Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə11/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   44

tinin Timar ve zeamet erbabı kanun üzere cebelileri ile

40.000 kadar olur iken bazı ocakzadeler hasbetenlillâh

kanundan fazla olarak otuzar, kırkar, ellişer cebelileri

ile Anadolu eyâletinde de defterde yazılı 1000 kılıç ve

kanun üzere cebelisiyle, 17.000 er ve kanundan fazla ola-

rak cebelisiyle 30.000'den ziyade ve Diyarbakır ile Kur-

distan ve diğer eyâletlerin askeri de buna göre idi. 3000

akçadan 20.000 akçaya kadar tımar ve bundan yukarısı

zeamet olup, terakkileri de yalnız muharebede liyakat

göstermeğe bağlı olarak, tımar erbabından cenklerde

en yüksek derecede yararlığı görülenlere 10 Akçada 1

akça terakki ihsan olunur. Fakat Sefer-i Hümâyûnda

olağanüstü bahadırlık ve yararlık edenler zeamet'e hak

kazanırlardı. Sancak beyleri bunların muharebe yerin-

deki kumandanları ve beylerbeyiler başbuğları maka-

mında olup disiplin işlerine alaybeyler memur idi ki,

hep tevcihat onların arzları üzerine yürür ve mahlûlatı

(açık vazifeler) beylerbeyiler hak edenlere verip fakat

tezkereleri Dersaadet'e takdim ile «Berat» olunurdu,

Doğrudan doğruya İstanbul'dan bir ferde timar verilir

ve ne de terakki ihsan olunurdu ne tımar, ne zeamet bir

kimseye arpalık ve başmaklık olmazdı. Zeamet sahih-

leri, timarm büyükleri demek olup zeametin değeri ve

göz doldurması ne derecede olduğu bundan anlaşılır ki,

başlangıcda dergâh-ı âli kapıcı basıları sancak beyliği-

ne ve beylerbeyiliğine müstahak rüzgâr görmüş iş biti-

ren, istekli içten bağlı zatlar oldukları halde arpalıkları

19.999 akça olup zeamet derecesine varmamak için on-

dan ziyade olmaz.

F. 9
130

AHMED CEVDET PAŞA

Ve Haseki kadınlara başmaklık adiyle maaş tahsi-

si lâzım gelince Has karyelerinden yine 19,999 akçaya

kadar akça tayin olunarak, yine 20.000 akçaya çıkarıl-

mazdı. Tımar ve zeamet erbabı babadan oğula Padişah

dirliğine el koymuş hep kişizade ve herkesçe bilinen,

tecrübe görmüş zatlar olarak bir deyimle milletin en

şerefli kimseleri makamında bir mümtaz tabaka olup

dışarıdan hiç kimseye timar ve zeamet tevcihi tam ola-

rak yasak olmakla, içlerine haberleri olmadan girmek

mümkün olmadığından eskiden olduğu gibi çoğunluk

oldukları gibi gayet mazbut ve üstün değerli, Devlet

ve millet ne demek olduğunu tanır bir toplum oldukları

halde, her biri kendi sancağı içinde bulunmakla istenil-

diği zaman hepsi bir kaç gün içinde hazır ve emri bek-

ler duruma geçerlerdi.

Rumeli tarafında 40.000 yörükân ve müslüman,

Anadolu eyâletinde 30.000 yaya olup, sefer Rumeli'de

olursa yörükân ve müslümanlardan 5.000 - 6.000 er;

Anadolu yakasında olursa yayalardan 3.000 - 4.000 er

Sefer-i Hümâyûna memur olarak, bunlar Metris ve top

hizmetlerini if a ve orman kesip yol açmak gibi işleri

yapmaları ile timar ve zeamet erbabı ellerine kazma kü-

rek almak gibi bayağı işlerden uzak tutulmalarıyla yal-

nız cenge kendüerini verirler ve öyle çalışırlardı.

Bunlardan başka Rumeli yakasında 20.000 defterli

Akıncı olup sefer olunca Akıncı Beyleri, takımı ve gö-

nüllü olmak üzere 40.000 - 50.000 kadar çevik süvari

ile muharebe sahası düşman memleketi içinde kurulup,

sınırdaki müslümanlar sağlam ve esen kalır. Düşmanın

böyle oyalandığı sırada ordu da yetişerek harb sonucu

kazanılırdı. O vakitte Tatar birliklerine asla ihtiyaç

yoktu. Adı geçen askerî sınıflar istenildiği zaman, is-

tenilen yere hareket edebilen bir yere saplanıp bağlan-

TARIH-I CEVDET

131

mamış olarak bunlardan başka Hakan kalelerinin mu-



hafazasına memur, yerli ve muvazzaf mustahfaz asker-

leri olup, onlar da memur oldukları kale ve toprakların

muhafazasına canlarım verirlerdi. Bahadır fedai yiğit-

ler olmaları ile sınırlarımız tam emniyette bulunurdu.

O zaman Devlet-i aliyyenin Deniz Kuvvetleri de bunlar

kadar mükemmel ve çok muntazam halde idi.

Bunlardan başka özel kritik yerlerde Beşeli adında

bir sınıf asker de vardı, istenildiği zaman yevmiye ile

de asker toplamak ve kullanmak mümkündü.

Monte Kokoli harp fenni adlı meşhur kitabında der

ki : «Osmanlı askeri ulufeye yahut tımar veya zeamete

mutasarrıflardır. Fakat ihtiyaç duyulursa Levend, Sa-

nca, Sekban adında piyade ve süvari askeri yazarlar.

Bunların esamileri olmayıp bizim durumumuzdaki gibi

seferde hizmet ettiği günlerde yevmiye ücreti alırlar.

Osmanlı süvarilerinden Beşeluyan ki atlı Muhafız ola-

rak bir nevî askerdir. Engürüsdeki Hüsar süvarisine

benzer. Madem ki Osmanlıdan korkup kuşku içindeyiz

o halde daima hazır ve amade askere muhtacız». Ve yi-

ne Monte Kokoli bu kitabında Devlet-i aliyyenin kuvvet

ve kudretini vasıf ve tarif ederken der ki: «Osmanlı

Devleti o kadar kuvvetli ve o kadar kudretli bir salta-

nat-! kahiredir ki, gözü pek korkusuz cenkçi, harekâta

ve sefer eşmeğe alışık hesapsız sayıda askeri daima eği-

tim görmüş ve emir bekler durumdadır. İstenildiği za-

man yürüyüşe geçer ve hareketi haberi duyulup dağıl-

madan sayısız en seçkin askeriyle istediği yere varıp

harp sahasına girmiştir. Milâdî (1660) senesinde gemi-

lere manda ve öküzleri koşup Tuna yolu ile Belgrad'a

Ösek'e ve Budin'e çektirdikleri gemiler ve ulaştırdıkla-

rı yiyecek ve mühimmat tarif sınırı dışındadır. Osmanlı

usûl ve kaidesine göre yüze çıkarıp gösterdikleri teda-


132

AHMED CEVDET PAŞA

rik ve yürüyüşünü tam tersini yaparlar. Niyet ve mak-

satlarını gizlemek için ikmal işlerinde yürüyüş ve ha-

rekatta bin türlü şekilde durum göstermişlerdir. Nice

seneler Venedik seferi için aralıksız çalışma gösterişi

yapıp ansızın Erdel kralı Rakoçi üzerine sefer ettiler.

Ve bir müddet Balat üzerine tedarik görüp ansızın

Girit üzerine hücum ettiler. Vaktiyle tedarik görmek

Romalıların eski usûl ve kaideleri olup, Osmanlılarda

ortaya çıktıkları günden bu yana onların tuttuğu yolu

takip edegelmişlerdir. Osmanlı ordularında, Beldar.

Neecar, Sina, Binr ve esnaf amelenin çokluğu şaşıla-

cak derecededir. Kılavuz ve casusları çoktur. Topları ve

mühimmatı gayet çok olduğundan sefer esnasında et-

rafdan bir nice amele ve yardımcılar toplayıp işe koş-

tururlar. Üstadları ve özellikle topçuları Avrupa'dan

kaçan dinini değiştirip müslüman olanlardır. Diğer mil-

letlerin takat getiremedikleri güç ve müşkül işler, Os-

manlıya kolay gelir. Metrisleri gayet sağlam ve iyi tah-

kim edilmiştir. Metrislerini ve yürütmekde çabuklukla-

rı çok bambaşka ve hayret vericidir. Osmanhya ayak

kurşundan ve el demirden gerek demişler, darbı mesel-

dir.


