Anayasa’nın maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir


) OHAL’in gerekli kıldığı konularda çıkarılmayan kararnameler OHAL KHK’si sayılamazlar ve bunlar hakkında AYM’ye iptal davası açılabilir



Yüklə 0,62 Mb.
səhifə4/10
tarix04.11.2017
ölçüsü0,62 Mb.
#30599
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

1) OHAL’in gerekli kıldığı konularda çıkarılmayan kararnameler OHAL KHK’si sayılamazlar ve bunlar hakkında AYM’ye iptal davası açılabilir.

2) OHAL KHK’leri sadece OHAL süresince geçerlidir. OHAL kalkınca bunlar da kendiliğinden yürürlükten kalkar.  OHAL’in veya sıkıyönetimin gerekli kıldığı konularda çıkartılan KHK’ler, bu rejimlerin ilan edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı süresince uygulanabilirler.

3) OHAL KHK’leri yasalarda değişiklik yapamaz. Çünkü bunlar sadece “OHAL’in gerekli kıldığı konular”a ilişkindir ve OHAL süresince geçerlidir. Bu kuralların OHAL bölgeleri dışında veya OHAL’in bitmesinden sonra da devamı isteniyorsa, yasa çıkarmak şarttır.

AYM şimdi kendi iki üyesini görevden atarken verdiği kararda böyle demiyor?

Demiyor ve zaten bu yüzdendir ki AYM hem kendi içtihadını hem de Anayasa’yı açıkça ihlal etti. Şöyle diyor:

1) 667 s. KHK’nin 3. ve 4. maddelerinde düzenlenen tedbirler [meslekten, kamu görevinden çıkarma, vb.] dikkate alındığında, terör örgütleriyle irtibatlı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılmak istendiği anlaşılmaktadır.

2) Bu maddeler, tüm kamu kurumları için emsal olacak, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğindedir. Bu kurumlar arasında AYM de vardır.

2) Darbe teşebbüsü ile AYM üyeleri arasında “üyelik” veya “mensubiyet” aranmamış, “iltisak” ya da “irtibat” yeterli görülmüştür.

3) Bu bağın sübut bulması [gerçekleşmesi] aranmamıştır. Belli bir delile dayanma zorunluluğu da öngörülmemiştir. Böyle bir bağın AYM Genel Kurulu’nun salt çoğunluğunca “değerlendirmesi” yeterli görülmüştür. Bu iki üyenin savunması alınmış, meslekten çıkarılmalarına oybirliğiyle karar verilmiştir. [6]

 

Binlerce yargıç ve savcı görevden alındı ve tutuklandı. Yargıçlar hangi durumlarda görevden atılabilir ve tutuklanabilir? 

2802 s. Hakimler ve Savcılar Kanunu Md. 88’e göre: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri dışında suç işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez.”

Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ise suçüstü’nü şöyle tanımlıyor:

Suç işlenirken veya fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanmak” (Md. 2); “Kişiye suçu işlerken rastlanması veya suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.” (Md. 90).

Eşyanın tabiatı gereği, bu kurallara göre “örgüt üyeliği” açısından suçüstü hali olamaz. Suçüstü ancak adam öldürme, resmî evrakta sahtecilik, hırsızlık, tecavüz, uyuşturucu satma, vb. suçlarda olur.

Görevleri icabı Türkiye’deki memurların en ayrıcalıklı kesimi olan yargıçlara yapılan muamele bakımından şu anda yasanın bu kuralları ihlal edilmekte:

– Suriye’deki Esad muhalifi terör örgütlerine silah götürdüğü iddiasıyla MİT tırlarının 19.01.2014’de durdurulup aranması olayında sanıkları tutuklamayan yargıç 20.07.2016’da yani 2,5 yıl sonra tutuklandı. [7]

– Yargıç ve savcılarının 5’te 1’i görevden alınmış vaziyette (3.670 yargıç ve savcı). [8]

– 3.000’i aşkın yargıç ve savcının mal varlığına tedbir konuldu. [9]

– 2.131 hakim ve savcı tutuklu. [10]

Üstelik, OHAL ve KHK’ları yokken de bu yasa maddeleri ihlal edilmekteydi: ‘Paralel yapı’ soruşturmasındaki tahliye krizinin iki yargıcı birbiri ardına tutuklandı; tutuklanma gerekçelerinden biri “silahlı terör örgütü üyesi” olmak. [11]

Bu durumda hukuken yapılabilecek hiçbir şey yok mu?

Türkiye’de hukuk bu haldeyken, ulusal olarak yapılabilecek fazla bir şey yok. Şöyle ki:

1 Ekim 2016’ya kadar tatile girdiğine göre, bu KHK’ler TBMM tarafından 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanamayacak. Bu durumda hukuken yürürlükten kalkacaklar. Fakat bunu hangi mahkeme, özellikle de ilk derece mahkemesi bu korku ortamında uygulayacak?

Hukuka uygun ve yapılabilir en mantıklı durum, kendisine yapılacak bir bireysel başvuru sonucunda AYM’nin bunları yok hükmünde sayarak iptal etmesi.

Nitekim İHD, 4 Ağustos tarihli KHK’yle getirilen 30 günlük gözaltı süresinin anayasaya, yasalara, kişi güvenliği ve özgürlüğüne, masumiyet karinesine, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğu gerekçesiyle tedbir için bireysel başvuruda bulundu. Fakat 2 hafta geçtiği halde bir ses yok ve 1 Eylül’e kadar durum böyle devam ederse doğrudan AİHM’ye gidilecek. [12]

AİHM’nin bu konuda tutumu ne olur?

İç hukuk böyle ihlal ediliyorsa, Avrupa hukuku haydi haydi ediliyor. Bu yüzden Türkiye AİHS’yi askıya aldığını bildirdi. Türkiye daha önce bunu 1990 ve 92’de yaptı. Bu konuda en yetkili kalem olan Dr. Rıza Türmen, askıya almanın denetimden kaçabilmek anlamına gelmediğini hatırlatıyor. Üstelik arada bugün aleyhine büyük farklar var: [13]

O tarihlerde AİHS’nin belli maddelerinin askıya alındığı belirtilmiş, oysa şimdi “genel” bir askıya alma var. AİHM alınan tedbirlerin tehdit azaldığı oranda azalmasını istiyor oysa durum tersine; şimdi bir de FG plakalar toplanmaya başlandı. Ölçülü olmasını istiyor, oysa 1996’da 14 gün mahkemeye çıkarılmamak Türkiye’nin mahkum olmasına yol açmışken bugün gözaltı süresi 30 gün ve bu işkence yapmaya çok müsait; gazetelerde mor suratlı insan resimleri dolaşıyor.

Hepsi bu değil. Tutukluluğa itirazlar dosya üstünden yapılacak, oysa yargıcın tutukluyu görmesi lazım (14. yüzyıldan kalma habeas corpus; “işte vücut” kuralı). Tutuklananların mülkiyet hakkına el konuyor ve bu da 1 Numaralı Protokolün ihlali. O kadar çok ki. AİHM bunların hiçbirini kabul etmez.

Etmez de, AİHM kararlarına normal dönemde bile zorunlu din dersleri [14] ve Alevi ibadet yerleri [15] konusunda uymayan AKP’nin, hayatını bağladığı bu KHK’lerin geçersiz olduğuna ilişkin bir AİHM kararına uymasını beklemek kolay değil. Belki de ‘AİHM karar verene kadar kim öle kim kala’ diyor AKP.

Hele de, AYM’nin kendi 2 yargıç üyesini yukarıda anlatılan bütün yargıç güvencelerine rağmen görevden aldığı hatırlanırsa.



Eskiden hiç duyulmamış bir şey başladı: Mal varlıklarına (para, menkul, gayrimenkul, vs.) ve hatta emekli maaşı ve sosyal güvencelere el konuyor. Bunun hukuksal temeli nedir?

CMK Md. 128’e göre kişinin her türlü para, mal, hak, alacak, vs.’sine el koymak mümkün. Fakat bunun için:

1) Bu değerlerin “soruşturulan veya kovuşturulan suçun işlenmesinden elde edildiğine” (‘suçun işlenişinde kullanılan’ değil!) ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe bulunması gerekir.

2) Durum hakkında BDDK, SPK, Hazine vs. gibi kurumlardan rapor almak gerekir. Alınmış mı bilmiyoruz çünkü şeffaflık sıfır

3) Elkoyma kararını ağır ceza mahkemesi oybirliğiyle vermelidir.  Hangi mahkeme vermiş belli değil.

Hepsinden önemlisi, ceza hukukunun 1 numaralı kuralı ihlal ediliyor: “Suçun ve cezanın şahsiliği”. Çünkü mirasçılar da cezalandırılmış oluyor.

Kişinin emekli maaşı, sosyal güvenlik hakkı, miras yoluyla elde ettiği malvarlığına gelince. Bunlar hiçbir biçimde bu Md. 128 kapsamında değerlendirilemez. Zira yasa açıkça “suçun işlenmesinden elde edilen gelir” diyor.

Zaten bu elkoyma hükümleri, kara para ve yolsuzlukla mücadele için AB standartları gereği getirilmiş bir düzenlemeydi. AKP, 17/25 Aralık sonrası malvarlığına elkoymayı zorlaştıran düzenlemeler yapmıştı (21.02.2014 tarih ve 6526 sayılı yasa). [16] Ör. BDDK, SPK, vs’den rapor alma mecburiyeti, “somut delillere dayanan” ve “somut olarak belirlenen” ibareleri, ağır ceza mahkemesinde oybirliği şartı.

Ama AKP iktidarı şimdi kendi getirdiği bu düzenlemeleri tanımıyor.

 

 



 

resmi gazete

[1] Bugüne kadar çıkan KHK’lerin ihlal ettiği iç hukuk kuralları için ayrıca bkz. Rıza Türmen, Cumhuriyet, 22.08.2016.

[2] 12 Eylül’ün sıkıyönetim dönemindeki kararlar açısından bu durum Danıştay 5. Dairesinin 14.04.1988 tarih ve E: 1987/2417 ve K 1988/1286 sayılı kararı doğrultusunda verilen 07.04.1989 tarihli Danıştay İçtihadı Birleştirme Kararı’yla bağlayıcı hale gelmiştir:

Sıkıyönetim komutanlarının [1402 sayılı yasa icabı] istemleri üzerine işlerine son verilen memurların, diğer kamu görevlilerinin ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin, ilk kez kamu görevine girdikleri tarihte bu görev için yasa ve yönetmeliklerde öngörülen nitelikleri kaybetmemiş olmaları koşuluyla, işlerine son verildiği bölgede sıkıyönetim kalktıktan sonra, kurumlarınca eski görevlerine iade edilmeleri gerekir”.

1402 sayılı yasanın sıkıyönetimden sonra etkisiz hale geleceğini tespit eden bu davayı açan Prof. Dr. Metin Günday, bu yöntemle görevden atılan insanların emeklilik ve sosyal güvenlik haklarına dokunulamayacağını belirtmenin yanı sıra, bunlara çalışmadıkları sürelerde mahrum kaldıkları gelirlerin tazminat olarak ödendiğini ilave etmektedir (http://t24.com.tr/haber/prof-metin-gunday-yanitladi-devletten-atilanlarin-emeklilik-ve-diger-haklarinda-yasal-durum-ne,355032)

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

15 Temmuz darbe girişimini ‘Allah’ın bir lütfu’ diye kamuoyuna duyuran AKP hükümeti ve güdümlü yargı,  OHAL’in 5. ayında 100 bine yakın kişiyi gözaltına aldı, 40 bin kişiyi tutukladı. Darbe girişiminden sonra fişleme raporları ile hareket ettiği artık açıkça ortaya çıkan hükümet ve yargının hukuk alanında iki büyük hamlesi oldu. İlki darbe sabahından itibaren MİT ve istihbarat raporlarına dayalı cadı avında 12 bin hakim ve savcıdan 3 bin 910 kişinin açığa alınıp ihraç edilmesiydi. Tutuklu hakim savcı sayısı bugün 3 bini aştı.

İkinci önemli hamle ise  avukatlara yapıldı. On binlerce insan savunmasız bırakıldı. Zaten son 2 senedir sürdürülen cadı avı kapsamında açılan davalardaki şüphelilerin davalarına bakan 600’den fazla avukat hakkında işlem yapıldı. Halen 250’den fazla avukat tutuklu. Gözaltına alınan, tutuklanan, mal varlıklarına ve banka hesaplarına tedbir konan yüzlerce avukat var.

17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalını ortaya çıkaran emniyet mensupları,  istihbarat dinlemesi, Bank Asya, Koza İpek, Zaman, KPSS, Tahşiye, MİT Tırları, 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazası, Karaman cinsel istismar, Karaman maden kazası gibi soruşturma ve  davalarının avukatları tutuklandı.  ÇHD, Özgür Hukukçular Derneği, 108 kişinin öldüğü Ankara Gar Saldırısı Mağdurları Derneği avukatları, İnsan Hakları Derneği Şırnak Şube Başkanı tutuklu. HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ’ın avukatı Sevda Çelik Özbingöl 5 gündür gözaltında. Yine Kasım ayında Selahattin Demirtaş’ın avukatı da gözaltına alınmıştı.

mersin avukatlar-ters kelepce-tutuklamaAVUKATA TERS KELEPÇE: Avukatlar gözaltına alındığında en azılı suçlulara yapılmayan muamele yapıldı, Mersin örneğinde olduğu gibi çoğu ters kelepçe ile adliyelere sevk edildi.

ÖNCE ADİL HAKİMLER, SONRA SAVUNMA AVUKATLARINA DARBE

Türk hukuku, üçlü bir yargılama sistemi üzerine kurulu; hakimlik,  savcılık  ve savunma. Hakim, kararı veren inşa eden, adaleti sağlaması gereken makam. Savcılık iddia sahibi, suçlamaları yönelten, kamu adına hakları arayan. Avukatlar ise hem müşteki-mağdur hem şüpheli-sanık haklarının savunucusu. Bu üçlünün olmadığı yargılamanın adilliği de olmuyor. Avukatlar sadece mahkeme ya da savcılık aşamasında değil, soruşturmanın en başında; örneğin gözaltı, arama, emniyet, jandarma, ifade alınması aşamalarında iş yapıyor.

Batılı ülkelerde savunma ve savcılık eşit görülüyor. Adliyelerde savcıların avukatlarla aynı seviyede kürsüsü yapılsın tartışmaları hatırlanacaktır. Batıda böyle. Bizde savcı hakimle aynı masada, avukatlar sanıkla bir.

AVUKATA ERİŞİM İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE ENGEL

Uluslararası işkenceyi önleme anlaşmaları ve evrensel hukuk normlarında da avukatlara erişme, kişinin avukatının olması  adil yargılamanın olmazsa olmazı. Denebilir ki, evrensel hukuk, işkencenin önündeki en büyük engel olarak avukatları görüyor. Çünkü insan hakları, yaşam hakkı, fikir ve düşünce özgürlüğüne müdahale gibi bugünlerde sıkça yaşanan ve bir devlet politikası haline getirilen kötü muamele, işkence ve ihlalleri önlemenin garantörü bağımsız avukatlar. İktidar kanadı, sürecin en başında özellikle Ankara ve İstanbul barolarıyla  işbirliği içinde avukatlık müessesesini işlemez hale getirdi. Sanık, şüpheliler kendi avukatlarıyla ifade veremedi.



AVUKATLA GÖRÜŞME YASAĞI, CMK AVUKATLARININ ÖNLEYEMEDİĞİ OLAYLAR

KHK ile  şüpheliyi avukatıyla 5 gün görüştürmeme kural haline getirilirken, fiilen bu 10-15 günü, kimi yerde bir ayı buldu. Gözaltı süresince avukatı ve yakınlarıyla görüştürülmeyen onlarca örnek var. Annesi milletvekili olmasına rağmen bir protestoda gözaltına alınan Hüda Kaya’nın oğlu Cihat Kaya avukatın olmadığı yerde polis tarafından omurgası kırılacak kadar darp edildi.

CMK ve TCK’ya savunmanın güçlendirilmesi için konulan baro avukatı uygulaması, bugüne kadar on binlerce kişinin kötü muamele, yüzlerce kişinin işkence, 27 şüpheli ve mağdurun intihar etmesinin önüne geçemedi örneğin. Bu haliyle uygulama tam bir ‘savunmayı yok et’ uygulamasına döndü… Adil yargılama yapma ihtimali bile hükümeti korkutmuş olmalı ki, işe bugüne kadar haklarında idari soruşturmama bile açılmamış binlerce  savcı ve hakimi tutuklayarak başlamıştı. Darbe soruşturması yapmak isteyenler önce adil hakimlere, sonra savunma avukatlarına darbe yaptı.
 Takip et

https://pbs.twimg.com/profile_images/728912408975179777/wzo9w3h__bigger.jpgAv. Hakan Canduran @HakanCanduran

Ankara Barosu yönetimi Ankara Emniyet Müdürü'yle görüştü.http://bit.ly/2a09CHy 



09:29 - 20 Temmuz 2016



 



 33Retweet

 




 66 beğeni

BAROLAR AVUKATLARI NEDEN KORUMADI, CANDURAN EMNİYETLE NE GÖRÜŞTÜ?

15 Temmuz’dan sonra Adalet Bakanı’nın barolara baskı yaptığı ve ‘savunma hakkının işletilmemesi’ için belirli baro başkanlarıyla görüştüğü iddia ediliyor. Nitekim bunun Ankara’da uygulandığına avukatlar şahitlik ediyor: Hakkında soruşturma olan avukatların emniyet ve adliyelere alınmaması uygulandı. İlk haftalarda da listeler işledi. Avukatlara göre bu listeler, Adalet Bakanı Bozdağ ile Ankara Baro Başkanı Hakan Canduran’ın görüşmesinden sonra devreye sokuldu. Baro Başkanı Bozdağ görüşmesinden sonra 20 Temmuz’da Ankara Emniyeti Müdürlüğü’nü ziyaret etti. Bunu @HakanCanduran hesabından paylaşan baro başkanın twitter hesabından daha sonra açıklamanın linki  kapatıldı. Bütün bu süreçten sonra bu kanuni kılıfa büründürüldü, KHK ile olaya  kılıf uydurulmaya çalışılsa da evrensel hukuka aykırı şekilde avukata erişim engellendi, savunma ortadan kaldırıldı.



ankara barosu başkanı hakan canduran, 15 temmuz darbesinden sonra adalet bakanı bekir bozdağ ile buluştuktan sonra ankara emniyeti ve adliyesi\'nde birçok şüphelinin özel avukatları engellenirken, cmuk avukatları devreye alındı. bakan bozdağ ile geçen ay da buluşan ankara baro başkanı, baro seçiminde rakibi olan eski adalet bakanı mehmet ali şahin\'in oğlu avukat cem şahin ile buluşması dikkat çekti.AKP-BARO İTTİFAKININ FOTOĞRAFI: Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, 15 Temmuz darbesinden ardından Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile buluştuktan sonra Ankara Emniyeti ve Adliyesi’nde birçok şüphelinin özel avukatları engellenirken, CMUK avukatları devreye alındı.

23 Temmuz’da verdiği demecinde Canduran, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) gereği o gün itibariyle 2 bin 200 kişiye 430 avukat görevlendirildiğini anlatırken şöyle diyordu: “CMK ile görevlendirilen avukat arkadaşlarımızın darbecileri savunmaması gibi bir durumdan söz edilemez. Çünkü CMK bir kamu görevi. Darbecilerin özel avukatları konusunda belki böyle bir şey söylenir, söylenmez, onu bilemeyiz.”



ankara barosu baskani hakan canduran-adalet bakani bekir bozdag-eski bakan mehmet ali sahinin oglu ankara barosu baskan adayı avukat cem sahin1TACİZ YASASI MECLİS’TE BARO BAŞKANI BOZDAĞ’IN YANIBAŞINDA: Bakan Bozdağ ile Kasım ayında da buluşan Ankara Baro Başkanı Candan’ın (sol başta), baro seçiminde rakibi olan Eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in oğlu Avukat Cem Şahin (sağ başta) ile birlikte ziyaret yapması dikkat çekti. Cinsel taciz sanıklarının affı için Bozdağ’ın öncülük ettiği yasa değişikliği tartışılırken Bakan ile buluşan Baro başkanı bir gün sonra hiçbir şey olmamış gibi halkın tepkileri üzerine yasa değişikliğine eleştirmek durumunda kalmıştı.

Keza İstanbul Barosu ve çevresinde de benzer şeyler yapıldı. ‘Cemaat davaları’ diye oluşturulan bir kategoride avukatlar işlevsiz hale getirildi. Hatta eski Baro Başkanı Ümit Kocasakal, ‘Cemaat davaları’na avukat göndermemekle övündü.

 

cumhuriyet avukat iskence.jpeg

İŞKENCELERİ DE AVUKAT TUTUKLAMALARINI DA GÖRMEZDEN GELİYORLAR

Mayıs 2014’te Danıştay’ın 146. kuruluş yılı etkinliğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile atışan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da tıpkı bu iki büyük baro gibi, avukatların sorunlarına sahip çıkmayarak, iktidarın günahlarına ortak oldu.

Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesinde düzenlenen hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak baroların en temel görevi. Bu hüküm barolara başta çevre ve sağlık olmak üzere yurttaşların bireysel ya da toplu hak ihlallerine karşı dava açabilme ve davaya katılabilme hakkı tanıyor. Sonuçta bırakın işkenceleri, yüzlerce avukatın tutuklanmasına karşı bile kılını kıpırdatmayan TBB, Ankara, İstanbul baroları ile karşı karşıyayız.

savunma1CMK AVUKATI: MÜVEKKİLİME GÖZÜMÜN ÖNÜNDE İŞKENCE ETTİLER

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarını içeren raporda, CMK avukatlarının sanık ve şüphelileri koruyamadığı örnekleriyle anlatılmıştı. Bir adli yardım avukatı, polisin, subay olan müvekkilini Ankara Emniyeti’ndeki sorgu sırasında defalarca dövdüğünü aktarmıştı.

CMK avukatı müvekkili olduğu kişiye gözünün önünde işkence edildiğini  şöyle anlatmıştı: “Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki’ diyorlardı.”

ALTERNATİF BAROLARIN BAŞKANLARI TUTUKLU, 29 DERNEĞİN KAPISI KİLİTLİ

Bütün bu hukuksuzluk sürecinde alternatif barolar ve hukukçu dernekleri de susturuldu. Konya Baro Başkanı Fevzi Kayacan (23 Temmuz), Gümüşhane-Bayburt Bölge Baro Başkanı İsmail Taştan (28 Temmuz), Erzurum Barosu eski Başkanı Mehmet Küçük (3 Ağustos), MHP Manisa milletvekili ve  eski Baro Başkanı Zeynel Balkız (2 Eylül), Siirt Baro Başkanı Cemal Acar (23 Eylül)  ve Trabzon Baro Başkanı Orhan Öngöz’ün (27 Eylül) aralarında yer aldığı baro yöneticileri tutuklandı.

İçişleri Bakanlığı kararları ve KHK’lar marifetiyle hukukçuların kurduğu derneklerin kapılarına kilit vuruldu. Mizan Hukuk Derneği, Denge Hukuk Derneği, Harran Hukuk Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Ahenk Hukuk Derneği, Adalet Hukuku Derneği, Özgür Hukukçular Derneği’nin aralarında yer aldığı  29 hukuk derneği kapatıldı. Anayasa’nın 36. maddesindeki savunma ve adil yargılanma hakkı, AİHS 6. maddesi ihlal edildi. Avukatlara savunma yaptırılmadı. Avukatını seçme, doktorunu, oturduğun evi seçme hakkı gibi temel bir hak. Hiçbir avukat kendini müvekkili yerine geçip savunmaz yapmaz. Ancak bu temel prensipleri dahi sindiremeyen bir iktidar, savunma hakkını hoyratça yok edebilir. Savunmayı tutuklayabilir!

savunma hakki böyle yok edildi: konya’da gözaltına alınan 12 avukattan biri olan m.k., gözaltındaki aşağılama ve yorgunluğa dayanamayarak bayılmıştı. m.k’nın elleri kelepçeli ve baygın fotoğrafı, avukatların düşürüldüğü durumu özetleyen zulmün sembolü olmuştu.SAVUNMA HAKKI BÖYLE YOK EDİLDİ: Konya’da gözaltına alınan 12 avukattan biri olan M.K., gözaltındaki aşağılama ve yorgunluğa dayanamayarak bayılmıştı. M.K’nın elleri kelepçeli ve baygın fotoğrafı, avukatların düşürüldüğü durumu özetleyen zulmün sembolü olmuştu.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Yeni Asya Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz, cadı avı kapsamında tutuklanan ve Topal Hafız olarak tanınan 86 yaşındaki Ali Osman Karahan’ın çarpıcı hikayesini yazdı.

Güleçyüz, Karahan’ın tutuklanma sebebinin, Topal Hafız’ın Bediüzzaman ile tanışıklığı sırasında Said Nursi’nin kendisine anlattığı şu ifadeler olduğunu yazdı: ‘“İleride sıkıntılı ve büyük bir nifak dönemi gelecek. Tutuklamalar olacak, belki cezaevlerinde yer kalmayacak. Ama Rabbim orada kardeşlerimi muhafaza edecek. Dışardakiler bile çok sıkıntılar yaşayacak. Ama sonra hizmetlerin çok artacağı güzel bir dönem olacak inşaallah. Sen de o dönemi görecek, belki tutuklanacaksın.”



İŞTE O YAZI

Son operasyonlarda tutuklanan 86 yaşındaki “Topal Hafız” Ali Osman Karahan’ın ailesinden aldığımız mesaj:

1930 doğumlu, Isparta Yalvaç’ta ikamet eden dedemiz doğuştan kalça çıkıklığı sebebiyle Topal Hafız olarak biliniyor.

23 yaşlarında imam-hatip görevini ifa etmekte iken Risale-i Nur’la tanışma fırsatı bulmuş ve Nur hizmetlerinde ömrünü tamamlamaya çalışan bir insan.

Üstad Hazretleriyle çok anıları var, ama kendisi hatıralardan ziyade hizmetin daha önemli olduğunu düşünür. Belki bu yüzden çok ismi duyulmadı şimdiye kadar.

Üstadın vasiyetiyle rahmetli Sungur Abiden belirli aralıklarla “tayinat” aldı.

Üstad, dedemizi “meselelerini rüyalarla halleden kişi” olarak tavsif etmiş.

Dedemiz Nur Talebeleri arasında ihtilaf olmasını hiçbir zaman kabul edemedi.

Hatta Sungur Abi bir defasında Yalvaç’a ziyarete geldiğinde bu konuyu ıztırapla kendisine ileterek “Bazı arkadaşlar yanıma gelmiyor” diye dertlendi ve kutuplaşmaları bitirmek için çok emek verdi.

Bir ziyaretinde Üstad “İleride sıkıntılı ve büyük bir nifak dönemi gelecek. Tutuklamalar olacak, belki cezaevlerinde yer kalmayacak. Ama Rabbim orada kardeşlerimi muhafaza edecek. Dışardakiler bile çok sıkıntılar yaşayacak. Ama sonra hizmetlerin çok artacağı güzel bir dönem olacak inşaallah. Sen de o dönemi görecek, belki tutuklanacaksın” demiş.

Bu süreç başladığından beri hazır bir şekilde tutuklanmayı bekledi hep ve şu anda babamızla beraber aynı koğuşta.

Tutuklanma sebebi bu konu. Hâkim “Medyada böyle bir bilgi var, sen böyle demişsin, darbeyle ilgin ne?” diye sormuş. Dedemiz “Üstad bana böyle birşey söyledi, ben de bunu zaman içinde anlatmıştım, oradan duyulup söylenmiştir, 86 yaşındayım, ne darbesi?” demiş. “Bunları bildiğine göre demek ki darbeyi buralarda organize ettin” gerekçesiyle tutuklanmış.

Kalp hastası, prostat kanseri. Gözleri yüzde 25 civarı görüyor ve tek böbrekli. 3 heyet raporu var. Buna rağmen tutuklu.

Mesajın özeti bu. “Mağdur falan yok” denilen bir ortamda aktaralım dedik. Tutuklananlar içinde böyle bir insan da var..

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Hizmet Hareketine yönelik ‘terör örgütü’ suçlamasıyla çatı iddianamesi hazırlayan Ankara Savcısı Serdar Coşkun, yalanlanmış bilgiler üzerinden skandal iddialara imza attı. Birçok soruşturma konusunu ‘AKP’yi devirmek isteyen cemaat mensuplarının işi’ olarak gösterdi. Suriye’ye silah taşıyan MİT’e ait TIRlar ile ilgili yapılan savcılık aramasını “AKP hükümetine darbe” olarak değerlendiren Coşkun, sayfalarca kaleme aldığı metinde, taşınan malzemelerin gıda içerikli yardım malzemeleri olduğunu savundu. MİT TIRlarından alınan patlayıcı numuneleri incelediklerini açıklayan subayların ifadelerini ise hiçe saydı.

“Kamu görevlilerinin ülke içinde bir yerden bir yere insani yardım taşıması hiçbir zaman suç değildir” sözleriyle TIR’ların sacede ülke içinde hareket ettiği izlenimi veren Coşkun, birkaç sayfa sonra bu iddiasını da kendi ifadeleriyle yalanladı. MİT yardımının sınırdan geçemeyince Halep’in Çobanbey Kasabası’nın terör örgütü IŞİD’in eline geçtiğini ileri sürdü. Gıda yardımıyla IŞİD’e nasıl karşı konulacağını ise açıklamadı. Delilsiz iddianame ile asılsız suçlamalarda bulunan Coşkun, TIR’larla taşınan malzemeler konusunda tüm iddialarını bir kenara koyarak, şu skandal ifadelere imza attı:

“Terör saldırılarına uğrayan ve canı yanan bir ülkenin tedbir alması ve saldırıları önlemek için yurt dışındaki müttefik gruplara gizlice silah sevkiyatı yapmasından doğal bir şey olamaz.”

Savcı Coşkun, o tarihlerde bu faaliyetin suç olduğu ve MİT’in böyle bir yetkisinin olmadığı dikkate bile almadı. Yargılamalar devam ederken MİT’e silah ve patlayıcı taşıma yetkisi verildi.

Savcı Coşkun silah ve patlayıcı taşındığının ortaya çıkması ile birlikte Suriye’nin, Türkiye’yi El Kaide ve El Nusra gibi terör örgütlerine yardım etmek iddiasıyla Birleşmiş Milletler’e şikayet etmesini de Cemaat’in eylemi olarak gösterdi.



Yüklə 0,62 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin