Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya


BÖLÜM: SAHABÎLİK VE SAHABE İKİ EKOLE GÖRE SAHABENİN TARİFİ



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə19/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   70

1. BÖLÜM: SAHABÎLİK VE SAHABE

İKİ EKOLE GÖRE SAHABENİN TARİFİ

Ehlisünnet'e Göre Sahabe Kimdir?


İbn Hacer, "el-İsâbe" adlı eserinin 1. faslının girişinde "sahabe"-yi şöyle tarif eder: Sahabe, iman etmiş olarak Hz. Peygamber'i (s.a.v) gören ve Müslüman olarak da ölen kimseye denir. Hz. Resulullah'la (s.a.v) görüşüp konuşması, ister uzun, ister kısa süreli olmuş olsun; Resulullah'tan duyduğu sözü rivayet etsin veya etmesin; Peygamber'in (s.a.v) safında müşriklere karşı savaşsın ya da savaşmasın, bu kişiler sahabe kabul edilir. Hatta Allah'ın Resulü'nü sadece bir kez görüp onun meclisinden hiç faydalanmamış veya körlük vb. sebeplerden dolayı onu gözüyle göremeyip sadece huzuruna varmış olsa bile, o kişi "sahabe" sayılır.[197] İbn Hacer, bir başka yerde, "Pek Çoklarının Sahabe Olarak Tanınmasının Ölçü ve Kıstasları" başlığı altında şöyle yazmaktadır: ...İlk başlarda belli bir gelenek vardı; bu gelenek gereği, savaşlarda ordu komutanları sadece sahabe olanlar arasından seçilirdi... Hicretin onuncu yılına varıldığında ise Mekke ve Taifliler arasında Müslüman olmayan ve Hz. Resulullah'la (s.a.v) Vedâ Haccı'na katılmamış bulunan bir tek kişiye rastlamak mümkün değildi. Hz. Resulullah'ın (s.a.v) ömrünün son zamanlarında Medine'de ve Evs'le Hazrec kabileleri arasında Müslüman olmayan hiç kimse kalmamıştı. Peygamber hayatta olduğu sürece bu insanlardan hiçbiri alenen İslâm'

dan çıkmamış ve açıkça küfrünü göstermemişti.[198] Evet, İbn Hacer'de geçen tarif kısaca böyle. "Yüz Elli Uydurma Sahabe" adlı kitabımıza başvuran okuyucular, "sahabe"ye getirilen bu yetersiz ve tutarsız tanımlama ile bu bakış açısı yüzünden, İslâm'ın, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin ve hadislerinin başına neler geldiğini açıkça görebilirler.


Ehlibeyt Ekolü'ne Göre Sahabe Kimdir?


Ehlibeyt Ekolü'ne göre "sahabe"ye getirilen tanım, eski Arapça lügatlerinde bu terimler için yapılan tanımlarla aynıdır. Bunlardan bazısı şöyle:

...Çoğulu sahb, sıhâb, ashab ve sahabe olan "sâhib" kelimesi, Arapça'da dost, arkadaş, sırdaş, kafa dengi ve kendisiyle sıkça görüşüp konuşulan yakın arkadaş anlamlarına gelir ve uzun ve köklü dostlukları ifade etmek için kullanılır; nitekim musahabe, uzun bir süre muaşeret ve sohbet etme



manasını içerir.[199] Kişiler arasında yakın sohbet arkadaşlığı kurulduğunda "sâhib" kelimesi ikinci zamire eklenerek tamamlama oluşturmaktadır. Meselâ Kur'ân-ı Kerim'de de geçen bir örnekte olduğu gibi, "Ya sâhibeyi's- sicn" (ey benim hapis arkadaşlarım) veya "Ashab-u Musa" (Musa'nın arkadaşları) tamlamalarında sâhib ve ashab kelimeleri "sicn" ve "Musa" kelimelerine eklenerek belirtili isim tamlamaları oluşturmaktadır. Aynı şekilde, Resulullah (s.a.a) döneminde de Hz. Peygamber'in sohbet arkadaşlarına "Sâhibü'r-Resul" ve "Ashabü'r-Resul" denilerek tamlama yapılırdı. Ayrıca yine o dönemlerde kullanılan "Ashab-u Biati'ş-Şecere" (bir ağacın altında yapılan Rıdvan biati Ashabı) ve "Ashab-ı Suffe" (Sofa Ehli) isimlerinde de "ashab" kelimesi tamlamanın ek unsuru durumundadır. Binaenaleyh Hz. Resulullah (s.a.a) döneminde salt "sahib" veya "ashab" terimleri söylendiğinde Hz. Peygamber'in dostları ve arkadaşları anlaşılmıyordu; bilakis, daha sonraları, Hilâfet Ekolü'nün mensupları tarafından Hz. Resulullah'ın (s.a.a) arkadaşları için sadece "sahabe", "sahabe" ve "Ashab" kelimeleri kullanılmaya başlanmıştır. Yani sadece Peygamber'in arkadaşlarının "sahabe" olarak adlandırılması ne Kur'ân'dan kaynaklanan bir şeydir, ne de İslâm'dan; bu sadece daha sonra bazı Müslümanlar tarafından belirlenmiş bir ıstılahtır.

Hilâfet Ekolü'nde Sahabeyi Tanıma Yöntemi


Peygamber'in ashabının biyografilerini yazan Hilâfet Ekolü'ne (Ehlisünnet'e) mensup yazarlar, ashabı tanımak ve kimin sahabe olup kimin olmadığını belirtmek için özel bir kural koymuşlardı. Bu cümleden olmak üzere İbn Hacer, el-İsâbe adlı eserinde şöyle yazar: ...Kimin sahabe olduğunun anlaşılması için önderlerin - halifelerin- üstü kapalı olarak belirttikleri kıstaslardan biri de İbn Ebî Şeybe'nin "el-Musannaf" adlı eserinde geçen ve kesinlikle sahih kabul edilen şu rivayettir: "Halifeler arasında, savaşlarda komutanları sadece sahabeler arasından seçmek bir gelenekti -bu, ilk iki halifenin yöntemi ve sünnetiydi- ."[200] Hâlbuki, "kesinlikle sahihtir." diye tanıttıkları bu rivayet, aslında Taberî'yle İbn Asâkir'in  müsnedlerinde kendi senetleri olarak gösterdikleri Seyf b. Ömer, Ebu Osman, Hâlid ve Ubâde'den naklettikleri rivayetteki şu cümledir: ...Komutanlar, sahabe arasından seçilirdi; sahabe arasında böyle önemli bir görevi üstlenecek biri bulunmazsa, sahabe olmayanlar da  seçilebiliyordu.[201] Taberî bir başka rivayette Seyf'ten şöyle nakleder: ...Ömer, savaşın üstesinden gelebilecek birini bulursa, onu komutan olarak atamayı ihmal etmezdi. Sahabe arasından böyle birini bulamadığı zamanlarda ise "tâbiîn" arasından, iyi isim yapmış ve bu özelliğe sahip birini seçerdi. Müslümanlarla mürtetler arasındaki savaşlara katılanların böyle bir göreve seçilme şansı yoktu.[202]

Hilâfet Ekolü'ndeki Sahabeyi Tanıma Yöntemine Eleştiri


Yukarıda bahsi geçen her iki rivayetin de ilk kaynağı, yalancılık ve zındıklıkla suçlanmakta olan Seyf b. Ömer et-Temimî'dir[203]. Seyf, bu kuralı Ebu Osman'dan duyduğunu söylemekte, o da Hâlid ve Ubâde'den naklettiğini belirtmektedir. Halbuki Seyf b. Ömer, rivayetlerinde ondan (Ebu Osman'dan) "Yezid b. Useyd el-Ğassânî" adıyla söz etmektedir ki gerçekte bu isimde bir râvî mevcut olmayıp, bu, tamamen Seyf'in uydurduğu isimlerden biridir![204] Ancak biz burada, söz konusu rivayetin râvîlerini bir kenara bırakıyor ve bu tür rivayetlerin esasen tarihî gerçeklerle de bağdaşmadığını ve bilinen birçok hakikatle zaten çeliştiğini vurgulamak istiyoruz. Zira: Ebu'l-Ferec İsfahânî, el-Ağanî adlı eserinde şöyle yazar:

İmrau'l-Kays, 2. Halife Ömer'in vasıtasıyla Müslüman oldu ve Halife de buna karşılık hemen orada, henüz bir tek rekât namaz dahi kılmamış olan bu adama devlet işinde önemli bir görev verdi.[205] İsfahânî, bu ilginç olayın ayrıntılarını Avf b. Hâriceti'l-Merrî'den şöyle nakleder: Hattab oğlu Ömer'in halife olduğu dönemlerdi; onunla birlikte bir mecliste oturmuştuk. Bu sırada birisi içeriye girdi; başının sağ ve sol taraflarındaki az saçı göze çarpıyordu. Ayakları çıplaktı, öylesine ki ayak parmakları birbirinin tam karşısında ve tabanı vücudunun sağ ve sol yanına dönük durumdaydı. Orada oturanları ite kaka ilerleyerek en öne, Ömer'in bulunduğu yere ulaştı ve halifeliğin geleneğine uygun şekilde onu selâmladı. Ömer kim olduğunu sorduğunda, "Ben Hıristiyan'ım, adım İmrau'l-Kays b. Adıyyi'l-Kelbî'dir." dedi. Ömer onu tanıdı, "Pekalâ, söyle bakalım ne istiyorsun?"

diye sordu. İmrau'l-Kays Müslüman olmak istediğini söyleyince, Ömer İslâm'ı anlattı ve o da kabul ederek Müslüman olduğunu söyledi. Ömer bir mızrak istedi, getirdiler. Mızrağın ucuna bir sancak bağlayarak o adama verdi ve onu Şam yakınlarındaki Kuzâa[206] Müslümanlarının valisi olarak atadığını bildirdi. İmrau'l-Kays, Ömer'in verdiği sancağı alıp o meclisten çıktı, rüzgarda dalgalanan sancağıyla, Kuzâa mıntıkasına doğru yola koyuldu.[207] Aynı şekilde; Alkame b. Elâseti'l-Kelbî'nin mürtet olduktan sonra Ömer tarafından Hurân[208] bölgesine vali olarak atanması olayı da bu

iddiayla tamamen çelişmektedir. İsfahanî'nin el-Ağanî kitabında, Alkame'nin biyografisi bölümünde şöyle kayıtlıdır: Alkame, Hz. Resulullah (s.a.v) döneminde Müslüman oldu; Hz. Peygamber'le görüşüp konuşma şerefine de kavuştu. Ancak, Ebu Bekir'in halifeliği döneminde İslâm'dan çıkarak

mürtet oldu. Ebu Bekir, Hâlid b. Velid'i onu tutuklamakla görevlendirdiyse de Alkame kaçmayı başardı. Alkame'nin da ha sonra geriye dönerek özür dilediği ve tekrar Müslüman olduğu söylenir.[209] İbn Hacer'in el-İsâbe isimli eserinde de şöyle geçer: Alkame, Ömer'in hilâfeti döneminde şarap içince Ömer ona had uyguladı. Bunun üzerine Alkame İslâm dinini bıraktığını söyleyerek Romalılara sığındı. Roma İmparatoru onu sıcak bir şekilde karşılayıp "Sen, Âmir b. Tufeyl'in amca oğlu değil misin?" diye sordu. Bundan pek alınan Alkame "Âmir'- den başkasını tanımıyorsun galiba!" dedi.[210] Daha sonra Âmir'in hatırı için mülteci olarak kabul edilmeyi kendine yediremeyip geri döndü ve Medine'ye gelip tekrar İslâm dinini kabul etti. Alkame açıkça mürtet olduğu hâlde, halife tarafından önemli bir makama atanmıştır. Bir hayli düşündürücü olan ve "Sahabe tamamen adildir ve sahabeden gayrisi da komutanlığa veya resmî bir göreve atanmamıştır." iddiasıyla da açıkça çelişen bu acı vakıa hem İsfahânî, hem de İbn Hâcer tarafından kaydedilen sahih belgeler arasındadır.

İsfahânî olayı şöyle anlatır. ...Hâlid b. Velid'in yakın arkadaşlarından olan Alkame, mürtet olup dinden çıktıktan sonra tekrar Medine'ye dönüp kimselere görünmeden akşam karanlığında camiye girip bir köşeye oturdu. Bir süre sonra Hattab  oğlu Ömer camiye girerek bir köşede oturmakta olan Alkame'ye selâm verdi. Ömer'in Halid'e çok benzemesi, Alkame'yi hataya düşürmüştü. Gecenin karanlığında Ömer'i Halid zannederek onunla - yavaş sesle- konuşmaya başladı. Sohbet koyulaşınca "Ömer seni görevinden azletti mi?" diye sordu. Alkame'nin hatasını fark eden Ömer, daha fazla bilgi alabilmek için Halid'miş gibi davranarak "Evet." dedi. Alkame, "Böyle olacağı belliydi." diyerek, "Seni çekemeyenler vardı, bu onların işi olsa gerek." diye hayıflanınca, Ömer bu fırsatı kaçırmayarak atıldı, "İntikam almak istersem yardımcı olur musun?" Alkame sert bir şekilde itiraz etti: "Neler söylüyorsun sen?

Allah'a sığınırım! Ömer'in üstümüzde hakkı var, o bizim reisimiz! Ona el kaldırmaya hakkımız yok bizim!" Bunun üzerine Ömer –ki Alkame onu halâ Halid zannediyordu- ayağa kalkıp camiyi terk etti. Ertesi gün Ömer'in halkı kabul günüydü. Halit'le Alkame de gelip bir köşeye oturdular. Bir süre sonra Ömer, Alkameye dönerek, "Ne haber Alkame? Halid'e söyleyeceklerini söyledin mi?" diye sordu. Alkame neye uğradığını şaşırmıştı: "Ey Ebu Süleyman! Sen konuştun mu onunla?" dedi tedirginlikle Halid'e. Halid, "Hayır! Seninle görüştüğümüzden bu yana Ömer'le hiç konuşmuş değilim ki!" dedi. Halid kısa bir duraksamadan sonra Alkame'nin kulağına eğilip, "Sen onu daha önce görmüş ve ben zannederek konuşmuş olmayasın?" diye sorunca, Alkame her şeyi anladı, "Evet, vallahi doğru!" diyerek Ömer'e dönüp, "Ey müminlerin emiri, sen benden hayır ve iyilikten başka şey duydun mu hiç?" diye sordu. Ömer onu tasdik ederek, "Doğrudur." dedi ve ekledi: "Huran'ın yönetimini sana vermemi ister misin?" Alkame "Elbette isterim!" deyince halife hemen orada gerekli fermanı hazırlayıp Alkame'yi Huran'a komutan ve vali olarak atadı. Alkame, ömrünün sonuna kadar Huran'da vali ve komutan olarak kaldı ve orada da öldü. İbn Hâcer, bu hadiseyi yukarıdaki şekilde anlattıktan sonra şöyle der: Ömer, Huran'ın yöneticiliğine dair fermanı Alkame'nin eline verdikten sonra, "Senin gibi gerçek taraftarlarımın olması, dünyadaki her şeyden daha değerlidir benim için." dedi. Evet, yukarıdaki hadise, bütün ayrıntılarıyla muteber İslâm kaynaklarından alınmış tarihî gerçeklerden sadece biridir. Buna rağmen Hilâfet Ekolü (Sünnî) uleması sırf rivayetlerine dayanarak Resulullah'ın (s.a.a) sahabesini tanımanın ölçü ve kıstaslarını belir leme yoluna gitmiş ve bu yüzeysel yaklaşımın tabii bir neticesi olarak da Seyf b. Ömer gibi zındıklıkla suçlanan birinin uydurduğu insanları Hz. Resulullah'ın (s.a.a) gerçek sahabelerinden sayma hatasına

düşmekten kurtulamamıştır. Biz burada meseleyi özetle aktardık; daha etraflıca öğrenmek isteyenler, "Yüz Elli Uydurma Sahabe" adlı eserimize başvurabilirler. Kimlere sahabe denilip denilemeyeceği konusunda Ehlisünnet ve Şîa mezhebindeki kıstasları böylece değerlendirdikten sonra, şimdi bu iki mezhebin, "sahabenin adaleti" konusundaki görüşlerini kısaca aktarmaya çalışalım:



Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin