100
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANLI
49. Fâtih'in içki içtiği ve bunu teşvik eder mahiyette şiirler yazdığı iddia edilmektedir. Bu konuda neler söylenebilir?
Bu konudaki ayrıntılı bilgiyi, Yıldırım Bâyezid ile ilgili iddialara cevap verirken ö-zetledik. Fâtih'le alakalı iddiaların ise, hiç bir güvenilir kaynakta yeri yoktur ve Hz. Peygamber'in övdüğü bir devlet adamına, bu manada iftira ve isnâdları hiç bir delile dayanmadan yapmak ise, belli çevrelerin kasıtlı yayınları olarak değerlendirilmelidir. Bu yayınlara karşı söylenmesi gerekenler şunlardır:
1) Elimizde mevcut olan Osmanlı tarihlerinin hiç birinde ve buna ilaveten Bizans tarihçilerinin hiç bir eserinde, Fâtih'in içki içtiğine dair yazılı belge sayılabilecek bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece ve sadece, biraz sonra değerli bir divan edebiyatçımızın değerlendirmelerinden iktibasda bulunacağımız satırlarda görüleceği gibi, Fâtih'in şiirlerinde geçen bazı tabirleri, İstanbul'un fethinden dolayı gururları incinen bazı Batılı tarihçilerin, kendilerine göre yorumlan vardır.
2) Elimizdeki Fâtih dönemine dair İslâm Hukuku kaynakları, özellikle Fâtih'in Kazaskeri olan Molla Hüsrev'in Dürer ve Gurer adlı Osmanlı Devleti'nin yarı resmî kanun kitabı, bunların uygulama örnekleri olan şer'iye sicilleri ve en önemlisi de Fâtih'in tasdikinden geçerek yürürlüğe giren Fâtih Kanunnâmesindeki hükümler, açıkça içkiyi yasaklamakta ve bu suçu işleyene uygulanacak cezaları düzenlemektedir. Mesela, hadd cezası uygulanması için gerekli-şartları oluşmadığı zamanlarda, içki içenlere uygulanacak ta'zîr cezalarını düzenleyen Fâtih'e ait bir kanun hükmü aynen şöyledir: "ıs. Eğer biregû hamr içse, Türk veya şehirlü olsa, kadı ta'zir ura. İki ağaca bir akçe cürm alına". Yani, bir kişi içki içse, Müslüman (Türk Müslüman manasına kullanılmaktadır) ve şehirlü olsa, hadd-i şirb olarak vurulacak olan 80 sopanın yanında para cezası alınması emr olunmaktadır veya sopa cezası uygulanmadığı takdirde para cezası uygulanacaktır. Kısaca elimizdeki bütün arşiv vesikaları, Fâtih'in içki içtiğini değil, içki içenleri cezalandırdığını anlatmaktadır.
3) Fâtih'in şiirlerindeki bazı ifadelere gelince, bu konuyu, şöylece özetlemek mümkündür: Fetih kutlamalarına rastlayan günlerde, Fâtih'in şiirlerinden yola çıkarak, onu ayyaş gösterme gayretinde olanlar vardır. Ancak Fâtih'in Avnî mahlasıyla şiirler yazdığı doğrudur ve o şiirlerde kadından ve şaraptan da bahsetmiştir. Ancak bu tabirler, divan edebiyatımızdaki mecaz ve istiare gibi kurallar çerçevesinde söylenmiştir ve bunların özel manaları mevcuttur. Divan edebiyatını bilenlerin hiçbiri, 500 yıl boyunca, bu şiirlere bakarak Fâtih'e böyle bir iftirada bulunmamıştır. Divan şiirinin manzumeleri içinde özellikle gazel tarzının konulan daima bellidir: tabî'at, aşk, şarab, kadın ve benzeri tabirler. Bir Şeyhülislâm mesela Şeyhülislâm Yahya Efendi de gazel yazacaksa, gazelinde bu tabirleri kullanacaktır. Ancak bunların divan edebiyatında kendine mahsus manaları vardır. Bir divan şairinin, şiirinde şarabdan bahsetmesi san'atın ve zarafetin gereğidir ve manası da bizim bildiğimiz içki değildir. İşte gazel yazacak kadar divan şiirine vâkıf olan Fâtih, elbette ki şiirini bu mazmunlar üzerinde kuracaktır. Aşk ve sevgiliden kasıt, Allah, Peygamberi ve onun dostlarıdır.
Mesela,
Sâkıyâ mey sun ki, bir gün lâle-zâr elden gider Çü erer fasl-ı hazân bâğ u bahar elden gider.
#i
diyecektir.
Fâtih yazdığı gaz< mecazî mana ve ma/' özürlü insanların bu * edemezdi. Onun şarafc sinde demlenmekted>
50. tç oğlan kavramı! ve oğlancı olı bile bu konuda ı tarihçilerinin meselenin aılı WI
Batılı bir kısım I Padişahlarının gayr-ı leri tarafından uzun İçoğlan, Topkapı ray'da çalışan it başkanlığı personelin* kullanılır. Merak inceleyebilirler.
İç oğlan ki çarpıtmalara öı
Bir kısım meşru mün; durduklarını ve dahi örttürdükl nı utanmadan Meme: saçmadır.
Şimdi iddia al lim'in kızı Fatma ledilen cimrin da bun.
İddia sampie-şahların v> olan erkek ¦ zihinleri iyice M iddiasına ce.;r -ı
Ziyar '
lOSMANLI h iddia
ren o-İve Hz.
ir delile İr. Bu
İSİzans |: bilgi mızın |Siirle-itarih-
m Ka-
Itaıun
ana-
^ Eğer
Isça
Hım
BİLİNMEYEN OSMANLI
101
diyecektir.
Fâtih yazdığı gazellerde kullandığı şarab ve benzeri kelimelere, ince remizler ve mecazî mana ve mazmunlar yüklerken, bir gün gelip de bir takım araştırma ve ilim özürlü insanların bu kelimelere gayr-i meşru manaları yükleyeceklerini tahmin dahi edemezdi. Onun şarabı Mevlânâ'nın, Hacı Bektaş Veli'nin ve Hacı Bayram Veli'nin kâsesinde demlenmektedir ve ilahî aşkın mest eden şarâbıdır47.
50. İç oğlan kavramı kullanılarak bazı Osmanlı Padişahlarının cinsî sapık ve oğlancı oldukları iddia edilmektedir. Hatta Fâtih Sultân Mehmed'in bile bu konuda namuslu davranmadığı ileri sürülmektedir. Bazı Rum tarihçilerinin de bu manada bir kısım isnadları bulunmaktadır. Bu meselenin aslı ve esası nedir?
Batılı bir kısım tarihçiler ve günümüzdeki bazı kitap yazarları, bir kısım Osmanlı Padişahlarının gayr-ı meşru' ilişkiler içine girdiklerini iddia etmişler ve Osmanlı Tarihçileri tarafından uzun uzadıya incelenen iç oğlan meselesini dillerine dolamışlardır. İçoğlan, Topkapı sarayını teşkil eden üç kısımdan birisi olan Enderun'da yani İç Saray'da çalışan devşirme görevlilere, enderûn personeline veya diğer bir ifadeyle Devlet başkanlığı personeline denmektedir. Ayrıca Yeniçeri Ocağında da bir gurup için bu tabir kullanılır. Merak edenler, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Kapu Kulu Ocakları Kitabını inceleyebilirler.
İç oğlan kelimesini rezil hallere yorumlayanlara, burada kısaca cevap vermek ve çarpıtmalara örnek olarak okuyucuların da nazarlarına takdim etmek icabedecektir.
Bir kısım yazarlar, Padişahların Enderun denilen İç Saray'da kendileriyle gayr-i meşru münâsebette bulundukları iç oğlanları denilen genç ve güzel delikanlıları bulundurduklarını ve hatta bunları başkalarından kıskandıklarından dolayı bazılarının yüzlerini dahi örttürdüklerini; bazı Osmanlı Padişahlarının ise tamamen erkek düşkünü olduklarını utanmadan kaleme almaktadırlar. Ayrıca Kâbûsnâme ile ilgili iddialar da bunun gibi saçmadır.
Şimdi iddia sahiplerinin delil olmak üzere Kâbusnâme'den ve Yavuz Sultân Se-lim'in kızı Fatma Sultân'a ait kocası Mustafa Paşa'd an yakındığı bir mektuptan nakledilen cümleleri ve bunları nasıl çarpıttıklarını gözler önüne sererek, diğer çarpıtmaların da bunlar gibi olduğunu okuyucuya anlatmak istiyoruz:
- İddia sahiplerine göre, Osmanlı Hareminde bütün çarpık ilişkilerin yanında Padişahların ve Enderûn halkının erkeklerle ve hem de iç oğlan denilen Saray Hizmetlisi olan erkeklerle çarpık ilişkileri vardı. IV. Murad bunlardan biriydi. "Bâtılı tasvir, safi zihinleri iyice tadlîl edeceğinden yani sapıtacağından", biz tasvir yerine bunların iddiasına cevap vermek istiyoruz. İddialarını isbat için getirdikleri önemli bir delil şu:
Ziyar Oğullarından Emîr Keykavus tarafından 475/1082 tarihinde oğlu için Nasi-
47 Namık Kemal, Evrâk-ı Perişan (Namık Kemal'in Tarihi Biyografileri), neşreden: İskender Pala, Ankara 1989, sh. 99-114; Cinsel, Kemal Edip, Fâtih'in Şiirleri, Ankara 1946: Saffet Sıdkı, Fâtih Divanı, İstanbul 1944; İsen, Mustafa, "Osmanlı Hanedanının Şairliği ve Fâtih", Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 40 (1997), sh. 8-10. Bu konudaki çarpıtmalar için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 193 vd.
102
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANU
hat-nâme tarzında telif edilen Kâbûs-nâme adlı bir kitabdan alınan bir iftiradır. İddiaya göre, Osmanlı Padişahları tarafından da benimsenen bu Kitap'taki öğütlerden kadınlarla cinsî münâsebetle ilgili olanlarından birisi şudur: "ve yaz olunca avretlere meylet, kışın oğlanlara ki, sağlık ve esenlik içinde olasın. Çünkü oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse sağlığa zarar verir. Ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir araya gelirse teni kurutur". İddiacılara göre, başta IV. Murad olmak üzere, bazı Osmanlı Padişahlarının yazları kadınlarla ve kışları da erkeklerle beraber oldukları nakledilmektedir. Kâbûsnâme'nin XIV. yüzyıl yani Fâtih'in babası II. Murad zamanında Mercimek Ahmed tarafından yapılan tercüme olduğunu ve o zamanki ifadeler kullanıldığını kendileri de kabul etmektedirler.
Daha da ileri giderek, bu işin Osmanlı damadlarına kadar uzandığını ve hatta Yavuz'un kızı Fatma Sultân'ın bu yüzden ilk kocası Antalya Sancak Beği Mustafa Paşa'dan şikâyet ettiğini iddia etmektedirler. Fatma Sultân'ın bir mektubundan aldıkları şu cümleyle iddialarını isbât etmeye kalkışırlar. Cümle şudur: "Benim Devietlü Sultân Babam, Dirliğim yoktur. Bir kişiye düştüm ki, beni bir kelb (köpek) hesabına saymaz. Elin oğlanların zulüm ile atasından ve anasından alur; hemen işi gücü oğlanlar derdinedir". İddiacılara göre, bu Cümleler, Osmanlı beylerinin erkekler ile ilişki kurduklarını isbat etmektedir. Ancak bu mektubun XV. yüzyıla ait olduğunu kendileri de kabul etmektedirler. O asırda oğlan kelimenin manasının genç kız ve erkek demek olduğunu ise, lügatlerden anlıyoruz.
Bu arada şunu da ifade edelim ki, konuyla ilgili çarpıtmaların başına bir yazarın "Çünkü siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşmaktasınız" mealindeki ayeti koyması ve dipnotta da 80-84. âyetleri vermesi çok manidardır.
Şimdi gelelim meselenin izahına:
Önce bir konunun izahı gerekiyor: Kur'ân'dan nakledilen âyet, Hz. Lut'un livâta günahını işleyen kendi milletine söylediği bir sözün parçasıdır. Tamamı şöyledir: "siz, sizden evvelki insanların işlemediği bir fuhşu ve büyük günahı mı işliyeceksiniz? Çünkü siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşmaktasınız. Gerçekten de siz aşırılıklar ve günahlar içine giren bir milletsiniz". Kur'ân, Hz. Lut'un bu sözlerinden sonra kavminin kendisini memleketten çıkarmak üzere harekete geçtiklerini ve ancak Yüce Allah'ın böylesine aşırılığa giderek livâta suçunu işleyen Lut Kavmini şiddetli bir azapla azaplandırdığını beyân buyurmaktadır. Nakledilen âyet meali ile konunun hiç bir münâsebet ve alakası olmadığı açıkça görülmektedir.
Gelelim ikinci hususa; Bilindiği gibi, her zamanın bir lehçesi ve konuşma ağzı vardır. Yani kelimeler farklı zamanlarda farklı manalarda kullanılmaktadır. Erzurumlular, "Misafiri yola vurmak" tabirini kullanırlar; herhalde bundan, misafiri kaldırıp yola çarpmak değil, uğurlamak manası anlaşılmalıdır. Azeriler, "Kulluğun edeyim" demektedirler; bunun manası da senin kölen olayım değil; sana nasıl yardımcı olabilirim manasına olduğu açıktır.
İşte hem Kâbusname'de ve hem de Fatma Sultân'ın Mektubunda geçen oğlan kelimesinin de manası çarpıtılmaktadır. Zira XIV. ve XV. asır Türkçe metinlerde oğlan kelimesinin manası, bugün kullanılan manadan önemli derecede farklıdır. Temel kaynaklardan anladığımıza göre, bu asırlarda "oğlan" kelimesinin iki temel manası vardır: "oğlan" kelimesinin birinci manası, cins ayırt etmeksizin "çocuk", ikinci manası ise, yine erkek olsun kız olsun "genç" demektir. Bu kelimenin sırf erkek cinsini karşılamaya başlaması, bundan sonraki devirlerde söz konusudur.
Buna delil çok ise de, en| Kâbûsnâme'nin Türkçü sindeki şu ifadedir: "I avretler ile kim, erden kaçmu t çokluğu İle fahrlanurun
kaçmayan hanımlar
Tesbitlerimizi tey Yüz Hadis Tercümesini) bası II. Murad zaır üzere, filolojik I tarihi ve İslâmiyet! I de bulunmamaktadır, dedikodulara önemi yatının İç Yüzü adlıl dir.
Ayrıca şu cümle
Bu girişten s anlaşılmaktadır:
Kâbus-nâme, t Her konuda âyet ve* rek evladına Kâbûsnâme'nin i Kötüsü) hakkın birden fazla I yaz olıcak avn yazın iki ısı kurudur. V
Yani I
da genç kadın sıcaktır, yazılij teni soğuktur,! rak, erkeklerle i olmamak t
Fatma i ğini yazı beni biri dan alur; bile koyrc olduğunu İl
¦OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANLI
103
r.Iddia-ıtaı ka-
tet, kışın ssağlı-3 göre,
! kışları İFâ-
loMyğu-
pzann
fc.vâta > "Siz,
«Sil,
taklar ini
Buna delil çok ise de, en güzel delil, Erzurum'lu Mustafa Darir'in XIV. yüzyılda yani Kâbusnâme'nin Türkçe'ye tercüme edildiği asırda kaleme alınan Yüz Hadis Tercüme-sindeki şu ifadedir: "Bu kez Resul Hazreti cevâb verdi, buyurdı kim, "Evienün şunun bigi avretler ile kim, erden kaçmaz ola, oğlan doğurgan ola, ümmetim çok ola kim, ben ümmetimin çokluğu ile fahrlanurum yarın kıyamet gününde". Yani "çocuk doğuran ve erkeğinden kaçmayan hanımlarla evlenin".
Tesbitlerimizi teyid eden bir husus da, Kâbus-nâme'yi tercüme eden mütercim ile Yüz Hadis Tercümesini yapan mütercimin aynı asırda yani Fâtih Sultân Mehmed'in babası II. Murad zamanında yaşamış olmalarıdır. Zaten Tarama Sözlüğü başta olmak üzere, filolojik kaynaklar da bu dediklerimizi doğrulamaktadır. Ancak kelime oyunlarıyla tarihi ve İslâmiyeti kötülemek istiyenlere, elbette ki diyebileceğimiz fazla bir şey yine de bulunmamaktadır. Bizi asıl üzen husus ise, Uluçay gibi bir araştırmacının da aynı dedikodulara önem vermesidir ve hatta Harem II Kitabında yalanladığını Harem Hayatının İç Yüzü adlı eserde doğrulama veya sadece nakilde bulunma yoluna girmesidir.
Ayrıca şu cümle de bu konuda açıktır: "Eğer oğlan kızsa, kız doğurmuş avrat südün emzireler; eğer er ise er oğlan doğurmuş avrat südün emzireler". O halde XIV. ve XV. asırlarda oğlan tabiri genç kız ve erkekler için ve avrat tabiri ise yaşlı kadınlar için kullanılmaktadır. Nitekim Kâbusnâme'nin asıl dili olan Farsça'daki oğlan kelimesinin karşılığı bulunan gulam kelimesinin de manası böyle zikredilmiştir: "Gulâm; Çocuk ve genç demektir. Doğuştan gençlik dönemine kadarki safha".
Bu girişten sonra Kâbûsnâme'deki ve Fatma Sultân mektubundaki ifadeler daha iyi anlaşılmaktadır:
Kâbus-nâme, biraz evvel de belirttiğimiz gibi, bir Nasihat-nâme mahiyetindedir. Her konuda âyet ve hadislerle veya eski devlet büyüklerinin ahlakî esaslarıyla süsleyerek evladına nasihatta bulunan bir devlet adamının nasihatları durumundadır. İşte Kâbusnâme'nin 15. Kitabı, ahlakî bir konu olan Karı-Koca Münâsebeti (Cimâ'ın İyisi ve Kötüsü) hakkındaki tavsiyeleri ihtiva eylemektedir. Buradaki tavsiyelerden biri de, birden fazla hanımı bulunan ve cariyeleri de var olan oğluna yaptığı şu tavsiyedir: "ve yaz olıcak avretlere meylet ve kışın oğlanlara; ta ki, ten-dürüst olasın. Zira ki, oğlan teni ıssıdur, yazın iki ıssı bir yere gelse teni azıdur ve avret teni sovuktur, kışın iki sovuk bir yere gelse teni kurudur. Vesselam".
Yani birden fazla kadınların olması halinde, yazın kısmen yaşlı kadınlarla ve kışın da genç kadınlarla beraber ol ki, sağlık ve esenlik içinde olasın. Çünkü genç kadının teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse sağlığa zarar verir. Ve genç olmayan kadının teni soğuktur, kışın iki soğuk bir araya gelirse teni kurutur. Şimdi bu manayı çarpıtarak, erkeklerle beraber olmayı tavsiye manasını çıkarmak, ilimden ve dilden haberdar olmamak demektir.
Fatma Sultân da, kocasının, genç cariyelerle beraber olup kendisine iltifat etmediğini yazmaktadır. "Benim Devletlü Sultân Babam, Dirliğim yoktur. Bir kişiye düştüm ki, beni bir kelb (Köpek) hesabına saymaz. Elin oğlanların zulüm ile atasından ve anasından alur; hemen işi gücü oğlanlar derdinedir". Bu cümlelerle kendisini bir köpek yerine bile koymadığını, anasından babasından zorla câriye diye aldığı genç kadınlarla beraber olduğunu babası olan Osmanlı Padişahına şikâyet etmektedir. Genç cariyeler ile beraber
104
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANLI
olmak demek olan "işi gücü oğlanlar derdinde olmak" manası nerede? Erkeklerle beraber olmak manası nerede?.
Bu iddiaları ileri süren yazarlar da biliyor ki, bırakınız bir Osmanlı damadının çarpık ilişki kurmasını, Sultânlar ile evli iken başka kadınlar ile evlenmeleri dahi fiilen yasaklanmıştır. Konuyu Sultânların evlenmeleri bahsinde ele alacağız. Ancak söz konusu mektubun manasını anlamıyanlar, bir kısım ifadeleri kendilerine göre yorumlamaya kalkışmışlardır48.
51. O zaman, Osmanlı Devlet teşkilatındaki iç oğlan müessesesini kısaca anlatır mısınız?
Evvelâ, iç oğlan kelimesini tarif etmek gerekmektedir. İçoğlanı, Enderun denilen İç Saray'da çalışan özenle ve dikkatle seçilmiş saray görevlilerine denmektedir. Osmanlı tarihinde, Topkapı, Galata, İbrahim Paşa ve Edirne Saraylarında yetiştirilen ve zamanla muhtelif devlet hizmetlerine çıkan devşirmeler olarak tarif edilmektedir. Bunlara Saray Acemi Oğlanları veya Celeb de denmektedir. Bir de Yeniçeri Ocağının acemileri vardır; aslında bunlara iç oğlanı dense de, bunları Saraydakilerden ayırmak için Sadi adı verilmektedir.
O halde iç oğlanı, bir terimdir. Oğlan kelimesi, illa da kötü niyetle seçilmiş genç çocuk manasına gelmez. Belki Enderun denilen İç Saray'da istihdam edilmek üzere seçilen devşirmelere de denmektedir. İç oğlan denmesi, İç Saray'da istihdam edilmelerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca burada istihdam edilecek devşirmeler, Enderun Mektebinde yetişmektedirler. Yani Enderun aynı zamanda devlet adamı yetiştiren bir fakülte durumundadır. Nitekim buradan yetişen devlet adamları arasından pek çok beylerbeyiler ve sancakbeğleri çıkmıştır.
İkinci olarak, bazı yabancı seyyahların ve bir kısım İslâm düşmanı tarihçilerin anlattıkları gibi, Enderun yani İç Saray'da çalışmak üzere yetiştirilen İç Oğlanlarının yakışıklı olması, Padişahların gayr-i meşru arzularını tatmin için değildir. Belki İç Saray yani Osmanlı Devleti'nin en geniş sınırlara ulaştığı dönemlerde toprak alanı 24 milyon km2yi bulan bu muhteşem devletin Devlet Başkanlığı sarayı demek olan bu mahalde çalışacak personel dikkatle seçilmeliydi. Bugün bile başbakanlık ile cumhurbaşkanlığı Köşkünde çalışan personel ile normal bir devlet dairesinde çalışan personelin aynı özelliklere sahip olmadığını, aslında bu iftiraları kitaplarına alanlar da bilirler. Gerçekten İç Saray'da çalışacak personel, sır tutmalı, eli ayağı düzgün olmalı, yalancı ve hâin insanlar olmamalıydı. İşte bütün bu özelliklere sahip devşirmeleri iç oğlanı adıyla tesbit edebilmek için bugün Kriminoloji veya benzeri ilimlerin yerine Osmanlı döneminde de İlm-i Sîmâ veya İlm-i Kıyafet denilen bir ilim dalı vardı. Elinin, ayağının, gözünün ve kulağının özelliklerine göre, bir insanın ahlaki yapısı az çok tesbit edilmekteydi. İşte Enderun
48 Kur'ân, A'râf, Âyet, 80-84; Mustafa Darir bin Yusuf, Yüz Hadis Tercümesi, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Şer'iye Bölümü, nr. 1287/1, vrk. 24/B-25/A; Tarama Bözlüğü I-VIII, Türk Dil Kurumu Yay., c. V, sn. 2923-2926; Eşref bin Mehmed, Hazâin'üs-Sa'âdât, Topkapı Sarayı Müzesi kütp. III. Ahmed, nr. 557, vrk. 10/B; Tarama Sözlüğü, c. V, sh. 2923-2926; Aga Seyyld Muhammed Ali, Ferheng-i Nizâm, c. III, Haydarabad 1934, sh. 737; Emir Keykavus, Kâbûs-nâme, sh. 112-113; Âlî, Mevâld'ün-Nefâls Fî Kavâ'id'il-Mecâlis, (neşr. Mehmed Şeker), Ankara 1997, sh. 167 vd., 336 vd., 345, 365. Oğlan kelimesi İle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Duman, Musa, Oğlan Kelimesi ve Gençlik Kavramı Üzerine, Türkiyat Mecmuası, sayı XX.
denilen İç Saray'd«| seçilmekteydi. ı kadın personel ayrıntılı olarak an
Üçüncü Ola bebiyle, Padişah e sakınmak için çok < lir. Ancak bu Padl} serî bir hükmün I vardır: "Gençbirli zira nefis İnsanı I Bu tür gençler* ı Osmanlı Padişahİ! ile örtmelerini < bu hassasiyet ı mamen ı
Dördüncü ı hizmetleri görnr Has Oda, Padlf mekân değildir. I
memek mümkün (
4 Gerçek Has|
personel me tarafından genlf ka-ı Sa'âdetvet de Hırka-ı Sa'ft larla donatr görmek yani i
Özellikle I Erico'nun meşinden dolayı i dir ve hiç biri
Bütün bu t ların durumunu I Mustafa / lerle ilgili ve bunun ı ve hatta! yazar, toplumdaki ı toplumu1 rın Padiş lere ayın ğunu,
ı kızı İle]
BİLİNMEYEN OSMANLI
îtis
trle bera-
ın çarpık
syasak-ı konusu ulamaya
H kısaca
i denilen I Osmanlı Ismanla n Saray Kvardır; pıdı ve-
15 genç t üzere
¦ûn o bir k çok
denilen İç Saray'da çalışacak iç oğlan denilen personel, bu konuda uzman olan kişilerce seçilmekteydi. Gılmân veya İç oğlan denilmesinin bir sebebi de, burada bugünkü gibi kadın personel çalıştırılmamasındandır. Bunu, Osmanlı'da Harem isimli eserimizde ayrıntılı olarak anlattık.
Üçüncü Olarak, İç Saray'da çalışan iç oğlanları yakışıklı gençlerden oluşması sebebiyle, Padişah açısından değil, kendi aralarında muhtemel bir gayr-i meşru durumdan sakınmak için çok dikkat çekenlerin yüzlerine peçe örtmesinin emredilmesi doğru olabilir. Ancak bu Padişahın onları başkalarından kıskanmalarından dolayı değil, bu konudaki şer'î bir hükmün tatbikinden ileri gelmektedir. Gerçekten İslâm hukukunda bir hüküm vardır: "Genç bir hoca veya terbiyeci, genç ve bıyığı bitmemiş çocuklarla, fazla yalnız kalmasın; zira nefis insanı kötülüklere sevkedebilir. Hatta bu tür gençler, yüzlerine peçe bile örtebilirler. Bu tür gençlere şâbb-ı emred denilir". Fevkalade bir edeb kaidesi olan bu hükme, bazı Osmanlı Padişahları uymuşlar ve bir kısım İç saray görevlisi iç oğlanlarına yüzlerini peçe ile örtmelerini emretmişlerdir. Şimdi soruyoruz, Kur'ân'ın emrine uymak için gösterilen bu hassasiyet nerede? Bunu Hammer gibi bir Hıristiyan tarihçinin iftirasına uyarak tamamen edeb dışı yorumlara gitmek nerede?
Dördüncü olarak bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz: iç oğlanlar, değişik hizmetleri görmektedirler. Bu hizmetlerden biri de Has Oda'nın hizmetlerini görmektir. Has Oda, Padişahın iç oğlanlar ile beraber olduğu ve gayr-i meşru hayat yaşadığı bir mekân değildir. Biraz sonra Has Oda'nın mahiyetini öğrenince böyle bir iddiadan titrememek mümkün değildir.
Gerçek Has Oda, Enderun odalarının birincisi ve en itibarlısı olup Fâtih tarafından personel mevcudu otuz kişi olmak üzere kurulmuştur. Daha sonra diğer Padişahlar tarafından genişletilmiştir. Harem'de değil Enderun'da yer almaktadır. Has Oda'da Hır-ka-ı Sa'âdet ve diğer mukaddes emânetler bulunmaktadır. Has Odalıların asıl vazifeleri de Hırka-ı Sa'âdet Dâiresini süpürmek, tozunu almak, mübarek gecelerde güzel kokularla donatmak ve gül suyu serpmek, Kur'ân-ı Kerim okumak, Padişaha ait hizmetleri görmek yani Saray içinde Padişahın hususî personeli olmaktır.
Özellikle Fâtih Sultân Mehmed ile alakalı olarak Notaras'ın ve Franzes'in oğlu ve Erico'nun kızı ile ilgili isnatlar ise, Bizans tarihçilerinden bazılarının, İstanbul'u fethetmesinden dolayı duydukları kızgınlığın yalancı bir sonucu olmaktan öteye gitmemektedir ve hiç bir delile dayanmamaktadır.
Bütün bu bilimsel açıklamalara rağmen, hâlâ İslamcı Gay'ler diye haber yapanların durumunu ilimden anlayanlar daha iyi takdir edebileceklerdir. Bunlar, Gelibolulu Mustafa Âlî'nin tıpkı Kâbusnâme'de olduğu gibi, erkek ve kadın hizmetkârlar ve cariyelerle ilgili verdiği bilgileri ve özellikle de genç kız ve erkek manasında kullanılan gulâm ve bunun çoğulu olan gılmân kelimesini dillerine dolayarak, Osmanlı devlet adamlarını ve hatta Şeyhülislâm ve kazaskerlerini bile, gay'likle itham etmektedirler. Halbuki aynı yazar, tıpkı Kabusnâmenin yaptığı gibi, hizmetkârlar hakkında bilgi verdikten sonra, toplumdaki ahlaksızlar hakkında da bazı açıklamalarda bulunmaktadır. Zaten, Osmanlı toplumunda tümüyle bu ahlaksızlıklar yok idi denilemez. Karşı çıkılan, bu ahlaksızlıkların Padişahlara ve âlimlere de isnad edilmesidir. Büyük Osmanlı Tarihçisi Âlî, bu rezillere ayırdığı kısa bahiste, gay tabir edilen cinsî sapıkların dinimize göre suçlular olduğunu, haram helal demeden kadınlarla beraber olanların ise, nefislerine mağlup olan
106
BİLİNMEYEN OSMANLI
BtÜWF-'" 'i*
reziller grubunu teşkil ettiğini; lezbiyenlerin ve homoseksüellerin de bunlar gibi reziller grubunda yer aldığını, toplumdaki grupları sayarken gayet açık beyan eylemektedir. Aynı eserde, meyhanelere ayrılan bir bölüm de vardır. Acaba böyle bir bölümde gayr-i müslimlerin meyhaneleri anlatıldığı ortada olduğu halde, bu başlığı okudukdan sonra, Osmanlı Devleti'nde herkes meyhaneye giderdi mi diyeceğiz?49.
mevt;1
Dostları ilə paylaş: |