İşte bunun için o vakitler Osmanlı toprakları zu-

lümden, baskıdan uzak ve serbest sınırlarında ufak hu-

dud olaylarından bile masum olmayla sefer ve hazerde

ahali asayiş ve huzur içinde ve memleket günden güne

şen ve mamur olmakta ve Devlet daima kuvvetlenip

genişlemekte idi. Özellikle Sultan Süleyman Hazretleri-

nin yüz yılında Devletin Kara ve Deniz kuvvetleri pek

çok olmakla, sindiren kuvvetli sesi, ve saltanatı dünya-

yı yerinden oynatmıştı.. Ancak Devletin gelişme tepe

noktası onun zamanında olduğu gibi bir çok ihtilâl sebep-

leri de o vakit gelişmeye başlamışdır. Fakat kuvvet ve

TARİH-İ CEVDET

133

kudreti tepe noktasında olduğundan ve kanun maddeleri-



nin karışıklığı ekseriya mâkûl yüzeyde, ayrıntıları ile baş-

layıp yavaş yavaş bütünlükle darmadağın ve karışık

hâle geldiğinden, başlangıçda hissolunmayıp bir zaman

sonra, tepkileri ortaya çıkmışdır.

Şöyle ki Sultan Süleyman asrında Devletin büyük-

lük ve parlak görünüşü kemâle gelerek itibardan şıma-

rıp istenileni özellikle kabul etmeyip yalvarmağa zorla-

mak, saltanatı bendegândan memleketin ileri gelenleri

bazı hiyerarşide görünmemeye meyi ve istek başlamış

bizzat divan-ı Hümâyûna hazır olmayı terk edip ancak

kafes arkasından divan işlerini duymakla yetinmişler-

dir. Ordu muharebeye gidişlerinde ve hazer günlerinde

bazen Edirne ve Yanbolu şehir ve kasabalarından gelip

geçerken aracı kimsesi olmayanlar hallerini arz edebil-

diği için bir çok ahvali duyarak memleket işlerine bağlı

çalışmaları tepe noktasına eriştiğinden zamanında mem-

leketler şen ve esenlikle mamur ve ahali Osmanlı idare-

sinin gölgesinde kimseden aman dilemeden emniyet için-

de idi.

aslında vezirler içinde likayat ve kifâyetçi üstün



vasıf ve meziyette olan ve zaten zamanında değer sa-

hibi olanlar sadrâzam olup vezaret bile nice zaman san-

cak beyliği ve beylerbeyilik ettikten sonra niha-

yet Anadolu, sonra Rumeli beylerbeyisi olarak rüzgâ-

ra tecrübesini görmüş geçirmiş dünyanın sıcağını soğu

nu görerek dünya işlerine gereği gibi anlayış edinmiş

zevata tevcih edilirdi ve bütün tevcihatmda verilen bir

şeye karşılık olmayıp rüşvet de alınmayıp herhalde ehil

olan ve hakkı olan görüp gözetilir iken, Sultan Süley-

man bu eski geleneğin tersine, dışına çıkarak has oda-

başı İbrahim Ağayı birden sadaret makamına getirdi.

Gerçekde Sultan Süleyman bizzat Devlet işlerini


134

AHMED CEVDET PAŞA

görmeğe kendini adamış, ihtimam gösterir kimse idi.

Vezirleri kendine âlet edinmişdi. Her kim vezir-i azam

olsa Devlet işlerine sarsıntı ve karışıklık gelmeyeceği

açıkça bilindiğinden işlerin büyük bir kolaylık içinde gön

lünce yürüyüp akması için, böyle elinin altında yetişti-

rilmiş bir zatı sadarete getirmesi, kendi zamanında işle-

rin gidişine aykırı olmadıysa da bu yönde kendinden son-

ra gelenlere kötü örnek göstermiş olduğundan, kendin-

den sonra gelenler de zaten sevdikleri özel bendelerini

vezir etmeğe başladılar. Bu gibiler ise gençlik, tecrübe-

sizlik çağında nail oldukları sevgi ve iltifata mağrur ola-

rak çağının isme ve gidişini bümediği gibi bilen erba-

bından da sormaya da tenezzül etmedikleri için, hemen

kendi başına iş görüp kanun ve kaideye uymadan hare-

ketle, iş artık zatiyata intikal ederek hakikaten iş gör-

mek asıl maksadı düşünülmez olduğundan. Devletin ni-

zam ve intizamı darmadağın olmuş, karışmış, kuvvetin-

de zayıflamaya dönüş başlamıştı.

Ne kadar söylense, İkinci Selim tahta geçtiğinin

ilk gününde yeniçeri ağasını Kaptan-ı Derya yapmış, o

da denizcilikten haberi olmadığı için, aşağıda anlatılaca-

ğı üzere İnebahtı limanında Osmanlı donanmasını yak-

mış ve işte o vakit Osmanlı Devletinin Deniz kuvvetleri,

seviyesinden düşmeğe yüz tutmuş idi. O bir de tımar sa-

hipleri haysiyet ve nâmusdan olan ve mülâzimlik hiz-

meti görülenlerden hakkı olanlara tevcih oluna gelir-

ken, Sultan Süleyman asrında Çaşnigir başılıkdan bey-

lerbeyiliğe çıkan Hüsrev Paşa rüşvet ile tımar vermek

gibi bir kötülük ortaya koydu. Sonraları bunun pek çok

zarar ve ziyanları görüldü.»

Monte Kokoli adı geçen kitabında Osmanlı Devleti

Serdar-ı ekremlerinin harpde hüner ve maharetlerini,

duruma hâkim olup muharebe emir ve işlerinde istek ve

TARİH-Î CEVDET

135

çabuklukları, Allah'ın önünde binlerce tahsin ve aferine



değer diye övdükten sonra bunun sebebini böylece an-

latmışdır. Osmanlı vezirleri büyük işlere istidat ve liya-

kat kazanmak için daha küçük yaşlarında harp hizmet-

lerinde kuUanüıp, böylece mühim Devlet islerine ahşarak

melekelerini arttırırlar ve basamak basamak yavaş ya-

vaş rütbelerine erişirlerdi. Osmanlı memleketlerinde ge-

niş memuriyet kanunları içinde, memleketten memlekete

gönderilerek veya seferden sefere gidip gelerek gençlik-

lerinden, yorgun yaşlılık yıllarına varınca türlü harp si-

lâhlarını kullanmakda, emir vermek ve emrin yapılma-

sında duruma hâkim olarak hükümet ile bilgilenip en yük

sek seviyeye çıkarlardı. Fakat açıklamadan yapamıya-

cağız bu zamanda nice olaylardan sonra, Osmanlıların

arasında da harp fenninin öğrenim ve eğitimiyle, idmanı

ve tatbikatı nizamma halel gelmiş bu hüner ve mari-

fetin gelişmesine korku ve bıkkınlık gelip, Serdarlığın

şanına ve şöhretine kusurlar gelmiştir. Zira Padişah sa-

rayı ileri gelenlerinden bir nicesi çırak çıkarılıp serdar

nasp ve tâyin ile hatırı sayılır bu Devlet işi, harp bunun

yapamıyacağı kudretle kendine yüklenir diye yazılmış-

tır.

Aslında Padişah ile vezir-i âzamları arasına kimse



müdahale edemezken, üçüncü Sultan Murad asrında ne-

dimleri ve yakınları Devlet işlerine sokulup sadrâzam-

lara nice akıl ermez işlerin yapılmasını teklif eder, eğer

"kabul etmezse hepsi birleşip huzurda fırsat düşünüp tür-

lü iftiralarla Padişahı kızdırıp öfkelendirerek, kimini

öldürtür kimini de sürdürürlerdi. Böyle bir çok zaman

sadrâzamlar ister istemez enderun halkına uyar ve ha-

valarına uygun iş görmeye mecbur olurlardı. Onlarda

korkusuzca her Devlet işine müdahale ederler ve istedik-

lerini yaptırırlardı.


136

AHMED CEVDET PAŞA

(900) Yil'nda Şehzade Sultan Mehmed'in sünnet

düğünü olup bir iki ay uzaymca etraf ve nahiyelerden

sayısız halk toplanmıştı. Düğün şenlikleri sonunda bu

kadar baldırı çıplağın memnun edilmeleri istendi. Hepsi

yeniçerilik isteyince istedikleri yapılsın diye yeniçeri

ağası Ferhat Ağaya irade buyuruldu. Halbuki ötedenbe-

ri eski yeniçeri erleri usûl ve nizamı gereğince acemî oğ-

lanları kışlalarından alınmak kanun idi. Ferhat Ağa ocak

subayları ile görüştükten sonra bu suretle ocağımıza ye-

tişkin olmayan yaban erlerin girmesi ile ocakta süre ge-

len kanun ve kaide elden gider Osmanlı Devletine bunun

büyük zararı vardır dediler ve birlikte karar almışlarsa

da işin sonunu düşünemeyeri bazı nedimler ve yakınları

bir arada istek ve ısrar ile tekrar Padişahdan irade çı-

karmışlar, Ferhad Ağa da bu işten çekilip, yerine geçen

Yusuf Ağa çırağı adiyle bu adamları yeniçeri ocağına

alarak bir fesad tohumunu ekip gitmiştir, ki, sonra ge-

lenler de böyle birer hâdiseyi fırsat bilip türlü adla ve

sudan sebeplerle soyu ve ahlâkı ile mesleği ve mez-

hebi bilinmez şahıslar yeniçeri içine alınmış, böylece

Devletin kendi eliyle terbiye ve eğitim gösterdiği ace-

mi kışlaları fidanlığında yetiştirdiği muntazam ve itina

gören ocağa incir dikilmiştir. Zira ocağın kanununda bir

gedik açılınca bir daha önü alınamayıp aslında Padişah

ulufesine mutasarrıf olanlar vükelâ ve vezirler ve diğer

memur dairelerinde istihdam olunmak ele geçmez iken,

ve yeniçeriler genellikle kışlalarında olmak şart olarak

dışarıda bir kimsenin bulunması ve ihtiyar işe yaramaz

iş göremez olmadıkça tekaütleri tam olarak yasak iken,

ondan sonra yeniçeri ulufeleri hademeye verilmeğe, genç

ve tuvana yiğitler tekaüt olmağa ve adım adım bu fena-

lıklar artarak yeniçeri ağaları ve ocak subayları ve ka-

lemi ile kâtipleri neferat esami ve terakkilerini düedik-

TARİH-Î CEVDET 137

lerine satıp, satışa çıkararak çıraklık ve irad adiyle

bahşedip vermeye ve nihayet yeniçeri esamileri mukataa

ve isham gibi alınıp satılmağa başlamakla, ekserisi En-

derun ve Birun ileri gelenleri ve ilim adamları daireleri-

ne, bunların kulları ile hizmetkâr güruhuna geçip ve

bunlara kapulu adı verilip kışla mütevellileri bunların

mevacib'ini biraz noksan vermeğe alışıp yedikleri için

yeniçeri esamisi günden güne artmakta olduğu hâlde, se-

fere gidecek erleri azalarak nihayet yeniçeri kışlalarında

Baş eski ve Bayraktar adiyle bir kaç iş görmez derbe-

derler ile Karakullukçu ve Aşçı makulesi bazı biçareler-

den başkası kalmayıp yeniçeri esamisi evvelkinden bir

kaç kat artmış olarak mevaciblerine Devlet hazinesi da-

yanamaz olmuşken, mevacib çıkarılması vaktinde güçlük

le bulunan büyük miktarda akçayı, sefere gitmez kolluk

beklemez Devletin bir işine yaramaz esnaf tüccar birine

tâbi olanlar ve hizmetkâr güruhundan yolunu bulup te-

kaüt esamisine geçirilenler aldıklarından, sefer için şöy-

le dursun kolluk beklemek için lâzım olan erler, kışlalar

tarafından ücret ile tutulurdu. Halbuki İstanbul'da bun-

ca esnaf ve aşağı tabakadan başka taşralarda nice yüz-

bin kişi birer ortadan dem vurarak yeniçerilik iddiasmda

olduklarından askerî tahsisatı yiyecek yeri arpalık edin-

miş olan bir takım ocak kokonosları, bir karışıklık çı-

karmak isteseler sözü ayağa düşürüp ve nice düşük in-

sanları yeniçeri adiyle kazanların başına üşüşüp isyan

eden bir topluluk teşkil edebiliyorlardı.
Aslında ise yeniçeriler itaatli, ferman kabul eder bir

asker olarak kırkı bir kıl ile yedilir tabiri haklarında ge-

çerli olup şayet içlerinden ocağın kanun ve erkânına ay-

kırı hareket edeni olursa, ocaklısı korumadıktan başka

kendileri davacı olarak cezalandırılır ve başı koparılır-

ken kanunlarının ve nizamlarının yukarıda belirtildiği


138 AHMED CEVDET PAŞA

bozulmasından sonra ele avuca sığmaz bir güruh eşkiya

ve ortaları müttehim ve canüere yatak yeri olarak mem

leket işlerinin iyisini kötüsünü ayırıp eleştirmeden, biz

bu maddeyi istemeyiz diyerek Devlete ve Dine faydalı bir-

çok tedbirlerin geri kalmasına ve Sultana karşı koymak

gibi bir çok ıezaletlere sebeb olup, asır geçtikçe ihtilâlci

ve karıştırıcı hâlleri de arttığından bunların yüzünden

Osmanlı Devletinin gördüğü fenalıkların miktarı anlat-

mak ve yazmakla bitmez. Kısaca isyan ve eşkiyalık için

yoldaş yokmu denilse her köşeden yeniçeri adiyle sayısız

eşkiya ortaya çıkıp, onların yeniçerilikleri hep cezadan

ve başlarının kesilmesi mümkün olmayan her türlü yü-

kümlülükten uzak olarak serbest ve laubali gezmek için

olup, yoksa harp ve cihâdı asla görev bilmediklerinden,

sefer için asker bulunmaz olup ve Sefer-i Hümâyûn or-

taya çıkınca yeniçeri istenüdiği vakit orta adiyle kazgan,

çorbacı, odabaşı, aşçı ve bir kaç nefer karakullukçu ve

yirmişer, otuzar miktarı tutma nefer çıkıp sual sorulsa

neferlerimiz Anadolu ve Rumeli yakalarından gelir diye

cevap verirler, onlarda her kazanın serdarı maiyetiyle

gelmek lâzımken serdarlar beşer onar adam ile çıkarak

geri kalan bir miktarı serdengeçti bayrağiyle gelip on-

larda ancak her bayrak yüzyirmişef nefer olmalı iken

otuzar kırkar ve nihayet ellişer altmışar ırgat makûle-

siyle, geçtikleri yerlerde mal çalmak ve namusa tecavüz

ederek orduya geldiklerinde de durmayıp hemen bir ta-

raftan kaçarlardı.

Kalanı harp meydanında bir top atıldığı gibi orduda

bulduklarını yağma ederek kaçıp, ortalar çorbacıları

ve birkaç subayları ile kalırdı.

Ocaklar mevacibi adiyle Devlet hazinesinden çıkan

bu kadar bir kese akça şuna buna yiyim yeri olduğun-

dan neferlerin eline giren az bir şey olduğundan icab

TARİH-İ CEVDET

139


•edince subaylarından neferleri istense yeniden tashih ede-

lim ve dalkılıç yazalım diye cevap verirlerdi. Halbuki ye-

niden yazılacak olanlar Dirinti makalesi olmakla bir işe

yaramayıp beyhude yere asker, mevacib artarak hazineye

bir kat daha sıkıntı getirilmiş olur. Gerçekte bu kabil-

den ilâvelerin mahlulâtdan takas olunması, kabilse de

mahlûilat da ocaklı elinde olmakla istedikleri kadar şey

gösterip geri kalanını gizlerlerdi ve bu yaptıklarında ken-

dilerini mazur ve mecbur görürlerdi zira yeniçeri ağaları-

nın tâyini sırasında kendilerinden açıkça ve gizli caize ve

ubudiyet alınırdıki ikisi de rüşvettir.
Onlar da kulkethüdâsı, samsoncu, zağarcı ve turnacı

basılarla orta çorbacılarını ve serhadler yeniçeri subayla-

rını tâyin ederlerken çok büyük rüşvet alıp, bunlar da

madunlarından rüşvet alırlar kışla mütevellileri ve ihtiyar

lan verdiklerini çıkarmak için ve yiyicilerinden düşük

olmamak için mahlûlâtı saklamağa mecbur olurlardı. İş-

te bu suretle serhad erleri mevacibinin çoğu İstanbul'da

yağma edilip yok edilir gerisini de serhad ağaları yiyim

yeri edinmekle Devlet-i aliyyenin yerli kulu adına olan

muvazzaf mustahfaz askeri dahi perişan olurdu. Bosna

serhad erlerinin nizami bir hayli vakit muhafaza olun-

muş ise de sonraları giderek bu fesad oraya da sirayet

ederek, oralan da kaleler ve sair yerlerin hali de perişan

olmuşdur.

Kısaca Devlet-i aliyye vaktiyle kale muhafızlarına kâ-

fi miktarda ulufe tahsis etmişken bu mevacibin çoğunu yi

ne İstanbul'da bulunan ocak subayları vesairleri alıp ye-

diklerinden, yalnız serhadlerin korunması için büyük mik-

tarda asker çıkarılmasına ve çok miktarda akça sarfına

ihtiyaç duyulmuştur. Cebeci topçu ve arabacı ocaklarının

hâli de yeniçeri ocaklarından beterdi. Bunların kolluk bek-

liyecek bir eri kalmayıp fakat kışlalarında iri destarlı


140

AHMED CEVDET PAŞA

bir miktar kara kollukçuları vardı. Çünkü esamilerinin an-

cak onda bir kadarı ocaklarının olup gerisi kapulu oldu-

ğundan ocaklarında ağa, kethüda, çavuş, çorbacı olanlar

hâllerine göre üçyüz ve beşyüzbin akça yemeklik peyda

edip nefer sorulsa omuz silkerek ve kendinden önce ge-

lenleri ileri sürerek şunun bunun yaptıklarını gösterirler-

di. Hele mühimmata ettikleri ihanetin sonu yoktu. Zira

Sefer olunca sürgün avı gibi bir alay düşkün adamı topla-

yıp, yollarda mühimmatı dökerek ve arabalarını esnaf ve

saire kiralayarak İstanbul'dan çıkan mühimmatın ancak

yarısını yerine götürürler onu da düşman tarafından bir

ayak patırdısı çıksa yerinde bırakıp kaçarlardı.

Topçular ve arabacılar da beygirlerinin koşumlarını

kesip üzerlerine binerek, topları arabaları ile bırakıp ka-

çarlardı. (992) tarihine gelinceye kadar süvari ocakları

ile tımar ve zeamet erbabı içine de hariçden kimse sokulup

kanun ve nizamları ihlâl olunmamışken (992) de İran

Serdarı bulunan Özdemir Oğlu Osman Paşa yararlığı gö-

rülenlerden bazılarına iptida'dan dokuz akça ile bölük ve-

rerek süvari ocaklarına sokup bazılarına da üçer bin akça

tımar için iptida emri verince hem süvari ocaklarına ve

hem de tımar ve zeamet erbabı içine kanun dışı hariçden

adam karışmıştı. Gerçekte Osman Paşa'nm bu soktuğu

kimseler değerli zatlar olarak hak kazanıp bu mükâfata

erişmişlerse de ne faydaki kanun-u kadim böylece sarsık

mış olunca ondan sonra gelenler iyi fena demeyip bir ta-

kım ne idüğü belirsiz kimselere bölüklere sokarak süvari

ocaklarını karıştırmışlar ve dahada ileri gidilerek onların

ulufeleri yeniçerilerin ulufeleri gibi şuna buna yiyim yeri

olmuştur. Aslında bunların erleri İstanbul Edirne Bursa

arasındaki kasabalar ve karyelerde oturmak kanun gere-

ği iken, bu hususta dahi kanuna uyulmayıp sağa sola da-

ğılmış olmaları ile her biri birer köşede yerleşerek umur-u


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin