiz bir ansiklopedi konumundaydı. Bu söz onun gibi bilgin oryantalist hakkında doğru bir sözdür. Ama biz burada, Lamens’in bu büyük ilmini değersiz kılan bağnazlıklarına işaret etmek istiyoruz. Zira o ilmini hakikat yolunda karar kılmadı. Yazılarında kullandığı senetleri, gerçekleri göstermek için değildi. Eski Arap yarımadasındaki gizli gerçekleri insanlara açıklama amacını taşımıyordu. Maalesef bu bilgin oryantalist, sonunda geniş bilgisine ihanet etmiş oldu.”1
Mösyö Limun da İslam dini ve Peygamber’in (s.a.a) şahsı hakkında Patoloji-ı İslam adlı kitabında şöyle demektedir: “Muhammed’in dini bulaşıcı bir hastalık gibi insanların arasına yayılmış ve onları süratle yokluğa sürüklemiştir.”2
Böyle bir ideale sahip olan meşhur oryantalistlerden bazısı da şunlardır: Margo Lius, Julyus Velha Vezen, Simmor, Normal Deyal, Goldestiher…
2- İkinci grup Oryantalistler ise daha iyimser ve ılımlı olanlardır. Bu grubun İslami ölçüler hakkındaki nakıs ilmi onların bir takım bilgiler elde etmesine ve diğer konuları ise habersiz bırakmalarına neden oldu. Bir grup öğretileri öğrendiler, diğer bir grubu ise meçhul bıraktılar. Gustavlobun, Karl Brukleman ve benzeri kimseler bu gruptandır. Elbette Brukleman bir dil bilimcidir, ama İslam şeriatı ve kanunları hakkında araştırmalar yapmış ve bir takım yanlışlıklara da düşmüştür.
3- Oryantalistlerden bir grubu da hakikati arayan ılımlı kimselerdir. Bunlar, İslam’ın hakikatini ve deruni boyutlarını büyük bir ölçüde tanımışlardır.
Bu grup, akıl ve mantığa dayanmış, İslam’ın ve Peygamber’in (s.a.a) yüce makamının azametini ve şaşırtıcı güzelliğini itiraf etmişlerdir. Ama buna rağmen araştırma konusunda bir takım yanlışlıklara da düşmüşlerdir. Örneğin meşhur İngiliz oryantalisti profesör Arnold, Tarih-ı Gösteriş-ı İslam diye bir kitap yazmıştır. Bu kitabı olumlu ve ilginç bir takım nükteler de içermektedir. Thomas Arnold kitabının girişinde dinleri davete dayanan ve dayanmayan olarak iki kısma ayırmış ve İslam’ı davete dayalı dinlerden saymıştır. Ona göre İslam, doğru bir tebliğ sayesinde dünyada yaygınlaşmıştır. Arnold bir takım deliller ve belgeler esasınca İslam’ın farklı bölgelerdeki yayılmasını incelemiş, batı Asya, Afrika, İspanya, İran, Merkezi Asya, Hindistan, Çin ve diğer bölgelerdeki Hıristiyanlar arasında İslam’ın yayılmasından söz etmiştir. Ona göre ilk yıllarda İslam’ın fetihleri insanların büyük teveccühü ile genişlemiştir ve bu uğurda yapılan savaşlar da özgürlük savaşları türünden sayılmaktadır. 1
Arnold’a göre İslam’ın sade ve nurlu öğretilerinin değişik fırkalarını kendisine cezp etmeye ve onları karmaşık inançlardan aydınlık İslam’a çekmesine neden olmuştur. 2 İslami araştırmalarında insaflı hareket eden oryantalistlerden biri de İngiliz Wilford Smith, Hamilton Gip Scotlandy ve John Divenput’tur.
Oryantalistlerin Kur’an Hakkındaki Şüphe ve İthamları
- Kur’an Peygamber’in uydurduğu bir kitaptır
Kur’an hakkında Avrupalı bilginlerin çoğu, Kur’an’ın Peygamber’in kelamı olduğuna inanmışlardır. Bu yazarlardan biri de İslam Peygamberi hakkında şöyle yazan Budly’dir: “Bazen yeryüzündeki insanların yedide birinin kendisine inandığı Muhammed hakkında düşünüyorum. Onun güç verici ilhamlarıyla nasıl bir ordu terbiye ettiğini ve dünyada eşi görülmemiş fetihler gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Neticede ben Kur’an’ın yazarı Muhammed hakkında düşünüyorum. Bu kitabı inançları, hükümleri, düzeni ve hayret verici terbiyesi açısından inceliyorum.”1
Söz konusu yazara göre Kur’an’ın yazarı bizzat Peygamberdir. Kur’an Allah’ın kelamı veya semavi bir vahiy değildir. Bağnaz yazarlar bu inanç hükmünce İslam Peygamberi’nin ümmi olmadığını yeterli derecede yazar olduğunu, ama Kur’an’ın semavi olduğunu ispat etmek için kendisini ümmi gösterdiğini ispatlamaya çalışmışlardır.
Thomas Patrick Hiyous, Ferheng-i İslam adlı kitapta bu konuda şöyle demektedir: “Peygamber Kur’an’ını mucize olarak göstermek için ümmi olduğunu iddia etmiştir.”
Bu Görüşün Kritiği
Kur’an’ın beyan ve yazılış tarzı, Peygamber’in (s.a.a) kelamı ve sözünün metodundan çok farklıdır. Eğer Peygamber’in hadislerine müracaat edilir ve Kur’an metni ile kıyaslanacak olursa, tümüyle farklı oldukları açık bir şekilde anlaşılır. Hem beyan metodu, hem inşa tarzı, hem konuları, hem de anlamları açısından tümüyle farklılık arz etmektedir. Peygamber’in konuşması, anlatması, öğretileri ve hitapları o dönemdeki Araplar arasında yaygın olan şekildedir. Ama Kur’an cahili Arapların geleneksel metotlarından tümüyle farklılık içindedir. Doktor Taha Hüseyin bu konuda şöyle demektedir: “Kur’an, düz yazı olmadığı gibi şiir de değildir. Söylemek gerekir ki Kur’an, Kur’an’dır, başkası değildir. Kur’an dışında hiçbir kelime kullanılamaz. Kur’an şiir değildir. Zira kafiyeye ve diğer şiirsel kayıtlara uymamaktadır. Öte yandan düz yazı da değildir. Zira Kur’an özel bir takım kayıtlara ve düzenlere sahiptir. Bu düzenler ise Kur’an dışındaki sözlerde mevcut değildir. Bu kayıtlardan bazısı ayetlerin sonuna bağlanmakta, diğer bazısı ise ayetlerin özel musiki aheng ve nağmesini düzenlemektedir.”1
Bu esas üzere beyan kelimelerin terkibi, cümlelerin düzeni ve ayetlerin akışı hakkındaki üslup bu metot, Kur’an’ın şahsına münhasırdır. Okuyan ve işiten herkesi şaşkınlığa düşürmekte, etkilemektedir. Şüphesiz Kur’an cahiliyye Araplarının geleneksel sözlerinden çok farklıdır. Kadı Ebubekir Bakelani şöyle diyor: “Kur’an’ın düzeni, Arap kelamı arasında yaygın olan bütün düzenler, üsluplar ve metotlardan farklılık içindedir. Ayetlerin dizilişi ve terkip metodu şahsına münhasırdır. Bu da Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığını göstermektedir. Eğer beşer ürünü olsaydı, o dönemdeki Araplar veya sonradan gelen Araplar arasında yaygın olan metotlardan biriyle benzerlik içinde olurdu. 1
Öte yandan hadis kitaplarını okuyan kimseler, insani bir şahsiyetle karşı karşıya olduklarını hissetmektedirler. Bu şahıs Allah’tan korku içinde bulunmaktadır. Ama Kur’an ayetlerini okurken kudret, adalet, hikmet ve yaratıcı bir zatla karşı karşıya gelmektedir. Eğer Kur’an Peygamber’in sözü olsaydı, yazılış metodu açısından Peygamber’in hadisleriyle aynı düzlemde olurdu. Dil bilimcileri ve edebiyatçıların da kabul ettiği üzere bir insan iki farklı şekilde ve metot üzere yazı yazamaz. Ayrıca Kur’an’ın düzenini ve kusursuz yazılımı da yaratılış, endişe, muamele, savaş, evlilik, ibadet, ekonomi ve bütün boyutlara sahiptir. Eğer böyle büyük ve kapsamlı bir kitap, Peygamber’in eseri olsaydı, şüphesiz beşer türünden bir kitap olurdu. Oysa bugün insanlar, bunca teşkilata, imkanlara, kanunlara, değerlendirmelere, bilgilere, derin uzmanlıklara, araştırma araçlarına sahip olmasına rağmen böyle bir eseri ortaya koymaktan aciz kalmışlardır.
- Kur’an ve Çelişki İthamı
Oryantalistlerin Kur’an hakkındaki ithamlarından biri de ayetleri arasında çelişkinin olmasıdır. Gold Tesiher, Kur’an’ı çelişkili olmakla itham etmekte ve kitabının önsözünde şöyle demektedir: “Kur’an İslam dininin kutsal kitabı olarak bir çok çelişkiler barındırmaktadır. Genel anlamda Kur’an’ın çelişkiler ve ihtilaflar içinde olduğunu söylemek mümkündür. 1
Söz konusu oryantalist bu iddiasını ispat etmek için zahiren bir farklılık içinde olan bazı Kur’an ayetlerini beyan etmekte ve az bir ilmiyle kendi inancını açıklamaya koyulmaktadır.
Burada bazı Kur’an ayetleri hakkındaki görüşlerini aktarmak istiyoruz:
A- Ahiret Yurdunda Haseb ve Neseb
Kur’an-ı Kerim Tur suresi, 21. Ayette şöyle buyurmaktadır: “İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.”
Oysa Mü’minun suresi, 101. Ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.”
Yukarıdaki ayette incelendiği takdirde görülmektedir ki birinci ayette müminlerin nesillerinin de kendilerine katıldığından söz edilmekteyken, ikinci ayette aralarında hiçbir akrabalık bağlarının kalmadığı beyan edilmektedir. Bu da Kur’an’daki çelişkilerden bir örnektir. 2
İnceleme ve Eleştiri
Ayetler dikkatlice incelendiğinde açıklığa çıkmaktadır ki bu iki ayet, birbiriyle zatı gereği ihtilaf içinde değildir. Öyle ki birinde sorunun iktizası vardır, diğerinde ise yoktur. Zira ilk defa sura üfürülünce, yer ve gökte olan her şey helak olur. O zaman akrabalık ortadan kalkar ve varlık âleminin bir anlamı kalmaz. Ama ikinci defa sura üfürülünce hepsi mezarlarından kalkar, amellerinin hesabı için mahşere yönelirler. Burada artık uymanın ve tabi olmanın bir anlamı vardır. 1
B- İlahi Azab
Enfal suresi, 33. Ayette Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” Ama hemen ardından 34. Ayette ise Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar Mescid-ı Haram'ın mütevellîleri olmadıkları halde (müminleri) oradan geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Oranın mütevellîleri takvâ sahiplerinden başkaları değildir. Fakat onların çoğu bunu bilmez.” Dolayısıyla bu ayetler arasında bir çelişki vardır.
İnceleme ve Eleştiri
Yukarıdaki ayetler dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki bu ayetler arasında hiçbir çelişki ve şüphe yoktur. Hakikatte bu ayet, Nazr b. Haris hakkında nazil olmuştur. O herkese beddua ederek şöyle demiştir: “Hani (o kâfirler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! Demişlerdi.” Bunun ardından Allah-u Teala şu ayeti nazil buyurdu: “Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” Bu ayetin bir önceki kısmı da bu gerçeği teyit etmektedir. Zira ayetin daha önceki bölümünde şöyle yer almaktadır: “Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir.”1
C- Firavun’un Boğulması
Oryantalistler Kur’an hakkında yaptığı eleştirilerinden biri de Yunus suresi, 92. Ayet hakkındadır. Bu ayette Firavun’a hitaben şöyle yer almıştır: “(Ey Firavun! ) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.”
Bu ayet Firavun’un boğulmaktan kurtarıldığını söylemektedir. Oysa Kur’an başka bir yerde şöyle buyurmuştur: “Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istedi. Bu yüzden biz onu ve maiyetindekilerin hepsini (denizde) boğduk.”2
Hakeza Kasas suresi, 40. Ayette ise şöyle buyrulmuştur: “Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu! “
İnceleme ve Eleştiri
Firavun’un ve takipçilerinin çıkarken ölümü Kur’an ve Ahdeyn’in önemli kıssalarından biridir. Apaçık naslarından anlaşılmaktadır. Ahdeyn (İncil ve Tevrat) ile ilgili olanı, Esfar-i Hamse’de, Tevrat’ta veya Mezamir’de yer almıştır.
Davud (a.s) on üç ila on beşinci ayetlerde yüz otuz altıncı mezamirde Allah’a şu yüzden şükretmektedir: “Kamış Denizi'ni ikiye bölene, sevgisi sonsuzdur; İsrail'i ortasından geçirene, sevgisi sonsuzdur; Firavun'la ordusunu Kamış Denizi'ne dökene, sevgisi sonsuzdur;”1
Kur’an-ı Kerim de Firavun’un boğulduğunu doğrulamaktadır. Ama Firavun’un kurtulduğunu belirten Yunus suresi, 92. Ayette Allah Firavun’un sadece cansız bedenini kurtardığını beyan etmektedir. Zira Firavun, o günkü toplum içinde öyle büyük bir azamete sahipti ki eğer bedeni sudan çıkarılmamış olsaydı, onların bir çoğu Firavun’un boğulduğuna inanmayacak ve hatta Firavun’un kurtuluşu ve hayatı hakkında bir çok efsaneler uyduracaklardı. İşte bu yüzden Allah onun cansız bedenini sudan çıkarıp kurtarmıştır.
Çağdaş ilimler de Kur’an’ın bu görüşünü teyit etmektedir. Arkeologlar 19. Asrın sonlarında Mısır Durr’ul Ekser bölgesinde Tive vadisinde Firavun’un çıkış zamanındaki cesedini keşfetmişlerdir. Firavun’un adı, İkinci Ranses’in oğlu Münfettah’dır. Bütün veriler de bu gerçeği teyit etmektedir. 2
Dostları ilə paylaş: |