Şehrin bilinen beş kapısından güneydeki Ereğli Kapı ve doğudaki Kiçi Kapı dışında üç kapısından (Küçük Kapı, Meydan Kapısı ve Konya Kapısı) kuzey, güney ve batıya açılan ticaret yolları başlar. (Harita 1) Kiçi Kapı doğuda Ervah Mezarlığı ile bağ ve bahçelere açılırken, güneyde yer alan Ereğli Kapısı İç Kale’ye açıldığı için ticaretten çok devlet adamları, saray halkı ve askerler tarafından kullanılmış olmalıdır. Buna karşın şehrin diğer üç kapısı, şehir içi yolların şehirlerarası yollara açıldığı önemli kavşak noktalarını oluşturmaktadır (Çizim 1).
Şehirlerarası ticarette Aksaray’ın oynadığı önemli rol, bugünde pek çoğu bilinen Hanlara bakılarak söylenebilir. Özellikle Konya-Aksaray ve Aksaray-Kayseri arasındaki yolun bu dönemde oldukça önemli ve işlek bir yol olduğu, şehirlerarasındaki hanların birbirine çok yakın, diğer bölgelere ve yollara nazaran daha sıklıkla yapılmış olması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Bunlardan bazıları Konya-Aksaray arasında Sultan Han (1229), Zazadin Han (1236), Akhan (13. yüzyıl), Obruk Han (13. yüzyılın ortaları); Aksaray-Kayseri arasında Alay Han (12. yüzyıl), Sarı Han (13. yüzyılın ilk yarısı), Ağzıkarahan (Hoca Mesud Hanı) (1238-43), Öresun Han’dır. (13. yüzyılın 2. yarısı)
Anadolu’nun Suriye, İran ve diğer ülkelerle ticari ve askeri ilişkilerini sağlayan önemli yollar üzerinde yer alan Aksaray’ın kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda uzanan ana yolları şehirlerarası ulaşım ağıyla birleşir. Küçük Kapı ile Kiçi Kapı ve Meydan Kapısı ile İç Kale’yi birleştiren yolların şehir merkezine gidildikçe yoğunlaşan geniş ticaret alanlarına ve çarşılara açıldığı görülür. Bugün olduğu gibi o dönemde de yollar boyunca karşılıklı sıralanmış dükkanların bulunduğunu söylersek, bu yolların ticari önemini ortaya koymuş oluruz.
Yine şehrin güneybatısındaki Konya Kapısı ile merkez arasındaki yolun ticari ağırlığa sahip olduğu ileri sürülebilir. Beylikler Dönemi’nde de şehirler ve milletlerarası yolların de
ğişikliğe uğramadan kullanılmıştır. Bu yollar üzerinde Selçuklu Dönemi’nde 12 ve 13. yüzyıllarda inşa edilmiş olan hanların ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle yenileri yapılmamıştır. Yine bu dönemde kuzey, güney ve batı yönlerindeki askeri ve ticari yollar ile şehrin doğu-batı, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ana yolların birleştiklerini söyleyebiliriz. Bizans Dönemi’nde de kullanıldığını düşündüğümüz, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de bazı eklemelerin yapıldığı, zaman zaman sönükleşip canlandığı merkezde yer alan çarşı kısmı, bugünkü Minare Mahallesi’nde ızgara planlı yollarıyla, şehrin bu kesiminde eski dokunun görünüş açısından da olsa korunduğunu göstermektedir (Harita 1).
Bugünkü yol ağından hareketle, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de şehrin diğer kısımlarına giden yol ağının ızgara planından ayrılarak, merkezden uzaklaştıkça düzensizleşip daralıp kıvrılarak ilerlediğini söyleyebiliriz. Yine bugünkü yol ağından hareketle, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de şehir merkezinde çıkmaz sokak bulunmadığını söyleyebiliriz. Bugün şehrin güneyinde Taşpazar Mahallesi 4 no’lu sokak ile kuzeydoğu Şeyh Hamit Mahallesi Güzel Baba ve Güzel Baba 2 sokaklarının kesiştikleri yerde bulunan çıkmaz Sokakların, o dönemlerdeki şehir ve surların dışında yer alması nedeniyle Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de bulunup bulunmadıkları honusuda kesin bir şey söyleyemiyoruz. (Harita 1)
Bunun dışında şehrin kuzeydoğusundan gelerek, şehri kuzey ve batıdan dolaşarak Tuz Gölü’ne dökülen Ulu Irmak’tan, kanallar vasıtasıyla şehir içindeki değişik işlevli yapılara ve evlere suyun ulaşımını sağlayan su yollarıda şehrin içinde ve dışında bulunmaktaydı. 1331 yılında şehre gelen İbn Batuta, şehri bölen üç kanalın evlerin içinden de geçtiğinden bahseder.19 Bugünkü Şeyh Hamit, Taşpazar ve Meydan mahallelerindeki su kanalları hala kullanılmaktadır.
Selçuklu Dönemi’nde Aksaray’da en azından bir meydanı bulunduğunu biliyoruz. Aksarayi kitabında, Anadolu Genel valisi İrincin zamanında, Ali Paşa ve kardeşi Ahi Ahmed ile Şenkitoğlu arasındaki çatışmaları “… 4 ay müddetle her gün Şenkitoğlu, çekildiği Aksaray Şifa yurdundan dışarı fırlar, bu iki kardeş ve adamlarıyla Şehir Meydan’ında çarpışırdı” şeklinde anlatmaktadır.20
Aksarayi’nin verdiği bilgiler ışığında, Selçuklu Dönemi’nde bir şehir meydanı bulunduğunu ve bu meydanında, Ulu Cami’nin güneyinde, bugünkü P.T.T., Ziraat bankası ve Tarım Kredi Kooperatifi’nin bulunduğu alan olduğunu düşünüyoruz. Böyle düşünmememizin sebebi de bu alanın 20. yüzyılın ortalarına kadar şehrin açık pazarı olarak kullanılmasıdır (Fotograf 2). Planlı yapıldığını gösteren başka bir meydanın bulunup bulunmadığını kesin olarak bilmiyorsak da, Meydan Kapısı adı verilen kapının, bu ismi önündeki bir meydandan almış olma ihtimali yüksektir. Bugünde burada, meydan olabilecek genişlikte boş bir alan vardır. Ayrıca, Meydan ve Çerdiğin mahalleleri arasında Hastanenin karşısında meydan olabilecek başka bir alan daha vardır. Burada planlı olarak değil de, etrafının yapılarla çevrilmesiyle arada kalan boşlukta doğal bir meydan oluşmuş olmalıdır.
Beylikler Dönemi’nde de, Selçuklu Dönemi’nde kullanılan meydanlar korunarak tekrar kullanılmış olmalıdır. Bunların dışında planlanmış veya planlanmadan oluşturulmuş bir meydan olup olmadığı hakkında elimizde kaynak ve veri yoktur.
Bugün şehirde Ulu Camii ve çevresinde, Hamidiye Mahallesi’nde, Bal Sokak’ta, Belediye’nin batısında, Hükümet Konağı’nın önünde ve arkasında, 4 no’lu Sokak’ta, Kunduracılar Sokağı’nda, Dere Mahallesi’nde, Meydan Mahallesi’nde, Çerdiğin Mahallesi’nde, Nevşehir Caddesi’nde büyük boş alanlar vardır. (Harita 1) Ulu Camii çevresinde, Dere Mahallesi’nde, Meydan Mahallesi’nde ve Nevşehir Caddesi’nde, boş alanlar park ve bahçe olarak, diğer boş alanlar ise otopark olarak değerlendirilmişlerdir.
Fakat şehrin bu açık alanlarına rağmen, bugünkü sıkı dokusu Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde nasıldı sorusu cevapsız kalmaktadır.
Selçuklu Dönemi’nde, şehrin hangi mahallelerden oluştuğu ve bu mahallelerin isimleri hakkında elimizde yeterli bilgi yoktur. Fakat şehri o dönemde kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda kesen iki ana arter’in dört bölüme ayırdığını ve en azından o dönemde surların içinde kalan kısmın dört mahalleden oluştuğunu söyleyebiliriz.
Beylikler Dönemi’nde ise, isimlerini bildiğimiz Emirza Bey, Debbağlar, Minare, Mevlana Yakupzade, Emir Fakih, Çeşme, Hatip, Kerim Hasan, Boyacı Ali ve Kiçi Kapı mahalleleri olmak üzere 10 Mahallesi vardır.21 Fakat bu mahalleleri bugün tam olarak konumlandırmamız mümkün değildir. Her şeyden önce bunlardan hangilerinin sur içinde, hangilerinin sur dışında bulunduklarının kesin olarak bilemiyoruz. Mahalleler isimlerini ya mahalle mescitlerinden ya da kale kapı
larından almıştır. Bu yapıların günümüze gelememesi veya isim değişmesi gibi sebepler yerlerinin tesnbitini ve kesin bir sonuca varmayı güçleştirmektedir. Bunlardan Kiçi Kapı şehrin doğusunda, Debbağlar Mahallesi’nin batısında, Mevlana Yakupzade Mahallesi’nin de kuzeydoğusunda bulunduğunu düşünmekteyiz.
Daha önceleri surlarla çevrili sınırlı bir alanda sıkışmış olan şehrin, fiziksel olarak birbirini kesen yolların ayırdığı ve temelde fiziksel bölünme üzerine, sosyal, dini ve ticari kurumların yer aldığı merkez ve çevresindeki mahalleler yerine küçük gruplar halinde şehrin etrafına yayılan ve yeni halkın oluşturduğu yolların sınırlı olmayan mahalleler bulundukları bölgelerde birer sosyal ünite olarak belirirler.
Küçük mahallelerde yaşayarak kendilerini merkezi bölgeden soyutlayan halkın bağ, bahçe ve tarlaları ile uğraşmaları, merkeze ise mallarının satarak ihtiyacı olan eşyaları almak için gitmeleri sebebiyle, merkezle olan ilişkileri daha çok çarşı-pazar ihtiyacına yöneliktir.
Şehrin çarşı ve pazarları, ticaret yapıları ve ticaretin yoğun olarak yapıldığı bölgeler bugünkü Minare Mahallesi’nde ve Hamidiye Mahallesi’nin bulunduğu kısımlarda kurulmuştur. Minare Mahallesi’nin bulunduğu kısımda Selçuklu Dönemi’nde II. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan Kılıç Arslan Hanı, Beylikler Dönemi’nde yaptırılan Hacı Şükrullah Hanı ve çarşılar bulunurken; Hamidiye Mahallesi’nde Ulu Cami’nin güneyindeki meydanda şehrin açık pazarının olduğu ve meydanın yer aldığını söyleyebiliriz. Bugünde bu bölgeler, şehrin çarşısının ve ticaret merkezinin bulunduğu yerlerdir.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde şehrin iktisadi ve ticari faaliyetinde bilhassa dokumacılık önemli bir yere sahipti. 1331 yılında Aksaray’a gelen İbn Batuta, koyun yününden imal edilen ve hiçbir yerde benzeri olmayan halıların Şam, Mısır, Irak, Hind, Çin ve Türk illerine kadar gönderildiğini söylemektedir.22 Ayrıca şehirde ve çevresinde ekonomik faaliyetlerin ağırlığını zirai mahsuller, meyvecilik ve hayvancılık teşkil etmektedir.
Şehirde Selçuklu Dönemi’nden bilinen en erken tarihli yapı Sultan I. Mesut’un bugünkü Ulu Camii’nin yerine yaptırmış olduğu mescittir. Mescit daha sonra II. Kılıç Arslan tarafından bazı ekleme ve onarımlarla genişletilmiştir (Fotograf 3).
Bunlara ek olarak şehrin kuzey ve batısında I. Alaeddin Keykubad Dönemi’nde yaptırılmış ve günümüze sadece minareleri gelen iki cami vardır. Bu iki cami arasında muhtemelen aynı zamanlarda yapılmalarından olacak ki pek çok benzerlik vardır. Kuzeydeki Şamlı Mahallesi’nde, Nevşehir Caddesi üzerindeki Kızıl (Eğri) Minare (Fotoğraf 4); batıdaki ise Küçük Bölcek Mahallesi’nde, aynı ismi taşıyan cadde üzerindeki Yıkık (Güdük) Minare’dir (Fotoğraf 5). Her iki yapı’da, önemli ticaret yollarının başladığı ve şehir içindeki iki ana arterin bu yollarla kesiştikleri yerlerde yapılmaları ve şehre, Kızıl (Eğri) Minare’nin Başköprü, Yıkık (Güdük) Minare’nin ise Debbağlar Köprüsü ile bağlanması açısından büyük benzerlik göstermektedir. Ayrıca, işlev olarak da sadece çevrelerindeki mahalle sakinleri için değil, şehre dışarıdan gelen kervan ve tacirlerinde ibadetlerini yapmakları için inşa edilmiş olduklarını düşünmekteyiz.
Yine şehrin güneybatısında Taşpazar Mahallesi’nde, aynı ismi taşıyan cadde üzerinde bulunan Cıncıklı Mescit’de (Çizim 2), önemli bir yol üzerinde bulunması veya bu bölgede nüfusun artması sebebiyle ihtiyaca cevap verememiş olmalı ki hemen güneyinde, 13. yüzyılın sonlarında veya 14. yüzyılın başlarında Araçzade Mescidi yaptırılmıştır. Şehir merkezinde Sultan I. Mesud’un yaptırttığı ve oğlu II. Kılıç Arslan’ın onartıp bazı eklemelrle genişlettiği mescit, Beylikler Dönemi’nde Karamanoğlu II. Mehmet Bey Dönemi’nde 1408-1409 yılında yenilenerek bugünkü şeklini almıştır (Fotoğraf 3).
Ayrıca Beylikler Dönemi’nde, bugün mevcut olmayan, Ferişteh hatun, Fahr-i Tabib, Debbağlar, Kiçi Kapı, Mevlana Yakupzade, Minare, Elagöz, Kalemberziye, Emir Fakih, Çeşme, Hatip, Emir Yusuf, Hemper Hatun, kerim Hasan, Paşacuk, Boyacı Ali ve Ahmet Bey Mescitleri yaptırılmıştır.23 Bunlardan Ferişteh Hatun Mescidi şehrin kuzeydoğusunda Bedr Muhtar Mahallesi’nde, Fahr-i Tabib Mescidi kuzeybatısında Dere Mahallesi’nde, Debbağlar Mescidi batısında Debbağlar Mahallesi’nde, Kiçi Kapı mescidi doğusunda Kiçi kapı Mahallesi’nde inşa ettirilmiştir. Bunların dışındaki diğer mescitler büyük ihtimalle şehri çeviren bü
yüklü küçüklü mahallelerde inşa ettirilmiş olmalıdırlar.
Cami ve mescitlerin yanı sıra, Selçuklu Dönemi’nde şehrin kuzeydoğusunda, Şeyh Hamid Mahallesi’nde inşa ettirilen Melik Mahmud Hanikahı ile günümüze gelemeyen yerini tesbit edemediğimiz Efdaliye Hanikahı; Beylikler Dönemi’nde ise, şehrin doğusunda Ervah Mezarlığı içinde Şeyh Cemaleddin Zaviyesi, kuzeybatısında Dere Mahallesi’nde Fahriye Mevlevihanesi ile Nakkaş Mahallesi’nde Nakkaşiye Zaviyesi, Gündoğdu Mahallesi’nde Gazneli Ali Zaviyesi ile yerlerini tesbit edemediğimiz Hacı Bektaş, Mercaniye, Feramürziye, Bablı, Fikai Zaviyeleri ile bir Tekke24 inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da yerlerini tesbit edebildiğimiz, Taşpazar Mahallesi’nde Bedriye, Dere Mahallesi’nde Hüsamiye, Meydan Mahallesi’nde Seyfiye, Gündoğdu Mahallesi’nde Beramuniye (Taciye) Medreseleri (Fotoğraf 6) (Harita 1) ile yerlerini tesbit edemediğimiz Ebubekriye ve Melikiye gibi Selçuklu Medreseleri Beylikler Dönemi’nde de kullanılmış olmalıdır ki, Beylikler Dönemi’nde Ulu Cami’nin kuzeyinde Ibrahim Bey Medresesi ile Zinciriye Mahallesi’nde Zinciriye Medresesi (Fotoğraf 7) olmak üzere iki medrese ile yerlerini tesbit edemediğimiz Sıraciye Ilim Evi ve Eslim Paşa Dar’ül-hüffazı inşa ettirilmiştir.25 Bu yapılardan sadece Zinciriye Medresesi (Fotoğraf 7) ile Beramuniye (Taciye) Medresesi’nin portal parçası (Fotoğraf 6) günümüze gelebilmiştir. Diğerleri mevcut değildir.
Selçuklu Dönemi’nde şehrin kuzey doğusunda, bugünkü Şifahane Mahallesi’nde inşa ettirilen Darüşşifa, Beylikler Dönemi’nde de kullanılmış olmalıdır ki bir yenisi yapılmamıştır.
Şehirde su ile ilgili olarak çeşme, sebil türü yapılardan hiç biri ile karşılaşamıyoruz. Bunun da şehir içindeki su kanalları vasıtasıyla suyun evlere kadar taşınmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca su ile ilgili olarak şehirde Başköprü ve Debbağlar Köprüsü; Saray Hamamı ve Kılıçarslan Hamamı’na ek olarak Beylikler Dönemi’nde Bey ve Tarhacı Hamamları inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da bir darphanenin bulunduğunu ve hem Selçuklu, hem de Beylikler Dönemi’ne ait Aksaray’da basılmış sikkelerin bulunmasından yola çıkarak yapının iki dönemde de kullanıldığını söyleyebiliriz. Bugüne kadar şehrin kuzeydoğusunda Şeyh Hamit Mahallesi, Güzel Baba Sokak’ta bulunan Melik Mahmut Hanikahı darphane olarak tanıtılmasına karşın, darphanenin şehrin ve surların dışında değil de şehir içinde, iç kale’de, saray yakınlarında bulunması gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır (Çizim 1).
Şehirde Selçuklu Dönemi’ne ait olan türbeler, biri hariç, hepsi şehrin doğusundadır. Sadece bugün mevcut olmayan Çaput Baba Türbesi şehrin kuzeydoğusunda, Şifahane Mahallesi’ndedir. Hırkalı Sultan Türbesi Gündoğdu Mahallesi’nde, Ervah Tepe Türbesi (Fotoğraf 8) Ervah mezarlığı içinde, Kılıçarslan Türbesi (Fotoğraf 9) Kırkkızlar (Kılıçarslan) Tepesi üzerindedir. Bunlara ek olarak Beylikler Dönemi’nde bugün mevcut olmayan ve yerlerini tesbit edemediğimiz Nefise Hatun ve Hani Türbeleri inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da Selçuklu Dönemi’ne ait iki mezarlık bulunmaktadır. Birincisi şehrin doğusunda bulunan ve ilk dönemlerden beri kullanıldığını düşündüğümüz Ervah Mezarlığı ve ikincisi şehrin güneyinde bugünkü Toprak mahsülleri Ofisi, Silolar ve İtfaiye’nin bulunduğu alanda kurulmuş olan ve bugün mevcut olmayan Sine Çayırı Mezarlığı’nın yanına 1309 yılında bir musalla inşa ettirilmiştir.
Beylikler Dönemi’nde de şehrin doğusunda Naturoğulları, kuzeydoğusunda Bedr Muhtar Mahallesi’nde Bayram Tepe ve Bedr Muhtar, kuzeyinde Meydan Mahallesi’nde Kabaktaş Veli Mezarlıkları kurulmuştur (Harita 1). Mezarlık sayısının bu dönemde artmasının sebebini, o dönemdeki savaşlar ve salgın hastalıkların artması ve eski mezarlıkların ihtiyaca cevap verememiş olmasına bağlıyabiliriz.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde şehrin asıl dokusunu oluşturan sivil yapılar hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Yalnızca İç Kale’de, bugünkü Hükümet Konağı’nın bulunduğu bölgede bir saray bulunduğunu biliyoruz. Bunun yanı sıra şehrin doğusunda Kılıçarslan (Kırkkızlar) Tepesi’nde de bir köşk vardır.
19-20. yüzyıllardan kalma sivil yapılar bugün şehirde tescillenmiş olarak daha ziyade şehrin güneybatısında Taşpazar Mahallesi’nde, batısında Küçük Bölcek ve Nakkaş mahallelerinde, kuzeyinde Dere ve
Meydan mahallelerinde, kuzeydoğusunda Sofular ve Gündoğdu mahallelerinde yoğunlaşmaktadır.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de durumun hemen hemen aynı olduğunu, surların içinde değil de daha çok surların dışında sivil yapıların yoğunlukta bulunduğunu, sur içindeki sivil yapılarında zamanla, şehirde yapılan yeni yapıların inşası sırasında yıkıldıklarını düşünmekteyiz.
Sonuç olarak tarih boyunca pek çok kez el değiştiren şehir, adına hutbe okutmak ve sikke bastırmak şartıyla tabi olduğu hükümdar tarafından atanan Emir, Melik, Vali ve Naibler tarafından yönetilmiştir.
Sürekli olarak Ulu Irmağ’ın doğusunda, eski şehir kalıntıları üzerinde kurulan şehir, gerek Selçuklu ve gerekse Beylikler Dönemi’nde önceleri surlarla sınırlı bir alanda yerleşmenin olduğu kapalı kent görünümündeydi. Daha sonra sur dışında inşa ettirilen cami, zaviye, medrese vb. yapılar çevresinde kurulan yeni mahallelerle kapalı kent görünümünden kurtularak yerleşimin sur dışında da geliştiği açık kent görünümü kazanmıştır (Harita 1).
1 Anonim, “Aksaray” maddesi, Yurt Ansiklopedisi, VIII-IX, İstanbul 1982-83, s. 6173, 6233.
2 William Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev. Mihri Pektaş), İstanbul 1960, s. 314.
3 Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV), (Çev. Adnan Pekman). İstanbul 1993, s. 61.
4 Kornemann, “Coloniae” maddesi, Paulys Realencyclopaedie der Classischen Altertums Wissenschoft, IV, Stutgart 1900, s. 551.
5 William Martin Leake, Journal of a Tour in Asia Minor. With Compartive Remarks on the Ancient and Modern Geography of that Country, London 1842, s. 75.
6 Friedrich Hild, Das byzantinische Strassensystem in Kapodokien, Wien 1977, s. 40.
7 F. Hild ve M. Restle, “Koloneia”, Tabula Imperii Byzantini, II, Wien 1981, s. 207.
8 F. Hild ve M. Restle, a.g.m., s. 207-208.
9 Muallim Hüsnü, Hasan Dağı’nda İlmi Cevelan, Aksaray 1928, s. 48.
10 İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde-Aksaray Tarihi, I-III, İstanbul 1974, s. 1055.
11 F. Hild ve M. Restle, a.g.m., s. 207.
12 Gregory Abu’l-Farac, Abu’l Farac Tarihi, I-II (Çev. Ömer Rıza Doğral), Ankara 1987, s. 240-241.
13 A. Sevim ve Y. Yücel, Türkiye Tarihi. Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, Ankara 1989, s. 97, 100.
14 M. Zeki Oral, “Aksaray’ın Tarihi Önemi ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 5 (1962) s. 223-240.
15 İ. Hakkı Konyalı, a.g.e., 277-280.
16 M. Zeki Oral, “Anadolu’da Sanat Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, 5 (1962) s. 23-29).
17 A. Sevim ve Y. Yücel, a.g.e., s. 100.
18 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 233.
19 Ibn Batuta, Ibn Batuta Seyahatnamesi, (Çev. Mehmet Şerif), İstanbul 1914, s. 342; İsmet Parmaksızoğlu, Ibn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, İstanbul 1989, s. 25.
20 Kerimeddin Mahmud Aksarayî, Selçuki Devletleri Tarihi, (Çev. M. Nuri Gençosman-F. Nafiz Uzluk), Ankara 1943, s. 337.
21 Feridun Nafiz Uzluk, Fatih Devri’nde Karaman Eyâleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958, s. 45-50.
22 İbn Batuta, A.g.e., s. 342.
23 Feridun Nafiz Uzluk, a.g.e., 40-45.
24 Feridun Nafiz Uzluk, a.g.e., 51-53.
25 Feridun Nafiz Uzluk, a.g.e., 54-57.
Ahlat Mezar Taşları
Prof. Dr. Beyhan KaramaĞralI
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
ezar taşları, tarihli olmaları sebebiyle, etnografik ve sanat tarihi eserleri için “terminus post quem” ve “ante quem” olarak da belge hüviyeti taşırlar. Kısaca mezar taşları yapıldıkları çevrenin ve devrin inançlarının, adetlerinin, sanat geleneklerinin, tabii, iktisadi ve sosyal şartlarının müşterek mahsulüdür. Türk mezar taşları, milli kültürümüzün nesiller boyu devam edegelmiş belgeleridir. Onlar halkın duygu ve düşüncelerinin, sanat zevkinin, örf ve adetlerinin akisleridir. Mezar taşları sadece bir milletin yayıldığı ülkelerdeki kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda o milletin menşeini de ortaya koyarak ona damgasını basar. Onlar bir milletin tapu senetleridir.
Türklerin zaman zaman hükümleri altında bulundukları Türkistan, Azerbaycan, Macaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya ve Arap ülkelerinde yapmış oldukları mezar taşları ile Türkiye’deki örnekler arasında ayrı kültürü paşlaşmaktan doğan benzerlik dikkati çeker.
Düzensiz şehirleşme sonucu bir kısım mezarlık arsa haline getirilmiş ve buralardaki bazı mezar taşları müzelere yığın halinde atılmıştır. Bu taşların envanterleri de eğer yapılmış ise yanlış olmuş baş ve ayak taşları ile sandukaları birbirine karışmıştır.
Mezarlıklar
Mezarlıkları bakımından Ahlat, bütün Ortaçağ İslam dünyasında müstesna bir yer işgal eder. S. Eyice, bölgeyi dolaşan İngiliz seyyah H. B. Lynch’nin 1901 yılında yayımlanan kitabında bu mezarlığı, Kensal Green ve Pere Lachaise mezarlıkları ile mukayese ettiğini, bu mezar taşlarını sanata çok değer veren, çok seviyeli bir medeniyetin temsilcisi olarak gördüğünü söylediğini, Doğu Anadolu’yu dolaşan W. Bachmann’ın da Lych’in sözlerini tekrarladığını, ifade etmektedir. (B. Karamağaralı, Ahlat Mezar taşları, 1972).
Ahlat’ta muhtelif yerlerde görülen küçük mezarlıklardan başka tarihi değer taşıyan ve büyük sahalar kaplayan altı mezar vardır.
1. Harabe Şehir Kabristanı
Bu mezarlık Selçuklu Kalesi içindeki Harabe Şehir’de bulunmaktadır. Etrafı taş bir duvarla çevrili olan kabristanda alelade mezar taşları ile iki “akıt” (tümülüs tarzında mezar) bulunmaktadır.
2. Taht-ı Süleyman Kabristanı
Hasan Padişah Kümbeti’nin güneybatısında, adını taşıdığı mahallede bulunmaktadır. Burada XIV. asra ait pek çok şahideli mezar taşı, bir akıt ve bir koç heykeli mevcuttur. mezar taşları itina ile işlenmiştir. Bir kısım mezar taşları Meydanlık Kabristanı’nda isimleri bulunan sanatkârların kitabelerini taşımaktadır. Bununla beraber buradaki eserler Meydanlık Kabristanı’na göre ikinci sınıf eserlerdir. Bu mezarlığa Kara Şeyh Mezarlığı da denilmektedir.
3. Kırklar Mezarlığı
Kırklar Mahallesi’nde bulunan bu mezarlıktaki kabirlerin bir kısmı XIII-XIV. asırlara aittir. Bunlar da şahide ve sandık şeklinde mezar kısmını ihtiva eden tiptedirler. Kitabeli ve sanatkâr imzalı olmakla beraber, küçük ölçüde ve kabaca işlenmişlerdir. Fakat sütun şeklindeki bir sanduka, bu tipin, Ahlat mezarlıklarında bulunanların en itinalılarındandır. Bu mezarlıkta Orta Asya balballarını hatırlatan insan şekli arkaik şahideler mevcuttur. Bunlar yuvarlak bir baş ile omuzları belirleyen taş blokları halindedir.
4. Merkez Kabristanı
Merkez Mahallesi’nde Şeyh Necmeddin ve Erzen Kümbetleri’nin bulunduğu sahadır. Çoğu harap olmuş basit mezar taşları
nı ihtiva etmektedir. Bu mezarlığın bulunduğu mahalleye “kayı” dan muarref olarak “Kaya” denmektedir. Mezarlık da aynı zamanda Kaya Mezarlığı olarak anılmaktadır. Erken Osmanlı devri yazmalarından Kayı Boyunun ilk durağının Ahlat olduğu kayıtlıdır. Civarda “Kınık” isimli bir köyün de olduğu söylenmektedir. Bu sebeple “Kaya” denen bölgede Kayıların oturdukları düşünülebilir.
5. Meydanlık Kabristanı
Ahlat’ın en mühim ve en büyük mezarlığı budur. Bugün kuzeyden güneye Taht-ı Süleyman yolu ile Tatvan şoşesi, doğudan batıya İki Kubbe Mahallesi ile Harabe Şehir arasındaki geniş düzlüğü kaplayan mezarlığın çevresi kısmen tarla haline getirilmiş ve şahıslara tapulanmıştır. Bugün Taht-ı Süleyman yolunu, Tatvan şoşesine bağlayan yol, mezarlık içinden geçirilmiş ve pek çok mezar bu yola rastlandığı için bozulmuştur. Mezarlıkta, bir oda, bir hol şeklinde veya birkaç odalı akıtlara rastlanmaktadır. Meydanlık Kabristanı XII. asrın başından XVI. asra kadar tarihlenen muhtelif tiplerden, takriben bin kadar mezar taşı ihtiva etmektedir. Mezar taşları sıralanışlarına göre bize devirleri, istilâ ve savaşları göstermektedir. Bu bakımdan Meydanlık Kabristanı bulunmaz bir tarihi belge durumundadır.
6. Kale Mezarlığı
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’nden sonra inşasına başlayan ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlanan Osmanlı Kalesi dışında bulunan bu mezarlık, Osmanlı devri mezar taşlarını ihtiva eder. Tezyinat yalnızca şahidelerin yan yüzlerinde, kuş ve hançer motiflerinden ibarettir. Kitabesinden “Şeyh” olduğunu öğrendiğimiz Eyyup’un mezar taşı 1644 tarihlidir. Diğer bir mezar taşında da ölen kimsenin ilim ve kalem sahibi olup ve yine aynı tarihte, 1644’te öldüğü anlaşılmaktadır. Bu mezar taşları, Ahlat’ta bu sanat kolunun artık sönmüş bulunduğunu ve Ahlat’ın bir mezar merkezi olma hüviyetini kaybettiğini göstermektedir.
7. Koç Heykelleri
Ahlat’ta üzerinde kitabesi bulunan kırmızı tüften yapılmış iki koç heykeli de bulunmaktadır. Bunların ikisinin de başları kopmuştur. Ortaokulun bahçesinde müzeye kaldırılmış bulunan 100x0.60x0.43 m. ölçüsündedir. Bu heykel karın kısmından ikiye ayrılmıştır. Sırtını kaplayan kitabe 1400-1401 tarihini verir. Diğer heykel Kırklar mezarlığında yarıya kadar toprağa gömülü vaziyette bulunmuştur. Bu mezar taşı 1.06x0.60x0.41 m. ölçüsündedir. Taşın sırtında itinasız dişi olarak yazılmış mezar kitabesi bulunmaktadır. Doğu Anadolu’nun pek çok bölgesinde bu tip mezar taşlarına rastlanmaktadır. Bunlar içinde üzerinde haz bulunanlar da vardır. Bizanslılar ve diğer Hırıstiyanlar topluluklarında koç, koyun ve at şeklinde mezar heykeli mevcut olmadığı için, Ermeni ve Gürcüler tarafından yapılmış bulunan bu tip mezar taşları köksüz kalmaktadır. Kanaatimizce bunlar Türk kültürünün Ermeni ve Gürcülere tesirinin belgeleridir; ya da bu topluluklar tarafından Hıristiyanlaştırılan fakat kendi inanç ve adetlerini yaşatan Türklerin bıraktıkları hatıralardır. Koç ve koyun heykellerinin Doğu Anadolu’dan başka, Seyitgazi, Afyon ve Akşehir gibi İç Anadolu bölgesinde rastlanması bunların Türklerden başka hiçbir topluluğa ait olamayacağını ortaya koyar.
Dostları ilə paylaş: |