Hz. Nuh'un (a.s) kavmi ona şöyle dedi: Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası olarak görmüyoruz...[181] Ve sizin bize üstünlüğünüzü de gör-müyoruz.3 Bu (Nuh), sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor.[182] Yine Nuh kavmi, Ad ve Semud kavmi resullerine şöyle dediler: Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz.[183] Veya kendi peygamberlerine şöyle dediler: Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir.[184] Yüce Allah peygamberlerinin, onların bu itiraz ve saygısızlıkları karşısındaki cevaplarını şöyle nakletmektedir: Resulleri onlara şöyle dediler: "Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz; ancak Allah kullarından dilediğine minnet edip (lütufta bulunur)."[185]
3- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Döneminde
İbn Hacer el-İsâbe adlı kitabında Hâricîlerin temelini atan "Zulhuveysara'nın Hayatı" bölümünde Enes'ten şöyle nakleder: Resulullah'ın (s.a.a) döneminde Allah'a ibadet ve itaati hepimizi hayrete düşüren Zulhuveysara adında bir adam vardı. Biz onun bu hâlini Resulullah'a (s.a.a) söylediğimizde, Hz. Peygamber onu tanımadı. Belirtilerini söylediğimizde yine onu tanımadı! Tam o sırada o adam yanımıza geldi. Biz Resulullah'a (s.a.a), "İşte o adam budur." dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Sizin bahsettiğiniz bu adam şeytan yüzlü birisidir." buyurdu! Zulhuveysara gelip Resulullah (s.a.a) ve ashabın karşısında durdu. Ama Resulullah'a selâm vermedi! Resulullah (s.a.a) ona, "Allah için söylesene; buraya geldiğinde içinden, "Bunların arasında benden daha üstünü yoktur." Demedin mi?! Adam, "Evet, geçirdim ya Resulullah!" dedi ve daha sonra hemen giderek namaza durdu. Resulullah (s.a.a) ashabına, "Aranızda bunu öldürmeye hazır olan var mı?" diye sordu… Hadisin sonunda Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu geçer: Eğer o (Zulhuveysara) öldürülseydi, ümmetim arasında hatta iki kişi bile ihtilâf etmezdi.[186]
4- Asrımızda
Suudi Arabistanlı aydın (!) adam, "Muhammed de benim gibi bir insandı ve şimdi ölmüştür." dedi! Bu adamın bu sözünün de geçmiştekilerinki gibi kibir ve kendini beğenmişlikten kaynaklandığı apaçık ortadadır. Yukarıda Geçenlerin Özeti: İblis, Allah'ın peygamberini ve seçkin kulunu kendinden üstün saymadığı için ona secde etmedi ve "O, bir beşerdir." dedi. Nuh, Ad ve Semud kavimleri de peygamberlerini kendilerinden üstün saymıyor ve onlara, "Siz de bizim gibi bir beşersiniz (aramızda herhangi bir fark yoktur)" diyorlardı. Yine, Hâricîlerin temelini atan Zulhuveysara, aralarında Resulullah'ın (s.a.a) da bulunduğu bir gruba, "Sizden hiçbiriniz benden üstün değilsiniz." dedi. Günümüzde de aynı şey söz konusudur. Dolayısıyla, Allah'ın seçkin kullarına hakaret etmek, onları küçük saymak ve sözlerine boyun eğmemenin ilk sebebi kibir ve kendini üstün görmektir.
İhtilafların İkinci Ana Sebebi
Asırlar boyunca İslâm ümmeti arasında meydana gelen ihtilâfların ikinci gerçek ve ana sebebi, hâkim güçlerin, altın ve kudret tanrılarının şehvet ve fesatla dolu hayatlarının insanlığın öncüleri olan peygamberlerin ve Allah'ın seçkin kullarının hayatlarıyla uyum içerisinde olduğunu ve bunların birbiriyle çelişmediğini göstermeye ihtiyaç duymalarıdır! Bu iki sebebin sonuçlarından biri, bazı Kur'ân ayetlerinin, Resulullah'ın (s.a.a) ve Allah'ın seçkin kullarının günah işlediklerini gösterecek şekilde tevil edilmesi, diğeri ise yine o yüce zatların günah işlediklerini ve nefsânî şehvetlere daldıklarını gösteren rivayetlerin uydurulmasıydı. Bu hedefe ulaşmak için bazen de İsrailiyat denen Yahudi düzmecelerinden yararlanıyorlardı. Hz. Davud ve komutanı Urya'nın eşi hakkındaki çirkin düzmece[187] ve peygamberler hakkında rivayet edilen benzer birçok uydurma ve iğrenç kıssalar buna örnektir. Daha önce peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında uydurulan bu tip iğrenç kıssalardan bazılarını sizlere nakletmiştik. Bu doğrultuda, yani peygamberlerin ve Allah'ın seçkin kullarının diğer insanlardan hiçbir açıdan üstün olmayıp diğerleriyle eşit olduklarını vurgularken, Hz. İsa'nın (a.s) Allah'ın izniyle yarattığı kuş gibi peygamberlerin mucizeleri olduğunu gösteren apaçık ayetleri kendi isteklerine göre tefsir ve tevil ettiler.
Yine peygamberlerin ve Allah'ın seçkin kullarının diğer insanlardan her hangi bir üstünlüğünün olmadığını gösteren rivayetler uydurdular. Mezkur etkenlerden kaynaklanan bu gibi hadislerin ve ayetlerin tevili karşısında, hadis, tefsir, tarih vs. kitaplarında Allah'ın seçkin kulları için birtakım eşsiz özellikler sayan hadislerle de karşılaşmaktayız ki, bazı Müslümanlar da bunlara inanmış ve Kur'ân ayetlerini bu hadislere dayanarak tefsir ve tevil etmiştir. Sonuçta bu grup diğer grubun algılamalarıyla tamamen çelişen Allah'ın sıfatları, peygamberlerinin özellikleri, arş, kürsü ve diğer İslâm öğretileri hakkında özel bir düşünceye sahip olmuş ve her grup kendi düşüncelerine inanarak muhaliflerini tekfir etmeğe kalkışmıştır. Asırlar boyu İslâm ümmeti arasında baş gösteren tefrika ve ihtilâflar işte buralardan kaynaklanmıştır; Allah'ın izniyle biz burada bu hastalığı tedavi etmenin yolunu beyan etmeğe çalışacağız.
ÖZET
Yüce Allah insanlar için düzen olarak fıtratlarıyla uyum içerisinde olan İslâm'ı seçmiş ve onları peygamberleri aracılığıyla bu dine sarılmaya yönlendirmiştir. Bir peygamber ölünce ümmeti onun dinini değiştirdiğinden, yüce Allah başka bir peygamber göndererek dinini yenilemiştir. Nihayet yüce Allah'ın yüce hikmeti, dinlerini son Peygamber'inin (s.a.a) diniyle sona erdirmeyi gerektirmiştir. Yüce Allah, Kur'ân'ı her türlü felaket, fazlalık ve noksanlıktan koruyarak böylece İslâm dininin temel ilkelerini her zaman için kendi koruması altına almış ve onun hükümlerinin ve detaylarının açıklamasını ise Peygamber'inin (s.a.a) sünnetine bırakmıştır. Ama sünneti Kur'ân gibi her türlü fazlalık ve noksanlıktan ve Peygamber'in hadislerini rivayet edenleri yanılgıdan, unutkanlıktan, kâtipleri ise hata, yanlışlık ve sapmadan korumamıştır. Resulullah'ın (s.a.a) sünneti tam on dört asır boyunca buna şahit olmuş ve bu uzun müddet boyunca aralarında birbirleriyle çelişen, mücmeli ve mufassalı, âmm [umumî] ve hâssı [hususî] bulunan birçok hadis (Resulullah'ın (s.a.a) sireti ve hadisleri) Müslümanlar arasında elden ele gezmiş ve onların rivayetinde daha önce işaret ettiğimiz dış etkenler etkili olmuştur. Sonuçta, müçtehitlerin içtihadında, İslâm öğretilerinin çeşitli bölümlerinde, ahkam ve kurallarında, kendi özel içtihatlarıyla birlikte bazı rivayetleri diğer bazılarına tercih etmede farklı görüşler ortaya çıkmış; her biri kendi görüşünde direnmiş ve taassup göstermiştir. Nihayet, her fırka İslâm'ı algılayış biçimine göre müteşâbih ayetleri tevil etmiş ve buna dayanarak muhkem ayetleri tefsir etmiştir! Böylece, Müslümanlar çeşitli fırka ve mezheplere bölünmüş, geçen uzun asırlar boyu bazı Müslümanlar birbirlerini küfürle suçlamış ve kendileriyle farklı görüşlere sahip olanları ortadan kaldırmaya çalışmışlardır!
O hâlde tefrika yaratan bu etkenler ve Müslümanların arasında önceki sayfalarda örneklerine değindiğimiz ihtilâflı meseleler varken, Müslümanların sözlerinin bir olması ve birleşmeleri nasıl mümkün olabilir? Hayır, Müslümanlar ciddi bir araştırmaya girişmeden, seleflerini taklit etmeye devam ettikleri müddetçe fırkaların birbirlerine yaklaşması ve birleşmesi mümkün olmayacaktır. Tüm İslâm fırkaları, İslâm, Kur'ân ve hadislerin tevili konusundaki algılarını rahatlıkla ve çekinmeden; ama kardeşlik bağlarına da zarar vermeden, sırf Allah rızası için, sağlam bir ilmî çerçevede, hak ve doğru bildiklerini ortaya koyma amacıyla, saygı çerçevesinde, ırçınlıklardan, inat ve küfürden uzak bir şekilde açıklarsa, ancak o zaman birbirlerine yaklaşabilir. Evet, bârikay-ı hakikat (hakikatin nuru), tesâdum-i efkârdan (fikirlerin çarpışmasından, fikir alış verişin-den) doğar. Böyle mukaddes bir hedefe ulaşmanın en doğru yolu, İslâm bilginlerinin bu tür meseleleri salt ilmî metotlara dayanarak tartışmaları, elde ettikleri araştırma sonuçlarının ciddi ve tarafsız bir şekilde incelenmesi için Kahire'deki el-Ehzer Üniversitesi'ne, Medine-i Münevvere'deki İslâm Üniversitesi'ne, Mekke-i Mükerremedeki İslâm Kongresi'ne veya Necef-i Eşref, Kum, Horasan, Karye-van ve Zeytuniye'deki üniversitelere ve ilmî merkezlere sunmaları ve bu merkezlerin de incelemelerin sonuçlarını, herhangi bir tahrif ve tasarrufa uğratmadan sırf Allah rızası için başkalarının görüşlerini bilmek isteyen Müslümanlara yayınlamasıdır. Böylelikle herkes bir diğerinin görüşünden en sağlıklı biçimde haberdar olur, aklını ve vicdanını hâkim kılarak ya ikna olup kabul eder ya da Müslüman kardeşinin görüşünü mazur görür. Böylece, Müslümanların, birbirlerinin görüşlerini anlamaları ve birbirlerine yaklaşmaları kolaylaşır ve dağınık çalışmalarını kendi hayırları ve çıkarları doğrultusunda birleştirebilirler.[188] Bu hedefe ulaşmak için ilk önce İslâm dininin kaynaklarını, Müslümanların bunlardan nasıl yararlandıklarını ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine nasıl ulaştıklarını incelememiz gerekir. Ben Allah'ın yardımıyla bu hedefe ulaşmak için aşağıdaki metotla bu kitabın telifine başladım.
Dostları ilə paylaş: |