Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə12/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   83


ZEVCELERİ: 1- Dulkadiroğlu Alîme Hâtûn. 2- Yeni Hâtûn; Amasyalı Mahmûd bey'in kızı. 3- Hüma Hâtûn: Abdullah isimli bir şahsın kızı ve Fâtih'in annesi. Fâtih'in annesinin devşirme olduğu nakledilmektedir. Ancak Müslüman olduğu kesindir ve hele Ortodoks olan Mara Hâtûn ile Fâtih'in üvey annelik dışında alakası yoktur. 4-Tâcünnisâ Hatice Halîme Hâtûn; Candaroğlu İsfendiyar Bey'in kızı. 5-Mara Hâtûn; Çocuksuz ve Ortodoks olarak ölen ve Fâtih'in üvey annesi olan bu kadın, Sırbistan Despotu George Bronkoviç'in kızı. ÇOCUKLARI: 1- Fâtih Sultân Mehmed. 2- Ulu Şehzade Alaaddin Bey. 3- Şehzade Büyük Ahmed. 4- Şehzade İsfendiyar. 5- Şehzade Hüseyin. 6- Şehzade Orhan. 7-Şehzâde Hasan. 8- Şehzade Küçük Ahmed. 9- Yusuf Âdil Şah. 10- Hatice Sultân. 11- Hafsa Sultân. 12- Fatma Sultân. 13- Erhondu Sultân. 14- Şehzade Selçuk Sultân.

Asrındaki büyük devlet adamları arasında, Timur Paşa'nın oğlu Gazi Umur Paşa, Çandarlı-zâde Halil Paşa, devşirmelerden Şihâbüddin Paşa, Damad Karaca Paşa, Zağanos Paşa ve Kasım Paşa'yı; asrının meşhur âlimlerinden Molla Fenari'den sonra müftülük makamına gelen Molla Yegân lakabıyla meşhur Mevlânâ Muhammed, Molla Şemseddin Gürânî, Seyyid Alâ'addin Semerkandî, Hızır Beğ ve Alâ'addin Tûsî'yi; maneviyât erenlerinden Hacı Bayram'ın halifelerinden Ak Bıyık, Muhammediyye müellifi Yazıcızâde, Envâr'ül-Âşıkîn adlı eserin müellifi Ahmed-i Bîcan ve Şeyh Muslıhuddin'i; şâirlerden Hacı İvaz Paşa'nın oğlu Atâyî ve şiirlerinden dolayı idam edilen Nesîmî'yi mutlaka zikretmeliyiz29.

31. Sultân Murâd'm kendisi sağ iken iki defa oğlunu tahta geçirmesinin sebebi nedir? Bir kısım çevrelerin iddia ettiği gibi Manisa'ya eğlenceye mi çekilmiştir? Hacı Bayram-ı Veli'yi sorgulamak için huzuruna çağırdığı ve sorguladığı iddiası doğru mudur?

Sultân Murâd'm hayatını az da olsa bilen bir insan, bu soruya olumlu cevap veremez. Zira 30 yıl boyunca saltanatını büyük bir ciddiyetle, istikametle ve dürüstlükle yürütmüştür. Bunda dost düşman ittifak halindedir. Oğlu Mehmed'i, Çandarlı-zâde Halil

29 Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 95-139; Neşri, Kitâb-ı Cihânnümâ, c. II, sh. 555-681; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 194-246; Ahmed Uğur neşri, sh. 326-417; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 148-150; Solakzâde, sh. 138-188; Kantemir, c. I, sh. 129-147; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 107-126; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 366-451; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 195-268; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh. 13-18; Sağman, Ali Rıza, "Fâtih'in Anası", Resimli Tarih Mecmuası IV, İstanbul 1953, sh. 2312; Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. II, sh. 121-124. ¦.,.¦¦¦-..¦¦¦¦ ^ ¦¦¦¦-.- ¦¦ i.

70

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYEN OSMAN!'

Paşa gibi bir vezir-i a'zam, Şihâbüddin Paşa ve Saruca Paşa gibi komutanlar ve Molla Hüsrev gibi bir Kazaskerle birlikte tahta geçirmiş ve kendisi de Hamza Beğ ve İshak Paşa gibi dostlarıyla birlikte Manisa'ya çekilmişlerdir. Çekilmesinin sebebi, bazı araştırmacıların, bir kısım tarihçilerin kullandığı îş ü nûş tabirlerini içki ve eğlence diye yorumladıkları gibi asla nefsî arzular ve eğlenceler değildir. Belki çekilmesinin sebeplerinden biri maddidir; harp meydanlarında aşırı yorulmuştur. Bir diğer önemli sebep de manevidir; köşesine çekilip ibâdet ve ta'at ile meşgul olma arzusudur ki, tarihçiler bunu açıkça ifade etmişlerdir.

Bize göre bir diğer önemli ve manevî sebep de, İstanbul'un fethi olayıdır. Zira Sultân Murâd, Orhan Gâzî, I. Murâd, Yıldırım Bâyezid ve Çelebi Mehmed devirlerine yetişen ve kurduğu Bayrâmîlik tarikatıyla Anadolu'nun manevî yapısına damgasını vuran Hacı Bayram-ı Veli'nin müridlerinin Anadolu'da alabildiğine çoğalması üzerine, hem vâki şikâyetleri tahkik ve hem de devletin emniyeti açısından yeni bir Şeyh Bedreddin olayının yaşanmaması için tedbir olarak, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini Edirne'ye davet etmiştir. Edirne'ye giderken Muhammediyye müellifi Yazıcızâde'nin de kendisine intisab ettiği Hacı Bayram, II. Murâd ile bir araya gelince, II. Murâd, onun nasıl büyük bir veli olduğunu anlamış, hatta daha sonraki kayıtlardan anlaşıldığına göre, Bayramiyye tarikatı mensuplarına vergi muafiyeti getirmiş ve hakkındaki iddiaların iftira olduğunu anlayarak fazlasıyla hürmet etmiştir.

Bu ziyaret sırasında (bazı araştırmacılar bu ziyaretin saltanatın ilk yıllarında yani 1421-1424 tarihleri arasında gerçekleştiğini zikretmektedirler) veya daha sonra yapılan, II. Murad'ın vefatından kısa bir süre öncesine rastlayan ikinci ziyaretinde, II. Murad'ın İstanbul'un fethi ile alakalı şiddetli arzularını görünce, Hacı Bayram Veli'nin, bu şerefin Ak Şemseddin ile oğlu Mehmed'e nasip olacağını müjdelediği, kaynakların naklettiği olaylardandır. İşte Hacı Bayram gibi maneviyât erenlerinden böyle bir manevî işareti alan II. Murad'ın, bu mutlu haberin gerçekleştiğini görmek ümidiyle, oğlu Mehmed'e saltanatı terketmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Kaynaklar bu menkıbeyi ayrıntılarıyla anlatmaktadırlar30.

32. II. Murad'ın Türkçe'ye ve Türk kültürüne de büyük hizmetleri olduğu söylenmektedir. Bu doğru mudur?

Bütün Osmanlı Padişahları gibi, özellikle II. Murad da, Türkçenin gelişmesi için gayret sarfetmiş bir devlet adamıdır. Mercümek Ahmed'in Kabusnâme tercümesi, II. Murad'ın "Bir kişi Türkçeye tercüme etmiş, ancak açık değil. Bir kişi olsa da bu kitabı açık tercüme etse" sözü üzerine yapılmıştır ve dili bugünkü Türkçeden daha arıdır. Bu arada Yazıcızâde Ali Efendi'nin Tevârih-i Âl-i Selçuk adlı tarihi, Yazıcızâde Mehmed Efendi'nin Muhammediyye'si ve Ahmed-i Bîcan'ın Envâr'ül-Âşıkîn adlı eserleri II. Murad'ın teşvikleriyle ortaya çıkmış eserlerdendir. Kur'ân'ın ilk Türkçe tercümeleri de bu dönem-

30 Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 211-212, 215-216, 217; Ahmed Uğur neşri, sh. 360-362; Solakzâde, sh. 174; Hüseyin Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin, Süleymaniye Kütp. Hacı Mahmûd Bölümü, nr. 4666, vrk. 3/b-5/b; Risâle-i Beşlr Çelebi, Topkapı Sarayı Müzesi Kütp. Hazine, nr. 1783, vrk. 16/a-b; Sarı Abdullah Efendi, Semerât'ül-Fuâd, İstanbul 1288, sh. 143-144; Kantemir, c. I, sh.140, 141, 143; Hacıbayramoğlu, Fuat, Hacı Bayram-ı Veli, Soyu-Yaşamı-Vakfı MI; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 252-256. r, ,ıv ;,

de ciddi olarak baş

"Osmanlı Devleti zamanını şeklinde bir cümle inektedir31.

VII- OSMAf

33. Osmanlı Devleti

Osmanlı Devle şekilde cihan devletfj Devleti'nin fetih pollt bepler, aynı zaman ayrı olarak ele aln özetlemek mümkfl 1) En önemli < kelimetüllah ruhu* nisbetindedir, Kimin I himmeti milleti olal tını milletin hayatın»! kuvvetli bağlar, r sunu teçhiz etme; sürdüremez. Bu / Devleti'nin bir 2 devam ettiren, şu C dim, öldürsem Hüdavendigar "Yi olmuştur. Bu ruh lif j rek bakmış; dalma \ saf kalpli olan ı şey gösterilebilir? H ahiret İnancından 1 rebilir?

Tarih bize j bağlanmış İsek j sizdir. 0 zam bizi hiç bir 2 göstererek I

31 Aksun, £ Şûrası Miinı Tercümesi, H Ahmed, II. I

lANLI

Ifi Molla lishak tır-lije yo-



BİLİNMEYEN OSMANLI

71

de ciddi olarak başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin 700. Yılında bazı devlet adamlarımızın "Osmanlı Devleti zamanında Kur'ân Türkçeye tercüme edilmediği gibi, Kur'ân'ın dağıtılması da yasaktı" şeklinde bir cümle sarfetmesi, bu eserin kaleme alınmasının lüzumunu da teyid etmektedir31. '



VII- OSMANLI DEVLETİ'NİN YÜKSELİŞİ VE FÂTİH SULTÂN MEHMED DEVRİ

33. Osmanlı Devleti'nin yükseliş sebepleri nelerdir?

pa

Ü3İ3-


Osmanlı Devleti'nin yükseliş sebeplerini aynı zamanda fetih politikası ve hızlı bir şekilde cihan devleti olmasının sebeplerinde aramak gerektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti'nin fetih politikası ve küçük bir beyliği kısa zamanda cihan devleti yapan sebepler, aynı zamanda yükseliş sebepleri olarak zikredilebilir. Ancak yine de konuyu, ayrı olarak ele almakta yarar vardır. Osmanlı Devleti'nin yükseliş sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür:

1) En önemli sebep, manevî değerlerine ve İslama olan bağlılıklarıdır. Bunu i'lây-ı kelimetüllah ruhu diye de ifade edebilirsiniz. Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir. Bir ferdin himmeti milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağlar ve şahsî hayatını milletin hayatına tercih ettiren önemli sebepler bulunmalıdır. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerden başkası olamaz. O halde manevî değerleri ile ordusunu teçhiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez. Bu mânâyı târihe bakarak, daha da müşahhas hale getirebiliriz. Osmanlı Devleti'nin bir zamanlar, bütün Avrupa'nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur'ândan alınan şu fikirdir: "Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim" Gerçekten Kosova meydan muharebesine çıkan Murad Hüdavendigar "Yarab beni din yolunda şehid, ahirette said et" demiş ve istediği olmuştur. Bu ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış; daima Avrupa'yı titretmiştir. Size de soruyorum; şu dünyada basit fikirli ve saf kalpli olan genç askerlerin ruhunda öyle ulvi fedakarlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi duygu bu manevî değerlerin yerlerine ikame edilebilir? Allah ve ahiret inancından başka hangi şey, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?

Tarih bize gösteriyor ki, biz Müslüman Türkler, ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz. Ne vakit manevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemi-şizdir. O zaman düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır. Bilesiniz ki, düşman bizi hiç bir zaman açık savaşta yenememiştir. Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir. Bir milletin maddî bataryaları ne kadar mo-

31 Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 125-26; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, 262-263; Başbakan'ın Din Şûrası Münasebetiyle Yaptığı Konuşma, Diyanet Dergisi, Ocak 1999. Mesela bkz. Mustafa Darir bin Yusuf, Yüz Hadis Tercümesi, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Şer'iye Bölümü, nr. 1287/1; Emir Keykavus, Kâbûs-nâme (Tere. Mercimek Ahmed, II. Murad'ın emriyle), neşr. Orhan Saik Gökyay, Ankara 1974. ••¦¦..

72

BİLİNMEYEN OSMANLI



dem silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, manevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur.

Vatana ihanet suçuyla 1821 yılında Patrikhanenin orta kapısı önünde asılmış bulunan İstanbul'daki Fener Patnki Gregorios tarafından Rus Çarı Aleksandr'a yazılan mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır:

"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler, sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevî bağları koparmak, dinî metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır. Osmanlı Devletin'i tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türkler'e bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır."

Sultân Aziz devrinde, İstanbul Rus Elçisi olan General İgnatyef, bu mektubu zikrettikten sonra şunu ilave eder: "Ben vazifedeyken bu teşhisler isabetle tecelli etti". Evet maalesef bu oyunlara gelen Tanzimat gençliği, Rus elçisinin dediği gibi, "millî ananelerin düşmanı ve atalarının papuçları olamayacak bir hale gelmişlerdi'. İbn-i Kemal de, Osmanlı Devleti'nin Gazneliler, Selçuklular ve Harzemîler gibi, Müslüman devletlerle mücadele ederek ve kendi mevlâlarına isyan ederek yükselmediğini, belki tamamen yukarıda anlatılan gaza ruhuyla ve yüksek bir himmetle yükseldiğini misâller vererek açıklamaktadır. Osmanlı Tarihlerinin mukaddimelerinde zikrettikleri bazı menkıbeler de, bu ruhu açıklamak için zikredilmişlerdir.

2) Osmanlı Devleti'ni yükselten sebeplerin ikincisi, Osmanlı Devleti'nin özellikle yükselme dönemlerinde tam bir hukuk devleti olması yani şer'-i şerif ve kanun-ı münifin esas kabul edilmesidir. Gerçekten de, içinde 763 Kanunnâmeyi neşrettiğimiz Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizi inceleyenler göreceklerdir ki, Osmanlı Devleti'nin yükseliş, duraklama, gerileme ve yıkılışını, kanunnamelere bakarak grafikle göstermek mümkündür. Osmanlı Kanunnâmeleri, Fâtih'den itibaren zirvededir. Kanuni devrine kadar, kanun yapma ve kanunu uygulama görevleri ehil ellerdedir. II. Selim'den itibaren durgunluk başlamıştır. III. Murad zamanında durmuştur. Daha sonra ise, önce gerilemiş; sonra da Adâletnâmeler'le örtülemeyecek kadar gedikler açılmıştır. 1700-1800 yılları arası Osmanlı Devleti'nin hukuk devleti olmaktan çıkma tehlikeleri yaşadığı dönemdir. Osmanlı vatandaşı, yükselme döneminde Müslüman olsun gayr-i müslim olsun, tam bir hukuk devleti olduğuna ve ayırım yapılmaksızın adaletin icra edildiğine inanmaktadır. İşte vatandaşı böyle bir inanca sahip devletin yükselmesi mukadderdir. Padişah fermanıyla kira bedellerinin olduğu gibi bırakılması olmaz. Zira Padişahın emriyle nâ-meşrû' olan şey meşru' olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur. Bu hususlarda emr-i şer'-i şerif budur. Bir türlü dahi değildir. Şer'i hükümlere vâkıf iken onları ketmetmek, Kur'ân'daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır" diyen EbÜSSUud'lar; "Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince. Amma çan ve nâkus çalmayalar. Ve kiliselerin alub mescid etmeyem" diyen Fâtihler ve nihayet "Madem ki, onlar ra'iyyetliği kabul etmişler. Dinimiz gereği, onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara cebretmek, dînimize muhâiifdir" diyerek, hem gayr-ı müslimlerin şahsî hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de meşru1 sınırlar içinde kalmak şartıyla din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı anlatan Zenbilli Ali Efendiler, bu izaha çalıştığımız hukuk ve adalet devletinin sacayakları olmuşlardır.

sistemi t aeMa, I De*W i mevSfl- ( kırtıdao yakın ç

Fâtih" •¦;¦ -. vemfi-r-1-ir,!/ :-'t nete' t*

BİLİNMEYEN OSMANLI

73

İÛ-


lEvet

İlle


3) Devletin devam ve bekasına sebep olan para ve askerin mükemmel oluşudur. Osmanlı Devleti'nin yükselmesine sebep olan para, halktan zorla toplanan para değil, memleketin mamur olmasından ortaya çıkan paradır. Bu dönemde, Osmanlı parasının kaynakları tamamen şerT vergiler ve meşru gelir kaynaklarıdır; tekâlîf-i örfiyye neredeyse yok gibidir. Yıldırım Bâyezid, kadıların davacı ve davalılardan aldıkları harçları rüşvet sayarak buna vesile olan kadıları idam etmeye kalkışacak kadar hassastır. Asker ise, ehliyetli ve vasıflıdır. Çünkü tam bir gaza aşkıyla eğitimli askerler yetişmektedir. Kanuni devrine kadar, yeniçerinin adedi en fazla 10-12 bin kadardır. Ama her yerden zafer haberleri gelmektedir. Viyana bozgununda bu sayı 50 binlere ulaşmıştır. Ancak mal toplamaktan başka kayguları yoktur. Bu dediklerimize Yeniçeri Kanunnâmesi en canlı şahittir. En önemlisi de, yükselme döneminde asker siyâsetin ve idarenin içinde değildir.

4) Günümüzde bazı araştırmacıların tenkit ettiği gılmân sistemi yani kapıkulu sistemi de, devletin yükseliş sebeplerinin başında gelmektedir. Zira tarihde çoğu büyük devletler, kendilerine tabi olan aristokrat beylerin isyanlarıyla yıkılmışlardır. Abbasî Devleti kendi elleriyle büyüttükleri aristokrat aileler eliyle; Büyük Selçuklu Devleti mevâlî- olan Harzemiler eliyle yıkılmışlardır. Günümüzde de devletin hanedanlarla sıkıntıda olduğu ortadadır. İşte Osmanlı Devleti, bu sıkıntılardan kurtulmak için, ailesi ve yakın çevresi bulunmayan devşirme ve köle asıllı insanları Enderun denilen özel mektepte bir devlet adamı gibi yetiştirerek onları devletin yükselmesinde istihdam etmiş ve başlangıçta muvaffak da olmuştur.

5) Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemlerinde tam manasıyla hür bir ilmin de ö-nemli etkisi olduğunu ifade etmekte yarar vardır. Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma'rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te'min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür. Abbasî Devleti'nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerinin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misâllerdir. Fâtih Sultân Mehmed'in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih'i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: "Kadılar, şer'î hükümleri icra edeceklerdir. Ancak memleketin nizâmı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir". Bu sebebledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf, ilim adamlarına ise erbâb-ı kalem demişlerdir. Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir. İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şerefidir. Hakk'a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk'dan başkasına tâbi olmaz. Zira hakk'ı tanıyan, hakk'ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakk'ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icabeder. Ebüssuud'un biraz önce zikrettiğimiz ŞU cümleleri bunu aksettirmektedir: "El-Cevab; Olmaz. Padişah'ın emri ile nâmeşru1 olan şey meşru' olmaz. Haram olan nesne helâl olmak yoktur'*!

6) Osmanlı Devleti'ni yükselten sebeplerden birisi de vazifelerin, ister ilmiyede, ister seyfiyede ve isterse de kalemiyede olsun, ehil olanlara verilmesidir. Medeniyetlerin kurulmasında ve yıkılmasında maharet ile salâhatın önemi inkâr edilemez. Tarihe bakıldığında görülecektir ki, bu iki vasfı kendinde birleştiren milletler nice medeniyetler

74

BİLİNMEYEN OSMANLI



BIUNMEYf K C

kurmuşlar ve daima payidar olmuşlardır. Yıkılan bütün medeniyet ve devletlerin altında ise, aranırsa mutlaka bu iki vasıftan birinin veya ikisinin yokluğunun yattığı esefle müşahede olunur. Maharet, kişinin kendi mesleğinde ehil, uzman ve kabiliyetli olmasıdır. Salâhat ise, kişinin din ve ahlâkça yüksek bir seviyeye ulaşmasıdır. Şunu önemle belirtelim ki, salâhat ve maharet birbirinden ayrıdır. Hamiyet, vatanperverlik, sadâkat ve adalet gibi ulvî duygular, salâhatın meyvesidir ve o bahçede yetişir. İş, san'at, kabiliyet ve benzeri hususlar ise, maharet bahçesinden derlenebilen meyvelerdir. Kalb ve vicdanı manevî duygularla bezenmeyen bir insandan hakikî mânâda hamiyet, sadakat ve adalet beklenilemez. Ancak, iş, san'at ve kabiliyet başka şeyler olduğu için, sâlih olmayan bir adam güzel çobanlık yapabilir; ayyaş bir adam ayık olduğu zamanlarda iyi saat tamir edebilir. Yani bu noktada salâhat ayrıdır, maharet ayrı...

Elbette ki, vazifelere yapılan tayinlerde, hem sâlih, hem de mahir olanlar, yânı hamiyetle fazileti birleştiren, kalbi ve fikri münevver olanlar tercih edilecektir. Bu vasıfları beraberce bulunduran insanlar yeterli sayıda değilse, bu takdirde ya maharet ya da salâhat esas alınacaktır. İslâm'a göre ikisini birleştiren bir eleman yoksa, san'at'ta ve işde maharet tercih sebebidir.

Bir kısım İslâm hukukçuları ve tefsirciler tarafından, özellikle idarî yetkiye sahip devlet ricaline hitaben nazil olduğu söylenen Kur'ân'ın şu âyeti, bu konuda çok manidardır:

"Haberiniz olsun ki, Allah sizlere muhakkak şunları emrediyor: Biri emânetleri ehline vermeniz, biri de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hareket etmenizdir. Allah size ne güzel öğüt veriyor. (Her halde bu emirleri tutmalısınız). Zira şüphesiz ki, Allah verdiğiniz kararları işitir ve emânetler hakkında yaptıklarınızı görür".

Hz. Rasûlullah'in (S.A.V.) "Emaneti ehline ver ve sana hainlik edene hıyanetle mukabele etme" hadisi de, bu mânâyı teyid etmektedir.

Osmanlı Devleti'nin yükselme devrini tetkik edenler, neden kısa bir zamanda dünya devleti haline geldiğini ve salâhat ile maharete ne derece riâyet ettiklerini çok iyi bilirler. Rumeli'deki Sırp, Macar ve muhtelif kavimlerin kendi arzuları ile neden Osmanlı hâkimiyetini tercih ettiklerinin sebebini, hakperest ve cesur padişah Yavuz kadar Zenbilli Ali Efendi'de ve Muhteşem Süleyman kadar Osmanlı hukuk âbidesi Ebûssuud'da da aramak icab eder. Devleti haricî münâsebetlerde temsil eden nişancıların, diplomatik ve diplomasi ilminin mütehassısları ve kazaskerlerden titizlikle seçildiğini müşahede edince; Kanuni'nin sadrazamının dilinden bir sadrazamın nasıl olması gerektiğini yine onun kaleme aldığı "Asâfnâme"den ibretle okuyunca ve bakanlar kurulu demek olan Divan-ı Hümâyun'un "hâcegân-ı divan" olmadan toplanmadığını kanunnâmelerden öğrenince, Osmanlı Padişahlarının neden ve nasıl zaferden zafere at koşturduğunu daha iyi anlıyoruz.

Osmanlı Devleti'nin duraklamasında ve gerilemesinde, ehil olmayan insanların göreve getirilişinin yattığını çok iyi idrâk eden Osmanlı Padişahı, vezir-i a'zamına bu hakikati, bir tayin fermanı münâsebetiyle şöyle ifade ediyor:

"Benim Vezirim, Tezkireciiik görevi için, ehliyetli bir kaç adayı düşünerek seçip, bana arzet. Önce kendi devlet adamlarımızı terbiye etmeyip, her birinde türlü türlü uygunsuz tavırlar varken, başkalarını terbiye etmeye yüzümüz kalmıyor. Ben senin kimseye iltimas yapmayacağını biliyorum. Gerek bu çeşit fiillere ve gerek tamah ve rüşvete cesaret edenleri, niçin tarafıma ifade etmezsin? Hep "benden olmasın" diye diye devletimiz bu hale geldi. Bundan sonra vâkıf olduğun kötü hareket her kimden zuhur ederse, tarafıma bildiresin. İşte sana tenbih ediyorum."

7) Bütün bu sebeplerin etkisiyle, yükseliş dönemindeki Osmanlı idaresinde rüşvet,

suiistimal, ı lüklerin c

34. Fâtih)

BU I

Fâtih!


dünyaya s

görü


saltd

başşehri olarak!

buy1

1452'de I



inşa

geçmek ı kendlslnt) 1 harp aletleri I

Planı! için

Ayasofya'dSİ m Notam, 1 Bizanslılar; Edirne'den J başladı. 53 J yazdı, i karadan) gambertıH sesleriyle! ierce im uygulandı t

Fât

Bu işi I eyledi, İsfendiy Trabzon! Kornul



TevkSS

BİLİNMEYEN OSMANLI

75

suiistimal, sefâhet, israf ve gayr-i meşru masraflar, vatandaşa zulüm ve benzeri kötülüklerin olmayışı, Osmanlı Devleti'ni kısa zamanda yükseltmiştir32.



34. Fâtih Sultân Mehmed'i bize kısaca tanıtır mısınız? Çocuklarını ve o-nun zamanında Osmanlı Devleti'nin ulaştığı sınırlan özetler misiniz?

r, yanı


ı sahip

¦i-Mı


Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtun'dan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefat eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tuna'dan Kızılırmak'a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul'u almak ve Hz. Peygamber'in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbul'u almak için Boğaz'a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452'de Boğazkesen Hisarı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım'ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452'de Edirne'ye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452'de Ayasofya'da Katolik ayini yapılması, Sultân'ın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, "Bizans'ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim" diyordu. Bizanslılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem'e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne'den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan'da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih'in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizans'ın Galata ile Saraybumu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Halic'e girmesiyle parçalanmıştı. Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber'in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul'a girdi. Ayasofya'ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin