"Fâni", "yok olacak" değildir; çünkü zaten "yok"tur!...
"Fâni"nin herhangi bir zamanda yok olduktan sonra Bâkî'nin Bâkî olacağını sanmak, Hakikattan gafletin âlâmetidir!..
GAFLET,
BİRİMSELLİĞİN KADERİ VE SONUDUR!
Birimselliğin kaderi ve sonu, ancak, pişmanlık ve gaflettir!.
‘’GAFLET EHLİ’’YLE DOSTLUK
Şüphecilik ve vehim yaşamınızı cehennem ederken; araştırmacılık, sorgulama, ilim ile cennetinizi genişletir.
Allah'a yâkin elde etmenin yolu gaflet ehliyle dostluktan geçmez!
Bir gün "TEK"lik kokularıyla sarhoş olup, ertesi gün beşeriyet batağında çırpınmaktan, kurtulup; gönlü "TEK"lik seyrinde dâim kılmak gerek!.
GÂFİLLERİN KANAATLERİ,
İSLÂM DİNİ’Nİ BAĞLAMAZ!
Gâfillerin veya câhillerin Kur'ân-ı Kerîm'in "RUHU"nu okuyamamaktan dolayı edinmiş oldukları yanlış kanaatler, İslâm Dini'ni bağlamaz!
GAFLETİ FARKETMENİN SONUCU
Pişmanlık, gafletini farketmenin sonucudur!.
GAFLETİN SONUCU
Şikayet benliktendir, gafletin sonucudur.
GAFLETİ SEÇEN…
İlmi tepen, gafleti seçmiştir!. Tercihinin sonuçlarını yaşamaya da mahkûmdur!.
TAKDİRİNDE GAFLET OLAN,
İLME YÜZ ÇEVİRİR!
Allah, yakîne erdireceklerine yanlışlarını ve perdelerini fark ve idrâk ettirir; tövbeyi nasip eder.
Takdirinde gaflet olan ise, ilmine yüz çevirip; duygularıyla yaşamını cehennem etmeye devam eder… Sonra da a’mâ olarak âhirete intikal eder!.
EBEDİ GAFLET
Öyleyse biz daima İLME yönelelim!
Aklımıza-mantığımıza-idrâkımıza hitâb edip, bizi derin ve kapsamlı düşünceye sevkedenlerle yaşamımızı paylaşmaya çalışalım!.
Kıyafeti, şekli, görünüşü, yaşı, yaşamı ne olursa olsun bizi insanların dış yaşam ve görünüşleri değil; beyinlerindeki tefekkür kapasiteleri ilgilendirsin!
Nasıl ki buraya geldiniz…. Burada dinliyorsunuz.... Ama burda dinlerken sizin için benim görünüşümün kıyafetimin, yüzümün biçiminin, şeklinin hiçbir önemi değeri yoksa; esas önemli olan düşünce sistemimin ifadesi olan bu fikirlerim önemliyse ve burda benimle kalmayıp herkes geldiği yere dönüyorsa, herkes kendi geldiği yere dönüyorsa burdan çıkıp; sizin için önemli olan insanların fikirleri ve düşünceleri olmalı; insanların oturmaları kalkmaları yaşam biçimleri vesâirleri değil!
Çünkü Allah yukarıdan megafonla değil; bir beyin, bir dil aracılığıyla sizin kulağınıza ve gönlünüze hitâb eder!
Bu hitâbın hangi görünüş, hangi şekil, hangi biçim, hangi yaşamdan geleceğini de kimse kayıt altına alamaz, sınırlayamnaz!.
Düşünce ve zannıyla da sınırladığı takdirde de ALLAH'TAN EBEDİYYEN GAFLETİ seçmiş olur!.
GAFLETTEN KURTULUŞ
Gafletten kurtuluş, ancak ‘’birimsellik bilinci’’nden arınış ile mümkündür.
“GAFFAR” ESMÂSI
Dilediği tüm kusurları bağışlayan.
“GAFUR” ESMÂSI
Suçluları bile küçük düşürmek istemeyen. Örtücü.
GALAKSİ
-
Galaktik varlık
-
Gökada
-
Galaktik şuur
-
Galaktik ruh
Bkz. E / Evren
“GANİ” ESMÂSI
Kavramlar üstü. Yegâne zenginlik sahibi.
“GARİB”
(“Guraba”)
"Garib", hâlini paylaşacak kimsesi olmayandır.
(Soru: ”Fukara”nın kökü olan “fakr” kelimesinin anlamını Hadislerden ve açıklamalarınızdan anlamaya çalışıyoruz. Ancak “guraba”nın kökü olduğunu düşündüğüm “garîb” kelimesiyle ilgili elimizde pek veri yok. Bu konuda burada sizden birşeyler okuyabilir miyiz?)
Kişi “fakr=yokluk” boyutunda kendini bulduğu takdirde onu sıkacak hiç bir olay olmaz ve hiç bir şeyden de sıkılmaz... Bu boyutta yaşayanlara tasavvufta “fukara” veya bunların daha da üstündekilere “guraba” denilir... Olay tamamıyla boyutsal=içsel yaşantıyla ilgilidir... Sembolik bir anlatımdır sizin işaret ettiğiniz..
“GARİB”
“GARİB”,
SIFAT BOYUTUNDA YAŞAYANDIR
Yaşamakta olduğu boyut itibariyle, kimseyle halleşemeyen; insanlar içinde yalnız (boyutsal olarak) kalmış; yaşadıklarını dile getirmesi mümkün olmayan Vahdet ehline verilen addır "Garîb”!.
"Fakr", Esmâ boyutuna işaret eder;
"Garib" ise Sıfat boyutunda yaşayanın adıdır...
GARİB'TİR MİSAFİR...
GARİB GELMİŞ, GARİB GİDER!.
Garibtir misafir:.. Garib gelmiş garib gider...
Peki... Dünyaya misafir gelmilş olanın bir alâmeti bir işareti var mı?
Hz.Rasûlullah aleyhisselatüvesselâmın meşhur hadisi şerifi var...
Bu hadisi şerifte buyuruyor ki, Hz.Rasûl aleyhisselâm;
”Bana dünyanızdan 3 şey sevdirildi..
Güzel koku ... kadın... ve gözümün nûru namaz”
Şimdi bu 3 şeyin izahına, açıklamasına ben girmiycem... Çünkü o başlı başına apayrı bir konu...
Fakat bu hadisi şerifte Efendimizin işaret ettiği önemli bir husus vardır, onu çok iyi anlamak lâzım...
“DünyaNIZDAN” diyor... DünyaNIZdan... yani Size ait olan bu dünyadan...
Yani, “Ben bu dünyadan değilim... Ben sizin bu dünyanızdan değilim.!”
Nerden?... Uzaydan mı geldi? Yani başka bir galaksiden misafir mi geldi insan suretine bürünüp.... Bu mânâda mı?
Hayır!
Bu dünyanın değerlerinin bu dünyanın nesnelerinin hiçbir şey ifade etmediği o kudsî yaşam âleminden biri olarak bizlere hitap ediyor.
Burdan soyutlanmış maddi değerlerden beşeri duygulardan beşeri şartlanmalardan, beşeri değer yargılarından, bunların hepsinden soyutlanmış, kudsi ruhun makamından bir kişi olarak hitap ediyor.
Dolayısıyla “sizin DünyaNIZDA” diyor...
Sizin dünyanızda para vardır değerli…
mal vardır değerli…
makam vardır değerli...
şöhret vardır değerli...
şan, şeref, koltuk,
hepsi değerli vardır değerli..
Sırtından ceketi çıkartır gibi bütün bu değer yargılarından arınmış..
Dünya varmış tâ ki yokmuş...!
Kayıplar seni üzmez... kazançlar seni sevindirmez... Çünkü sen kazançların en büyüğüne erişmişindir...
Kayıplar hiçbirşey ifade etmez... Çünklü kayıpların anasını kaybetmişin!..
BENLİĞİNİ KAYBETMİŞİN!
Varsandığın benliğinin asla ve asla varolmadığını farketmişin!
GARİBLER
DÜNYALARINDA YAŞAR,
DÜNYANIZDA GÖRÜNÜRLER!
ÂŞIK, "GARİB"TİR!
Dünyada gariblerin sayısı o kadar azdır ki...
Çünkü Garibler, Dünyalarında yaşar, DÜNYANIZDA görünürler!..
Konuşsalar, dilleri ...
Kendilerini göstermeye kalksalar kimse tanımaz...
En fazla bakarlar bakarlar... “ALLAH'IN DELİSİ DİVANESİ “ derler!
Gel gör ki o deli divâneleri ki Allah'ın sevgilisi olmuş. Onlar uğruna Dünya ayakta dururyor...
Onların kadrini kıymetini de bu dünya ehli bilmez..
Onun için Hz.Rasûlullah demiş ki:
DÜNYANIZDAN!!!
GAVS
Mânevî görevliler diye bilinen "Ricâl-i Gayb" iki gruptur;
A - Karar organı
B - İcra organı
A-Karar organı "Divân" ya da "Divân-ı Kebîr" gibi isimler ile anılır.
B-İcra Organ, bir tür ricâli gayb ordusudur.
Divân'ın kararlarının tatbikiyle görevlidirler.
Bu ordunun Başkumandanı "Gavs"ı zamandır. Tâbiri câiz ise genelkurmay başkanı durumunda olan "Kutb-ül Aktâb"dır!.. Sonra 4’ler gelir. Sonra tasarruf sahibi olan 7'ler gelir. Sonra 12'ler gelir. Sonra 40'lar gelir. Sonra 300'ler diye bilinen 313 kişi vardır. Sonra 1200'ler gelir ve daha sonra da yöresel kutublar iş görürler.
Geçmiş evliyâullah arasında Abdülkâdir Geylanî "Gavs"iyet göreviyle birlikte "İNSAN-I KÂMİL"lik görevi de kendisinden cem etmiş olduğundan, "Gavs-ı A’zam" lâkabıyla bilinir.
Gavs, hem Rasûlullah aleyhisselâm katılmadığı zamanlarda divan başkanlığı yapar, hem de icrâ organının başıdır.
Gavs", dünyada yaşadığı sürece, "Gavsiyet" görevini ifa eder. "Gavs"ların hepsi de esasen "vekil Gavs"dır.
Her mertebenin bir asîli vardır, o asîlden sonra gelen vekilleri vardır.
Gavsiyet mertebesinin asâleten sahibi Abdülkadir Geylânî`dir. "Gavs-ı A’zâm"dır. Diğer devirlerde gelen "Gavs"lar da o mertebeye ve göreve "vekâleten Gavs"lık görevini yaparlar. Fakat âhirete intikal ettikleri zaman, Gavsiyet görevini bırakırlar. Seyyid Abdulkâdir Geylânî`nin görevi ise bâtında devam etmektedir. Bu yüzden de yardımları el`an devam etmektedir.
"Divan"a, geçmişte görev almış Gavs`ları temsilen, Abdülkadir Geylânî Hazretleri gelir. Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin "Gavs-ı A’zâm"lığı buradan ileri gelir, "Kutbiyet"i, "İrşâdiyet"i kendinde toplamış olduğu için değil!. Asâleten "Gavs"dır. "Gavs-ı A’zâm"dır!.
Diğer "Gavs"lar, âhirete geçtikten sonra, "Divan"a katılmazlar, görevlere katılmazlar... O mertebeyi ihraz etmiş, tabiri caizse, emekli olmuş gibidir. Öbür tarafta, mânevî âlemde bir takım görevler yaparlar, dünya işlerine katılmazlar.
Abdülkadir Geylânî Hazretleri`nin, Gavs-ı A’zâm olarak, asâleten o görevin sahibi olarak dünya işlerine müdahale yetkisi vardır.
Diğer "Gavs"lar, dünyadan ayrıldıktan sonra, dünya işlerine müdahale etmez, ama Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin dünya işlerine müdahale yetkisi vardır, ve o yönüyle Gavs-ı A’zâm`dır... Diğer Gavslar, dünyada yaşadıkları müddetçe Gavsiyet görevini yapar, öbür dünyaya intikal edince de öbür dünyanın görevlerini yaparlar.
“GAYB”
-
Gayb nedir? Nerededir?
-
Gaybı ne kadar bilebiliriz?
-
Gayb ne kadar bir zaman ve mekan dilimini kapsar; yoksa bunlardan da öte bir bilgiyi mi içerir?
-
Gayb, yaratılmışlar hakkında kapsamlı bir bilgiyi mi içerir; yoksa Allah'ın zâtını da bilebilir miyiz?
-
Gaybı bilmenin yolları nelerdir?
-
Bilinmeyene inanmak bize neler kazandırır?
-
Bilinmeyenler nelerdir ve neden korunmak zorundayız?
“GAYB”
Gayb, Allah'ın yaratmadıklarının adıdır, gerçekte!.
GAYB,
BEŞ DUYU İLE TESBİT EDEMEDİĞİMİZ BOYUTLAR VE O BOYUTA AİT VARLIKLARI ANLATIR!
"GAYB" kelimesiyle bizim “beş duyu” adını verdiğimiz kesitsel algılama araçlarımızla tesbit edemediğimiz âlemler(boyutlar) ve bu âleme (boyuta) ait varlıklar anlatılır...
“Beş duyu” dediğimiz kesit tesbiti yapan araçlarımızın kapasitesi dışında kalanları algılayamayan beyin, bunların tümünü "GAYB" olarak nitelendirir...
Beş duyu aracılığıyla ile değerlendirilebilenlerin adı ise Din dilinde "şehâdet" âlemidir... Ki bu bizim “madde âlemi” (boyutu) dediğimiz kısımdır.
“ÖZ”ÜMÜZÜ TANIYABİLDİĞİMİZ ORANDA
GAYBİ MÂNÂLARI DA ÇÖZMEYE BAŞLARIZ
Biz, özümüzü ne kadar tanıyabilirsek, ne kadar beş duyu ve beden kaydından soyutlanıp, orijinimizi derinliklerimizde bulup, tanıyıp, değerlendirebilirsek, o oranda varlıktaki gaybî mânâları çözmeye başlarız.
Öte yandan bu mânâları gerçekte seyreden ise, biz değil, mutlak varlıktır!
Gerçekte bu seyir, "TEK`in SEYRİ"dir!
Tek bir "an"lık seyirdir bu!
"An"dan sonra an, "dem"den sonra dem vardır sanmayalım!
"An", Tek`tir! "Dem", Tek!
O "an", Tek "dem"! Amma... Değerlendirebilecek olan "saflaşmış bilinç" noktasında kendimizi bulabilirsek!
İKİ TÜRLÜ GAYB VARDIR
"GAYB" ikiye ayrılır...
a. "GAYB-I MUZAF"...
"İzafi-göresel Gayb"
b. "GAYB-I MUTLAK"...
"Kesinlikle algılanması mümkün olamayan Gayb"
GÖRESEL GAYB
(İZÂFİ GAYB-MUZAF GAYB)
GÖRESEL (İZÂFİ) GAYB DİYE
NİTELENEN BOYUTLAR
TEK BİR TÜMEL YAPININ
GÖRESEL KATMANLARIDIR
Madde âlemi, beş duyu verileriyle kayıtlanmış beynin "varsayım" dünyasıdır... Çünkü gerçekte evren tümüyle bir ışınsal yapıdır ki; her dalgaboyu kesitinden, farklı boyutlar yani âlemler oluşmuş bulunmaktadır...
Farklı dalgaboylarından oluşmuş katmanlardaki varlıkların her bir türüne göre de içinde bulundukları âlem(boyut) kendi “MADDE” âlemleridir...
Yani "madde âlemi" diye gerçek ve mutlak tek bir "madde âlemi" olmayıp; her boyut varlığının kendi katmanı, onun kendi özel "madde âlemini" oluşturmaktadır...
Bu itibarla, "ölümötesi" yaşama geçenler dahi, bir tür "madde âlemi" içinde yaşamaktadırlar... Kezâ, "cehennem" ya da "cennetler"; ya da şu an için “cinlerin” kendi boyutları dahi, onların algılamalarını sağlayan duyu araçlarına GÖRE "madde âlemi”dir...
İnsanın bir düşünsel yapısı vardır; bir de bedeni... Düşünsel yanı olan “bilinç” ya da “şuur” hiç bir zaman “bedensiz” kalmaz!... Bu beden, biyolojik-fiziksel beden olabilir; ya da “RUH” adı verilmiş bulunan hologromik ışınsal beden olabilir....
Netice itibariyle, insan, sonsuza dek, bir bedenle-bilincin bütünü olarak yaşamına devam eder.
Eski asırlarda, eski asırları günümüzde seslendirenlerde, çağdaş bilgiler olmadığı için gereksiz tartışmalarla uğraşılmıştır... Ölümden sonraki beden, yani kıyâmette(haşr) tüm insanların toplu olarak bir arada bulunacakları safhadaki beden, ya da daha sonraki aşamada yaşanacak hayat, bedenli mi bedensiz mi; “ruh”la mı, “ruh” artı “madde beden”li mi; gibi çağımız bilimi ışığında hiç bir anlamı olmayan tartışmalar!...
Helikopterin seyahat aracı olduğu ortamda; kağnı arabasının tekerleğinin ceviz mi, gürgen mi; ya da altı ortalı mı, sekiz ortalı mı olmasının tartışılması gibi!... Ya da quartz teknolojisi kullanılırken, kum saatinin fazilet ve faydalarından sözetmek gibi...
Madde ve maddeötesinin gerçekte, tek bir tümel yapının göresel katmanları olduğunu farkedip kavrayan bir kişi için, bunlardan daha anlamsız soru olamaz!...
Bugünkü algılama aracımıza göre, şu içinde bulunduğumuz katman "madde"dir!... Bu bedenden ayrılıp ışınsal bedene geçtiğimiz anda da, o beden yapımıza GÖRE, o katman "madde olarak algılanacak"tır.
Durum eğer iyice kavranılırsa, farkedilecektir ki, biz sonsuza dek, nitelikleri birbirinden farklı da olsa, her an "madde" alemleri içinde yaşamımızı sürdüreceğiz… Bu göresel "madde" alemlerine (boyutlarına) ne isim verilirse verilsin!...
Evet, işte şu ana kadar bahsetmiş olduğum algılayamadığımız boyutlar ve o boyutlara ait tüm varlıklar "GAYB"ın iki türünden biri olan "GAYB-I MUZAF" sınıfındandır..
YÜZ MİLYONLARLA SENELERİ KAPSAYACAK
SÜREÇ VE OLAYLAR
Kabir âlemi, kişinin biyolojik hâlihazır bedenini terketmesinden sonra içinde yaşadığı mezardan geçtiği âlem ya da boyuttur!..
Berzah âlemi ise, Nebiler, şehitler ve bazı velilerin halen yaşamakta oldukları ve zaman zaman biraraya gelerek görüştükleri âlemdir...
Mahşer âlemi ise, "kabir aleminde kâbuslar içinde veya güzel görüntülerle" yaşamlarını sürdürenler ile; “berzah” aleminde serbest dolaşanların tümünün bir araya geleceği; ve herkesin dünyada yaptıklarının kesin neticelerini görüp alacağı süreçtir!...
Sırat devresi ise, "cehennem" içine çekilmekteki dünya üzerinde bulunan, insanların, "cennetler" ismiyle tanımlanan ortama kaçış olayıdır.
Dünyada iken yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği güç oranında, kişiler, geçiş süreci içinde cehennemin ızdırabını çekerler... Ya da güç yetersizliğinin doğal sonucu olarak, kaçamayıp, sonsuza dek orada kalırlar...
Yahut da, bütün bu aşamalardan geçerek, neticede “cennet” ismiyle işaret edilen, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu “hilâfet” özellikleriyle, her istediklerini oluşturacakları mutlu yaşam boyutuna geçerler...
İşte belki de yüzmilyonlarla seneleri kapsayacak böyle bir süreç ve olaylara “gayb” kelimesiyle işaret edilmiştir!...
GÖRESEL (İZÂFİ) GAYB,
BİRİME GÖRE DEĞİŞİR
İnsan türüne göre gayb başkadır; cin türüne göre gayb başkadır; melek türlerine göre dahi gayb başka başkadır!..
Yani, sadece insana "göre" gayb sözkonusu olmayıp, tüm varlık türlerine göre de "gayb" değişik değişiktir... Ki bu yüzden, bu "gayb" türüne "gaybı muzaf" yani "göresel gayb" derler..
Algılama aracının kapasitesi dışında kalan, algılayamadığı şey, o araca göre gaybdır!
Buna “göresel gayb” da diyebiliriz
Sana göre gayb başkasıdır
Bana göre gayb başkadır
Ötekine göre gayb âlemi başkadır
İnsana göre gayb başkadır
Cine göre gayb başkadır
Meleğe göre gayb başkadır
Bize göre cinler gayb alemdir, ama cinlere göre gayb âlemi değildir. Cinler birbirlerini görürler. Cinlere göre cinler âlemi, şehâdet âlemidir.
İnsana göre de insanların âlemi şehâdet âlemidir... Şâhit olunan yani içinde yaşanılan âlemdir.
GAYB,
ALGILAMA SINIRINA “GÖRE”DİR!
Ne eski bir yıl bitiyor…
Ne de yeni bir yıl başlıyor!.
Yalnızca, insanlar “kurabiye” imalâtına devam ediyorlar!!!
Yaşanan “an”lar var bilinçte…
Bir de insanların vehimleri; hayâlleri, umutları…
Oysa, oyunun sonu, başından belli senarist ve yakınlarınca!.
Öyle olmasaydı nereden bilebilirdi geleceği, bilenler!.
Gaybın, algılama sınırına göre varolduğunu anlayamayanlara söylenecek ne söz var ki!.
Yeni 1000 yılınız, gerçekleri fark edip de bu boyuttan ayrılmayı nasip etsin…
Psikiyatrinin alanına giren “Mistik hezeyanlardan” korunanlardan olalım hepimiz.
GÖRESEL GAYB,
BU MÂNÂLARI ALGILAYAMAYACAKLAR
TARAFINDAN "GAYB" HÜKMÜ İLE GİZLİ KALIR
Göz boyutundan çıkıp, gözün algılama kapasitesini aşıp da, bilimsel ve düşünsel olarak yaklaşabilirsek…
Varlık âleminin; algılayamadığımız alt boyutlarında, santimetrenin milyarda biri kadarlık dalga boylarından, kilometrelerce uzunluğundaki dalga boylarına kadar, sayısız fakat her biri bir mânâ ifade eden dalga boylarından oluşan bir yapı olduğunu farkederiz. Bu, yaratılmışlar boyutudur. "Ef`al" âlemidir!
Bunların her biri kendine has mânâlar ihtiva eder. Ve, bu mânâlar, kendilerini algılayacak yapılar tarafından algılanır. Algılayamayacaklar tarafından da "gayb" hükmü ile gizli kalırlar! Bu "mutlak gayb" değil, "muzaf gayb"dır! Yani, "göresel gayb".
GÖRESEL (İZÂFİ) GAYB,
ALLAH’IN DİLEMESİ VE TAKDİRİ SONUCU
OLARAK BİLİNEBİLİR!
"Mutlak Gayb"ın dışındaki "izafi gayb" ise, "ALLAH" dilemesi ve takdiri sonucu olarak bilinebilir...
Ve bu biliş, "Allah"ın muradı doğrultusunda çok yönlü olabilir...
Gerek “kerâmet” adı verilen yoldan evliyaullahın "keşif" ve "fetih" sonucu erdikleri; ve gerekse de istidrac yollu gerçekten sapmış kişilerin bildikleri "algılayamadıklarımız" hep bu durum sonucudur...
Öte yandan, "göresel gayb"ın en önemli bölümü, "âhiret" dediğimiz, ölümötesi yaşam boyutudur... Kabir âlemi; berzah âlemi; mahşer âlemi; sırat süreci; cehennem ve cennet yaşamları hep bu "göresel gayb" ismi altında mütalâa edilir...
"GAYBI ANCAK ALLAH BİLİR, başkası bilmez" denilen gayb, "mutlak gayb"tır!.
Gaybı Mutlak, Allah'ın ZÂT'ıdır ki bunu hiç bir yaratılmış bilemez. Göresel gayb ise şartlar değiştikçe bilinebilir.
ASTROLOJİK TAHMİNLER,
GAYB’I BİLMEK DEĞİLDİR
Astroloji gaybı bilmez!.
Astroloji esas olarak yeryüzündeki çeşitli varlıkların (insan dahil) oluşumuyla ilgili etkilerden sözeder.
Astroloji geçmiş tecrübelere dayanan tahmindir. Bunu Muhyiddin Arabî de yazmıştır İbrahim Hakkı da Marifetname’sinde Gazali de... Âyet, “rahimlerdeki çocuğun cinsiyetini kimse bilemez “ derken ultrasonla görüyorsunuz.. Bu bahsediş, gaybı muzaf hükmündedir... Aynen hava tahmini gibidir astrolojik tahminler de gaybı bilmek değil!.
"MUTLAK GAYB"…
(Aklın ve sezginin sukût ettiği nokta)
“ALLAH’ın ilmidir!
HİÇBİR YARATILMIŞ,
MUTLAK GAYBI BİLEMEZ; TEFEKKÜR EDEMEZ!
Hiç bir yaratılmış “ALLAH” ilminde ne vardır, asla bilemez ve bu ilmi kapsayamaz! Kezâ,”ALLAH” Zâtı itibariyle “Mutlak gayb”dır!
Bilinmesi, kavranılması, tefekkürü kesin olanaksızdır! Hiç bir yaratılmış, O “ZÂT”ı algılayamaz! Ancak izhar ettiği mânâlar yollu, “bu mânâları yaratan şu özelliklere sahiptir” denebilir!
“MUTLAK GAYB”I
ANCAK ALLAH BİLİR
-"GAYBI ANCAK ALLAH BİLİR, başkası bilmez" denilen gayb, "mutlak gayb"tır!...
“MUTLAK GAYB”
ASLA VE KESİNLİKLE KAPSANAMAZ
Ayrıca, "B’ilgayb" ibaresini, "B" sırrına dayalı bir şekilde anlarsak...
Onlar, gayblarında bulunan "hilâfet" sırrını oluşturan "Allah" isimlerinin işaret ettiği biçimde, gayblarının, "Gaybı Mutlak" olduğuna; bunun asla ve kesinlikle kapsanamayacağına ve kavranamayacağına iman ederler...
”GAYBI İLÂHİ”
İNSANIN GAYBI İLE
KÂİNATTA VAROLAN HER NESNENİN GAYBI,
AYNI ASILDAN GELEN-AYNI ÖZDEN GELEN
AYNI GAYBDIR… ”GAYBI İLÂHİ”DİR!
“Yuminune bilgaybı-gayblerine iman ederler”
“gayblerine iman etmek” derken, bir önemli hususa burada esasında işaret ediliyor;
Rastgele bir gayba değil; ötedeki bir gayba değil...
GAYBLARINA!
Baştaki o B harfi, “Gayblarına” anlamına getirtiyor “gayb” kelimesini..
Çünkü insanın gaybı ile kâinatta varolan her nesnenin gaybı, aynı asıldan gelen, aynı özden gelen aynı gaybdır. Bu da, “gaybı ilahi”dir!
“GAYB”A İMAN
GAYB'A İMAN
KORUNMAK İÇİN GEREKLİDİR
"İŞTE ONLAR, GAYBA İMAN EDERLER; NAMAZLARINI İKÂME EDERLER; VE KENDİLERİNE VERDİĞİMİZ RIZIKTAN ALLAH İÇİN BAĞIŞTA BULUNURLAR.
VE YİNE ONLAR, SANA NÂZİL OLANA VE SENDEN ÖNCE NÂZİL OLANA İMAN EDERLER; VE ÖLÜMÖTESİ YAŞAMA İKAN SAHİBİDİRLER..."
Yukarıda anlamını vermeye çalıştığımız âyetlerde görüldüğü üzere "korunmak için" en başta gerekli olan "GAYBA İMAN"dır..
GAYRETULLAH
(Soru: “Gayyûr” ve “Gayretullah” mânâlarını biraz açar mısınız?..)
Allah, varlığında her boyutta kendinden gayrısının olmadığını görmeyi diler demektir...
“Gayretullah” o dur ki, açığa çıktığı yerde ulûhiyet hükümlerinin gereğince oluşumların açığa çıkmasını ister...
“GAYRI”
“BİR SÛRET VE MÂNÂ İLE BENİ KAYITLAYIP,
HAKKIMDA HÜKÜM VERME!”
"-Yâ Gavs. Ashabına söyle, onlardan kim bana vâsıl olmak isterse, benden gayrı her şeyden sıyrılıp çıksın!.
"BEN"den gayrı her şeyden sıyrılıp çıksın,
cümlesini, sanki O'ndan gayrı bir çok şeyler varmış da onlardan çıkılması gerekiyormuş gibi anlamak çok büyük bir hatadır!..
O'ndan gayrı şeyler var da, onlardan çıkılması gereklidir, değil burada anlatılmak istenen!..
Burada istenilen ve işaret edilen şey, O'ndan ayrı görmeyi ve O'nu da o görülen şeyle kayıtlamayı terktir!.
Biz görülen her şeyin, Hak'tan ayrı bir varlık olarak mevcut olduğunu sanırız... Ve o görülen şeyin ardında da Hak'kın varolduğunu tasavvur ederiz. Halbuki iş böyle değildir!.
Algıladığımız her şey, O'nunla kâimdir!.. Ancak, O'nu şeyin sûret veya mânâsıyla kayıt altına almak büyük bir gaflet olur. İşte "çık" hükmü, o sûret veya mânâ ile beni kayıtlayıp, buna göre hakkımda hüküm verme, demektir.
Kim ki, gördüğündeki mânâ ile Allah'ı kayıt alma gafletine düşer, o artık çok yoğun bir perde ile perdelenmiş demektir.
GAZAP
Zulmedenin fiilinin neticesini oluşturma düşüncesi "gazab" olarak tanımlanır.
“RAHMAN” İSMİ,
GAZAP ANLAMI TAŞIYAN FİİİLERDEN
KORUNMAMIZI SAĞLAR!
“RAHMAN” ismi hem ilâhî rahmete nâil olmamızı sağlar, hem de gazab anlamı taşıyan fiîllerden korunmamızı temin eder. Çünkü gazâb, şiddet ateşini kesen Rahman’ın rahmetidir.
İleri mertebelerdeki zevâtta bu ismin çok daha değişik neticeleri vardır ki, onlara bu kitapta girmek istemiyorum.
ŞİRK, GAZÂBI DOĞURUR
En büyük zulüm de, kişinin, "nefsine olan zulmüdür"; ki buna "şirk" denir!...
Dostları ilə paylaş: |