Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə34/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   179

Antik mitolojinin Eski Yunan sanatına etkisi olduğu gibi, klasik şark şiirinin de İslâm şark minyatür sanatının oluşmasına mühim etkisi olmuştur.

Çağdaş sanat tarihi ilminin elde ettiği sonuca göre Azerbaycan minyatür sanatı Müslüman doğuda gelişmiş ve taşıyıcı rolü olmuştur. Yakın ve Orta Şarkta minyatür sanatının en eski numunelerinden sayılan bir çok eser Azerbaycan’ın şehirlerinden Hoy’da, Marâga’da, Tebriz’de yapılmıştır.

Bu sanatın bu bölgede ortaya çıkışı ve yaygınlaşması tesadüf değildi. XIII. asrın sonu XIV. asrın başlangıcında İlhanlı Devleti’nin merkezî şehri (başkenti) olan Marâga ve Tebriz doğunun en önemli kültür merkezlerindendi. XIV. asrın başı Tebriz çevresinde yerleşen iki büyük şehri Gazaniyye ve Reşidiyye’de ilim ve tahsil ocakları, kuruluşları, büyük kütüphanesi, sanat atölyeleri bulunmaktaydı. Bu kütüphanelerde farklı ülkelerden gelmiş ressamlar ve hattat ustaları çalışırdı. Bu sanatçılar doğunun büyük âlim ve şairlerinin eserlerini, Reşideddin’in Cami et-tavarih eserinin mükemmel elyazma nüshalarını hazırlıyorlardı. Aynı zamanda onların minyatürlerle süslemesini yapıyorlardı.

Azerbaycan minyatür sanatının belli olan en eski numunelerinden Varka ve Gülşa (XIII. asır.), Me’nafi el-hayvan (1298), Cami et-tavarih (1308, 1314, 1318) elyazmalarının minyatürleri doğuda yeni bir okulun oluşmasını başlatıyordu.

Hülakiler devrinde İran’da ve Azerbaycan’da Hülagü hüküm sürmüş İlhanlıların sarayında çalışan Uzak

Doğudan davet edilmiş sanatçıların bir kısmı Çinliler olmuştur.

D. Denike’ye göre Moğollarla birlikte Çin kültürünün esasını oluşturan birçok Çinli sanatçı, âlim ve ressam İran’a gelmiştir. Avrupa alimlerinin bir kısmı E. Dits, E. Kühnel ve diğerleri haklı olarak bu sanatçıların millî köklerine göre Çinli değil, Uygur olduklarını savunuyorlardı. Bu fikrin doğru olduğunu tarihi belgeler de destekliyor. Raşideddin’in Vakıfname’sinde Tebriz saray atölyesinde çalışan ressam ve sanatçıların isim listesi bulunmaktadır (Dumlun Buga, Tom Timu, Ayas, Altun Buga, Tagay Timur ve diğerleri). Gösterilen 20 isimden hiç birisinin Çinli adı taşımaması, tam tersi Doğudan getirtilmiş bu şahısların Türk-Uygur kökenli ustalar olduklarını ispat ediyordu.

Uygur sanatının ileri derecede gelişmesinde, Uygur sanatçılarının Yakın ve Orta Doğuda büyük şöhret kazandıklarına dair delil çoktur.

Le Kok’un Turfan’da bulduğu resimler Uygur kökenli ressamların dünyanın en meşhur portreci ressamlar olduklarını ispatlamaktadır.

Uygur ustalarının Çin’de, Hindistan’da, Orta Asya ve İran’da mabet yapması ve onları duvar resimleri ile süslemesi IX-XI asırlarda Uygur sanatının etkisinin kuvvetli olduğunu ve bir sanat okulunun oluşmasına aracı olduklarının delilleridir.

Uygur ressamlarının Orta Şark, İran ve Azerbaycan’da tasviri sanatın gelişmesinde, Çin-Uygur sanatının an’anelerinin yaygınlaşmasında önemli rolü olmuştur. Tebriz okulunun erken çağlarda minyatür sanatına yansımış Çin-Uygur etkisi, bu devirde Marağa ve Tebriz’de çalışan Uygur ressamlarının sanat faaliyetlerinde de etkili olmuştur.

Tebriz minyatür okulunun erken çağlarında, bu okulun kendi üslubunun oluşmasında o devirde kaleme alınan tüm elyazmaların rolü büyük olmuştur. Me’nafi el-hayvan ve Cami et-tavarih nüshalarını süsleyen minyatür resimlerde üslubun oluşum şekli belli olmaktadır.

Üslub hususiyetlerine göre bir ressam eliyle yapılmış minyatürlerde, hayvan figürleri çok canlı ve gerçekçi tasvir edilmektedir. Resimde arka planı oluşturan sade bir manzara, ağaçlar dekoratif anlam taşımaktadırlar. İkinci grup minyatürlerde Zümrüdü Anka kuşu, ağaç budaklarında, dallarında oturmuş saksağanlar, kartal ve diğer hayvan tasvirleri üslub hususiyetleri bakımından birinciden tamamen farklı bir yön taşımaktadır. Bu minyatür resimler Çin resim sanatının kuvvetli etkisi altındadır. Uzun ve inatçı arayışlar isteyen bu problemlerin halli Tebriz ressamları Cami et-tavarih elyazmasının minyatürlerinde olur. Gazan Han’ın ve onun veziri, meşhur âlim ve devlet adamı Reşideddin zamanında Tebriz’de kitap sanatı yüksek gelişme noktasına varmıştır. Tebriz’in Şenbi-Gazan adını taşıyan bölgesinde yerleşen “Beytül-Kütüb” (Kitab evi) ve “Beytül ganun” (Kanun evi) adlı iki devlet kütüphanesinden ayrı Reşidiyye’de Reşideddin’in kendi kütüphanesi vardı.

Reşideddin’in kütüphanesinde doğunun farklı ülkelerinden davet edilmiş kitap hattatları, ressamlar, minyatür ustaları çalışmaktaydı. Onlar Reşideddin’in Cami et-tavarih (1, 2, 3) eserinin elyazma nüshasını hazırlayıp, minyatürlerle süsleyip, onları farklı şark ülkelerine dağıtıyorlardı. Reşideddin, Kendi atölyesinde yazılmış ve süslenmiş olan Cami et-tavarih ve diğer eserlerin yabancı hattatlar ve ressamlar tarafından kopyalanmasına olumlu bakıyordu.

Reşideddin’in yaşadığı dönemde hazırlayıp şark ülkelerine gönderilen Cami et-tavarih adlı eserinin elyazma nüshalarından üçü önemlidir.

1307-1314 yıllarında iki tarihi nüsha Edinburg Üniversitesi’nin Kütüphanesinde ve Londra’da Kral Asya Birliği’nde muhafaza ediliyordu. Üçüncü nüshası ilk defa Ağa oğlu tarafından tetkik olunmuş 1318 tarihli İstanbul nüshasıdır.

Cami et-tavarih elyazmalarının farklı ressamlar tarafından yapılmış resimleri Azerbaycan minyatür sanatının gelişiminde önemli bir yer almaktadır.


“Hint Dağları”, “Tibet Dağları”, “Buddanın Ağacı” konulu resimler Tebriz ressamlarının tabiat manzaralarına olan tutkusunu sergilemektedir. Şark minyatür sanatında çok nadir rastlanan bağımsız manzara tarzını oluşturan bu eserlerin kompozisyon kuruluşu ortamı dekoratif (dağ ve ağaçlar) gerçekçi tasvirlerle sunulmaktadır.

Tebriz ressamları tabiat manzaralarında, akan çay, göl gibi doğa tasvirlerini farklı dekoratif tarzda çizgileriyle kullanmaktaydılar. Bu bakımdan “Suvarilerin çaydan geçişi” (İstanbul Topkapı Müzesi) ve “Nuh ile Ailesi Gemide” (Londra, Kral Asya Birliği) adını taşıyan minyatürlerinde deniz tasviri önemli ve çok orijinal dekoratif tarzda sunulmuştur. 1318 yılında Reşideddin Olcaytu Han’ın zehirlenip öldürülmesi suçundan haksız yere idam edildi. Onun Rubi Reşidiye adlı kütüphanesini ve atölyesini yıktılar. Bu olay Tebriz’de kitap sanatı (hattatlık) gelişiminde durgunluk dönemini başlatmış oldu. Tebriz elyazma kitaplarının ve minyatür sanatının yeni gelişim devri tahminen 10 yıl sonra başladı.

1328 yılında Reşideddin’in oğlu Gıyaseddin Abu Seyid’in sarayda padişahın yardımcısı olmasından sonra sanatta gelişim eski haline dönüşünü yaşamaya başladı. Ülkenin sosyal-siyasî ve kültür hayatında babasının yolunu destekleyen, geleneklerini devam ettiren Gıyasettin hattatlığı düzene kavuşturmak için kütüphanenin ve atölyenin yeniden inşasına başlamıştır.

1328-1336 Gıyaseddin’in vezirliği bir döneminde, Tebriz tarihine girenlerden ikisi “Büyük Tebriz Şahnamesi” veya Demott “Şahnamesi” olmuştur. 1330-1350 yılları arasında “Şahname” nüshası sanat ve edebiyat tarihinde çok önemli yer tutuyordu.

Orta Şark minyatür sanatının önemli eserlerinden sayılan Demott “Şahnamesi”nin minyatür resimleri devrimize çok tahrip olmuş halde ulaşmıştır. Elyazmanın bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı ise, XVIII-XIX. asırlarda tecrübesiz ressamlar tarafından çok kötü bir biçimde restore edilmiş ve geçmişteki halini kaybetmiştir.

Büyük Tebriz “Şahname”sinin minyatürleri Avrupa ve Amerika Birleşik Devleti’nin birçok müze ve kütüphanelerinde ve şahsî kolleksiyonunda bulunmaktadır. Şimdiki zamanda minyatürlerin farklı kitaplarda yayınlanmış 50’den fazla örneği vardır. Yüz ifadesi ve fikrin değeri açısından bir grup minyatür seçilmektedir. “Firudin’in oğlunun ağlaması”, “İrec’in ölüm haberi”, “Erdevan ve Erdeşir”, “Rüstem’in defni”, “İskender’in cenazesi üzerinde ağlaşma” ve diğer eserler örnek olarak gösterilebilir.

“Rüstem’in defni” ve “İskender’in cenazesi üzerinde ağlaşma” gibi insan yüzü tasvirlerinin bulunduğu kompozisyon eserlerde ressamın önündeki önemli meselelerden biri, minyatürde bulunan tüm kütlenin psikolojik yüz ifadesinin verilmesidir. Bir minyatürde diğer önemli teknik taraflar, figürlerin yüzeyde düzgün yerleşmesi, hareket ritmi, renk uyumu, kompozisyon dekoratifi ve duygusal etkinin kuvvetli olmasıdır.

“Behram Gur ve Azade Avda”, “İskender’in Yecüc ve Mecüclere karşı duvar çektirmesi”, “İskender’in yoldaşları ile ejderhayı öldürmesi” ve diğer eserler, kompozisyon kurumu, manzara tasviri ve suretlerin etnografik taraflarına dayanarak Cami et-tavarih resimlerinden farklıydılar. Bu tarzın hususiyetlerinden biri de, saray hayatının toplantı ve maişet sahnelerini canlandıran minyatürlerde kendini bulmaktadır. “Nuşirevan Çin hakanına mektup yazdırır”, “Anası Rudabeni mezemmezedir”, “Rudabe ve Zal” eserleri, Tebriz sanat okulu için önemli bir orjinallik taşıyordu. Mimarlık yapıtları ve onların iç ve dış tarafının zengin dekoratif süslemesi, Tebriz sanat okulunun şeklini oluştururdu.

1336 yılında Giyaseddin idam edilir ve sanat atölyesi soyulur. Bu ülkenin, Tebriz’in sosyal, siyasî ve kültürel gelişiminin 20 yıla yakın devam eden bir gerilim (tenezzül) devrinin başlaması idi. Gerilimin kaynaklarından bazıları da merkezî devlet yönetiminin olmaması, hakimiyet uğruna yapılan kavgalar (savaşlar) olmuştur.

1358-13?? yıllarında güzel yazı yazan, edebiyat ve sanat heveskârı olan Sultan Uveys’in hakimiyeti devrinde, Tebriz atölyesi yeniden faaliyete başlıyordu ve kitap sanatının gelişiminde canlanma dönemi yerini bulmaktaydı.

1360-1370 yıllarında “Şahname” resimlerinin mevcut olan bir kısmı yapılabilirdi, ama yapılmadı. 1360-1374 yıllarında yazılan “Kelile ve Dimne” İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Fark

lı manada öğretim içerikli hikâyelerde günlük hayatı yansıtan resimlerden birinde, saf bir hırsızın yakalanma sahnesi tasvir edilir. Minyatürde, ev sahibinin elindeki sopayla hırsızı dövmesi ve yatağında oturmuş genç bir kadının bu sahneyi izlemesi tasvir edilir.

“Kelile ve Dimne” eserinin minyatürlerinin kompozisyon açısından sade ve derli toplu oluşu, iç mimarinin rolü, figürlerin yüz ifadelerinin canlılığı ve gerçekçiliği dikkate değerdir.

Tahmini 30 yıl kadar önce, M. İpşiroğlu’nun bulup yayınladığı yeni malzemeler, XIV. asır Tebriz okuluna mensup olan bir çok eserin varlığını ispatlar.

Cami et-tavarih eserinde çizilmiş meçhul resimler, savaş ve av sahneleri, saray toplantılarının tasviri minyatürleri üslup özelliklerine göre bölümlere ayrılmaktaydılar. Yazar, onların Tebriz okuluna mensup olduklarını söyler. Tebriz’de ve esasen yerli ressamların yaptıkları sanat eserlerinin ortaya çıkmasında, İlhanlı hanlarının ve sultanlarının bir siparişçi rolünü üstlenmiş olmalarının payı büyüktür. Buna göre, bir halkın fikri ve estetik prensiplerinin tarih içinde yetişen ve gelişen bütünlüğü ve benzerliğini, o devirdeki sanat geleneğinin hükümdarlık eden sülalenin adıyla bağdaşmasını, “Moğol okulu”, “Moğol üslubu” olarak adlandırmak mümkün değildir.

XIII-XIV. asırlarda Tebriz’de oluşan minyatür sanatını “Moğollar Okulu” olarak değil, “Moğol devrinde Tebriz okulu” olarak adlandırabiliriz.

Azerbaycan’ı fethettikten sonra Timur bir çok sanatçıyı Semerkand’a götürmüştür. XV. asrın birinci yarısında Herat hakimi, devrinin meşhur sanatseveri ve sponsoru Baysungur Mirza’nın saray kütüphanesi ve atölyesi Orta Doğu’da sanat merkezi olmuştur.

XV. asrın en meşhur hattatlarından Mevlana Cafer Tebrizî idi. O, uzun süre Baysungur’un saray kütüphanesinin müdürü olmuş, sarayda çalışan 40 hattatın yazı işlerinden sorumlu tutulmuştur. Meşhur “Baysungur Şahnamesi”ni yazmış ve birkaç nadide hattat yetiştirmiştir.

“Hazret Baysungur Mirze’nin Tebriz’den üstad Seyyidi Ahmed, nakkaş Hacı Ali Müsevviri ve mücellit Cevameddin Tebrizî’yi saraya getirme amaçlarından biri de Sultan Ahmed Bağdatlı’nın herkes tarafından büyük beğeni toplayan tarzını bu ressamların öğrenmesi ve büyük sanatçının halefi gibi yetişmelerini istemesidir. Ferideddin ve Caferî cilt şeklinde kitaplar hazırlamaları ve Gevameddin de ciltler üzerinde kabarık tasvirler yapmaları için görevlendirilmişlerdi.

Daust Mehemmed’in bu bilgilerine göre, XV. asrın başlarında Tebriz sanat okulunun yüksek seviyede inkişaf etmesi, Azerbaycan ressamlarının yeri bulunmaz sanatçılar olarak doğuda şöhret kazanması ve komşu ülkelerde kitap süsleme sanatının gelişiminde faydalı rolünün olduğunu ispatladı. Teymur ve Şahruh yönetimi devrinde, Herata’da birçok tanınmış hattat ve nakkaş tarafından meydana getirilmiş elyazmalarının günümüze pek azının ulaşması da hayret vericidir.

1930’lu yıllarda XV. asır Tebriz okuluna ait olan elyazmalarından bilim âleminde yalnız 2-3 numune belli idi. Bunlardan biri ve minyatür sanatı bakımından en meşhur olanı Nizami’nin “Hüsrev ve Şirin” manzumesinin bir nüshası idi. Washington’da Frir Galerisi’nde saklı bu elyazma, ilk defa Mehmet Ağaoğlu tarafından araştırılmış ve 1937 yılında eserin minyatürleri yayınlanmıştır. Bu manzume, farklı konuları tasvir etmektedir. 5 zarif minyatürle süslenmiştir. Birinci kitabı süsleyen minyatürün konusu “Şirin Yıkanırken Hüsrev’in ona rastlaması”dır. Bir süre sonra kalıba çevrilen kompozisyon, burada sade oluşu ile dikkat çekmektedir. Dağlar ve yeşillikten ibaret olan sa

de manzara fonu, ön planda pınarda yıkanan Şirin, solda ise ağaçların arkasına saklanan Hüsrev’e şeklinde tasvir edilmektedir.

Elyazmanın son iki minyatür resmi “Şirin’in Ferhad’ın yanına gelmesi” ve “Hüsrev ve Şirin Kasrı önünde” konulu eserler, kompozisyon kuruluşu ve simaların ifadeleri, sonraki dönemlerde yapılanlara, örnek teşkil edecektir.

XV. asrın birinci yarısında Tebriz okulunun gelişim karakterini göz önüne seren diğer bir eser, şimdiye dek belli değildi. “Hüsrev ve Şirin” elyazması ve Abd el-Hoyun’un Sultan Ahmed Celair’in Divan’ı için yaptığı resimler XV. asrın birinci yarısında ilk numunesi olmuştur.

Tebriz minyatür sanatının gelişimini öğrenmek için bu sanat eserinde bulunan resimler yeterli bilgi vermektedir. Tebriz okulunun bu devirde faaliyetini, büyük önem verenAlman bilim adamı F. Schultz, komşu şark ülkelerindeki minyatür sanatının gelişiminde ve klasik okulun oluşumunda büyük rolü olan Tebriz minyatür sanatını “ana-mektep” olarak görmektedir.

İncesanat Hakkında Sohbetler. Bakü-1997. (Tebriz minyatürleri)

Reşideddin, Djami-at-Tavarih (sbornik letopisey). T, III, Perivod s Fersi A.K. Arendsa. Moskva-L.1946

Raşideddin, Djami-at-Tavarih. T. I, çI. Predisloviye A.Ali-zade, kritik tekst A. A. Romaskeviça, Moskva, 1965.

Raşideddin, “Perepiska”. Perevod, Bvedeniye i komentariy A. I. Falinoy, Moskva, 1971.

XIII. Asrın Sonu-XV Asrın Başlarında Tebriz Sanat Okulun Oluşumu, D.Gasanzade, Bakü-1999.


Selçuklu ve Beylikler Döneminde

Aksaray Şehri


Dr. Muhammet GÖRÜR

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

onumu itibariyle doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan askeri ve ticari yolların kavşağında yer alan Aksaray hemen her dönemde önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Bu nedenle sık sık el değiştirdiği için de pek çok kez harap olmuş ve yeniden kurulmuştur.

Aksaray ve çevresinin tarihi, çevresindeki höyüklerde yapılan kazılar ve buluntulara göre Neolitik Dönem’e kadar inmektedir.1 Antik Dönem’de Garsaura adıyla tanınan şehrin, M.Ö. 3000 yıllarında önemli Hitit merkezlerinden Karşaura ile aynı yer olduğu kabul edilmektedir. Son Kapadokya Kralı Archelaos tarafından yeniden kurularak krallığın başkenti yapıldıktan sonra Archelais adı ile anılmaya başlamıştır.2

Şehir hakkındaki en erken tarihli kaynak olan “Coğrafya” isimli kitabında Strabon; şehrin büyük fakat özelliği olmayan bir kasaba olduğunu söyler.3 Strabon zamanında Garsaura eski parlaklığını kaybetmiş olabilir. Ancak Konya’dan Kayseri’ye giden yolda önemli bir durak noktası olması açısından hiç kuşkusuz önemini korumuştur. Ayrıca Strabon, Archelaos’un krallığının sonlarına doğru burasını Archelais olarak adlandırdığını bilmemektedir. Buraya sülale adının verilmesi, şehrin konumunu ve önemini ortaya koymaktadır. Bu da bize, Strabon’un (M.S. 19) şehir hakkındaki bilgilerinin zamanına göre oldukça eski olduğunu düşündürtmektedir.

M.S. 17 yılında Kapadokya Roma’ya bağlı bir eyalet durumuna geldikten sonra, İmparator Claudius Dönemi’nde (M.S. 41-54) Aksaray’a Roma kolonistleri yerleştirilerek Clonia Archelais ismi verilmiştir.4 Leake 1844 tarihli kitabında bugünkü Aksaray’ın kaynaklarda Ankara-Bor arasındaki konumu ile uyum içinde olmasından ve Archelais’in bir su ile beslendiği yolundaki bilgilerinden yola çıkarak antik Archelais olduğunu belirtir. Ancak hiçbir seyyahın Aksaray’ı tanıtmamasından şikayet ederek, eski koloninin tam olarak bugünkü Aksaray’ın neresinde kurulduğunun belirlenemediğini söylemektedir.5 Bugün Ulu Irmağ’ın kuzeydoğusunda çok az bir kısmı görülen duvar parçalarından yola çıkarak, önemli askeri ve ticari yollar üzerinde ve düz bir alanda kurulmuş olan şehrin sur ile çevrili olduğunu ve bu kalıntıların da surlardan kalan parçalar olmalıdır (Fotoğraf 1).

Roma İmparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldığı zaman Aksaray, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu idaresine geçmiştir. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Colonia Archelais olarak adlandırılan Aksaray, Bizans İmparatorluğu Dönemi’nde Coloneia olarak karşımıza çıkıyor. Romalılar ve Bizanslılar askeri yolların tutulması ve ticari hayatın güvenliğine büyük önem veriyorlardı, Aksaray da yolların kavşak noktasında yer aldığı için konumu itibariyle özel ilgi görmüştür. Bugün şehri keserek kuzeybatı-güneydoğu istikametinde Konya üzerinden Aksaray’a, oradanda Kayseri ve Sivas’a giden yolların kavşak noktasındaydı.6

Bizans Dönemi’nde de konumu itibariyle önemli bir merkez olan şehrin, kilise kayıtlarında 14. yüzyıla kadar ismi geçmektedir.7 Dönem kaynak ve haritalarında piskoposluk merkezi olarak gösterilen şehrin en eski piskoposu Erythrica 325’deki İznik Konsili’ne katılmıştır.8

Bu dönemdeki şehir dokusu hakkında elimizde çok az veri vardır. Bunlar da, Ulu Irmağ’ın kuzeydoğusunda çok az bir kısmı görülen duvar

parçaları ile özellikle 1925 ve daha sonraki yıllarda şehir içinde yapılan hafriyatlar sırasında ortaya çıkarılan kalıntılardır. Bunlar da üzerinde yeterince araştırma ve inceleme yapılmadan ya kapatılmış ya da üzerlerine yol, okul vb. yapılmıştır. Sadece yerel yayınlarda birkaç kelime ile anlatılmışlardır. Bilinen ilk veriler, 1925 yılında bugünkü Aksaray Lisesi temel hafriyatı sırasında ortaya çıkan ve Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülen hamam kalıntısıdır.9

Ikinci veri, yine aynı yıl içinde Ulu Cami’ye yeni minare yapımı sırasında, temel hafriyatında çıkan yer mozaikleridir. Ayrıca, bugünkü Turizm Caddesi’nde Emlak Bankası inşaatı sırasında Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülen su kanalları ortaya çıkarılmıştır.10 Bu verilerden hareketle, konumu itibariyle önemli bir merkez olan şehrin, Bizans ve daha önceki dönemlerdeki şehir dokusunu ortaya çıkaramıyoruz. Fakat dönem kaynak ve haritalarında Piskoposluk merkezi olarak gösterilen şehrin, 3. yüzyıldan önce bir sur ile çevrili olduğunu, iç kalede bugünkü Ulu Cami’nin yerinde olduğu düşünülen en az bir büyük kiliseye sahip olduğunu ve bugünkü Aksaray Lisesi’nin yerinde de bir hamam bulunduğunu söyleyebiliriz. Şehir merkezine ve çevresine yapılan diğer yapılarda Bizans Dönemi şehir dokusunun oluşturulduğu görüşündeyiz.

Bu yüzyıldan sonra şehir etrafında yerleşim nüvelerinin oluştuğunu, büyük olasılıkla sur dışında zirai faaliyetler gösteren halkının tehlike anında kaleye sığındığını söyleyebiliriz.

Bizans Dönemi şehir dokusunu oluşturan ulaşım şebekesinin en azından doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusunda yer alan iki ana yolu, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de kapılarla bağlantılı olduğu için muhafaza edilmiş olmalıdır. Bunu dışında şehir içinde dolaşan su kanalları ile de şehrin su ihtiyacının sağlandığı ileri sürülebilir. Bu görüşümüzü, Turizm Caddesi’nde hafriyatlarda ortaya çıkan su kanalları da desteklemektedir.

Ulu Cami’nin güneyinde yer alan meydanında Bizans Dönemi’nden kalmış olduğu düşünülebilir. Ayrıca. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminde hatta günümüzde de çarşının ve ticaretin yapıldığı bölgelerin, Bizans Dönemi’nde de Selçuklu ve Beylikler dönemlerindeki yoğunlukta olmasa bile ticari işleve yönelik kullanılmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun tersini düşünmek, askeri ve ticari yolların kavşağında kurulmuş olan Aksaray için mümkün değildir.

Şehir 7. yüzyılı izleyen üç yüzyıl boyunca aralıklarla süren Bizans-Arap savaşlarında konumu itibariyle tampon bölge olmuştur. Ereğli askeri teşkilatına bağlı Aksaray’a ilk İslam ordusu Mervanoğlu Abdulmelik komutasında 699 yılında gelmiştir. Bizanslıların tekrar Aksaray’ı ele geçirmeleri üzerine Mervanoğlu Abdülmelik askerlerini bu havaliye göndererek Ereğli, Aksaray, Karaman ve Konya bölgelerini tekrar ele geçirmiştir. Aksaray, Arapların eline geçtiği zaman Qulonia adını taşıdığı bilinmektedir.11

Bu tarihten sonra sık sık el değiştiren şehir, 944 yılından itibaren güçlenerek karşı saldırılara başlayan ve sınırlarını Malatya’ya kadar genişleten Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir. Türkler tarafından fethedilene kadar da Bizans idaresinde kalmıştır.12

1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklu emir ve komutanları Anadolu’da fetihlerine devam ederlerken, 1072 yılında Kutalmışoğlu Süleymanşah kardeşleri Mansur, Alpilik ve Donat ile Anadolu’ya gelip Fırat ırmağı boylarında ve Urfa çevresinde fetihlere başlamıştır. Daha sonra Orta Anadolu’ya yönelerek, Anadolu üzerinden Marmara Denizi yönüne hareketle 1075 yılında İznik’i fethettiği ve kurduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti yaptı. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Melihşah kendisine Anadolu Selçuklu Hükümdarı fermanını, Bağdat Abbasi Halifesi Kaaim Biemrillah da Hil’at ve ferman ile birlikte Nasırr’üd-devle, Ebu’l Fevaris ve Rükneddin unvan ve lakaplarını göndermiştir.13

Aksaray’da 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına katılmıştır. 1080 olayları sırasında Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın Konya ve Aksaray hükümdarı olarak adı geçmektedir.14

Sultan Mesut Dönemi’nde Aksaray, doğuya yapılacak seferler sırasında üs olarak kullanılmıştır. Sultan Mesut, burada cami vb. ibadet ve sosyal yardım müesseseleri yaptırtmıştır.15 Bugün Aksaray Ulu Camii’nde bulunan minber üzerindeki tarihsiz kitabede Anadolu Selçuklu Sultanı olarak adı geçmektedir.16

Sultan Mesud’un 1155 yılında ölümü üzerine oğlu II. Izzeddin Kılıçarslan Anadolu Selçuklu tahtına oturdu.17 II. İzzeddin Kılıçarslan 1170’de yeniden kurduğu Aksaray’da

kendisine bir saray, askerlerine meskenler inşa ettirirken, şehirde camiler, medreseler, hamamlar, zaviyeler, han ve çarşılar yaptırtmış; Azerbaycan’dan buraya gaziler, alimler ve tüccarlar getirterek yerleştirmiştir. Bir odugah ve gaza üssü haline getirdiği Aksaray’a Rum ve Ermenilerin girmelerine müsaade etmemiştir. Çok defa burada oturduğu ve seferlerine buradan başladığı için diğer Ortaçağ Anadolu şehirlerinden her biri hususiyetine göre bir unvan taşırken; Aksaray’da bu hüviyeti dolayısıyla Dar’ür-Zafer, Dar’ül-Cihad ve Dar’ür-Ribat ünvanlarını almıştır.18

Selçuklulardan sonra sırasıyla İlhanlı, Eretna, Karamanoğulları, Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları, Osmanlılar ve Karamanoğullarının eline geçen şehir, bu çekişmeler sırasında oldukça tahrip olmuştur.

11. yüzyılın sonlarında kesin olarak Selçuklu idaresine geçen Aksaray’a Selçuklu ve Beyliklerin neler getirip götürdüklerini, şehrin fiziksel dokusu yoluyla ortaya koymaya çalışacağız. Aksaray’ın zengin tarihi, kısa aralıklarla pek çok yönetim değiştirmesi, siyasi, kültürel ve ekonomik olayların zaman zaman odak noktasını teşkil edişi; geçirdiği doğal afetler ve savaşların yanı sıra günümüzde eski eserlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak diğer Anadolu kentlerinden daha çok tahribe uğraması ve plansız kentleşme sonucunda eski dokusunun hızla yitirmektedir. Burada Anadolu Selçuklu sultanları ve beyleri ile çeşitli beylik ve devletlerin Aksaray şehrine katkılarını, yaptırdıkları eserlerle ortaya çıkarmaya çalışacağız.

Şehir içindeki dini, ticari, eğitim ve sosyal içerikli yapılarla surlar ve evler yolların kenarlarına sıralanarak günümüze çok azı gelmiş olan Selçuklu ve Beylikler Dönemi şehir dokusunu oluşturmuşlardır.

Şehir tarihinde her yeni yönetime devredilen ana fiziksel elemanın yollar olduğu dikkate alındığında, böylesi önemli bir konuma sahip Aksaray’ın şehirler ve hatta ülkelerarası yollar üzerinde bulunuşu fiziki gelişiminde de etkili olmuştur.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin