Dönemin kübik gövde üzerine kubbeli türbelerinde iki grup göze çarpar. İlki basit, kare plan üzerinde yükselen kübik gövde ve örtüyü teşkil eden kubbeden ibarettir. Çivril- Emirhisar Köyü Türbesi (XIV. yy.), Sandıklı-Menteş Köyü Türbesi (XIV. yy.) ve Sandıklı Muradin Türbesi (XIV. yy.) bu gruba girer. Her üç örnekte de kubbeye Türk üçgenleriyle geçilmektedir.
İkinci alt grupta, kübik gövdeli yapının ana cephesi, dışa taşkın anıtsal bir sağır sivri kemer biçiminde düzenlenmiştir. Sığ bir eyvana benzeyen bu kemer, Ayda Arel’in de vurguladığı gibi Türkistan’daki yapıların “piştâk”larını hatırlatmaktadır. Bu gruptan Altıntaş- Işıklar Köyü I no’lu türbe (XIV. yy.) de kubbeye Türk üçgenleriyle geçilirken; aynı yüzyıldan Kula Süleyman Şah Türbesi’nde geçiş elemanı olarak basit tromplar kullanılmıştır (Res. 8). Sözünü ettiğimiz cephe uygulaması, Batı Anadolu Beylikleri sahasında ve bilhassa Germiyanlı ve Saruhanlı sahalarında dikkati çekmektedir. Menteşe Beyliği bölgesinden Balat İlyas Bey Câmii’nin (M. 1404) cephe düzeninde de aynı kompozisyonun izlerini buluyoruz.
Afyon’daki Garipler (Süleyman Şah?) Türbesi (XIV. yy.); Anadolu’da XIV. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan baldaken tarzı mezar anıtlarının Germiyanlı saha
sındaki tek örneğidir. Kare baldaken biçimindeki yapıda, ayakları birbirine bağlayan sivri kemerler kubbeyi taşımaktadır.
Yukarıda tipolojik açıdan ele aldığımız türbelerden sadece Tavşanlı Dede Balı Türbesi’nde oturmalık kısmı tespit edilebilmektedir. Aynı türbenin kriptasının da olduğu ileri sürülmüştür. Fakat bugünkü hâliyle bunu doğrulayabilmek güçtür. Diğer türbelerin hiçbirinde kriptaya dair bir ize rastlanılamamıştır.
Germiyanoğulları zamanında yaptırılan Sandıklı Büyük Hamam, Sandıklı Küçük Hamam, Uşak Eski Hamam ve Kula Sungur Bey Hamamı zaman içinde yıkılıp ortadan kalkmışlardır. Harap bir vaziyette günümüze gelebilen, II. Yakub Bey Külliyesi yakınındaki Kütahya Yeni Hamam’da, Kütahya Müzesi tarafından son birkaç yıldır kazıya girişilmiştir. Buna mukabil Kütahya Saray Hamamı (XIV. yy.), Kütahya Kemer Hamamı (XV. yy. başları), Kütahya Küçük Hamam (XIV. yy. sonu- XV. yy. ilk çeyreği) ve Simav Babuk Bey Hamamı (XV. yy. ilk çeyreği) ayakta kalabilmiştir.
Bu hamamlardan Kütahya Saray Hamamı ve Simav Babuk Bey Hamamı “özel hamam” ya da “konak hamamı” denilen tarzda yapılardır. Halk hamamı konumundaki Kemer Hamamı, “çifte hamam” düzeninde inşa edilmiştir. Germiyanlı Devri’nde tek kısımdan ibaret olan Küçük Hamam; XV. yüzyıl içerisinde ama Osmanlılar zamanında çifte hamam hâline getirilmiştir. Küçük Hamam ve Kemer Hamamı son zamanlarda tâdilât görmüştür.
Plan ve boyutları dolayısıyla özel hamam niteliğinde görünen yapılardan Kütahya Saray Hamamı; enine dikdörtgen planlı soğukluğun batısındaki, köşeleri pahlı kare planlı sıcaklık ile, sıcaklıktan bağımsız, doğrudan doğruya soğukluğa açılan iki hücreden meydana gelir (Şek. 6). Simav Babuk Bey Hamamı’nda ise; giriş holünün iki yanındaki kare planlı birer oda ve holün doğusundaki enine dikdörtgen planlı, iki kubbeyle örtülü sıcaklık söz konusudur. Her iki yapının da soyunmalıkları orijinal değildir.
Halk hamamı karakterindeki Kemer Hamamı, plan bakımından birbirine benzeyen, kadınlar ve erkeklere tahsis edilmiş iki bölümden oluşmaktadır. Her iki bölümün kârgir soyunmalık ve soğukluk mekanları, yol genişletme bahanesiyle yıktırılmıştır. Hamamın iki bölümü de “dört eyvanlı-köşe hücreli” tipte yapılmıştır.
Kütahya’daki Küçük Hamam, M. 1484 tarihli bir vakfiye kaydına göre, sonradan çifte hamama dönüştürülmüştür. Osmanlı devrinde bu amaçla yapılan ilaveler sırasında, ilk kısımda bazı tâdilâtlar yapıldığını ve özellikle geçiş sistemi ile kubbelerin elden geçirildiğini düşünüyoruz. Küçük Hamam, önündeki kare planlı, tek kubbeli, anıtsal soyunmalık mekanıyla çok dikkati çeker (Res. 9). Tromplarla geçilen yüksek kubbeye sahip soyunmalığın gerisinde soğukluk, sıcaklık ve buna açılan halvet hücreleri bulunmaktadır. Sıcaklığın şeması, münferit diyebileceğimiz bir plan ortaya koymakla birlikte; Semavi Eyice’nin “kare bir sıcaklık etrafında sıralanan halvet höcreli” olarak tanımladığı tipe dâhil edilebilir.
Bilindiği gibi Selçuklu Türkiyesi’nde ana yollar, anıtsal kervansaraylar ile güvenli ve işlek hâle getirilmişti. Diğer beylikler gibi Germiyanoğulları da, bir yandan Selçuklu kervansaraylarından yararlanmışlar; diğer taraftan bu yolların kendi topraklarındaki uzantılarında yeni hanlar yapmışlardır. Germiyanlı Devri’nde yapılan Kula Sungur Bey Kervansarayı (M. 1356-57), Simav Babuk Bey Hanı ve Kütahya-Aslanapa arasındaki Gelinkayası Hanı ortadan kalkmıştır. Mevcut hanlar; Kütahya-Afyon güzergâhında sıralanan Yeniceköy Hanı, Çakırsaz Hanı ve Eğret Hanı ile Eşme-Ulubey arasındaki İnay Hanı’dır. Bu yapıların dördü de avlusuz tiptedir. Plan bakımından üç sahanlı bazilikal bir şema arz edreler (Şek. 7) Ayaklara binen kemerlerle sınırlanmış, derinlemesine doğrultudaki sahanlardan ortadaki, diğerlerinden geniş ve yüksek tutulmuştur. Tonozlar takviye kemerleriyle pekiştirilmiştir. Bu hanlar, Selçuklu Devri’nde gördüğümüz donanıma sahip değildirler. Bununla birlikte Çakırsaz Hanı ve İnay Hanı’nda ocak nişi bulunmaktadır. Yeniceköy Hanı ise, yanındaki çeşme ve mescidiyle, iddiasız bir menzil külliyesi görünümündedir.
Germiyanoğulları, kendi idarelerindeki şehir ve kasabaların Bizans Devri’nden kalmış kalelerini tamir ve ekler yaparak kullanmışlardır. Bu arada Sandıklı Kalesi tümüyle Germiyanlı eseri gibi görünüyor. Fakat kaleden geriye bir sur parçası ile kitâbe kalmıştır. Kitâbesine göre I. Yakub Bey zamanında, M. 1324 yılında yaptırılmıştır. Beyliğ’in merkezi olan Kütahya Kalesi’nin anıtsal surları fikir verecek kadar ayaktadır. Kale’nin yukarı kale bölümü esas itibariyle Bizans yapısıdır. Yuvarlak kulelerle desteklenmiş, almaşık duvar teknikli yukarı
kale M. VII.-XII. yüzyıllar arasındaki inşa ve onarımlarla oluşmuştur. Yukarı kaledeki “iç kale” ve içindeki sarnıç ile köşeli kulelere sahip aşağı kale bölümü Germiyanlılardan kalmıştır. Bu bölümün duvarları, Bizans surlarından farklı olarak moloz taşlarla yapılmıştır.
Germiyanoğulları Devri’nden sadece iki mimarın adını biliyoruz. Bunlar Sandıklı Ulu Câmii’ni yapan Aydemir bin Abdullah ve Sandıklı Kalesi’nin mimarı Çoban’dır.
Bu dönem yapılarında inşa tekniği açısından moloz veya kesme taş işçilikli duvar örgüsünün yanı sıra, Bizans mimarisi kaynaklı almaşık duvar tekniğine yer verilmiştir. Devşirme malzeme diğer yapılarda da kullanılmakla birlikte, özellikle türbelerde yoğun biçimde tercih edilmiştir.
Belirgin bir sadeliğin izlendiği Germiyanlı eserlerinin cephe, eyvan cepheleri, kemerler ve taçkapılarında çeşitli biçimlerdeki silmeler ve kabaralarla plâstik etki yaratılmaya çalışılmıştır. Yan cepheler ve iç duvar yüzeylerinde süslemeye yer vermekten kaçınılmış gibidir. Bu bakımdan yapıların zaman zaman onarıldıklarını unutmamak gerekir. Belki de binaların içindeki ürkütücü sadeliğin sebebi budur. Bu genel tespitle beraber bazı yapılarda üzerinde durulabilecek süslemeler bulabiliyoruz. Bunlardan İshak Fakih minaresinde plâstik karakterli arkat ve geometrik motifler kullanılmıştır. Kütahya Kurşunlu Câmii’nin minaresinde, şerefe altında yer yer sırlı tuğlalar göze çarpmaktadır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere bakılırsa, eskiden Simav Babuk Bey Câmii minaresi, Sivas Ulu Câmii’nin minaresine benziyordu. Belki de onun gibi tuğla ve çini işçiliğine sahipti. Vâcidiye Medresesi içindeki sanduka, II. Yakub Bey türbesi’nde zemin ve sanduka ile İshak Fakih’in kendi câmisinde yer alan sandukası çinilerle kaplıydı. Vâcidiye’deki çiniler yok olmuş, İshak Fakih’in mezarındakiler ise büyük ölçüde yenilenmiştir. II. Yakub Bey Türbesi’nde bir bölümü orijinal olmak üzere tek renk sırlı ve renkli sır tekniğinde çiniler vardır. Renkli sır teknikli çini uygulamada Osmanlı sahasındaki gelişmelerin etkili olduğu kanısındayız.
Sonuç olarak denilebilir ki; Germiyanoğulları Beyliği’nin mimarlık eserlerinde; Anadolu Selçuklu geleneğine bağlı plan ve form anlayışının yanı sıra, XIV. yüzyıldan itibaren Batı Anadolu’da gözlenen yeni arayış ve denemelerle karşılaşılmaktadır. Süslemedeki fakirleşme eğilimi, yoğun biçimde devşirme malzeme tercihiyle birlikte düşünüldüğünde, Beyliğ’in ekonomik gücüyle ilişkilendirilebilir.
ACUN, H., “Manisa’daki Türbe Mimarisi”, Belleten, C. XLIX, Sayı: 195 (1985), Ankara. 1986, s. 479-501.
Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, C. II, Çev.: Tahsin Yazıcı, İstanbul. 1960.
AKDAĞ, M., Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. II, İstanbul. 1974.
AKIN, H., Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara. 1968 (2).
AKOK, M., “Uşak Ulu Câmii”, Vakıflar Dergisi, Sayı: III, Ankara. 1956, s. 69-72.
ALTUN, A., “Kütahya’nın Türk Devri Mimarisi- Bir Deneme”, Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan: Kütahya, İstanbul. 1981-82, s. 171-700.
ANONİM, Kütahya İl İmar Komisyonu Raporu, Ankara. 1960.
AREL (DOĞAY), A., 14. Yüzyılda Anadolu Türkmen Beylikleri Mimarisi, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul. 1967.
AREL, A., “Architecture and the Turkmene Emirates of the Aegean Area: A General Appraisal”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi (23-27 Eylül 1991, İstanbul), Bildiriler, C. I, Ankara. 1995, s. 163-172.
ARIK, M. O., “Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia), Sayı: XI (1967), Ankara. 1969, s. 57-100.
ARIK, M. O., “Turkish Architectue in Asia Minor in the Period of the Turkish Emirates”, The Art and Architecture of Turkey, Edit. by.: E. Akurgal, Oxford. 1980, p. 111-136.
ASLANAPA, O., Osmanlılar Devri’nde Kütahya Çinileri, İstanbul. 1949.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı, İstanbul. 1984.
Âşıkpaşaoğlu Ahmed âşıkî, Tevârih-i Âl-i Osman, Düz.: N. Atsız, İstanbul. 1947.
AYVERDİ, E. H., Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve Sultan II. Murad Devri, C. II, İstanbul. 1972.
BAKIRER, Ö., Onüç ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrapları, Ankara. 1976.
BAŞ, A., Beylikler Dönemi Hanları, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya. 1989.
BAŞ, A., “Beylikler Devri Hanlarında Uygulanan Plan Şemaları”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi (23-27 Eylül 1991, İstanbul), Bildiriler, C. I, Ankara. 1995, s. 275-288.
BAYKARA, T., Denizli Tarihi, İkinci Kısım (1070-1429), İstanbul. 1969.
BİLGİN, İ., “Selçuklular ve Beylikler Devri’ne Ait Yayınlanmamış Üç Kitabe”, Vakıflar Dergisi, Sayı: XIX, Ankara. 1985, s. 267-270.
BOZER, R., Kula’da Türk Mimarisi, Ankara. 1991.
CAHEN, Cl., “Les Principautés Turcomanes au Début du XIVé. Siécle d’Apres Pachymer et Grégoras”, İ. Ü. Ed. Fak. Tarih Dergisi (Uzunçarşılı Hatıra Sayısı), Sayı: 32, İstanbul. 1979, s. 111-116.
Das Vilayetname des Hadschim Sultan, Haz.: R. Tschudi, Berlin. 1914.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, C. IX, İstanbul. 1935.
EYİCE, S., “İznik’te Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, İ. Ü. Ed. Fak. Tarih Dergisi, C.: XI, Sayı: 15 (1960), İstanbul. 1960, s. 99-120.
EYİCE, S., “İlk Osmanlı Devrinin Dinî- İçtimâî Bir Müessesesi: Zâviyeler ve Zâviyeli Câmiler”, İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 23, Sayı: 1-2, İstanbul. 1962, s. 3-80.
FOSS, C., “1984 Yılı Kocaeli ve Kütahya Ortaçağ Kaleleri Araştırması”, III. Araştırma Sonuçları Toplantısı (20-24 Mayıs 1985, Ankara), Ankara. 1986, s. 137-141.
GÜNER, H., Kütahya Câmileri, Kütahya. 1964.
KIZILTAN, A., Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler (XIV. Yüzyıl Sonuna Kadar), İstanbul. 1958.
MELIKOFF, I., “Germiyan- Oghullari”, EI, T. II, Paris. 1965, p. 1012-1013.
ÖNEY, G., Türk Çini Sanatı, İstanbul. 1976.
ÖNEY, G., Beylikler Devri Sanatı, XIV-XV. Yüzyıl (1300-1453), Ankara. 1989.
ÖNGE, Y., Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara. 1995.
ÖNKAL, H., Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara. 1996.
SEVGEN, N., Anadolu Kaleleri, C. I, Ankara. 1959.
SÖNMEZ, Z., Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara. 1989.
SÖZEN, M., Anadolu Medreseleri, Selçuklu ve Beylikler Devri, C. II, İstanbul. 1972.
ŞAHİN, F., “Kütahya’da Çinili Eserler”, Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan: Kütahya, İstanbul. 1981-82, s. 111-170.
Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, Haz.: M. M. Koman, Konya. 1946.
TAESCHNER, F., Al-Umari’s Bericht Über Anatolien in Seinem Werke Masalik al-Absar fî Mamalik al-Amsar, T. I, Leipzig. 1929.
TOKER, T., Denizli Tarihi, Denizli. 1967-68.
TURAN, O., Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ankara. 1965.
UYSAL, A. O., Germiyanoğulları Beyliğinin Mimarî Eserleri, C. I-II, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Estitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara. 1990.
UYSAL, A. O., “Germiyanoğulları Beyliği Dönemi Türbeleri”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi (23-27 Eylül 1991, İstanbul), Bildiriler, C. III, Ankara. 1995, s. 397-412.
UYSAL, A. O., “Germiyanoğulları-Osmanlı İlişkilerinin Sanattaki Yansıması”, Celal Esad Arseven Anısına Sanat Tarihi Semineri Bildirileri (7-10 Mart 1994, İstanbul), İstanbul. 2000, s. 350-360.
UZLUK, F. N., “Germiyan Oğlu Yakub II Bey’in Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, Sayı: VIII, Ankara. 1969, s. 71-111.
UZUNÇARŞILI, İ. H., Kütahya Şehri, İstanbul. 1932.
UZUNÇARŞILI, İ. H., Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara. 1984 (3).
VARLIK, M. Ç., Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara. 1974.
YETKİN, Ş., Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul. 1986 (2).
Menteşeoğulları Beyliği Mimarisi
DOÇ. DR. REMZİ DURAN
Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
nadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve yıkılması sonrasında, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan ve adlarına “Tevâif-i Mülûk” denilen Anadolu Beyliklerinin ortak idealleri, Selçuklu sonrasında ortaya çıkan otorite boşluğunu her birinin kendi etrafında toplanacak Türkmen guruplarla doldurmak ve hatta tek bayrak, tek ad altında toplamaktı. Nitekim, bunun için uzun süre biribirileri ile hâkimiyet mücadelelerine girerek, zaman zaman savaş meydanlarında çarpışmışlar, zaman zaman da bulundukları bölgelerde giriştikleri imar faaliyetleri ile maddî ve manevî güç gösterilerinde bulunmuşlardır.
Bunlardan biri olan ve Anadolu’nun güneybatısında yerleşmiş bulunan Menteşeoğulları Beyliği, kara ve denizlerde topraklarını ve hâkimiyet sahasını genişletmek için sürekli mücadele etmiş, ancak güney ve batısının açık deniz olması hasebiyle sadece bazı adaları geçici sürelerle kendisine bağlamış veya vergi almış, kara da ise, kendisi gibi müslüman Türkmen beylikleri olan Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Hamidoğulları ve Tekeoğulları ile komşu olması, sınırlarını genişletmesine imkân vermemiştir.
Menteşeoğulları, 1261’den 1425-26 yıllarına kadar süren varlığı boyunca Önasya olarak bilinen Anadolu’nun Antik Karia bölgesinin1 hemen tamamını ve Likya’nın da bir bölümünü Bizanslıların elinden alarak kendilerine yurt edinmişlerdir.2
Beyliğin kurucusu Menteşe Bey zamanında (1261-91) kıyılarda Finike, Fethiye, Köyceğiz, Marmaris gibi limanlar (1261-69) ile Menderes vadisinde bulunan Priene, Miletos ve Magedon gibi şehirlerin (1278) yanısıra Tralles (Aydın) ve Nyssa (Güzelhisar) alınmış (1282) ve denizden yapılan akınlarla bazı adalar da feth edilmiştir.3
Menteşe Beyliği’nin ilk beylerinin ölümünden sonra beyliğin sahibi olduğu topraklar Türk geleneğinde olduğu üzere kardeşler arasında taksim edilmiş ve bu durum yüzünden kardeşler biribirileriyle hâkim bey olma mücadelelerine girmişlerdir. Bu sebepten dolayı, beylerin bulundukları illerde müstakil davranmaları ve merkezde bulunan ulu bey etrafında kenetlenmemeleri, onların Anadolu Selçuklularının mirasçısı olma veya Anadolu birliğini sağlama idealinden uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Ancak bütün bu menfi gelişmelere rağmen özellikle imar faaliyetlerinde, Menteşeoğullarının diğer komşu beyliklerin pek çoğundan geri kalmadıkları ve hatta Akdeniz kültürüne yakınlığın avantajlarını daha iyi kullanarak, mimârîde Selçuklu sonrasında önemli gelişmeleri yakaladıkları görülmektedir.
Günümüze ulaşabilen Menteşeoğulları yapılarının bir kısmı maalesef bugün hizmet dışı ve bir kısmı da bulundukları mahallerin, iskân dışı kalmış olmaları sebebiyle, gerek insan ve gerekse tabiat ve iklim şartlarının etkisi neticesinde tahribata uğramış durumdadır.
Menteşeoğulları’ndan günümüze tesbit edebildiğimiz kadarıyla on câmi, yedi türbe, bir zâviye, dört medrese, beş han ve yedi hamam yapısı intikal etmiştir. Bunların dışında, özellikle Menteşe Beyliği’ne başkentlik yapmış Balat ve Peçin’de, çok tahrib olduğu için yapı türü dahi belli olmayan ve plan şeması çıkarılamayan bazı yapı kalıntıları da bulunmaktadır. Menteşeoğullarına ait olduğunu tesbit ettiğimiz yapılar
dan bazıları doğrudan beyler tarafından inşâ ettirildiği gibi, bazıları da Menteşeoğulları’na ait topraklarda ve onların hâkimiyeti zamanında inşa ettirilmişlerdir.4
Menteşeoğullarından günümüze gelen on câmiden beşi tek kubbeli,5 diğerleri ise çok destekli6 veya ahşap tavanlıdır. Menteşeoğulları’nın çok destekli câmileri, plân şeması ve süsleme bakımından Selçuklu geleneklerini kısmen devam ettirmektedirler.
Menteşeoğulları tarafından tek kubbeli olarak inşâ ettirilen beş câmi bulunmaktadır. Bunlar, Datça Hızırşah Câmii (14. yüzyılın ilk yarısı), Eski Çine Ahmed Gâzi Câmii (14. yüzyıl ilk yarısı), Turgut (Leyne) İlyas Bey Câmii (14. yüzyıl ikinci yarısı), Balat İlyas Bey Câmii (1403-4), Peçin Yelli (Kepez) Câmii’dir (15. yüzyıl başı).
Menteşeoğulları tarafından yapılmış en erken tek kubbeli câmi Datça Hızırşah Câmii (14. yüzyıl ilk yarısı)’dir (1. Res. -1. Çiz.). Kuzey cephesinde üç kubbeli bir son cemaat mahalli bulunan yapının, kare plânlı harîminin üzeri altıgen plânlı bir kaide üzerine oturan 7.30 m. çapında basık bir kubbe ile örtülüdür.
Turgut (Leyne) İlyas Bey Câmii, dıştan, altta sekizgen üstte onikigen çift kasnak üzerine, içte ise köşelerde pandantiflere yanlarda duvarlara oturan prizmatik Türk üçgenleriyle geçilmiş yaklaşık 9.50 m. çapında tek kubbeli kare plânlı bir harîm ve batı cephesinden beşik tonoz örtülü giriş medhali ve çapraz tonoz örtülü iki gözlü bir son cemaat mahalli ile kuzeyde kısmen cephe duvarından dışa çıkma yapan poligonal kaideli, silindirik gövdeli, tek şerefeli ve konik külahlı bir minareden müteşekkil bir yapıdır (2. Res.-2. Çiz.).
Peçin Yelli (Kepez) Câmii, Turgut İlyas Bey Câmii gibi yaklaşık 7 m. çapında tek bir kubbe ile örtülü harîm ve kuzey cephede çapraz tonozlarla örtülü iki gözlü bir son cemaat mahallinden müteşekkildir (3. Res.-3. Çiz.).
Eski Çine Ahmed Gâzi Câmii, kare plânlı tek hacimli bir yapıdır (4. Res.-4. Çiz.). Devrine göre oldukça büyük yaklaşık 17 m. çapındaki yarım küre kubbesi dıştan çift katlı onikigen kasnakla desteklenmektedir.
Balat İlyas Bey Câmii kare plânlı ve tek hacimli bir yapı olarak Beylikler devrinde yapılmış Eski Çine Ahmed Gâzi Câmii ve Mudurnu Yıldırım Câmii’nden (1382) sonra bu tipin en büyük hacimli7 ve kubbe çapı olarak da en geniş olanıdır. Ortada bir silme ile ikiye ayrılan ve kaplamalarıyla çift katlı görünüm alan sekizgen kasnakla desteklenen yaklaşık 14 m. çapındaki kubbeye sahiptir (5. Res.-5. Çiz.).
Menteşeoğullarının tek kubbeli camilerinde, toplu mekân elde etme ve büyük açıklıkları tek bir kubbe ile örtme de, yaklaşık 17.00 m. çapındaki kubbesiyle Eski Çine Ahmed Gâzi Câmii ve 14.00 m. çapındaki kubbesiyle Balat İlyas Bey Câmii, Osmanlıların Mudurnu Yıldırım Bayezıd Câmii’nin yaklaşık 20.00 m. çapındaki kubbesi dışında, XV. yüzyıl sonlarına kadar Selçuklu ve Beylikler devrinde kubbe çapları itibariyle aşılamamış yapılardır. Ayrıca Balat İlyas Bey Câmii, devrine uygun olarak hem içte hem dışta tezyinat bakımından gösterdiği zenginlik ve çeşitliliğin yanı sıra mükemmel işçiliği ile de kayda değer bir özelliğe sahiptir.
Üzeri kubbeyle örtülü üç gözlü son cemaat revakı uygulamalarıyla Datça Hızırşah ve Milâs Hacı İlyas câmilerinden ayrı olarak Peçin Yelli (Kepez) ve Turgut İlyas Bey câmilerinin çapraz tonoz örtülü ikigözlü son cemaat revakı uygulamaları ile Menteşeoğulları, sadece beylikler devrine has yenilikleri sergilemekle kalmayıp, bu erken örnekleriyle Osmanlıların mimârî gelişimine de katkıda bulunmuşlardır.
Menteşeoğulları döneminde yapılmış câmilerin önemli bir bölümünü de çok destekli câmiler oluşturmaktadır.
Peçin Orhan Câmii’nin (1331-32) E. Çelebi’nin naklettiği bilgilerden8 mihraba dikey dörder ahşap sütunla biribirinden ayrılmış beş sahınlı bir plân şemasına sahip olduğu ve üzerinin de toprak örtülü
düz damlı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze sadece temel seviyesinde dört duvarı ulaşabilen yapının minaresinin de bulunmadığı hem mevcut kalıntılardan hem de E. Çelebi’nin naklettiği bilgilerden anlaşılmaktadır.
Menteşeoğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan Balat İbrahim Bey Câmii (1337-1358) ise ençok tahribata uğramış ikinci yapı olmakla birlikte 13.25x17.50 m.lik iç ölçüleriyle bir son cemaat mahalli ihtiva edip etmediği tam olarak tespit edilemeyen yapının üst örtüsünün Peçin Orhan Câmii gibi ahşap sütunlarla taşınan düz dam olması kuvvetle muhtemeldir. Yapının batı cephesinde, cephe duvarına bitişik merdiven-minaresi bulunmaktadır.
Menteşeoğullarının Milâs Hacı İlyas Câmii (1330-31) aslen düz ahşap çatılı olmakla beraber kuzey cephede yer alan üç kubbeli son cemaat mahalli ve batı cepheden bitişik Menteşeoğulları’na has merdiven-minaresi ile dikkati çekmektedir. Enine dikdörtgen planlı olan harim mihraba dikey üç sahına bölünmüştür (6. Res.-6. Çiz.).
Menteşe Beyliği’nin Anadolu Selçuklu geleneklerini pek çok özellikleriyle yaşatan önemli bir yapısı da Milâs Ahmed Gâzi Câmii olarak tanınan Milâs Ulu Câmii’dir (1378). Anadolu Selçuklu taçkapılarında olduğu gibi yapıda öne doğru çıkma yapan sivri tonoz örtülü eyvan şeklindeki taçkapı nişinin doğu ve batı iç kenarlarında yarım daire şekilli tezyinatsız birer niş yer almaktadır. Harim, mihraba dikey gayr-i muntazam dörder ayakla üç sahına ayrılmış olup, mihrap önü Selçuklu geleneğinde olduğu üzere kubbe ile örtülmüştür. Milâs Ahmed Gâzi Câmii’nde mihrap önü dışında kalan orta sahnın diğer bölümleri ve batı yan sahın beşik tonozlarla, doğu yan sahnın kuzeydeki bölümü aynalı yıldız tonoz diğerleri ise çapraz tonozlarla örtülüdür. Milâs Ulu Câmii’nin Menteşe Beyliği’ne has ve Milâs için karakteristik olan bir de, kuzey cephesinin batı ucundan başlayarak taçkapı üst hizasında çatı seviyesinde nihayetlenen merdiven-minaresi bulunmaktadır (7. Çiz.).
Menteşeoğullarından İbrahim Bey tarafından yaptırıldığı inşâ kitâbesiyle kesin olarak belli olan ancak günümüze oldukça fazla müdahaleye uğrayarak ve aslî halini kaybederek gelebilen ahşap alttan kaplamalı tavanlı tek câmi Muğla Ulu Câmii’dir. (1344) Dıştan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülü düzgün olmayan dikdörtgen bir plân şeması gösteren yapı için E. Çelebi; “Eski Câmi tarz-ı kadîm toprak örtülüdür ve kıble kapusu onüç ayak merduban ile çıkılır ve bu tarafta haremi yoktur” demektedir.9 Bugünkü şekliyle kuzey ve batı dış cephelerinde ahşap konstrüksiyonlu bağdadî revaklar ihtiva eden yapının harîmi çıtakâri süsleme ihtiva eden ve devrinden olmayan alttan kaplamalı ahşap bir tavanla örtülmüştür. Kuzeybatı köşede câmi binasından müstakil, kübik kaideli, silindirik gövdeli ve tek şerefeli minaresi de devrinden değildir.
Menteşeoğullarına ait olan türbelerin sayısı fazla olmamakla beraber plân şemaları bakımından çeşitlilik göstermeleri ilgi çekicidir. Menteşe Beyliği türbe mimârîsinde kübik, poligonal ve kümbetle eyvan terkibinden meydana gelen türbe tipi olmak üzere üç tür türbeyle karşılaşmaktayız. Genellikle dıştaki gövde formlarını içte de aynen tekrarlayan Menteşe Beyliği türbelerinden Eski Çine İbrahim ve Hızır Bey Türbesi (14. yüzyıl ilk yarısı) haricinde hepsi tek katlı olarak inşâ edilmiş olmalarıyla Anadolu Selçuklu geleneklerinden ayrılmakla birlikte örtü şemaları bakımından benzerlik göstermeleri sebebiyle geçiş dönemi eserleri olarak değerlendirilebilirler.
Menteşeoğullarına ait türbelerden dördü kübik bir gövdeden müteşekkil kubbe ile örtülü mezar anıtıdır. Bunlar; Fethiye Menteşe Bey Türbesi (14. yüzyıl ikinci yarısı), Peçin (I Nolu) Orhan Bey Türbesi (7. Res.-8. Çiz.) (15. yüzyıl ilk çeyreği), Peçin II Nolu Türbe [Anonim] (15. yüzyılın ilk yarısı) ve Fethiye-Üzümlü (Yukarı Mahalle) Anonim Türbe’dir (14. yüzyılın). Bu türbeler tek katlı olarak inşâ edilmiş olup cenazelik katı ihtiva etmemektedirler. Fethiye Menteşe Bey Türbesi dıştan bir medrese yapısıyla, Fethiye Üzümlü Anonim Türbe ise bir câmi ile irtibatlandırılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |