le söyledikleri yeniçeri askeri olup, acem seferlerinde bile,
Osmanlıların diz çöker askeri çokmu, ilk önce yeniçeriyi
araştırırlar iken ocakların nizamı bozulunca işe yaramaz
oldular. Kısaca ocak ve bölükler halkı dünyanın birinci
sınıf askeri iken, askeri tahsislerin yolsuzca yiyim yeri
yapılması, disiplin ve intizamlarının bozulmasından ötü-
TARİH-I CEVDET
153
ıü düşmanla harb için halk arasından teşkil olunan as-
kerden fena bir hale geldiler.
Üçüncü Sultan Ahmed devrinde lüzumlu nizamlara
yönelen olmamış ve Birinci Sultan Mahmud zamanında
arka arkaya ortaya çıkan iç ve dış baş derdi üzüntülü
işlerden kurtulamayıp, askerin hali ise günden güne fe-
nalaşmakta, Avrupa Devletleri fen ve san'atta ilerlemek-
te olduğundan, Devletin hali değişik başka türlü bozul-
muş ve günden güne gücü azalmış olup Üçüncü Sultan
Mustafa muntazam asker kuruluş ve teşkilâtına büyük
bir istekle sarılmış hatta Fransız subaylarından Macar ı
Tot beyzade eliyle çabuk ateşli topları yaptırmış ve Top-
hanede bir çok işlere girişmişti. Askerî Eğitim ile nizama
koymak işi de düşüncede kalıp yapılması mümkün ol-
madı. O vakit Devlet ricali ve büyükleri saltanat erkânı
içinde Devletin ne halde olduğu ve ne yapılmak gerek-
tiğini bilenler az kaldığından vakitsiz sekseniki seferi
açılınca, kanun ve nizamları bozulup sarsılmış askeri
tahsisatlar askerliğe yaramayanlara yiyim yeri olmuş,
askerlerin yerine çiftçi, esnaf makûlesi barut kokusu al-
mamış, top ve humbara sesi duymamış, bir takım haşa-
ratı, bir çok masraflar ve güçlüklerle getirip toplamış,
bunları asker diye muharebeye göndermiş, böyle dirinti
asker de muntazam asker karşısında hiç bir işe yarama-
mıştı. Arka arkaya görülen bozgunlar karşısında Ni-
zam-ı cedîd'in lâzım ve faydalı olacağını, herkes anla-
mış ve görmüşse de karşı gelişi ve isyanları tepe nokta-
sında diğer sınıf askerleri de ihtilâl içinde olduğundan
askerin tanzimi yapılamaz güçlükte idi. Zira eski Osman-
lı sultanları altı bölük halkını yeniçeriler ile te yeniçeri-
leri bölük halkı ile ve ikisini de timar ve zeamet erbabı
ile zaptederlerdi. Bilindiği gibi, timar ve zeamet erbabı-
nın hali perişan olup, gittikçe yok olma mertebesine var-
154
AHMED CEVDET PAŞA
mış olmalarıyle yokmuş gibi sayıldıklarından ocaklıyı ce-
zalandırıp bastıracak itaat ettirecek ve baskı altında baş
eğdirecek bir kuvvet kalmamıştı. Yukarda söylendiği
üzere, askerî ve mülkî kanunlarına, işlemediği, bozuk ol-
duğu sırada, ilim adamlarının kanun ve nizamları da bo-
zulmuş olduğundan, böylece ilim adamlarının geçmişini
ve geleceğini anlatalım.
Eski Osmanlı sultanları ilim ve maarifin öne alınma-
sına pek ziyade incelikle çalışırlardı. Bursa şehri âlim-
ler, fazıllar, şiir erbabı ve zararlarla dolu idi. İstanbul'un
fethinden sonra Pây-ı taht olması ile Fâtih Sultan Meh-
med Hanın ise ilim ve maarifin ilerlemesine üstün dere-
cede himmet edegeldiğinden, İstanbul'da ilim ve maarif
pek ziyade revaç buldu. Dünyanın her tarafından par^
makla gösterilen meşhur değerli bilim adamları İstan-
bul'a gelmeğe başladılar. Kısa zamanda birçok ilim med-
reseleri yapıldı ve İstanbul ilim erbabı ve marifet sahip-
leri ile doldu. Müderrislik rütbesi mevleviyete ve kazas-
kerliğe bağlı olduğundan itibar edilir, saygı duyulur, bir
rütbe olup bu rütbeye yaklaşmak pek çok bilgi ve kül-
türe dayandıktan başka, girişte mülâzemetin tahsili için
nice zaman danişmend olarak medreselerde çalışmağa
bağlı idi. Talebeden biri danişmend olmak istese, ilk ön-
ce ulemadan birine varıp «hariç» derslerini, yani ilmin
başlangıcını öğrenip eğitildikten sonra o zatın aracılığı
ile müderrislerden birine varıp «dahil» derslerini görüp
«sahn» derslerine liyakat kazanırdı. Sahn medreselerine
girebilmek için onların lisesi hükmünde bulunan medre-
selerde ilmi mertebeleri aşmak lâzım gelirdiki, bunlara
(muvassıla-i sahn) denilirdi. Sahn medreseleri Fatih ca-
mimin iki tarafındaki kargir ve kurşunlu sekiz medrese-
dir ki (sahn-i Seman) denilir. Bunlarda Hücre sahibi olan
talebe âlim ve fazıl zatlar olup çoğunun yazılmış eserleri
TARİH-İ CEVDET
155
vardır. Bunların eskilerine (nııuid) denilirki medresele-
rinde müzakereci olup, bu medreselerin arkalarında lise*
ler yerinde sekiz (tetümnıe) derslerindeki talebeye bile
ilmî dersler verirlerdi. Koçi Bey Dördüncü Sultan Mu-
rad'a takdim eylediği risalesinde der ki, (1000) tarihine
gelinceye kadar sahn muidlerinin şimdiki müderrisler ka-
dar, kadir ve itibarları var idi. İşte talebe-i ulûm böyle bir-
birinin idadiyesi olan medreseden medreseye geçerek ilim
ve fenni tamam öğrenerek, hariç ve dahil ve sahn rad-
delerinde nice zaman danişmend olmak yolu ile mulazim
olduklarında, isimleri Ruznemçe-i hümayûn'a kayd olu-
nurdu.
Kısaca mülâzımların hepsi ilim ve maarif sahibi ola-
rak, içlerinde pişmemiş, tecrübesiz ve ahvali ve gidişi bi-
linmez kimse bulunmazdı. İçlerinde kültür ve bilgide ke-
mal mertebede olan akranları arasında seçkin ilim adam-
larının önünde giden ve gerçeği araştıran denildiği za-
man ve böyle bir gelişme görülünce, «İptida-i hariç» rad-
desinde olan medreselerden birinin müderrisliği, Ruusu ile
şeref kazanır hürmet görür ve bu mertebeye erişemiyen
Daniş sahipleri ve irfan adamları da kaza yolu ile mansab-
larma erişirlerdi. Ve hepsi ilim ve maarif sahipleri ola-
rak hakikaten hürmet edilmeğe değer zatlardı. Hele mü-
derrisler halk gözünde bir ayet-i kerime ve hadis-i şerif
den hükümler çıkarmağa yeterli kimse diye bilinirlerdi.
Çünkü doktor mühendis gibi ilim ve maarif erbabı da bu
talebe-i ulûm içinde yetişmekle medreseler bütün eğitimin
merkezi olup insan topluluğu için öncelikle kesinlikle lâ-
zım olan hâkim hekim ve diğer güzel maarif adamları on-
lardan çıkarlardı. Böyle önemli bir işe kendini adamış
müderris efendilerin artık değeri ve haysiyetleri ne ka-
dar büyük olduğu anlatmaya değmez. Özellikle sekiz sahn
müderrisleri bütün ilim adamlarının en seçkin ve başda
156
AHMED CEVDET PAŞA
geleni olmakla halk içinde ve yüksek seviyedeki kimse-
ler gözünde pek büyük yükseklikde anılırlardı, Ve kıy-
metlerinin bilindiğine, tartışılmaz değerde olduklarma
delil olarak da Ali Cemali efendiye meşihat-i Islâmiye
mesnedi tevcih olunduğu zaman kendisi Hicazda idi. Ge-
linceye kadar fetva işleri sahn müderrislerine havale
edilmişdi. Genellikle müderrisler muşlarında yazılı olan,
kudret-ül ulema-il muhakkikin unvanına uygun değerli
kimseler olup, müdderris oldukları medreselerin dersha-
nelerinde ilim,ve fen öğretirlerdi. Müderrislik ruusu yu-
karıda belirtildiği gibi yolu ile mülazemet kâğıdını aldık-
dan sonra nice seneler yüksek seviyede ilim ikmâline,
mesai sarf ederek emsaleri arasında üstünlük ve yük-
sek başarı gösteren zatlara verilirdi. Bunlar ilk önce aşa-
ğı derecede bulunan bir medrese müderrisliğine nail olup
sonra talebeden iken medreseden medreseye yer değiş-
tirdikleri gibi müderrislikde de böylece terakki ederler-
di. Bir de «Kadı-yûl Kuzzat» makamı olan kazaskerlik ve
İstanbul, Edirne gibi büyük şehirlerin kadılığı rütbe-î
tedrisi haiz olan zatlara tevcih buyufulurdu. Kadılar ve
mollalara hiçbir şekilde işten el çektirme yapılmayıp
uzun müddet memuriyetlerinde sürekli görevde olduk-
ları gibi kazasker bile on onbeş sene mansabmda durur-
du. Ayrıldıklarında musta'fi maaşı ile tekaüt olurlardı.
Bazen de bir medrese vazifesi ile tekaütlüğü ihtiyar eder-
lerdi.
Birinci Sultan Süleyman Haıi zamanında orduya
ziyade tabip ve operatöre ihtiyaç görülüp o vaktin icabı
ve haline göre mühendislerin de önemi artmış olduğun-
dan Süleymaniye camii yanında ayrıca bir Tıp medresesi
yapılıp Etibba sınıfı ayrıldı. Ve civarında bir de darüşşi-
fa yapıldı. O zaman Avrupa'da henüz darüşşifa yapmak
düşüncesi bile yokdu. Yine Süleymaniye camii civarında
TARÎH-İ CEVDET
157
dört büyük medrese kuruldu ve harp san'atmın başlan-
gıcı olan matematik ilminin yayılmasına ve üstün tutul-
masına fazlasiyle değer verilirdi. Süleymaniyenin eteğin-
de bir başka Darülhadis yapıldı ve bir takım medreseler
işte bu Süleymaniye medreselerinin idadisi itibar olunup
onlara da muvassila-i Süleymaniye denümiştir. Sonra
anlatılan bu medreselere ayrılan vazifelerin miktarına
göre müderrislik rütbesi on iki derece itibar olunmuştur
ki bunlar:
«İptida-i Hariç, Hareket-i Hariç, Içtida-i dahil, Ha-
Teket-i dahil, mıuvassıla-i sahn, sahn-i seman, İptida-i
eletmişli, Hareket-i eletmişli, Muvassıla-ı Süleymaniye,
Hamis-i Süleymaniye, Süleymaniye, ve Dar-ül Hadîs»
medreseleridir.
Muvassılai Süleymaniye üst tarafında bulunanlara
kibar müderrisler denir ki, mevlevîyetde son bulurlar.
Alt taraftakiler de iki sınıftır. Zira mülazemet günlerin-
de yani haftanın Perşembe günleri müderrisler şeyhülis-
lam efendi ile görüşmeğe gittiklerinde sahn-i seman ile
ondan yukarı derecede olanlara özel bir odada otururlar,
ama muvassıla-i sahn ile ondan aşağı derecelerde bulu-
nanlar sofada beklerlerdi. Hey'etçe tertipli olarak şeyhül-
islamın yanma girdiklerinde Darülhadis müderrisi hep-
sine reis olurdu.
Darülhadis demek, Süleymaniye camii pişgâhmda
vaki' olan evvelce adı geçen Darülhadis medresesidir ki
bunun müderrisi bütün müderrislerin eskisi ve en kıdem-
li olanıdır. Süleymaniye dediğimiz, yukarıda söylenen dört
?medresedir ki hâlâ dökmeciler mevcut olan kargir med-
reselerdir. Bunların dört müderrisi olup tarik tedrisin
onbirinci merhalesidir. Hamis-i Süleymaniyede mezkûr
dört Süleymaniye medresesi ile Muvasssja-i Süleymaniye
?arasında başkaca bir derece sayılabilecek beş medrese
158
AHMED CEVDET PAŞA
vardır ki, yakın zamana kadar burada beş müderris bu-
lunup ziyade olmazdı. Sonraları itibar edilerek artırılmış-
lardır. Hamiş tabiri, Hamiseye değiştirilmekle eski mü-
derris defterlerinde H^ımis Süleymaniye diye yazılı iken
yeni defterlerde bu dereceye Hamis-i Süleymaniye adı
verilmiştir. Sahn-ı seman müderrisleri de yukarıda an-
latıldığı gibi sekiz olup artar, azalmaz ama diğer radde-
lerde olan medreseler müteaddit ve artımlı olup zaman
zaman yapılan medreseler tahsisatının miktarına göre
adı geçen derecelerden birine katılmışdır.
İşte mevlevîyet ve Kazaskerlik evsafı anlatılan iyi
bilinen fazıl zâtlara tevcih olunup uzun zaman mansab-
larında parlak yerlerini tutarak adalet ve sevgi ile hak-
larını almak için yaydıkları gibi istanbul kadılığında ve
Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde meşverete girerek
Devletin mahrem sırlarını ve halini bilenler olarak Din
ve Devlete yarar işlere erişirler ve ayrıldıkları gün de
tahsis olunan tekaüt maaşiyle geçinerek ömürlerinin
Padişaha hayır dûa ederek ve boş günlerinde de nice eser-
ler yazarak geçirirlerdi. Taşralarda şer'î ahkâmı yürüt-
meğe memur kadılar da onlar gibi maarif erbabı Daniş,
ve nice seneler medreselerde eğitim ve öğretim ile ter-
biye görmüş, halleri bilmen, durumları tecrübe edilmiş
zatlar halk içinde adaletle hüküm verdiklerinden başka
her ne arzetseler Devlet önünde etkili olmakla, taşralar-
da zulm edenlerden biri halka zulmedecek olsa önüne ge-
çerek her biri Allah için göz nuru döker ve işlerin her
yerde düzenli gitmesine sebep olurlardı. İlim adamları sı-
nıfı böylece doğru ve temiz olmakla herhangi maddede
âlimler emr-i hak budur deseler herkes en ufak bir mu-
halefet göstermeden dinler ve itaat ederdi.
Koçi Bey evvelce anlatılan risalesinde derki: îlk de-
fa İstanbul'a geldiğimde gerçek âlim kimseler gimdiki
TARİH-İ CEVDET
15^
gibi hizmetkârları olan gösterişli kimseler değildi. Lakin
bir müderris yoldan geçse herkes onu karşüar büyük say-
gı gösterisi ile hürmet ederlerdi. Geniş görüşleri ve ağır
başlılıkları en yüksek seviyede idi. 1000 tarihlerinden
sonra ilim adamlarının kanun ve nizamları bozulmağa
yüz tutup, giderek her işe hatır karışmakla ve her emir-
de müsamaha olunmakla müstahak olmayanlara hadden
ziyade mansablar verilmek gerekdiğinden, kazaskerler az.
vakitte sebebsiz yere işten el çetirüdiklerinden, içlerinde
hırslı ve doymak bilinmez olanları tam tayini fırsat ve
fırsatı da ganimet bilip mansablarm çoğunu ehliyetsiz
olanlara vermeğe başladılar. Mollalar bile mülazemet kâ-
ğıdlarını satmağa başladılar ve mülazemetler artık yolu
ile verilmez ve kanun ve nizamından fazla verilirdi. Mü-
lazemet ise gerek öğretim yolunun, gerek kadılık yolu-
nun giriş kapısı olduğundan onun nizamındaki karışıklık
ile ikisi de sarsılınca voyvoda, Subaşı kâtipleri halk için-
den bir çok kimse akça üe mülazim olup, kısa zaman-
da kadı ve müderris olmağa başlamaları ile sahn-i ilim
cahil kimselerle doldu.
Artık âlim ve cahil belirsiz oldu. Şöyleki müderrisler
medreselerinde ilim öğretirlerken sonraları füli hizmet
şartı kaldırilıp bir medresenin müderrisliği bulunduğu
sınıfın derecesinde, bir değer vehmi demek olarak adım
adım bu değerlenme arttı ve müderrisler medreselerine
gitmez ve belki ne semtte olduğu sorulmazdı. Harâb ol-
muş yanıp arsası kalmış madreseler de tevcih olunduğun-
dan ismi var cismi yok bir takım havadan medreseler
gösterilir oldu. Ve medreselerin sayısı çoğaldığı gibi
medreselerin vazifesi olan öğretim unutuldu. Müderrislik
mucerred bir saygı payesi ve bir medreseden diğerine
nakil de paye terfiinden ibaret kaldı. Gerçekte, ehil ol-
mayanların bu yola girmemesi için vaktiyle konulan im-
180
AHMED CEVDET PAŞA
tihan usûlü yine varsa da imtihan şartı medresede yatıp
kalkan talebeye özel olup yoksa soylu kimselerle Bazı
kimselere intisabı olanlar için imtihansız ruus almak ka-
pısı açıktı. Sadarette bulunanların ve mülk sahiplerinin
oğulları genç iken müderris olup arasıra yüksekten atıp
tutarak yukarılara çıkıp sakalları gelir gelmez zengin ol-
ana nöbetleri gelirdi.
İçlerinde gerçekten, o vakte kadar ilim tahsili ile çok
yükselmiş olanlar bulunurdu. Lâkin çoğu, rütbeler ilmî
mansablara miras baba nazariyle bakıp ve eğitim külfeti
saymağa hacet görmez ve cahil kalırdı. Vezirler ve Dev-
let ricalinden bazıları da oğullarını ve ekseriya işe yara-
mayanlarını ilim yoluna sokar oldular. Bu yönden ilim
yolu cahillerle doldu. Ve ilerleme hususunda âlim ve ca-
hil bir oldu. ve mevleviyetlerde dahi hizmet-i fiiliye aran-
maz olup ekseri naip ile idare olunmağa başladı. Ve
bir sene müddet-i örfiye kanun hükmüne girdi. Mevlevî-
yet rütbe ve paye almakdan kinaye, müderrislik gibi
derecelere ayrıldı. Şöyleki her sene içlerinden dördüne
yine bir senelik olmak üzere Mısır, Şam, Edirne ve Bur-
sa kazaları ve bunların mazullerinden ikisine bu görüşle
Mekke ve Medine ve onların işden el çektir ilenleri yerine
Anadolu sadareti yani kazaskerliği ve Anadolu mazul-
lerinden birine Rumeli Kazaskerliği verilmek resmen adet
oldu.
Bu suretle beher sene üst tarafdan sekiz müderris
mevleviyetle çıkıp yerlerine alt tarafdan sekiz müderris
geçerek yolunda basamaklardan yukarıdan aşağı hareket
ederek ta İptida-i Hariç rütbesine kadar sirayet etmek-
le, her sene yolunca bir terakki tabii ortaya çıkıp ancak
üst taraftan çıkanlara nisbetle alt tarafdan îptida-i Ha-
riç rütbesiyle girenler daha çok olduğundan sahn-i seman
müderrislerinde değişmez sekiz miktarı bulunduğundan
TARİH-İ CEVDET 16ı
ınuvassıla-i sahn da bir çok müderrisler birikip zahmet
çektikleri bu raddeye BATAK tabir olunur.
Artık ilmiye yolunda ehliyet, istihkak ilim ve fazi-
letçe akran ve emsaline nispetle yüksek bir hal ve mev-
kide bulununca ve üstünlük bahsi terk edilmiş ve (El -
akdemü fil - akdem) usul ve mesleki sayılır ve katılanı
oldu. Fakat şeref duyarak yahut zorlanmış bir şefaatçi
vasıtasiyle bir defada bir çok eskilerin üst tarafına at-
lamak da bir istisna ve imtiyaz kaidesi oldu ki, buna
müderrislerin terimi ile TAFRA denilir. Bu adet göze-
tilir paye tabiri.ile mevleviyet ve sadaret rütbelerinde de
geçerli olup, meselâ müderrislerden birine mahreç payesi
verilerek mahreçden el çektirilmiş hükmünde bulunmak
ve mahreçden el çektirilenlerden birine Mekke payesi
verilerek HAREMEYN den el çektirilenler sırasında
uyarlı kılınması geçerli usûlü yolu tutularak bu suretle
müderris, mevâlî ve sudur, ünvaniyle bir çok rütbeli zat-
lar yetişti. Rumeli Payelilerinden meşhur Tatarcık Ab-
dullah efendinin nizam-ı Devlete dair yazdığı lâyihasın-
da anlattığı gibi, böyle zaten istihkak, ehliyet, ve kabi-
liyetleri olmadığı halde yolunu bulup müderrisliğe alı-
nanlar giderek mevleviyete erişip ve sonra en yüksek
rütbesi olan kazaskerliğe geldikleri zaman Devlet-i aliy-
yenin bir işine yaramayıp geçerli hak diye elde ettikleri
arpalıklarını, yalnız başına ve küçük görerek ve kazas-
ker olduk diye itaatsizlik ve celallanma ile kibirlenerek,
ve birbirlerinin aleyhinde söz söyleyip çekiştirerek kötü-
lüklerle zaman geçirmekten gayri kârları olmaz ise de
mademki böyle rütbelere erişmişlerdi bu rütbelerin ağır-
lık ve itibarını korumak Saltanat-ı Seniyye şanından ve
icabından olmakla çaresiz bunların yaptıkları işler bey-
hude yere Devlete yük olurdu.
F. 11
162
AHMED CEVDET PAŞA
Rütbe sahiplerinin idare işlerini tertip hükümet bor-
cu olduğundan müderrislere maişet, mevâlî ve sudur'a ar-
palık adlarıyla birer kaza tevcih olunmak lazım geldi.
Onlarda bu kazaları birer NAÎB ile idareye mecbur ol-
duklarından maişet ve arpalık olan kazalar gelirlerinin
bir miktarı ile Naibler geçinip geri kalanı mansab sahih-
lerine ait olurdu. Sudur ve mevâlî bu yolda geçinip ailesi
ile yanlarında çalışanlara da birer kaza tevcih ettirdik-
lerinden onlar da kazada iş görür kimseler olmadığı için
efendileri gibi mansapları olan kazaları birer Naib ile
idareye mecbur olduklarından genellikle kazalarda Ni-
yabet usûlü örnek kaide olarak, kazaların bir takımı şu-
dur, mevâlî ve müderrislere diğer bir takım da şu kadar
ve diğer hizmetkâr güruhuna yiyim yeri oldu. Hakları
savunmak ve bilim yaymak crtaya konan ilmiye mesleki
ehil olmayan bir takım kimselerin karnını doyurmak için
mülke, toprağımıza ve millete büyük kötülükler yapıl-
masına giriş ve başlangıç oldu. Kaldıki, müderrisler ço-
ğalıp artınca bu artış ne olacak? sorusuna eğilince mü-
derris rütbelerinin şeref saygıdan zillete döndüğünden
başka aslında mansab çıkış yerleri Kudüs, Halep, İzmir,
Selanik, Yenişehir, Fener e Galata kazalarına münhasır
iken müderrislerin böyle çoğalıp artmaları ile meydana
gelen memuriyet darlığından sonraları Eyüp ve Üsküdar
kazaları da eklenince bu suretle yukarıda söylendiği gibi
her sene sekizer mahreçden işden el çektirme ortaya çı-
kınca mevâlî artmış ve bunların idarelerine yetecek ar-
palık bulunan bir takım formalitelere bağlı" ve güç olup
geçimlerinde daha darlık görüldüğünden çaresiz kendi-
lerine az çok Bervech-i arpalık birer kaza tevcih olunup
onlar da Şer'i hükümleri yürütmek için değerli, âlim, ve
Dindar Naibler istihdamından vaz geçerek hemen tutul-
dukları büyük masrafları karşılasın diye cahü ve düşük
TARİH-I CEVDET
163
kimselerden voyvoda benzeri tahsilat yapan gaddar na-
ibleri kullanmağa başladılar. Böyle ortalığı yakıp yıkan
Naibler vardıkları kazalarda halk malım ellerinden al-
mak için maksadlı hareketlere geçecekler zulüm yapan
bir sürü insanla birleşerek Allanın aciz kullarını zulüm ve
baskı altında tutarak bulundukları yerleri harab eder-
lerdi.
Haksız yere birer yolunu bulup ellerine mülazemet
kâğıdı geçirmiş diğer bir takım düşük kimseler de rüş-
vet, birinin adamı olmak, yardım yollariyla ilim adamları
dairelerinde ismini okuyamaz, sağını solunu bilmez onun
bunun adamı, hizmetçi güruhu, hattâ çıraklık yolu ile
korkusuzca kadıların içine girmeleriyle kadılar ruzna-
mesi böyle kendilerine hiçbir suretle kadı hareket ve şe-
killerini ve benzerini yapması sakıncalı, belki de böyle
bir taklide yetecek görgüsü bile olmayan çuhadarlar ve
diğer hademe ve düşük insanlar ile dolu, bu gibi kimseler
de kendileri hükümet işlerini yürütmeye yeterli olmadık-
larından mansablarını arpalıklara giden Naiblerden da-
ha pek çirkin ve nefret verici bir takım cahiller ve rezil-
ler İLTİZAM misullu ihale etmeleriyle en büyük insan
hakları dayanağı olan şer'î işler bütün bütün karışıklık
ve sarsıntı içine girdi.
Böyle düşük ve cahil kimselerin ilim mesleğine gir-
mesi âlimlerin namus duygularını incitmekde ve halk
gözünde değer ve itibarlarını bırakmadığı gibi Devlet
önünde de namuslarına itibar olunmayıp mültezim ve ha-
raççı gibilerinin imhaları ile işden eL çektirilir oldukla-
rından içlerinde doğru olarak ulema ve suleha bulunan
kimseler de ırz ve namuslarını koruyabilmek için zalim-
lere boyun eğmeye ve dediklerini yapmaya mecbur olur-
lardı.
Kısacası mülazemet nizamının karışması ile gerek
eğitim gerekse adlî işlerin düzeni bozularak ilim mansab-
164
AHMED CEVDET PAŞA
lan bilfiil hizmete dönük ve bağlı iken hepsi paye ve iti-
bardan ibaret kalıp ancak adlî işlere bakılarak eğitim
işleri daha iyice idi. Zira müderrisler mertebelerinden
danişmendlik nizamı hernekadar bozuldu ise de velevki
resmî de olsa Bayezid medresesi danişmendliği ve müla-
zemet ve ruûs imtihanları usûlü devam ediyordu.
Şöyleki ilim yapan öğrencilerden Tarik-i tedris'e gir-
mek istiyenler evvelâ mülazemet imtihanına girip liya-
katini ispat edenlerden iyi derecede bulunanlara elden
mülazemet verilir, yani hemen mülazimler zümresine ka-
tılır, gerisi de Bayezid medresesi danişmendliğine yazıla-
rak imtihanda aldıkları derecelere göre Bayezid medre-
sesinde yatırılır ve her altı ayda ikisi çıkarılarak ellerine
mülazemet kâğıdları verilirdi. Bunlardan mülazemeti yedi
seneyi bulanlar «Ruûs» imtihanına girmeğe hak kazanır-
lar bunda da liyâkat gösterenlere Tarik-i tedris'in birinci
merhalesi ve müderrisliğin ilk basamağı ve payesi olan
Hariç Medresesi ruûs'u verilirdi. Mülazemeti yedi seneye
Dostları ilə paylaş: |