Allah’i arayan genç



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə5/37
tarix26.04.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#49047
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37

KAPIDAKİ KİMDİR?


Ashabtan Hazreti Cabir bir gün Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in kapısına geldi ve içeri girmek için hazırlandı. Hazreti Cabir kapının üç defa çalınacağını eğer içeriden cevap gelmezse daha fazla ısrar edilmeyeceğini geri dönüp gidileceğini biliyordu. Bu sebeple kapıyı çaldıktan sonra giriş izni istemişti. Peygamberimiz içeriden:

- Kim o? diye sordular. Cabir sadece:

- Benim diye cevap verdi. Cabir’in bu cevabı görgü kurallarına uygun değildi. Bunun için de Peygamberimiz:


  • Ben, Ben, (Yani sen kimsin?) diye karşılık verdi. Sonra da kapıyı açtılar.

Anlaşılan şuydu ki Peygamberimiz Cabir’in kendisini tanıtma cevabını beğenmemişti. Bu davranışlarıyla da kapı çalma adabına dikkat edilmesi gerektiğine işaret ediyorlardı.

REÇETE


Ahmed bir gün okulda ansızın rahatsızlanmıştı. Arkadaşları acil olarak hastaneye kaldırdılar. Doktor, Ahmed’i muayene etti ve hastalığının çok tehlikeli olduğunu ve dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca bolca perhiz verdi ve ilaç alıp kullanması için bir de reçete yazdı. Arkadaşları Ahmed’i evine götürdüler. Bir hafta istirahat edip ilaçları kullanması gerekiyordu. Babası ilaçları almış ve kendisi de bir haftalığına evden ayrılarak çalışmaya gitmişti.

Ahmed bir hafta geçmesine rağmen hiçbir ilacı kullanmadı. Durumu da iyice kötüleşti. Babası eve geldiğinde oğlunun daha kötü olduğunu gördü ve çok üzüldü. Bu sırada arkadaşları da Ahmed’i ziyarete gelmişler ve onlar da üzülmüşlerdi. Çünkü Ahmed hiçbir ilacı kullanmamıştı. İlaçlar başucunda duruyordu. Ahmed’in babası çocuklara bu davranışın yanlış olduğunu anlatmaya başladı.

-Bakın çocuklar! İlaçları kullanmazsanız doktora gitmenizin bir anlamı olmaz. Ahmed, başucunda olduğu halde hiçbir ilacı kullanmamış. Soruyorum size; ilaçları kullanmadan ve perhizleri tutmadan doktorun yazdığı reçetenin faydası olur mu? Reçeteyi alıp bardağa koyup suyunu içseniz, ezberleyip sabah akşam okusanız, altın yaldızla yazdırıp duvara assanız, yine faydası olur mu? Çocuklar hep birlikte:

-Hayır, bu reçetenin hiçbir faydası olmaz, dediler. Ahmed’in babası sözüne devamla:

-Doğru söylediniz. Bakın! Bugün insanların Kur’an-ı Kerim karşısındaki tavrı bundan çok farklı değil. Hayatımızdaki problemlerle ilgili Kur’an eczanesinden alacağımız birçok tatlı ve güzel ilaçlar var. Üstelik bu reçeteyi de Rabbımız sadece biz insanlara göndermiştir. Bizler ise, Kur’an’ı okuyoruz, fakat söylenilenleri yapmıyoruz. Maddi ve manevi hastalıklarımız da bir türlü bitmiyor.

Sizlere birkaç şey daha sorayım; Düşünün ki, delicesine sevdiğiniz birinden gurbette mektup aldınız. Bu mektubu açmadan, okumadan ne kadar zaman dayanabilirsiniz? Bir ömür? Yok, bir yıl? Yok, bir ay? Yok bir hafta? Yok yok, bir gün? O bile çok değil mi? Aldığınız bu mektubu okuduktan sonra evinizin en yüksek yerine assanız ve mektupta sizden istenen şeylerin hiçbirini yapmasanız doğru mu yapmış olursunuz? Mektubu yazan insan size söylediği şeyleri yerine getirip getirmediğinizi sorsa nasıl cevap verir siniz? Biz mektubu her gün okuduk, duvara asıp saygı gösterdik demeniz sizi haklı çıkarır mı? Dedi. Çocuklar :

- Mektubu hemen açıp okurduk. Okuyunca da söylenilenleri yapmaya çalışırdık. Yoksa duvara asmamız ve sadece anlamaksızın okumamız doğru değildir. Dediler. Ahmed’in babası devamla:
Sevdiğinizden aldığınız mektubu açıp okmak için bir gün bile sabredemezken Rabbinizden size gelen Kur’an mesajının ağzını ömrünüz boyunca hiç açmazsanız, Allahımız darılmaz mı? Her gün namazda onlarca kez tekrarladığınız Fâtiha’nın ne dediğinden dahi habersizseniz, Kur’an kırılmaz mı? Dedikten sonra kafasını sallayarak kendi kendine şu cümleleri tekrarladı:

- Rahmet kaynağı Rabbu’l-Âlemîn’in insana ‘tenezzül’ buyurup da ikram ettiği mesajı, sen Ademoğlu ‘tenezzül buyurup’ (!) da “Rabbim bana ne diyor, ne demek istiyor?” diye merak dahi etmezsen, yani hayatın tüm alanlarıyla ilgili hastalıklarına nasıl ve nereden şifa bulursun?

Peygamberimiz Hesap Günü’nde kendisine inananları Allah’a şikâyet edecek. Ve “Ey Rabbim!’ diyecek, ‘Şu benim topluluğum var ya; işte onlar bu Kur’an’ı terkedilmiş bir halde bıraktı!”

(Furkan sûresi, 30. ayet)

Ahmed’in babası tekrar çocuklara dönerek:

-Evet, çocuklar bugün müslümanların Kur’an’ı çok iyi anlaması ve hayatlarında onu rehber edinmeleri gerekir. Çünkü: Kur’an’la insanın buluşması tohumla toprağın buluşması gibidir. Ruhla bedenin buluşması gibidir. Kur’an’ın insana verdiği gıda, düşünen kalbin gıdasıdır: İnsanın karnını doyurmak ona saatlerle sınırlı bir ikramdır, sırtını giydirmek yıllarla sınırlı bir ikramdır, servet ve bilgi vermek ömürle sınırlı bir ikramdır. Fakat, Allah’ın yeryüzündeki konuğu olan insana “indirilmiş” Kur’an sofrası, ebedidir, bitimsiz bir ikramdır.


Beden gıdasız kalırsa, gücünü kaybeder, sonunda yetersiz beslenmeden ölür. Fakat insan, sınırlı bedenini beslediği halde sınırsız ruhunu, yüreğini ve bilincini beslemezse; iman yetmezliğinden ölür. İnsanın mânevî ölümü, gerçek ölümüdür; o artık bir dik sürüngendir: Ömrünü mutfak, yatak, tuvalet ve işyeri arasında geçirmeye mahkûm bir hortumdur. Artık robotlaşan bir hayatı vardır.Makinadanfarksızdır.
İnsanı Kur’an’sız bırakmak, tohumu topraksız, toprağı yağmursuz, bedeni ruhsuz bırakmaktır. Unutmayın ki Ruhu olmayan bedenler yaşayamaz; ölür dedi. Çocuklar verdiği öğütlerden dolayı Ahmed’in babasına teşekkür ederken:

-Ahmed’in hastalığı bize iki şeyi öğretti: Birincisi; Bedeni hastalıklarımız için doktorların verdiği ilaçları mutlaka kullanmalıyız. İkincisi de Kur’an’ın hayatımızdaki önemini daha iyi anladık. Bundan sonra sadece okumayacağız. Anlamak için de gayret edeceğiz ve öğrendiklerimizi de yapmaya çalışacağız. dediler.



MELEĞİN SESİ

Halil, düşünmeyi çok seven, zeki ve dikkatli bir çocuktu. Gördüğü bir olayın veya aklından geçen bir düşüncenin sebeplerini araştırır; çoğu zaman da faydalı ve güzel sonuçlara varırdı.

Bir gün babasına dedi ki:

— Annemin bizim için çalışıp yorulduğunu görünce, bazen çok üzülüyorum. O zaman ona yardım etmek geliyor içimden. Ben de anneme yardım ediyorum. Bazen da onun bana çok ihtiyacı olduğunu bildiğim halde, dışarı çıkıp oynamak istiyorum ve öyle yapıyorum. Annemi çok sevdiğim halde niçin böyle davrandığımı bilemiyorum. Baba?

Babası, Halil'in böyle sorularına alışıktı. Duygu­larını saklamadan onunla açıkça konuştuğu için de, oğlunu çok beğenirdi.

— Bu hal sadece sende değil, herkeste vardır, oğlum, dedi Halil’e.

— Gerçekten mi Baba? Doğrusu buna çok sevindim. Sadece ben böyleyim, diye kendimi suçluyordum. Ama bunun sebebini öğrenmek istiyorum. Bunlar birbirinin zıddı düşünceler değil mi?

— Öyledir elbette. İnsan, gözüyle göremediği, birbirinin zıddı iki varlığın devamlı tesiri altında olduğu için böyle farklı düşünür. Bu varlıklardan biri melek, diğeri şeytandır.

— Melek bize ne yapar. Babacığım?

— Melek bize iyiliği telkin eder. İyi ol! der. Şu iyiliği yap! der. Bizim kötü birşey yapmamızı istemez. Bir kötülük yaparsak, melek buna üzülür.

— Ya şeytan ne yapar?

— O da bize hep kötü şeyler telkin eder. Birşeyleri kırıp dökmemizi, insanları incitmemizi ister. Allah’ın buyruklarına karşı gelmemizi arzu eder. Büyüklerimize karşı geldiğimiz; annemizin, babamızın sözünü dinlemediğimiz zaman sevinir; mutlu olur.

— İyi ama. Babacığım; ben bir iyilik veya kötülük yapmak istediğim zaman içimde "şunu yap!", "Bunu yapma!" diye bir ses duymuyorum ki!

— Meleğin ve şeytanın sesi, bizim sesimize benzemez, oğlum. Onlar doğrudan doğruya bizim düşüncemize tesir ederler. Senin verdiğin örnek üzerinde düşünelim.

"Anneciğim çok yoruluyor. Yardımcısı da yok ki, biraz dinlensin. Kendini bizim için tüketiyor. Ona biraz yardım edeyim!" diye düşündüğün zaman; bil ki, bu düşünce meleğin sesidir. Eğer anneni bu durumda gördüğün halde, kendi kendine:

"Annemin yorulmasından bana ne! Şu anda kimseye yardım edecek halim yok." diyorsan; anla ki, şeytan seni kandırmaya çalışıyor.

Bazan şeytan daha ağır basar ve seni hiç istemediğin şekilde davranmaya zorlar:

"Çalışıyorsa, evi için çalışıyor. Herkes görevini yapıyor. Ne yapalım yoruluyorsa!" diye düşündü­rür. İşte o zaman hemen kendimize gelmeli ve şeytanın tuzağına düşmemeliyiz.

Meleğin ve şeytanın sesini tanıman için sana bir ipucu daha vereyim:

Allah’ın ve Peygamberimizin bizden istediği şeyleri yapmak için bir arzu duyuyorsak, bil ki, bu arzu meleğin tesiri ile içimize doğuyor. Aksi yönde bir istek duyuyorsak, bu da şeytanın telkini ile meydana geliyor ve şeytan bizi dinden, yani iyi ve güzel şeylerden uzaklaştırmak istiyor.

— Meleği ve şeytanı niçin göremiyoruz. Baba! Bana meleği ve şeytanı anlatır mısın?

— Onların yapısı bizimkinden farklı olduğu için göremeyiz. Sana bunları bir başka zaman anlatı­rım. Şimdi işime gitmem gerek, oğlum.

Halil, babasına teşekkür etti. Meleği ve şeytanı düşünmeye başladı. Bize bu kadar söz geçiren bu varlıklar acaba nasıl şeylerdi.


Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin