Netice olarak, Fâtih'in annesinin Hıristiyan olduğu iddiası doğru değildir ve üvey annesine validem demesi de onun annesi olduğunu göstermez41.
44. Fâtih Sultân Mehmed zehirlendi mi? Onu zehirleyen Yakub Paşa'nın Yahudi olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?
Venedik'e satılmış bir; böyle bir sonuca ulaşman ş-: mizde de kesin bir I beytini aktararak bu I Yahudi'nin açı ve ı rekabetten de söylenmiş Tabibler şerbeti kim, v Ciğerin doğradı şerbet 0§ Dedi niçün bana kıydı t
Âli'nin şu tesb\tt«\, "Karaman! Mehmet/Plft£ mansız bir derde tutuldu» O da tedaviye başladı, i Mehmed vefat evte*. V
Fâtih Sultân Mehmed'in vefatı ile alakalı iki rivayet vardır:
Birincisi; Fâtih Sultân Mehmed, 27 Nisan 1481 tarihinde Kapıkulu askerleriyle sefere gitmek üzere Üsküdar'a çıktı. Ancak sefere çıktığında hasta idi. Bir kaç gün Üsküdar karargâhında oturdu. Gebze yakınlarındaki Tekirçayırı veya Hünkârçayırı denilen yere geldiğinde, hastalığı şiddetlendi. Ayağından rahatsızlığı vardı. Bazıları nıkris illeti demektedirler. Hekimler konsültasyon yaptılar. İlacın dozunu arttırdılar. Acı artınca şarâb-ı fariğ (acıyı gideren şerbet) verdiler ve Fâtih Sultân Mehmed bunun üzerine rahmete gitti. Neşrî, Lütfi Paşa, Âli, Solakzâde, Âşıkpaşa-zâde gibi Osmanlı tarihçileri, Fâtih'in zehirlendiğine dair herhangi bir kayıt düşmezler.
İkincisi ise, Fâtih'in zehirlendiğine dair rivayetdir. Bazı tarihçiler, Hekim Yakub Paşa'nın Fâtih'i tedaviye devam ederken, onun vezir olmasından rahatsız olan Karamanî Mehmed Paşa'nın kasıtlı olarak Hekim Larî Acemî'yi devreye soktuğunu, verilen ilaçlar neticesinde fenalaşıp kurtulma ihtimali olmayınca Hekim Yakub Paşa'nın da müdahale etmediğini ve Karamanî Mehmed Paşa ile Hekim Lari Acemî'nin kasden Fâtih'in vefatına sebep olduklarını ifade etmektedirler. Bunlara göre Hekim Yakub Paşa'nın öldürme kasdı mevcut değildir. Tam aksine diğer ikilinin tam bir planı vardır. Hekim Yakub Paşa, başlangıçta Sultânın hekimi olarak göreve başlayınca, Yahudidir ve bir süre Müslüman olmamıştır. Ancak sonradan Müslüman olmuş ve vezirlikle taltif olunmuştur.
Buna karşılık, bazı tarihçiler de, Hekim Yakub Paşa'nın bir Yahudi dönmesi olduğunu ve Fâtih'in İtalya'ya kadar uzanmasından ve İtalyanların veya Venediklilerin ajanı olmasından dolayı, Avrupa'nın böyle bir plan hazırladığını ifade etmektedirler. Bu iki ihtimalde de Fâtih, zehirlenmiş olmaktadır.
Hekim Yakub Paşa'nın II. Bâyezid'in zamanında da aynı görevi devam ettirmesi, hakkındaki ithamların doğruluğunu şüpheye düşürmektedir. Babinger, Hekim Ya'kub'un
41 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. 8361, 6254, 8380; Bursa Şer'iye Sicilleri, nr. 201, vrk. 34, 64, nr. 155, vrk. 378, nr. 427, vrk. 31; ; Peçevi, Tarih, c. 1, 345-346; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar I, sh. 8-11, 28; Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi I-V, İstanbul 1971-1972, c. I, 202; Sağman, Ali Rıza, "Fâtih'in Anası", Resimli Tarih Mecmuası, sh. 2312; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh. 13-16; Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. II, 122-123; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 271-272; Kantemir, I, sh. 136; Bazı iftiralar için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, Ankara 1997, 194 vd.; Meram, Ali Kemal, Padişah Anaları ve 600 Yıl Bizi Yöneten Devşirmeler, İstanbul 1997, sh. 134'de böyle bir iftira yer almaktadır.
45. Fâtih başta olmak ressamlar gt; Mahmûd'un kendi i Bunlar doğru ı ile ilgili şer'i I
Konuyu değişik a
Evvela, islâm I yelim. Konu ile ilgili hayat vermesini I içinde resim, I hadisler bulun
Bu hadis yen müçtehld r da ittifak hato mübâhdır., ait olan canlıların! de kullanılmaları e dır ki, bu da Cİİ2İ kukçularının W#| lar yani kılacak bütün i üzere, bir kısnB| başını çektiği I şartıyla mekı
n Neşri, K Es'ad Solakzâde, I Tarihi, c Fâtih, sh. 3
İMANLI
BİLİNMEYEN OSMANLI
95
ivin öz ka-
fclv kaymedir.
levşir-JKİİiman
I:üvey
Venedik'e satılmış bir casus olduğunu iddia ediyorsa da, kaynaklardan hareket ederek böyle bir sonuca ulaşmak zor görünüyor. Gaybı kesin olarak Allah bileceğinden ve elimizde de kesin bir belge olmadığından, sadece Âşıkpaşa-zâde'nin şu tesbitlerini ve iki beytini aktararak bu bahsi kapatıyoruz: 'Hekim Ya'kub kim, vezir oldu, ne kadar Yahudi'nin açı ve devletsizi varsa, Padişahın işine karıştılar". Bu söz, şahsî bir rekabetten de söylenmiş olabilir.
Tabibler şerbeti kim, verdi Han'a -- O Hân içdi şarâbı kana kana.
Ciğerin doğradı şerbet o Hân'ın — Hemîn dem zârî etdi yana yana.
Dedi niçün bana kıydı tabibler — Boyadılar ciğeri canı kana.
Âli'nin şu tesbitleri, bizi belli bir sonuca götürecek mahiyettedir:
"Karamam Mehmed Paşa vezir-i a'zam olunca Ya'kub ona hased eyledi. Tam bu sırada Padişah dermansız bir derde tutuldu ve Hekim Ya'kub tedavisini yaparken, Mehmed Paşa Hekîm Lârî'yi tavsiye eyledi. O da tedaviye başladı. Şüphesiz iki ilaç birbirine karşı menfi etki yaptı. Çok zaman geçmeden Sultân Mehmed vefat eyledi. Hekim Ya'kub asrının Sokrat ve Bokrat'ı idi."42.
periyle
nüs-nde-
45. Fâtih başta olmak üzere bazı Osmanlı Padişahlarının yurt dışından ressamlar getirterek resimlerini yaptırdıklarını ve hatta II. Mahmûd'un kendi resimlerini devlet dairelerine astırdığını duyuyoruz. Bunlar doğru mudur? Eğer doğru ise, İslâm Hukukunda resim yasağı ile ilgili şer'î hükümlerle nasıl bağdaştırırsınız?
K olan
ive-La U-
ji'ran Kim ¦sûre
Konuyu değişik açılardan ele almakta yarar vardır:
Evvela, İslâm Hukukunda resim (gölgeli gölgesiz) yapmanın hükümlerini özetleyelim. Konu ile ilgili "Allah kıyamette resim yapanlardan, ceza olarak, yaptığı şeye hayat vermesini isteyecektir; fakat o buna asla muvaffak olamayacaktır"; "Melekler, içinde resim, köpek ve cünüp insan bulunan evlere girmezler" ve benzeri manalarda hadisler bulunmaktadır.
Bu hadisleri değerlendiren ve İslâm Hukukunun resmi neden yasakladığını inceleyen müçtehid hukukçular, neticede şu kararı vermişlerdir: Bütün müctehidler şu noktada ittifak halindedirler: Ağaç, dağ, taş, manzara ve benzeri şeylerin resimleri kesinlikle mübâhdır. Ayrıca vesikalık fotoğraflar gibi, hilkati tam olmayarak bedenin bir kısmına ait olan canlıların (hayvan olsun, insan olsun) resimlerinin de hem yapılmaları ve hem de kullanılmaları caizdir. Bir diğer konu da, suretin görülemeyecek kadar küçük olmasıdır ki, bu da caiz görülmektedir. Bazı mühürler ve paralardaki resimler gibi. İslâm hukukçularının fikir ayrılığına düştükleri konu ise şudur: Canlı varlıkların hilkati tam olanlar yani bedeni tam yansıtan resimler (fıkıh kitaplarındaki ifadesiyle hayatı mümkün kılacak bütün azaları ihtiva eden resimler), Şafii hukukçuların çoğunluğu başta olmak üzere, bir kısım İslâm Hukukçuları tarafından caiz görülmemiştir; Hanefi hukukçuların başını çektiği bazı İslâm hukukçuları ise, hürmet ve ta'zim manasını ifade etmemek şartıyla mekruh görmekle beraber caizdir demişlerdir. Ancak bu hususun, namaz kılına-
42 Neşri, Kltâb-ı Cihânnümâ, c. II, sh. 840-843; Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 191-192, 219; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 155/b; Ahmed Uğur neşri, sh. 752; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 190; Solakzâde, sh. 266; Kantemir, c. I, sh. 165, 425; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 169-170; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, 143-144; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 340; Mecdi Efendi, Hadâık, c. I, 236-239; Clot, Fâtih, sh. 301-302; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Fâtih Sultân Mehmed'in Ölümü", Belleten, c. XXXIV, sayı 134(1970), sh. 231-234; c. XXXIX, sayı 155 (1975), sh. 473-482. - ¦ ¦ .¦,-....
96
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANU4
cak yerlerle alakalı yasak ile karıştırılmaması gerekmektedir.
Bu esas fikirlere dayanan Ebüssuud Efendi şu fetvasını kaleme almıştır:
"Bazı zî ruh şekli filoride tasvir olunduğu gibi, bazı Efrencî saatlerde tasvir olunmuş olsa, zikr olunan saat musallada olmakla Salâtına kerahet terettüb eder mi? El-Cevâb: Suret büyük olmayıcak olmaz".
Osmanlı Devleti'nin son zamanlarındaki şu fetva ise, daha ayrıntılı olarak konuyu izah etmektedir:
"Edebi ve ilmî makalelerden istifade maksadıyla Resimli Kitap gibi resimli mecmuaları evlerimizde bulunduruyoruz. Kitap içinde kapalı bulunan bu gibi canlı resimlerin evlerde bulunmasının dine karşı bir zararı var mıdır? Cevâb: Caiz olmayan, namaz kılınacak yerde sureti açık olarak bir tarafa asmaktır. Ama kapalı olarak evlerde bulunması, ayakla basılan yerde nakış olarak yer alması caizdir. Bir de gayet küçük olup uzaktan bakıldığında azaları belli olmazsa yahut azalan tam olarak tasvir edilmiş değilse, o zaman alel-ıtlak mekruh kabul edilmez. Hürmet ve tazim maksadıyla suret bulunan odaya ise, rahmet melekleri girmez".
Burada şunu nazara vermek gerekir ki, zaman iyi bir müfessirdir; kaydını izhâr etse itiraz edilmez. Fıkha ait bazı hükümlerde zamanın tesiri önemlidir. İslamın ilk yıllarında şirke sebep olabileceğinden dolayı kabir ziyaretini yasak etmesi ve sonra serbest kılması buna misal olabilir. Aslında son naklettiğimiz fetva, meseleyi bütün yönleriyle halletmiş bulunmaktadır. İslâm Hukukunun resim yasağının altında yatan en önemli sebep, putperestliği andıracak şekilde saygı için resim yapılması ve aşılmasıdır. Yasağın tek sebebi, resimlere, suretlere ve heykellere tapmak yahut tapar derecede saygı göstermek endişesidir. Asrımızdaki bazı Mısır âlimleri ise, eski fetvaları aşacak şekilde şu görüşleri beyân etmişlerdir: Yasak olan sadece gölgeli resimlerdir; yani heykellerdir; kalemle çizilen veya makinayla çekilen fotoğraflar gibi gölgesiz resimler, caizdir.
İkinci olarak, II. Mahmûd'dan itibaren yapılan bazı icraatlar dışında, bütün Osmanlı tarihi boyunca, biraz evvel zikrettiğimiz İslâm Hukukunun kaideleri açıktan ihlal edilmeyecek şekilde, resim ve ressamlara karşı muamele yürütülmüştür. Fâtih Sultân Mehmed'den itibaren Osmanlı Sarayı'na nakkaş denen ressâmiar vazifeli olarak girmişlerdir. Fâtih'in Sinan Bey isminde bir nakkaşı, İtalya'dan getirttiği Matteo Pasti ve Konstaniço ve 1479 yılında talep üzerine Venedik'ten gelen Jantil Bellini; Yavuz'un İran Seferinden dönerken getirdiği Şah Mehmed, Abdülgani ve Derviş Bey; Selim-nâme'deki minyatürleriyle bilinen Nakkaş Şükrü; Şemâil-i Osmaniye'yi kaleme alan Nakkaş Osman ve Surnâme'deki minyatürleri çizen Nakkaş Levnî, Osmanlı tarihi boyunca resim ve minyatürle meşgul olan çok sayıdaki san'atkârlardan bazılarıdır. Bütün bu saydığımız san'atkârların eserleri, eğer resim şeklinde ise, bütün azalan gösterecek şekilde yapılmamış ve böylece şerT sınırlar içinde kalınmaya çalışılmıştır. Minyatür ise, zannediyoruz ki, resimle aynı tutulmamış ve İslâm hukukçularının caizdir dediği azaları tam belli olmayan gruba sokulmak istenmiştir. En azından, kapalı kalmak ve asılmamak şartıyla, bu manada canlı resimlerin, azaları tam olsa da yapılması caizdir diyen âlimlerin fetvaları esas alınmıştır. Zira yukarıdaki fetvada bunu anlatan cümleler, konumuz açısından önemlidir. Mühim olan tabloların tam resim olmamasıdır. Bildiğimiz kadarıyla, tablo şeklinde tam resim bulunmamaktadır. Kitapta kalmak şartıyla, zaten fetva verilmiştir.
Üçüncü olarak, Sultân II. Mahmûd'un devrinde Avrupalılaşmak adı altında, halkın tabiriyle alafrangaya ait herşeyi almak şeklindeki aşırılık neticesinde, Padişah'ın hazırlanan portrelerinin resmî dairelere asılması olayıdır. Her ne kadar, devleti tecdid eden bir insanın nam ve şanını gelecek nesillere anlatmak için sadece eski eserlerin korunması hikmeti esas alınarak, ta'abbüd manasını taşıyacak saygı ve tazim kasdı
bulunmayarak ver yapıldığı söylense ( hükümlerin yorum ı mıştır. Bunun en acıf bu şekilde tablo di'nin, hem şiddetle tenkit < bulunan eve ı ola, bu surette glrtr^
II. Mahmûd'un i nezdindeki itibarım».! etmesinin büyük ı Fâtih Sultân Mel» si hikmetine da1 ce üstünü sıva İleli herkesçe indirilerek gizle haline gelmiş ise( dığından fazla s
Kanaatimize t lerdir. Son zarr gibi, putperf medeniyeti İse, J ki gölgeli gölgeslzf cesed elbisesini ( deki fotoğraflar J der43.
46. Fâtih I mudur vt ı
bep olabülf s
Çandarlı ı hizmetinde W müstakim kim şüphe yok ise dul
" Elmalılı H Sıtkı Gülle, c. V,| Efendi, Feild ' (27 Muh Ünver, A Bediüzzsman I VVensInk, "Sur Avrupa f Sultân S: Cemin k •
»OSMANLI
¦ir olunan S konuyu
I
hale buta zararı jlm kapalı I olup
ıılel-ıöak
BİLİNMEYEN OSMANLI
97
bulunmayarak ve maalesef zamanın Şeyhülislâmı ve bazı âlimlerinden de fetva alınarak yapıldığı söylense de, verilen fetvadaki ve yapılan resmî yorumlardaki izahlar, İslâmî hükümlerin yorum sınırlarını aşmış ve zaten dindar halk tarafından da çirkin karşılanmıştır. Bunun en acı misâli, Sultân Abdülaziz devrinde, saygı amaçlı olmamak kaydıyla bu şekilde tablolara fetva veren Şeyhülislâm Turşucu-zâde Ahmed Muhtar Efen-di'nin, hem Anadolu'daki ve hem de Arap alemindeki İslâm hukukçuları tarafından şiddetle tenkit edilmesidir. Turşucu-zâde bu fetvasını şu hadise dayandırmıştır: "Resim bulunan eve melekler girmez. Meğer ki, resim ve suret elbise, kumaş gibi bir şeye nakşedilmiş ola, bu surette girer".
II. Mahmûd'un Avrupalılaşma uğruna, yaptığı bütün güzel hizmetlere rağmen, halk nezdindeki itibarının gün geçtikçe azalmasında da, bu ve benzeri zayıf fetvalarla amel etmesinin büyük etkisi bulunmaktadır. Tarihçi Ahmed Lütfi, meseleyi yumuşatmak için, Fâtih Sultân Mehmed'in de, eski san'at eserlerinin korunması ve hatıraların yâd edilmesi hikmetine dayanarak, Ayasofya içindeki melek suretlerini muhafaza ettiğini ve sadece üstünü sıva ile kapladığını söylese de, Fâtih'in yaptığının İslama göre yasak olmadığı herkesçe bilinmektedir. Nitekim Sultân II. Mahmûd vefat ettiğinde, asılan resimleri indirilerek gizlenmiştir. Daha sonraları ise, resim yaptırmak ve fotoğraf çekmek moda haline gelmiş ise de, II. Mahmûd zamanında olduğu gibi, dua ve resmi törenle aşılmadığından fazla sıkıntı meydana getirmemiştir.
Kanaatimize göre, Osmanlı âlimleri, sert sınırları geçen resimleri kabul etmemişlerdir. Son zamanlardaki sapmalar istisnalardır. Zira Kur'ân, put-perestliği yasakladığı gibi, putperestliğin bir nevi taklidi olan sûret-perestliği de yasaklamaktadır. Avrupa medeniyeti ise, resimleri kendi güzelliklerinden sayıp Kur'ân'a karşı çıkmaktadır. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya taş haline gelmiş bir zulüm (Lenin'in heykelleri gibi), ya cesed elbisesini giymiş riya veyahut tecessüm etmiş bir hevesdir (müstehcen dergilerdeki fotoğraflar gibi) ki, beşeri, zulme, riyaya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik e-der43.
46. Fâtih Sultân Mehmed'in Çandark Halil Paşa'yı idam ettirmesi doğru mudur ve sebebi nedir? Türk asıllı bir aileden gelmesi katlinde bir sebep olabilir mi?
Çandarlı ailesi, ilk Çandarlı olan Halil Hayreddin Paşa'dan beri Osmanlı Devleti'nin hizmetinde bulunan şerefli bir ailedir. Çandarlı Ali Paşa dışında, hepsinin de mazbut ve müstakim kimseler olduğunda tarihçiler müttefiktirler. Ali Paşa'nın devlet adamlığında şüphe yok ise de, istikameti konusunda bazı dedikodular mevcuttur. Çandarlı ailesinden
43 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kâmûsu I-V, İstanbul 1997, Haz. Sıtkı Gülle, c. V, sh. 252-262; Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, I-VIII, İstanbul 1290-1328, c. V, sn. 50-52; Ebüssuud Efendi, Fetâvâ, Süleymaniye kütp. Şehid Ali Paşa 1028, vrk. 274/b; Sırât-ı Müstakim, İstanbul 1327, c. I, sayı: 26 (27 Muharrem 1327), sh. 416; Ayntâbî Münîb Efendi, Siyer-i Kebir Tercümesi, c. II, İstanbul 1241, sh. 93-95; Ünver, A. Süheyl, Ressam Nakşî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1949; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 616-621; Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Sözler Yayınevi, sh. 398-399; Atasoy, Nurhan, "Tasvir", İA, sh. 32-38; A. J. VVensink, "Suret", İA, sh. 48-51, Glück, Heinrich, "16-18. Yüzyıllarda Saray Sanatı ve Sanatçılarıyla Osmanlıların Avrupa Sanatları Bakımından Önemi, Belleten, e XXXII, sayı 127(1968), sh. 355-380; Eyice, Semavi, "Kanunî Sultân Süleyman'ın Yeni Bir Portresi", Belleten, c. XXXV, sayı 138(1971), sh. 213-215; Eyice, Semavi, "Sultân Cem'in Portreleri Hakkında", Belleten, c. XXXVII, sayı 145(1973), sh. 1-49. -.,.¦-.-¦., .,.¦-,.- ..
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMANU
biri de Fâtih zamanında Vezir-i A'zam olan torun Halil Paşa'dır. 1453'de İstanbul feth edildikten sonra önce zindana konulmuş ve 40 gün kadar sonra da idam edilmiştir. Sebeplerini şöylece sıralamak mümkündür:
1) Bilindiği gibi, II. Murad'ın iki defa saltanattan çekilip oğlu II. Mehmed'i tahta geçirmesinden sonra tekrar Padişah olmasında rol oynayan devlet adamlarının başında Çandarlı Halil Paşa gelmektedir. II. Murad, Halil Paşa'nın teşvikiyle II. defa Edirne'ye gelerek tekrar tahta geçmiştir. Bu yüzden Fâtih Sultân Mehmed'in haklı olarak ona gücenmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
2) İstanbul'un fethi meşveretinde Akşemseddin, Molla Güranî ve vezir Zağanos Paşa ısrarla feth-i mübinin nasib olacağı ümidiyle İstanbul'un muhasara ve fethini teşvik ederken, Halil Paşa, geçmişteki üç haçlı seferini bilen bir devlet adamı olarak ısrarla fethe karşı çıkmış ve muhasaranın kaldırılmaması halinde bütün Avrupa'nın asırlar boyunca Osmanlı düşmanı olacağını iddia etmiştir. Hatta bizim bir türlü inana-madığımız, ama yerli ve yabancı tarihçilerden bazısının ifade ettikleri gibi, muhasaranın kalkması yolunda Bizans devlet adamlarıyla işbirliğine dahi gitmiştir ve hatta Âşıkpaşa-zâde gibi bazı tarihçilere göre rüşvet bile almıştır.
İşte bütün bu sebepler bir araya gelince, İstanbul'un fethinden sonra, Halil Paşa'nın Rumlara taraftar olduğu ve rüşvet aldığı şeklindeki iddialar da, sevmeyenleri tarafından abartılmış ve Fâtih Sultân tarafından 1453'de idam edilmesine yol açmıştır.
Önemle ifade edelim ki, Halil Paşa'nın Türk bir aileden gelmesinin veya benzeri iftiraların idamında rolü yoktur. Ancak Zağanos Paşa gibi Halil Paşa'nın muhalifi olan devlet adamlarının devşirme olması ve Fâtih devrinden sonra devşirme devlet adamlarının Osmanlı Devleti'ne hâkim olması böyle bir dedikodunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle olsaydı, idamından sonra, Süleyman Çelebi adındaki oğlu Kazaskerliğe ve bir diğer oğlu İbrahim Çelebi de Fâtih zamanında Edirne kadılığına ve II. Bâyezid zamanında da Vezir-i A'zamlığa kadar yükselemezlerdi. Çandarlı ailesinin hem ilmiyeden gelmeleri ve hem de öz be öz Türk olmaları, gerçekten de kendilerinden sonra gelenlerin ulaşamayacağı önemli özelliklerdi. Bazı tarihçiler, bu idamı Fâtih'in bir hatası olarak kabul ederler44.
47. Ulubatlı Hasan olayı bir efsane midir?
Hayır değildir. Bunun efsane olduğunu söyleyenler, bizzat Bizans ve batı tarihçileri Dukas, Françis ve Got'un beyanlarını da inkâr edememektedirler. Akşemseddin ve Molla Gürani gibi maneviyat erlerinin fethi müjdelemeleri ve Fâtih'i teşvik etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı Edirnekapı ile Topkapı arasında umumi bir hücum başlatmışlardır. Savunmanın temel direği olan Venedikli General
44 Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 141-142, Tarihçinin yakın tanıdığı Halil Paşa'ya özel bir husumeti olduğunu düşünmek mümkündür; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, sh. 90; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 156/a; Solakzâde, sh. 193; Clot, Fâtih, 58-60; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Çandarlı Vezir Ailesi, Ankara 1988, Cemil, Mehmed, Çandarlı Halil Paşa Niçin Öldürüldü?, İstanbul 1333; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 145; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 558-560, II, 9-11; Wittek, Paul, "Ankara Bozgunundan İstanbul'un Zaptına (1402-1455)", sh. 568; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayreddin Paşa. Menşe'i- Tahsili-Kadılığı- Kazaskerliği Vezirliği ve Kumandanlığı", Belleten, c. XXIII, sayı 91(1959), sh. 457-477; Bazı iftiralar için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 58-59 ve diğer yerler. ,.-,,. ,,...,,.,, , .,,-,.. ...,,.„¦
Giustiniani'nin yaralanıp ( Fâtih'den dördüncü saf C sıyla birlikte Ulubatlı maiyyetindeki 30 askerle| Buarada önemli olan,! ve bu konuda dost dit konuda ayrıntılı bilgi ı meleri veya yanlış ve Nitekim beraberindeki; nakiller arasındadır45,
48. İstanbul'un fetil | olmadığını ı inektedir?
İstanbul'un fethi s yerli ve yabancı kaynı yin Osmanlı kontrol etmişler ve j karşı yapılan blrr lerde ormanlık < farklı görüşler buluı
İstanbul'un I görüldü. Zira Hal luşmasına mani tefi I Burası Tophane ı güney batıya dönüpJ Perapalas yanındtıtj Tophane'den dört y şa'ya kadar da i maktadır. Hazırlık 21-22 Nisan i vaşta hazır olan i dırlar46.
n Kemalpasad* Ş Clot, Fâtih, 63-65; * Ducas, M., I: Conqueror, P
46 Kem Kritovulos, 1 Fetihname, Ahbâr, c, V,: c. I, sh. 47! Fetih, Mitler»! uzatmamak 0tf
HANLI
BİLİNMEYEN OSMANLI
99
tu! feth mistir.
f tahta ında
me'ye «ona
lîağa-
Giustiniani'nin yaralanıp cepheyi terketmesi, Müslüman askerleri heyecana getirmesi ve Fatih'den dördüncü saf Osmanlı askerinin de Topkapı surlarına tırmanması emrini almasıyla birlikte Ulubatlı Hasan isimli küçük rütbeli ve genç bir asker veya subay, maiyyetindeki 30 askerle beraber, Osmanlı bayrağını surlara dikmişlerdir.
Buarada önemli olan, olayın yani bir Müslüman askerin sancağı surlara dikmesidir ve bu konuda dost düşman bütün tarihçiler ittifak halindedirler. Tarihçi Françes bu konuda ayrıntılı bilgi verdiği gibi, Dukas da olayı doğrulamaktadır. İsmini tam vermemeleri veya yanlış vermeleri önemli değildir. Önemli olan böyle bir olayın yaşanmasıdır. Nitekim beraberindeki 30 kişiden, atılan ok ve ateşlerle, 18'inin şehid olduğu gelen nakiller arasındadır45.
48. İstanbul'un fethi sırasında gemilerin karadan yürütüldüğünün doğru olmadığını söyleyenler var. Bu iddialar hakkında kaynaklar ne söylemektedir?
IPa-
İstanbul'un fethi sırasında gemilerin karadan yürütülmesi hadisesi, hemen hemen yerli ve yabancı kaynakların ittifakı ile sabit bir olaydır. Hatta Bizans askerleri, sabahleyin Osmanlı gemilerini Haliç'te görünce, herhalde zincirleri kırıp geçtiler diye zincirleri kontrol etmişler ve gördükleri manzara karşısında hayrete düşmüşlerdir. Ancak sabaha karşı yapılan bir harp planı olması hasebiyle ve de gemilerin geçirildiği bölgenin o günlerde ormanlık olması sebebiyle, güzergâhı ve karadan yürütülen gemilerin sayılarında farklı görüşler bulunmaktadır.
İstanbul'un fethedilmesi için bazı gemilerin Halic'e indirilmesinin zaruret olduğu görüldü. Zira Halic'e gerilen zincir Hasköy ile Ayvansaray'da bulunan iki ordunun buluşmasına mani teşkil ediyordu. Önce gemilerin karadan çekileceği yer tesbit edildi. Burası Tophane önündeki sahilden başlayarak Boğazkesen'den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak Löbon Pastahanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak Perapalas yanından Kasımpaşa'ya yani Haliç sahiline çekiliyordu. Yapılan ölçümlerde, Tophane'den dört yol ağzına 980 adım ve buradan Tepebaşı'na kadar 240 ve Kasımpaşa'ya kadar da 906 adım ki, toplam 2156 adımdır ve bu da yaklaşık 3 mil kadar tutmaktadır. Hazırlıklar tamamlandı. Tophane'den ayrılan 50 ila 70 adet arasındaki gemi, 21-22 Nisan gecesinde Kasımpaşa'ya kadar indirildi. Bu olayın doğruluğunu, hem savaşta hazır olan Bizans tarihçileri ve hem de Osmanlı tarihçileri ittifakla açıklamaktadırlar46.
45 Kemalpaşazâde, Tarih-i Feth-i Kostantınıyye, Süleymaniye Kütp. Şehit Ali Paşa, nr. 2720/14, vrk. 217/a; Clot, Fâtih, 63-65; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 141-142; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 487-488, II, 9-11; Ducas, M., İstoria Turca-bizantina (Türk-Bizans Tarihi), Bucarest, 1958; Kritobulos d'Imbros, History of Mehmed the Conqueror, Princeton 1964; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, sh. 86 vd.
46 Kemalpaşazâde, Tarih VII, Süleymaniye Kütp. Fâtih, nr. 4205, vrk. 64/a; Şerafettin Turan neşri, sh. 52-55; Kritovulos, Tarlh-i Sultân Mehmed Hân-ı Sânî, İstanbul 1328, sh. 66; Tâcîzâde Ca'fer Çelebi, Mahrûse-i İstanbul Fetihnamesi, TOEM İlavesi, 1331, sh. 15; Dukas, Türk-Bizans Tarihi, sh. 271; Clot, Fâtih, sh. 52 vd.; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 253-254; Solakzâde, sh. 196; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 138-139; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 479-482; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, 299-303; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 6. Bölüm'dekl basit İddialar. Hemen hemen bütün kaynaklar burada zikredilebilir. Ancak uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz. .-*¦¦¦ - >¦¦¦
Dostları ilə paylaş: |