sun ki, Avrupalıların buralara gelip çoğalmamaları bili-
nen mahut illet korkusundandır. Karantina konulduğu
gibi buraya gelecek ve taarruz edecek yabancıları nasıl
idare ederiz. Burası tereddüt ve endişe verir, yoksa karan-
TARİH-Î CEVDET
175
tinanm iyiliklerini biz de biliriz dediği söylenir. Kısaca o
zamanlar Osmanlı Devletinde asker tanzimi arzusu oldu-
ğu halde henüz ne yolda tanzimine teşebbüs olunmak lâ-
zım geleceğine karar verilememişdi. Hal böyle iken harbin
kötüye gideceğini Devlet erkânı cahil gayretleri ve fikirde
heyecanlı ve kötü ve yanlış düşüncelerine uyularak (1182)
seferi açılıp büyük ölçüde yıkıntıya uğranılmıştır. Bu mu-
harebe Osmanlı Devletine bir büyük ders olup eğitim gör-
müş asker tertibinin muhakkak yapılması lâzım geldiğini
herkes anlamışsa da bir türlü icraata geçilemeyip fakat
Üçüncü Mustafa Hazretleri tophanece bazı İslahata teşeb-
büs etmişse de adı geçen sefer esnasında ölmüştür. Kendi-
sinden sonra tahta geçen Sultan Abdülhamîd'in ihtiyar-
lıkdan gelen dermansızlığı Devlet-i aliyyece farz-ı ayn olan
Nizam-ı Cedîd askerinin tertibine kifayetsizliği ölümünden
önce bazı yakınları ile söyleştiği ve kendisinden sonra oğ-
lu Sultan Selim'in cülusuna kadar bu işde hiçbir teşebbüs
görülmemiştir. Eğer Sultan Abdülhamîd Han zamanında
Halil Hamid Paşa sadaretinde tophanece ve tersanece ba-
zı İslahata teşebbüs olundu ise de o vakit İstanbul'da geri
düşünceliler çoğunlukta olup nizam-ı cedîd'e eğilip istek
gösteren Sultan Mustafa politikasına yani oğlu Şehzade
Selimin taraftarlığına temayül manâsına yorumlandığın-
dan bunun müzakeresi bile saltanat yakınlarının emniye-
tini kaçıran bir şeydi. Halil Hamid Paşanın düşmanları
bu vadide yol bulup aleyhinde işleyerek hakkında Padişa-
hın emniyetini yok etmişlerdir.
YEDİNCİ BÖLÜM
(Bahriye ahvali hakkındadır)
Eskiden kayıklar kürekle yürütülüp aç çifte, beş çif-
te diye büyücek gemiler yapılmağa başlayıp dümen ve
yelken de icad edilerek yavaş yavaş gemicilik fen ve san'a-
ti ilerlemiştir. Ancak önceleri gemiler her halde kıyı sula-
rını kollayıp açık denizlere açılamazlardı. Denizcilik nö-
beti Suriyelilerle Venediklilere geldiği zaman matemaitk
ilminde türlü incelikler, keşif ve buluşlarla hızlanma fen-
ninde ilerleyerek gözetleme kuvvetiyle denizden Yunanis-
tan'a ve Septe boğazına ve bazı söylentilere göre daha
uzak yerlere seyir ve sefer ederek, ticaret edip onların bu
hal ve hareketlerine diğer milletler sihir ve kehanet gö-
züyle bakarlardı.
Hazreti Ömer-ül Faruk (radıyallahü anh) Mısır'ı fet-
heylediği zaman ,Amr İbnül Âs'a (radıyallahü anh) mek-
tûb yazıp «Deniz ne biçim şeydir, hallerini ve vasıflarını
bana bildir» diye emretti. Amr ibnül Âs'm (radıyallahü
anh) emîr ül mü'minînin dergâhına yazdığı yazıdan sonra
ümmet-i Muhammedi korumak için gemilere binmekden
men eylediği için Kureyş kabilesi ve diğer kabileler deniz-
de sefer etmekden çekindiler ise de Mısır halkı ve muhte-
lif milletlerden Mısır topraklarında olan tüccar deniz har-
bi ve deniz ticaretine alışık olup, kendilerinden önce gelen
Devletlerin zamanında da ömürleri deniz. seferlerinde ge-
<çip babadan oğula bildikleri yararlı san'atları olmakla on-
ıar vazgeçmiyerek Demyat, Reşid, İskenderiye ve diğer
TARİH-İ CEVDET
177
iıyılarda gemilerini işletip ve Süveyş Halicinden Yemen
ve Hind taraflarına seyrü sefer edip ticaretten kalmazlar
?ve Mısır kıyılarında bulunan Arab kabileleri zenata ve
Mağrip ileri gelenlerini gazalara ve deniz ticaretine itip
harekete geçirmekten hâli kalmazlardı. Lâkin Amr Bin
As ile gelen Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan) ve onların
emsali Arab kimseler Hz. Ömerül Faruk'un (radiyallahü
anh) tenbihine uymuş ve başlangıçda karşı gelmeğe cesa-
ret edemeyip ancak malı, kuvveti, ve ricali olan Nuhayle
Şeyhi ve Mesket hâkimi Müslim'in gaza ve cihâddan ve
menfaat elde etmekten yasaklamak doğru değildir diye
karşı koyup gemilere bindiler. Umman ve diğer kıyıları-
na ve Cezayire gaza ettiklerini Hazret-i Ömer (radıyalla-
Jıü anh) işitince Nuhayle Şeyhine azarlama gönderip
Amr bin As (radıyallahü anh) tarafından ele geçirilip
cezalandırıldı. Zira asıl mayası îslâm olan Arablar henüz
ele geçen yerlerde gereği gibi yerleşmeden çoğunun gemi-
lere binip uzak sınır dışı yerlere dağınık ve parça parça
hilâfet merkezinden uzaklaşmaları hükümet kaidelerine
uygun değildi. Sonraları Mısırlılardan kudretli gemi sa-
hipleri ile İslâm büyükleri de birleşerek adım adım gemi-
lere binip kâh gaza, kâh ticaret için denize açıldıklarını
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) duyunca yasağı kullan-
mayıp susarak kendi hallerine bırakıp ta Hz. Muaviye (ra-
dıyallahü anh) zamanına gelinceye kadar ehl-i İslâm azı-
cık gemilerle kâh gaza ve kâh ticaret eylediler. Lâkin bu
sefinelerin kaptan ve tayfalarının çoğu hıristiyanlardan
denizcilikde usta kimselerdi. Bunlar büyük ücretlerle kul-
lanılırdı. Ehl-i îslâmda bu denizcilik fennine bağlı bilgi-
ler yokdu.
Hazret-i Muaviye zamanında Amr-ı bin Âs tekrar Mı-
sır'a vali olunca Hazret-i Muaviyenin (radıyallahü an-
hüm) fermanı ile deniz yüzünde gaza için müslümanlara
F. 12
178
AHMED CEVDET PAŞA
genel izin çıkdı. Hazret-i Ömerin (radıyallahii anh) önce-
yasaklaması, sonra susması, sonra genel izin çıkması ve
düşünceye dayanır diye hakikati araştıran ulema, şöyle
düşünerek demişler ki: Arablar başlangıçda denizrilikden
birşey bilmediklerinden işin başlangıcında Hazret-i Ömer
;(radıyallahü anh) onları korumak için yasak etmiş, takım
takım o işe atılıp gemi teçhizat ve levazımı ile kullanma-
yı öğrendiklerini görünce susup göz yummuş, sonra islâm
milletleri gemiciliği öğrenerek deniz ahvalinden epeyce
bilgileri olunca deniz gaza ve cihadına genel izin çıkdı.
Yukarıda anlatıldığı gibi genel izin çıkdıktan sonra
deniz harbine giden müslümanlar, uygun gemiler yapıp ve
hıristiyanlardan rüzgârın halini ve deniz işlerini pek iyi
bilen ve anlayan kaptanları ücretle tutarak kendileri ci-
had, teçhizat ve harp silâhları ile gidip kâh gaza, kâh ti-
caret eder oldular. Hatta Mısır Emiri Akabet-bin Amir
Hicretin kırkyedinci senesinde Rodos adasına gaza edip,
bol miktarda ganimet almıştır. Kırksekiz senesmsje Haz-
ret-i Muaviye (radıyallahü anh) Kıbrıs adasına gaza ey-
ledi diye Hamiş tarihinde İmamı Vakidî'den rivayet olun-
muştur.
Vasıf tarihinde yazılı olduğuna göre Abdül-melik bin
Mervan'ın saltanatı sırasında Afrika amili Hüsam bin Nu-
man'a haber salıp Tunus tarafında gemi inşası için san'at
okulu yaptırmasını emredip, işte İslâm milletlerinde ilk
önce yapılan san'at okulu budur. Halâ dilimizde dolaşan
tersane sözünün aslı Dârüs-Sinaa'dır. O vakit Darüs-sinaa
(san'at okulu) da beş yüzden fazla firkateye benzer az
masraflı gemiler yapılıp hazır olunca TUNUS havalisi
şeyhi Ziyadet Bin İbrahim zamanında -ki hicretin seksen-
ikinci senesi idi- Ata bin Rabi'abdülmelik tarafından emir
olarak o donanma ile varıp bugün Sicilya dediğimiz büyük
adayı fethetti. Doksanbir senesinde Afrika hakimi olan
TARİH-İ CEVDET
179
Musa bin Naşir tarafından Tarık bin Ziyad, Endülüs (İs-
panya) tarafına gaza edip Endülüs toprakları ve sonra
Sardunya Adasını fethettiler. Doksaniki tarihinde yine
Tarık bin Ziyad, hem kaptan, hem serdar olarak büyük
bir donanma ile Septe boğazından çıkıp Okyanus Denizi-
ne açılmış, İspanyollarla uzun zaman muharebeler ederek
büyük yerler ele geçirmiştir. İşte ilk defa Septe Boğazın-
dan dışarı çıkan İslâm donanması, bu donanmadır. Ku-
mandanlarına nispetle boğaza «Cebel-üt Tarık» adı veril-
miştir. O vakit İspanya'da Gotlar hükümet ederdi, ve İs-
panyolları reaya gibi kullanıp pay-ı tahtları Tulaytıla şeh-
ri idi.
O zaman Avrupa'nın diğer taraflarında olduğu gibi
İspanya'da da zengin olanlar pek çok mal ve ölçüsüz de-
ğerde eşya vakfedegeldikleri cihetle büyük manastırlar
yapıp bu suretle Tulaytıla'da pek büyük bir manastır ya-
pılarak zîkıymet mallar ve eşya ile dolu idi. Bazı zayıf ih-
timal ile anlatılana göre Tulaytıla'da o vakit şöyle ma'mur
Beyt-il hikeme vardı diye söylenir. Tarif ettikleri Beyt-ül
Hikeme işte bu manastırdır. Yoksa o zaman İspanya'da
ilim ve hikmetten henüz eser yokdu. Her ne hal ise, böyle-
ce ruhban taifesi o taraf da pek kuvvetli ve sözü geçen
olup, bazı şehirlerde bayağı bağımsızlık iddia edecek de-
receye gelmiş olduklarından, sonraları Got kavminden nö-
betle hükümdar sandalyesine oturan Rodrie adlı kral ken-
di cesareti ve gençliğinin yardımı ile rahiblerin bu kadar
nüfuzunu çekemeyip Toledo manastırını vurup yağma et-
tirmiş olduğundan ileri gelenlerle ahaliden bir takımı ken-
disine gücenmiş ve bunun üzerine İspanya'nın güneyinde
muhafız bulunan Julyanus adlı kumandanın kızına mu-
sallat olunca o da kendisine can düşmanı olarak kin ve fe-
nalık olsun diye Arabian İspanyaya çağırmış, böylece İs-
panya toprakları bir istilâya hazır hale gelmişti. O zaman
180
AHMED CEVDET PAŞA
Islâmiyetin gençlik, gösterişli en yüksek seviyedeki yük-
seliş zamanı olmakla İspanya topraklarına ayak bastık-
ları gibi kısa bir zamanda her tarafını ele geçirip istilâ ede-
rek büyük ganimetler elde edildi. Hele Tulaytıla alındığı
zaman Ehl-i İslâm'ın eline geçen mallar ve zikiymet eşya
saymakla bitmez. İşte bunca fetihler ancak deniz kuvvet-
leri sayesinde meydana gelmiştir. Ve müslüman gaziler
anlatıldığı gibi deniz kuvvetlerine sahip olduktan sonra
her sene Mısır'dan Tunus ve Afrika taraflarına donanma
çıkarıp, kıyılar ve adalarda pek çok Fransa memleketleri-
ni muzaffer olup ele geçirmişlerdir. Soıs;a İspanya donan-
ması ikiyüz ve Afrika donanması yüzelli gemiye kadar çı-
kıp deniz yüzünden kâh İslâm donanması kâh hıristiyan
galip olarak adalar ve kıyı vilâyetlerini birbirinden alıp
ele geçirmekle deniz yüzünde kavga ve muharebe eksik ol-
mamıştır.
Sonraları pusula îcad olunmakla, gemicilik fenni pek
ziyade ilerleyerek Arablar Hind diyarına, diğer kıyılara,
uzak adalara; Avrupalılar da Okyanus Denizine seyri se-
fer etmeğe başlayıp, bu suretle Amerika ve bir çok ada-
lar keşfolundu. Avrupa'dan Ümit Burnu yolu ile Hindis-
tan'a gidilir oldu.
Deniz kıyılarında bulunan İslâm Devletleri harp ve
ticaret için gemilere binmeye ve denizlerde sefere muhtaç
olduğundan ötedenberi gemi inşası fenni ile denizcilik ile
uğraşan ve bu hususda meleke ve maharet kazananlarla
denizcilik sanayü günden güne ilerlemiştir. Ve gittikçe
fen ve sanayim ilerlemesiyle gemilerin büyüklüğü artmış
zamanımızda görülen kapak, üç anbarlı gibi büyük gemi-
ler yapılmıştır.
Daha sonraları vapurlar ve zırhlılar îcad olununca
deniz ahvali bütün bütün başkalaşıp, dünya ilişkileri, Dev-
letler, başka dillerle konuşanların iş yapıları başka şekle
girdi.
TARİH-İ CEVDET
181
Osmanlı Devletinin ilk günlerinde harp ve muharebe-
leri karada olmakla donanma işlerine hiç de ilgilenmeyip
Sultan Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa Rum kayıkla-
riyle Gelibolu yakasına geçerek o yerleri ele geçirmekle,
Rumeli kıt'asında birçok yerleri Osmanlı topraklarına
kattıktan sonra, Gelibolu geçidinde biraz kayıklar tedarik
olunmuştu. Sonra İstanbul'un fethine yalnız kara tarafın-
dan kuşatma kâfi gelmeyince denizden de taarruz için ye-
teri kadar gemi tertip olunup, ancak o zaman istanbul ile
Galata arasına çekilen zincir limana gemi girmesine engel
olduğundan Baltaoğlu Süleyman Bey eliyle bir söylentiye
göre, Sütlüce ardında yeni gemiler yapılarak, oradan ve
bir söylentiye göre de Rumeli Hisarı ardında donanma
tertip olunup şimdi Dolmabahçe denilen yerden ağırlıkla-
rı çekmeyi iyi bilenlerin akla hayret verecek tedbirleri ile
yağlı kızaklar üzerinde gemileri karada yürüterek limana
indirilince içlerine metrisler kurularak o taraftan taarruz
edilince bu gönül açan tedbirle İstanbul fethedilip ele ge-
çirildi. İşte Osmanlı Devletinde ilk önce nasb olunan Der-
yabeyi Balta oğlu Süleyman Bey olup Rumeli Hisarının
üst tarafındaki Balta limanı onun adıyla anılmakdadır.
İstanbul'un fethinden sonra tersane işlerine önem ve-
rilerek bir çok gemiler yapılıp kısa zamanda o asırda bü-
tün Akdenizi benimsemiş olan Venediklileri tehdit edecek
kadar donanma kurulmuş ve hemen Fatih Sultan Mehmed
Han zamanında deniz kuvvetleri ile nice topraklar ve ka-
leler ele geçirilmişti. Bu suretle Osmanlı Devletinin deniz
kuvvetleri epeyce ilerleyerek mahir kaptanları ortaya çık-
tı. Bunlardan Kemâl Reis dost düşman önünde liyakat ve
maharetini ispat etmişdi. Hatta ikinci Sultan Bayezid as-
rında (892) hicrî senesinde (İspanya'ya, Sicilya adasına
İspanyollar musallat olduğundan El-Ahmer Devletinden
aydın bir sözcü gelip İspanya istilâsından şikâyet etmiş
182
AHMED CEVDET PAŞA
ve Endülüs topraklarını düşman baskınlarından kurtar-
mak için imdat diyerek yardım ricasında bulunmuş ve Ke-
mâl Reis birkaç kıt'a gemi ile imdatlarına gönderilmiş ve
fakat o sıralarda deniz muharebeleri Arnavutluk ve Mora
taraflarında yapıldığı için Endülüs bir yana bırakılmışdı.
Ve o zaman bir hayli büyük gemiler yapılıp hattâ Kâtip
Çelebi'nin Lâtin tarihlerinden söylediğine göre Avrupa hü-
kümdarlarından Alfons adlı kral (4000) tonluk bir gemi
yapdırmıştı. Sonra iki gemi daha yaptırdı ki hiç bir zaman
o kadar büyük gemi yapılmamışdı. Lâkin onları kullana-
madılar, iskelede çatıp bozdular. Venedikliler de o sırada
büyük gemiler yapmaya başladılar, işte o zaman Fatih
Sultan Mehmed Han da (3000) tonluk bir gemi yaptırdı.
Fakat indirirken iskele de battı. Tonilâto fıçı manâsına
gelip bizlerde kile tabiri gemilerin büyüğüne, küçüğüne
ölçü olarak şu kadar kilelik gemi diye söylendiği gibi Av-
rupalılar arasında da tonilâto deyimi, gemilerin hacmini
anlatmak için ölçü olup, bir tonilâto otuz kile sayılır. An-
cak bu da kalyon türündendir. Kalyon deyimi bugün üç
anbarlılar ile kapaklara mahsus olarak aramızda deyim
olmuşsa da aslında kalyon yalnız yelken ile kullanılan bü-
yük gemiler olup Kraka, Barca, Polika gibi türlü çeşidi
vardı. Ve Kraka Kalyonun büyüğü demek olup o zamanda
bunları çoğunlukla İspanyollar kullanırdı. Diğer Avrupa
Devletlerinin harp Kalyonları çoğunlukla Barca idi ama
çektiri nev'inden gemiler hem yelken ile hem de kürek ile
kullanılır gemilerdir. Bunların da bir çok kısımları olup
bunlarda ölçü «Oturak» tabiri olup kısımları da böylece
birbirinden ayrılır. Şöyle ki: On oturakdan onyediye va-
rınca «Firkate» denilir. Her küreğini ikişer üçer adam çe-
ker. Ve onsekiz ondokuz oturak olursa «Bergedde» derler.
Ondokuzdan, yirmidörde varınca «Kalita»dir. Ve yirmibeş
oturaklı olursa «Kadırga» derler ki, her küreğini dört
TARÎH-I CEVDET
183
adam çeker. Ve yirmialtı oturakdan otuzaltı oturağa va-
rınca «Bastarda» derler, her küreğini beşer, altışar, yedi-
şer adam çeker. Gemisine göre yüksek ve geniş olursa
«Mavna» denir. İki kat olup altı mavna, üstü kalyon olur-
sa «Köke» derler.
Kadırgaların iki bodoslamasının arası ellibeş ve elli-
altı zira' uzunluğunda ve anbar ağzı yirmi karış genişlik-
de olarak, kıç yüksekliği onsekiz karış ve baş yüksekliği
onbir karış olur ve kuşak yüksekliği altı karış bir parmak
olur. Her bir kadırgada harita ve pusulaya bakar birer
kaptan «Trenkete» kullanır. Yirmi halatçının biri odabaşı
olup, dümenci, yelkenci, neccar, kalafatçıları ile bir kadır-
ganın otuzbir kadar gemicisi ve yirmibeş oturakdan bir
kürek mahalli ocak yerine gitmekle kırkdokuz kürek, dör-
der kattan yüzdoksanaltı kürekçisi ve cenkçisi olmakla bir
kadırga halkı en azından üçyüzotuzu bulurdu. Yirmialtı
oturaklı âdi Bastardanın uzunluğu, elliyedi zira' olup ge-
nişliği ve halkı da ona göre idi. Buna Paşa Bastardasının
uzunluğu yetmiş ve yetmişiki arşın kadar olur ve otuzaltı
oturak olup, her küreğini yedişer adam çeker ve halkı en
azından sekizyüz neferdi. Altmış beş zira' uzunluğu olan
Mavnanın yirmi karış kıç yüksekliği ve onikibuçuk karış,
baş yüksekliği ve yedibuçuk karış kuşak yüksekliği olup,
içine yirmidört pare (adet) top konulur ve yirmialtı otu-
rağın her küreğini yedişer adam çekip bütün içindekiler
altıyüz neferi bulurdu. Bu gemileri ekserî küreğe konulan
esirlere çektirip onlara forsa adını verirlerdi. Şöyle ki
bunlar zincire bağlı oldukları halde oturak yerinde çakılı
olarak kürek çekerlerdi. Mamafih muharebe içinde bun-
lara emniyet olunamadığından, kaptanların çoğu önleme
tedbiri olarak kürekçilerin yarısuıı forsa, yarısını da Türk
olarak kullanırlardı.
184
AHMED CEVDET PAŞA
İkinci Sultan Bayezid zamanında Mora kıyılarının ele
geçirilmesi iradesi ile büyük gemiler yapıldığı sırada iki
kıt'ada «Köke» yapılmıştı ki, her birinin uzunluğu yetmi-
şer ve genişlikleri otuzar zira' olarak, içlerine büyük top-
lar ve her birine ikişer bin cenkçi ve kürekçi konulup biri-
nin riyaseti meşhur Kemâl Reise ve diğerinin riyaseti Bu-
rak Reise verilip diğer gemi çeşidlerinden büyük küçük üç
yüz kıt'a gemi teçhizatı tamamlanarak hazırlanıp tertip-
lendikten sonra, İnebahtı yakasına gönderilmişti. Burak
adasına vardıklarında düşman donanması karşı gelerek
cenge başlayıp düşmanın iki kökesiyle bir mavna ve bir de
barçası Burak Reisin kökesine taarruz ettiklerinde ilk ön-
ce Burak Reis o mavna ile barçayı top ile parçalayıp ba-
tırdıkdan sonra o kökeler ikisi birden Burak Reisin köke-
sine sarıldıklarında Burak Reis düşman kökelerine neft
yağı ile ateş bırakıp ikisini de yakmışsa da kendi kökesi-
ni onlardan ayıramayıp o da bile yanmış ve kendisi ile be-
raber beşyüz kadar levend şehîd olmuş, denize düşen diğer
gaziler kayıklara alınarak kurtarılmış ve düşman gemi-
lerinde bulunanların gelen bir kalyon da zabtedilip ele ge-
çirilmiştir. Ve bu muharebe yerine yakın olan ada Burak
Adası diye anılmışdır.
Ondan sonra ortaya çıkan muharebelerde de donan-
ma Venedik donanmasına galip gelerek înebahtı ve Mu-
ton ve Kron kalelerinin fethi müyesser olmuştur.
Eskidenberi Osmanlı Devletinin deniz kuvvetleri
ilerleyerek Venedik donanmasına galip gelmişken sonra
Sultan Bayezid'in ihtiyarlığı dolayısiyle köşeye çekilip
vükelânın işlere boş verip savsaklaması, görmezliğe ge-
lip geçivermeleri Devlet halinin zayıflamasına ve kuş-
kulu olmasına sebep olarak deniz seferleri ihmâl edilerek
terkedilmiş olup sonra Yavuz Sultan Selim Han Hazret-
leri de (Takadem-ül ehem alel-mühim) kaidesine riayet-
TARİH-İ CEVDET
185
le îran ve Arabistan seferlerine gittiği için donanma iş-
lerine bakılamadığmdan başka, o aralık Akdeniz'de bü-
yük işler çıkarılmamak için Osmanlı korsanları da sefer-
den men olunmuşdu. Gerçi Devletin deniz kuvvetleri al-
çalmağa yüz tutmuş ise de o vakit Osmanlıların yükseliş
ve gelişmesi ileri hamlelerindeki sert davranışları oldu-
ğundan cihada başkoymuş gönüllü kaptanların pek çoğu
korsanlığı bırakmamak üzere Afrika Garp Kıyılarına ya-
yılıp Avrupalılar ile muharebeden geri kalmalıdır. Bun-
ların en ileri geleni meşhur Hayreddin Paşadır. İşte bu
halde Sultan Süleyman Han hazretleri tahta geçerek do-
nanma işlerine fazlasiyle ilgilenerek kayıd ve ihtimam
buyurmaları ile deniz kuvvetleri Osmanlı Devletine ye-
niden hayat vermiştir. Çünkü Yavuz Sultan Selim Han
Hazretleri tersane işlerine başlamış Fatih zamanında
«Aynalı Kavak», semtinde yapılmış olan gözlerden artı
gözler ve mahzenler yaptırmış ve büyük bir donanma ya-
pıp Akdenize çıkmak, adalar ve kıyı memleketlerini ta-
mamen zaptedip ele geçirmek niyeti ile işler yapılmıştı.
Hatta Idris-i Bitlisi ve diğer bazı mahremleriyle bilhassa
yaptığı konuşma sırasında Septe boğazına varınca «Ak-
deniz bir halicdir, onda bu kadar değişik milletler topla
nıp tamamen bir Osmanlı Devleti iç denizi hükmünde ol-
mamak uygundur. Bu hususa geniş ölçüde eğilip gayret
göstermemek saltanatın şanına küçüklük düşürecek him-
met kusurudur. Allahü tealâ ecelden aman verirse bu
maksad için yeteri kadar donanma tedarik edip Akdeniz-
de olan memleketleri kılıcımın emri altına almadıkça ra-
hatımı ve günlerimi haram etmeğe ahdim olsun» derler
imiş ve tersane binasını genişletip artırmakla bu kahra-
manca yola başlamış oldular.
Lâkin Mısır, çerkez devleti Haremeyn-i Şerifeynin
hizmeti şerefiyle halk gözünde itibarlı ve Mısır'ın Kahi-
186
AHMED CEVDET PAŞA
re şehri Abbasî halifelerinin evi gibi olduğundan çerkez
hükümdarları bu şerefi de beraberlerinde bulundurduk-
ları halde bazı hadiselerden dolayı Osmanlı Devleti ile
aralarına soğukluk ve aykırılık ortaya çıkıp, gerçi Tu-
nus meliki Osman Hafsa aracılığı ile dostluk anlaşması
tekrarlanarak, gelip gitmelerle beraber elçiler gönderil-
diyse de Devletçe tam istiklâlleri gerçekleşmediği gibi
kabul de edilmediğinden, Mısır çerkeslerine kâh îrana
kâh Arab eşkiyasıha gizliden yardımdan geri durmadık-
ları için ilk önce Mısır'ı fethetti. Bu yol ile Arab kıyı-
larını ele geçirmek önem kazanınca, öncelikle önemli ha-
zırlıklara himmet edip düşündüklerini yapabilmek için
deniz yüzüne donanma indirmek tedarikinde iken istan-
bul'a teşriflerinin ikinci senesi oldu.
Oğlu Sultan Süleyman Han hazretleri tahta geçince
tersane işlerine büyük bir dikkatle eğiliyordu. Çünkü Ro-
dos şövalyeleri korsanlıkla Akdenizi kesip, rast geldik-
leri tüccar gemilerini zaptedip ele geçiriyorlardı. Bu hal-
de Mısır yolunun emniyet altına alınması için Rodos'un
fethi önem kazandığından ilk önce büyük donanma ile
(929) da Rodos adasını fetheyledi. Ve (932) de Süveyş de-
nizine Kaptan ve Serdar edip 20 pare Kadırga ile Süveyş
Boğazından Yemen diyarına gönderdiler. O da varıp Ye-
men ve Aden kıyılarını zaptetti. Ondan sonra Hayreddin
Paşa İstanbul'a gelmekle Osmanlı Devletinin deniz kuv-
vetleri tepe noktasına erişti.
Hayreddin Paşanın ismi Hızır olup ancak Avrupalı-
lar arasında «Barbaros» diye anılır ki kırmızı sakalı de-
mektir. Denizde çok büyük işleri ve muharebeleri olup
anıları unutulmayacak, yaşlı kendinden yalnız keramet
Dostları ilə paylaş: |