Alevi İslam iLMİhali


MEAD (ÂHİRETE VE YENİDEN DİRİLMEYE ÎMÂN)



Yüklə 1,97 Mb.
səhifə10/87
tarix21.08.2018
ölçüsü1,97 Mb.
#73751
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   87

MEAD (ÂHİRETE VE YENİDEN DİRİLMEYE ÎMÂN):

Yüce Allâh bütün kâinâtı nasıl ki insana hizmet için yaratmışsa, insanı da kendisine kullukta bulunması için yaratmıştır.

Her canlı, bir misâfirhâne dediğimiz şu dünyâya geldiğinde bir takım merhalelerden geçer; doğar, büyür, olgunlaşır, yaşlanır ve nihâyet ölür. İnsanoğlunun yaşamı ise diğer canlılardan mâhiyet îtibâriyle farklılık arzetmektedir. Kendisine akıl verilmiş olan, peygamberlerle yol gösterilen, kitaplar gönderilerek yolları aydınlatılan bu varlık, hem kendini yaratana, hem de evrendeki canlı cansız tüm varlıklara karşı sorumluluk ve vazîfe yüklenmiştir. Fakat görünen odur ki, her insan vazîfesinin şuurunda olarak bir hayat sürmemektedir. Gerek kendini yoktan var edene, gerek diğer canlı-cansız varlıklara, gerekse hem nefsine hem de hem cinslerine karşı sorumsuzluk örnekleri sergilemekte, zulme varan taşkınlıklar, densizlikler göstermektedir.

İşte; yeryüzündeki bu zulüm ve haksızlıkları esef ve üzüntü ile gören ve izleyen akıl sâhibi insanlar, bir ân için şunu akıllarından geçirmekte ve demektedirler.“Bu dünyada herkesin yaptığı kendine kalacak, kimse yaptığının karşılığını görmeyecekse, o zaman, şu âlemde ne büyük bir adâletsizlik ve başı boşluk vardır(!) Hayat nasıl bu kadar anlamsız ve zâlimden yana olabilir!?..” Evet! Bu esnâda, her hastalığı tedâvi eden tatlı bir ilâhî ses şöylece akla ve kalbe hitâp etmektedir: “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?” [Müminûn (23): 115]



“Sonra siz, bunun ardından (dünya yaşamının sonunda) öleceksiniz. Ve sonra da kıyâmet günü muhakkak diriltileceksiniz.” [Müminûn (23): 15-16]

“Kıyâmet günü adâlet terâzileri kurarız, hiç kimseye en ufak bir şekilde zulmedilmez. Bir hardal tanesi kadar da olsa, yapılanları hesâba çekeriz...” [Enbiyâ (21): 47]

Yeniden dirilmeyle ilgili olarak, insanlardan ve cinlerden, şeytânlaşmış kişilerin, zayıf inançlı kimselerin aklına ve kalbine ektiği; “...biz, çürüyüp, toz-toprak, un-ufak olmuş kemikler olduktan sonra mı tekrar diriltileceğiz?, bu, gerçekleşmeyecek bir hayaldir...” gibi şek, şüphe ve vesveseleri de şânı yüce Rabbimiz olan Allâh;“...onları ilk defâ (yoktan var ederek) yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.” [Yasin (36): 79] buyurarak, yok etmekte, insanın îmânının sağlam ve sarsılmaz bir temele oturmasına, kemâl-i îmâna ermesine hidâyet etmektedir.44[44]

Evet, insan bu îmân ile birlikte, hem aklen, hem kalben mutmain olarak, o yüce Allâh’a hamd ve şükreder, hem de kendi haklarının haksızlardan alınıp kendisine verileceği, bütün zulüm ve haksızlıkların hesabının görüleceği günü iştiyakla bekler. Ayrıca, kâmil bir mümin, Allâh’ın huzûruna zâlim olarak çıkmamak, Peygamberin ve Ehl-i Beyt’inin (s.a.) nûr yüzlerine alnı açık, yüzü ak, başı dik, lekesiz bir sîmâ ile çıkabilmek ve onlara utanç vesilesi olmamak için, temiz, güzel, hayırlarla süslenmiş bir yaşam sürmeye çaba sarfeder.

Rabbimiz, bizleri hesabı kolay görülenlerden, cennet ve cemâli ile müşerref olanlardan eylesin!.45[45]


ADÂLET:

Yüce Allâh’ın, hiç kimseye zulmetmeyeceğine ve akl-ı selîmin, kötü ve şer olarak gördüğü şeyden Allâh’ın münezzeh olduğuna inanmak ve îtikâd etmektir.

Târih içerisinde insanlar üzerinde zulüm düzenleri kuran, terör estiren idâreler ve onların yardakçıları, yandaşları öyle zamanlar olmuş ki; işledikleri her cürüm ve cinâyetleri Allâh’a nisbet etmişlerdir. Tâbiri câiz ise, yanlışlıkları kendileri yapmışlar, faturayı ise Allâh adına kesmişlerdir. Bu durumda ise, hem toplumun îmânı, hem de îmâna dayanan adâlet anlayışı sarsılmış, bunların yerini zulüm ve küfür karanlığı kaplamış, hem de Allâh’ın zâtı ve sıfatları hakkında yersiz ve yakışıksız inançlar oluşarak, bir çok fesat akımları ortalığı sarmıştır.

Bu, Kur’ân’a ve sahîh sünnete uygun olmayan bâtıl itikâdların düzeltilmesi için Ehl-i Beyt İmâmları (a) Adâletin, hem Allâh’ın sıfatları içerisindeki yerini ve önemini, hem de toplumsal yapıdaki yeri ve önemini öncelikli olarak gündeme getirmişler, zâlimlerin, İslâm’ın nurlu yüzünü karartma çabalarını boşa çıkartmışlardır.



Ehl-i Beyt yoluna göre Allâh; Kur’ân’ın apaçık naslarıyla sâbittir ki mutlak âdildir. Bu dünyâda da âhiret yurdunda da kullarına zerre miktârı zulmetmez. Dünya âleminde görülen zulüm ve haksızlıklar, şerler, insanların amellerinin sonucu olup, âhirette mutlak olarak karşılıkları verilecektir.

Ve yine yeryüzünde şer gibi görünen bâzı hâdiseler cereyan etmektedir ki, bunlar, izâfî-nisbî-göreceli bir şer olup, hayır yanları baskındır ve hayır amaçlıdır. Bunların her biri kazâ, kader, cebr, ihtiyâr, hüsün, kubuh gibi kelâmî meselelere dâir olup üzerinde fazlaca durmaya imkânımız müsâit değildir. Ancak, kalbinde vesvese, aklında konu ile ilgili sorunları olanlar, ehil olan kimselerden bu sorunları için tatmîn edici bilgiler talep edebilir, ilgili mûteber eserlere başvurabilirler.46[46]


İMÂMET:

İmâm; Ehl-i Beyt mektebine göre, peygamberlerden sonra, ümmete yol göstermek, onları hidayete irşat etmek amacıyla Allâh’ın emri ile, peygamberler tarafından vasî olarak tayin edilen kimsedir. Özellikle de son peygamber Hz. Muhammed @’in aramızdan ayrılmasından sonra nübüvvet ve risâletle görevlendirme son bulduğundan, bu dînin korunup gelecek nesillere saf ve tertemiz iletilmesi görevi Allâh’ın irâdesi ve peygamberimizin aracılığı ile vasîlerine verilmiş ve onlar ümmetin İmâmlığına tayîn edilmişlerdir. Peygamberimizin sonsuzluğa kanat açmasından sonra ümmetin işlerini çekip çevirecek, Kur’ân-ı Kerîm’in ve hadîs-i şeriflerin zâhirî-bâtınî hakîki manalarını beyân edecek ve onlardan çıkarılan hükümleri tatbîk edecek bir liderin ve liderliğin (İmâmetin) gerekli olduğunu kabul etmek farzdır ve aklen de elzemdir.



İmâmetin gerekliliğini kabul etmek, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizle, biz Ehl-i Beyt mektebi mensupları (Alevî, Şîi, İmâmî, Caferî...) arasında ortak bir inançtır. Şu kadar farkla ki;

Kardeşlerimiz; bu makâma belli şahısları değil, şartları tuttuğu takdirde, tüm Müslüman’ları-sahabîleri (r.a.) lâyık görüyorlar.



Biz; var olan ve inandığımız naslar gereği, bu makama sayıları belli olan, Oniki İmâm @ olarak bilinen zâtları lâyık biliyoruz.

Kardeşlerimiz; bu makamı Kur’ân ve Sünnetin tatbîk edildiği dünyevî yöneticilik ve hilâfetten öte görmüyorlar.



Biz; dünyevî hilâfete ilâveten, bu makâmın sâhiplerinin, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Sünnet’i en iyi anlayıp koruduklarına, Nûr-u Nebîyi taşıdıklarına, Hz. Allâh katında zamanlarının en üstün Velâyet mertebelerinde olduklarına inanıyoruz.

Kardeşlerimiz; İmâmlığa kimin geçeceği ile ilgili Kur’ân’da ve Resûlullâh’ın @ hadislerinde açık bir hüküm olmadığını söylüyorlar.



Biz; bu konuda yeteri kadar nasların, işâretlerin olduğuna inanıyor, bu bilgilerin temel kaynak eserlerde günümüze kadar ulaştığını savunuyoruz.

Elbette ki en doğrusunu Allâh bilir.

İmâmetin en önemli İslâmî farzlardan, hattâ, îmândan sonra ikinci sıradaki farzlardan olduğunu ifâde eden bâzı Ehl-i Sünnet (Sünnî) âlimi kardeşlerimizin görüşleri şöyledir:

“Hilâfet veya İmâmet şerî bir farzdır. Şerîat onu her Müslüman’a vâcip kılar. Bu farz yerine getirilinceye kadar, bütün Müslüman’lar sorumludur.”47[47]

“İmâmet-i Kübrâ, Müslüman’lar üzerinde genel tasarrufa sahip olan makama verilen isimdir. Bu, Peygamber (a.s.) tarafından bize hilâfet yoluyla intikal eden reislik ve başkanlık demektir... Bu itibarla devlet başkanının tayîni en önemli farzlardandır...”48[48]

“Bütün (mezhep) İmâmları, İmâmetin farz olduğu üzerinde ittifâk etmişlerdir. Dînin emirlerini uygulayan, mazlumları zalimlerin elinden kurtarıp haklarını alacak bir İmâm, bütün Müslüman’lar için gereklidir. Binâenaleyh, tüm dünyâda aynı zamanda iki İmâmın Müslüman’ları idâreye kalkışmaları hiç bir zaman câiz değildir...”49[49]

“Din usûlünün dördüncüsü İmâmettir. İmâmet genel bir riyâsettir. Dünyâda din işlerini, peygamber (a) yerine, çekip çeviren kimsenin makâmıdır. İmâmla peygamber arasında vahiyden başka bir fark yoktur. İmâm şerîatın bekçisi, muhâfızıdır. Bu sebeple, İmâmın kötülüklerden münezzeh, temiz, masûm olması îcâp eder. Hiç bir eksikliğinin olmaması gerekir.50[50]

“...İslâmî eserlerde halîfe, sultân, Ulul Emr ve İmâm kavramları hep aynı mânâları, mâhiyeti beyân için kullanılmıştır... İmâm Ebû Muîn En Nesefî: “Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan İmâmı (Ulu’l Emr’i) görmeden bir günün (bile) geçmesi câiz değildir. İmâm, devlet başkanı olan halîfedir. İMÂMETİN HAK OLDUĞUNU KABUL ETMEYEN KİMSE KÂFİR OLUR.. Çünkü dînî hükümlerden bir kısmının farz olması İmâmın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmâmı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.” hükmünü zikreder.” (Yusuf Kerimoğlu: Kelimeler kavramlar: c:1 sh: 87)51[51]

Hz. Peygamberimiz @ buyuruyorlar; ...Her kim boynunda bîat (beyat) olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”52[52]



Ehl-i Beyt mektebi, Oniki İmâm yoluna göre ise, İmâmet makâmı; Kur’ân âyetlerinin işâretiyle, risâlet ağacının solmaz gülü olan Hz. Muhammed @’in ilâhî emirler çerçevesindeki beyân, tavsiye ve tayîni ile ilâhî bir makâm olarak tanıtılmış ve bu makâma lâyık olanların kimler olduğu açıklanmıştır.

Bu makâmın vârisleri olan Ehl-i Beyt İmâmları (Allâh’ın selamı üzerlerine olsun), vahiy hâriç olmak üzere; takvâda, cesârette, güzel ahlakta, ilimde, celâl ve cemâlde, temizlik ve zerâfette, şirk-tuğyân-zulüm ve her türlü günahlardan berî ve uzak olmakla masûmlukta, âdetâ Resûl-ü Ekrem’in (Salât ve selâm O’na ve Âli’ne olsun) birer aynasıdırlar. Ve bu zâtlar, inancımıza göre ONİKİ İMÂM’lar olarak bilinen kişilerdir.



Bu konudaki inanç ve itikâdımızın temelleri olarak kabul ettiğimiz bâzı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler şunlardır:

Yüklə 1,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   87




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin