Atatürk araştirma merkezi gazi mustafa kemal atatürk miLLÎ bağimsizlik ve çAĞDAŞLAŞma önderi


D. Artvin ve Ardahan’ın Kurtarılması



Yüklə 2,01 Mb.
səhifə15/34
tarix30.05.2018
ölçüsü2,01 Mb.
#52174
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   34

D. Artvin ve Ardahan’ın Kurtarılması

Ortada çözümlenmesi gereken diğer bir mesele, Artvin ve Batum Sancakları ile ilgilidir. Bilindiği gibi, Misak-ı Millî bu sancakların millî topraklara katılmasını öngörmekteydi. Halbuki konu ile Gürcistan’ın yanı sıra Sovyetler de yakından ilgiliydiler. Sovyetler Azerbaycan’dan sonra Ermenistan ve Gürcistan’ı da Sovyetleştirmek istiyorlardı. Ermenistan 3 Aralık’tan itibaren Kızılorduca işgal edilmişti. 19 Şubat 1921’de Sovyetler Gürcistan’a savaş açtılar. Doğu Cephesi Komutanı, Ruslarla bozuşmamak için Batum ve dolaylarının işgalini sonradan onlarla anlaşmak üzere uygun zamana bırakmak, fakat Artvin ve Ardahan için hemen teşebbüse geçmek fikrindeydi. TBMM 21 Şubat’ta Ardahan sancağının geri alınması için girişimde bulunulmasını istedi. Hükümet Gürcistan’dan Ardahan ve Artvin’in geri verilmesini isteyen bir nota verdi. Kızılordu’nun Tiflis’e girmesinden bir gün önce 23 Şubat’ta buralar Anavatana kavuştular. Gürcistan’daki Türk temsilcisi Albay Kâzım (DİRİK) Bey, Batum’un işgalini istemekteydi.

Ankara, Gürcü Hükümeti’nin teklifi üzerine, Batum sancağı ile Ahıska ve Ahilkelek’in, geçici olarak Gürcistan ve Kafkasya meseleleri çözümlenene kadar, askerî işgaline karar verdi. Gerekçe, Ahıska’daki İslâmları Ermenilere karşı korumaktır. 7 Mart 1921’de Ahıska, 14 Mart’ta Ahılkelek’e girildi. Batum’da halkın alkışları arasında, 11 Mart’ta alınmıştı. Ancak Kızılordu birliklerinin Batum’a gelmesi üzerine, çatışma çıktı. Bu arada Sovyetlerle TBMM Hükümeti arasında Moskova Anlaşması imzalanmış, bu anlaşma ile Batum limanı Gürcistan’a bırakılmıştı. Dolayısıyla Türk birliği 28 Mart’ta Batum’dan ayrıldı.
E. Sovyetlerle Moskova, Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşmaları

Sovyetlerin Van ve Bitlis illerinden arazi istemeleri üzerine, kesilmiş olan Moskova görüşmeleri, onların girişimiyle yeniden başaltılmıştı.246 Görüşmelerin tekrar başlamasında Sovyetlerin Polonya’da yenilgiye uğramaları, İngiltere ile yapmak istedikleri ticaret anlaşmasının başarısızlıkla neticelenmesi ve TBMM Hükümeti’nin Ermenistan zaferi etkili olmuştu. Sovyetler Ankara’ya geniş bir sefaret heyeti göndermeyi kararlaştırmışlardı. Mustafa Kemal Moskova Büyükelçiliğine Ali Fuat Paşa’nın atanmasını uygun görmüştü. Moskova görüşmelerini yürütmek üzere iktisat Vekili Yusuf Kemal Başkanlığında Maarif Vekili Rıza Nur ve Ali Fuat Paşa görevlendirildiler. Kars’ta Sovyet Büyükelçisi ile yapılan görüşmeler ve kendisinden alınan yazılı belgeden Sovyetlerin Van ve Bitlis konularında ısrarlı olmayacakları anlaşılmıştı. Ali Fuat Paşa’ya verilen talimatta da “Sovyetlerle parafe edilen dostluk anlaşması imza edilsin veya edilmesin, Türkiye ile Rusya arasında iyi komşuluk ilişkilerinin kuvvetlendirilmesine özen gösterilmesi” istenmekteydi. Mustafa Kemal’in Sovyetlerin Anadolu’da yapmakta oldukları ideolojik çalışmaları, her bakımdan önlemek için gerekli tedbirleri almakla beraber, Sovyetlerle dostluk ve yardımlaşmaya büyük önem verdiği anlaşılmaktadır.

18 Şubat’ta Moskova’ya varan Türk heyeti, bu sefer parlak bir askerî merasimle karşılanıyordu. Bununla beraber görüşmeler zorlukla ilerliyor, zaman zaman Stalin’nin devreye girmesiyle olumlu sonuca ulaşıyordu. Bu seferki görüşmelerde zorluk, Batum konusundaki anlaşmazlıktan kaynaklanmaktaydı. Neticede Batum’un bazı şartlarla Gürcistan’a bırakılması, buna karşılık Iğdır civarının Türkiye’ye verilmesiyle sorun çözülüyordu. 16 Mart 1921 Tarihinde imzalanan anlaşma 16 maddeden oluşmaktadır. Birinci maddeye göre, Sovyetler Birliği Misak-ı Millî hudutlarını tanımakta, Türkiye tarafından kabul edilmemiş hiçbir anlaşmayı tanımamayı yükümlenmekteydi. Türkiye’nin kuzeydoğu hududu olarak Sarp’tan başlayarak Ardahan ve Kars sancaklarının idarî hududu, Arpaçay ve Aras’ı hudut olarak alan bugünkü sınırlar çizilmektedir. 2. Madde de Batum’un hangi şartlarla Gürcistan’a bırakılacağı açıklanıyordu. 3. Madde ile Nahcivan arazisinin hudutları belirleniyordu. Nahcivan kıt’asının himaye hakkı üçüncü bir devlete asla terk etmemek şartıyla özerk bir arazi statüsünde, Azerbaycan’a bırakılıyordu. 4. Madde ile Doğu milletlerinin bağımsızlık ve özgürlük hakları ve kendi istedikleri hükümet biçimi ile yönetilmek yetkileri benimsenmektedir. 5. Madde ile Boğazlar rejiminin Karadeniz’e sahili olan ülkeler temsilcilerinden oluşan bir konferansta tesbit edilmesi, alınacak kararların Türk egemenliğine zarar getirmemesi öngörülüyordu. 6. Madde ile iki ülke arasında o zamana kadar yapılmış olan anlaşmaların geçersiz olduğu hükme bağlanmıştır. 7. Madde ile Rusya kapitülâsyonların kaldırılmasını kabul etmektedir. 8. Madde ile taraflar diğer ülke aleyhine faaliyette bulunacak örgüt ve toplumların oluşmasını, Kafkas Sovyet Cumhuriyetleri de dahil olmak üzere, engelleyeceklerdir. 13. Madde ile esirlerin iadesi kabul edilmektedir. 15. Madde ile bu anlaşma hükümlerinin güney Kafkas Cumhuriyetlerince kabulü için Rusya’nın gereken girişimleri yapması ön görülmektedir.

Ayrıca Rusya, teati edilen mektuplarla, Türkiye’ye her yıl için on milyon altın ruble vermeyi taahhüt etmiştir. Askerî yardım konusu ayrıca görüşülerek iki tümeni silahlandıracak tüfek, süngü, mitralyöz, top ve cephane verilmesi kararlaştırılmıştır. Bundan başka, Sovyet Hariciye Komiseri ile Ali Fuat Paşa arasında teati edilen mektuplarla siyasî danışma ve haberleşme öngörülmüştür. Buna göre “ Türkiye Rusya politikasından farklı bir politikayı Asya’da güden herhangi bir büyük devlet tarafından Türkiye’ye yaklaşmak veya Türkiye ile anlaşmak konusunda yapılacak her öneriyi Sovyet Hükümetine haber vermeyi, Rusya çıkarlarına dokunabilecek hiçbir anlaşmaya girmemeyi yükümlenmektedir. Buna karşılık Rusya da aynı hususları Türkiye’ye karşı taahhüt etmektedir.”246b.

Moskova Anlaşması neden önemlidir? Mustafa Kemal’in biyografisi ve Millî Mücadele açısından nasıl değerlendirilebilir?

Moskova anlaşması ile Türk-Rus ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Sovyetler, Misak-ı Millî’yi tanımışlar, Türkiye’nin onaylamadığı bir anlaşmayı tanımayacakları güvencesini vermişlerdir. İki ülke arasında gerçekçi bir sınır çizilmiş, ahalisi Türk ve Müslüman olan Kars, Ardahan ve Artvin anavatana kavuşmuşlardır. Çarlık Rusyası ile yapılmış anlaşmalar ilga edilmiş, kapitülâsyonlar kaldırılmıştır. İki ülke birbirlerinin iç işlerine karışmadan, kendi kaderlerini kendileri tayin edecek, yan yana, dostça yaşamanın kapılarını aralamışlardır. Böylece TBMM Hükümeti Doğu sınırlarını güvenceye almış, buradan Batı cephesini takviye etmek imkânını kazanmıştır.

Sovyetler de en zayıf oldukları güney kanatlarında ve Kafkasya’da istikrar ve güven sağlanmışlar, Millî Mücadele’ye verdikleri destek dolayısıyla, Rusya Müslümanları ve sömürge halinde bulunan ülkelerde prestij elde etmişlerdir.

Mustafa Kemal açısından Sovyet politikaları tam bir başarıdır. Sömürgeci emperyalist devletlerin Türkiye’yi yoketmeyi amaçlayan girişimlerine karşı Sovyet desteği, Mustafa Kemal’in kuzeyden ve Kafkasya’dan emin olmasını sağlamıştır. Onun Sovyet politikası maceralardan uzak, temkinli ve gerçekçidir. Esas itibarıyla bu dış politikada yardımlaşma, ama iç politikada Sovyetlerin her türlü ideolojik girişimlerini engelleme esasına dayanmaktadır. Onun, dış politikada Sovyetlerle karşılıklı güven ve dostluğa dayalı politikası, yeni Türk Devleti’nin dış politikasının temel ilkelerinden biri olmuştur. Bu ilke Sovyetlerin 1945’lerde Türkiye’den toprak istemesi ve Boğazlar ile ilgili taleplerine kadar dikkatle korunmuş, ancak Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşından sonra, Türkiye’den toprak istemeleri üzerine terkedilmiştir.

Moskova Anlaşması, Kafkas devletleriyle bu belge çerçevesinde anlaşmayı öngörmekteydi. Sakarya savaşının kazanılmasından sonra 13 Ekim’de Kars’ta Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile Moskova anlaşması hükümlerini yenileyen Kars Antlaşması yapıldı. İnişli çıkışlı bir çizgi izlenmekle beraber Millî Mücadele boyunca Türk-Sovyet ilişkileri bu anlaşmalar çerçevesinde yürütülmüştür.



II. Güney Cephesi ve Fransa ile Ankara Antlaşması

A. Mütareke Sonrasındaki Gelişmeler.

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Şarlken’e karşı I. François’ya yardımla başlayan Türk-Fransız ilişkileri genelde dostça bir çizgi içinde gelişmişti. Bu dostane ilişkiler Fransa’nın Cezayir ve Tunus’u işgalleri ile bazen gerginleşmekle beraber barışçı bir çizgide seyretmişti. Ancak 1871’den itibaren, Avrupa’da tecrit edilmiş olan Fransa 1890’larda Rusya ile ittifak haline girmişti. Bu yıllardan itibaren de Doğudaki Fransız siyaseti, Rus çizgisiyle uyum halinde yürütülmeye çalışılmıştı. 1914 öncesinde Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın ittifak teklifi de bu nedenle olumlu karşılanmamış ve Karadeniz olayından sonra Fransa müttefikleriyle beraber Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştı. Savaş içinde yapılan gizli anlaşmalar ile Anadolu Müttefikler arasında nüfuz mıntıkaları adı altında taksim edilmişti. Fransa’ya da Lübnan ve Suriye dahil, Mersin dolaylarından başlayan Sivas ve Diyarbakır’ı da içine alan geniş bir mıntıka bırakılmıştı.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine aykırı olarak Musul, İskenderun, Maraş, Urfa ve Antep İngilizlerce işgal edilmişti. Fransızlar da 7 Aralık’ta Antakya 11 Aralık’ta Dörtyol, 17 Aralık’da Mersin, Tarsus ve Adana dolaylarını işgal etmişlerdi. 15 Eylül 1919’da yapılan bir anlaşmaya göre, İngilizler Çukurova, Antep, Urfa, Maraş ve Suriye’den çekilerek bu bölgeyi Fransızlara devrettiler. Buna karşılık Musul dahil Mezopotamya’ya sahip olacaklardı. Anlaşma gereğince Antep, Urfa ve Maraş Fransız işgali altına girmişti247. Fransız işgal kuvvetleri arasında büyük ölçüde Ermeni Lejiyonerler vardı. Bunlar Türk halkına karşı yoğun ve sistemli bir terör hareketine başladılar. Köylere baskınlar düzenlenerek, halkın mallarını ya­malama,Ġırza tecavüz olayları birbirini izledi. Bölgeye yüz bini aşkın Ermeni göçmeni getirilmesiyle Ermeni mezalimi yabancıları bile rahatsız edici boyutlara ulaşmıştı. Ermeni lejiyonerlerin Fransızlarca göz yumulan tedhiş hareketleri, Türklerin yer yer direnişe geçmelerine yol açtı. Sivas Kongresi sonrasında, Mustafa Kemal bölgedeki direnişi yönetmek üzere, Binbaşı Kemal Bey’i Kozanoğlu Doğan Bey takma adıyla Kuvayı Millîye Komutanlığına atamıştır. Bu bölge ikiye ayrılmış, Doğudakine yüzbaşı Osman Bey , Aydın oğlu Tufan Bey takma adıyla, Batıdaki bölgeye ise Yüzbaşı Ratıp Bey, Tekelioğlu Sinan Bey takma adıyla komutan olarak atanmışlardı. Maraş bölgesi Kuvayı Millîye teşkilâtında çalışmak üzere Yüzbaşı Selim Bey (Kurtoğlu Yörük Selim Bey) ve Üsteğmen Asaf Bey (Kılıç Ali Bey) görevlendirilmişlerdi248.

Alınan bu önlemler sonucu olarak gittikçe güçlenen silâhlı direniş Fransızları Kemalist hareketle uzlaşma yolları aramaya yönlendirdi.

Fransa’nın Suriye Yüksek Komiseri George Picot, bu konuda nabız yoklama amacıyla Anadolu’ya geldi. Önce Kayseri’de Ali Fuat Paşa ile sonra Sivas’a giderek 8 Aralık 1919’da Mustafa Kemal ile görüştü. Picot’un önerisi özetle şöyledir: “Şimdiki Fransız Hükümeti’nin Türkiye politikası Fransız çıkarlarına aykırıdır. Yakında Fransa’da hükümet değişecek ve Briand Başbakan olacaktır. Onun görüşü Ortadoğu’da Türk ekseriyetinin bulunduğu bir kıt’ada kuvvetli ve bağımsız bir Türk Devleti’nin oluşmasıdır. Bunun için gereken yapılacaktır. Ancak Kilikya’da başlamış olan kanlı çatışmaların kesilmesi, iki tarafın da çıkarları gereğidir. Bunun için, Kilikya’ya yürümekte olan ordular durdurulmalıdır. En nihayet Kilikya’yı boşaltacağız, yalnız orada bize iktisadî güvence veriniz” Mustafa Kemal ise “bizim için bir mesele vardır, o da vatanımızın bütünlüğü ve bu vatanda yaşayan milletimizin istiklâlidir” şeklinde cevaplandırmıştır. Picot Kilikya’yı boşaltacaklarını vaat etmiş, buna karşılık barış anlaşmasına kadar Kilikya’da eylem yapılmamasını istemiş; Mustafa Kemal Fransızların işgalindeki yerlere kuvvet gönderilmemesini kabul etmiş ama, Fransızların silâhlandırdıkları Ermenilerin bir saldırısı halinde, sorumluluk kabul etmeyeceğini belirtmişti. Picot buna karşı Ermenileri kışkırtmayacaklarını ve Türk memurların göreve devam edeceklerini bildirmişti.

Mustafa Kemal bu görüşmeler üzerine, ilgililerden Fransızlar tarafından sebebiyet verilmedikçe, silâhlı tecavüzde bulunulmamasını istedi.

Picot’yla yapılan temaslardan “Fransa’nın Doğuda Türkiye lehine harekette kendilerini menfaatkâr gördükleri” anlaşılmıştı249. Bunlara rağmen, bölgedeki Fransız komutan ve idarecilerin yanlış tutumları dolayısıyla, ilişkiler kötüleşti.
B. Maraş, Urfa ve Antep Savunmaları

15 Eylül 1919 Suriye Anlaşması’ndan sonra Fransızlar 29 Ekim’de Maraş’ı işgal ettiler. Fransız işgal kuvvetlerinin çoğunluğunu Ermeniler teşkil ediyordu. Bunların içinde terörist Ermeni fedaîler de mevcuttu. Maraş halkı Mustafa Kemal’in verdiği direktif üzerine, bir taraftan direnmek için örgütlenirken, diğer taraftan işgali miting ve telgraflarla protesto etti. Bütün Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri, bu işgallerin Wilson ilkelerine aykırı olduğunu, bahis konusu yerlerde yedi yüz yıldır Türk bayrağı dalgalandığını, Türk milletinin şimdiye kadar esaret altında yaşamadığı ve yaşayamayacağını, gerekirse istiklâl uğruna seve seve canını vereceğini, vurgulamaktaydılar. Mustafa Kemal, olayı İngiliz Yüksek Komiseri nezdinde şiddetle protesto etti. Temsil Heyeti Başkanı özetle: “Antep, Maraş ve Urfa’nın önce İngiltere, şimdi de Fransızlar tarafından işgalleri hak, hukuk ilkelerini çiğnemeye ve Türkiye’yi parçalamaya yönelik bir harekettir. Aydın’da Yunanlılarca yapılmış olan soykırım ve mezâlim şimdi Maraş, Urfa, Antep ve Adana illerinde, Fransız işgali altında Ermeniler aracılığı ile yürütülmektedir. Bu gayrı insanî politikaya karşı Türk milleti sonuna kadar hak ve hukukunu korumak azmindedir. Bundan doğacak felâketlerin sorumluluğu itilâf devletlerine ait olacaktır250”.

Maraş’ta Faransız işgaliyle, ilk günden itibaren gerginlikler başladı. Fransız birlikleri içindeki Ermenilerin taşkınlıkları halkı harekete geçirdi. Özellikle bir Türk kadına sarkıntılık eden Fransız üniformalı Ermeni’nin Sütçü İmam tarafından öldürülmesi şehri ayağa kaldırdığı gibi, Ermeni tecavüzlerinin çoğalmasına yol açtı. Olaydan bir kaç gün sonra, Fransız işgal Komutanı kaledeki Türk bayrağını indirtti. Halk “bayraksız namaz kılmayız” sloganlarıyla kaleye yollandı ve Fransız bayrağını indirerek Türk bayrağını astı. Olayların tırmanması ürenine Doğu Bölgesi Komutanı General Querette Maraş’a geldi. Sert tedbirlerle duruma hâkim olmak istedi. Generalin Maraş’a getirmek istediği takviye kuvvetleri, Kuva-yı Millîye ile çarpışmak zorunda kaldılar. Valinin Mutasarrıf Vekili ve şehrin ileri gelenlerini tutuklaması üzerine, şehir içinde çarpışmalar başladı. (21 Ocak 1920). 10 Şubata kadar şiddetle devam eden çarpışmalar sonunda, Maraş’ı dize getiremeyeceklerini anlayan Fransızlar şehri boşalttılar. Geri çekilme esnasında çarpışma ve soğuktan ciddi kayıplara uğradılar. Mustafa Kemal, kahraman Maraşlıları “Türk milletinin azamet ve yüceliğini bağımsız yaşamak iradesini bütün dünyaya karşı ilân ettikleri için” hararetle kutladı. XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir de Maraş kahramanlarına “ Öldünüz fakat Türklüğü öldürmediniz. Millî tarihimize emsalsiz bir celâdet menkıbesi” yaşattınız sözleri ile Maraş’ın kurtulmasını tebrik etti.

Mustafa Kemal, Fransızların Maraş’ı geri almalarını önlemek için ne şekilde tertibat alınması gerektiğini ilgili yerlere duyurdu251.



Maraş’ın kurtuluşu Fransızlara karşı savaşan halkın moralini yükseltti. Kesin zafere olan inancı tazeledi.

Olay İtilâf devletleri arasında asabiyete yol açtı. Ermeniler soykırıma uğruyor sloganları ile dünya kamuoyunu yanıltmaya çalıştıkları gibi, olayı İstanbul’un işgali için bir bahane olarak kullandılar.

Türkler, Maraş’tan sonra Urfa’yı kurtarmak için harekete geçtiler. Urfa bölgesindeki Kuva-yı millîye birliklerine Namık Bey takma adı altında yüzbaşı Ali Saip Bey (URSAVAŞ) komuta ediyordu. Onun yönlendirmesiyle, aşiretler demiryolunu sabote ettiler. Ali Saip Bey, 7 Şubat 1920’de Fransızlara 24 saat süreli bir ultimatom vererek şehrin boşaltılmasını istedi. Türkler yaklaşık 3000 kişi ertesi gün şehre girdiler. Fakat şehri tamamen almak mümkün olmadı. İşin uzaması üzerine, Mustafa Kemal XIII. Kolordunun tarafsız bir görünümden çıkarak “bir miktar birliği millî kuvvet şeklinde” süratle Urfa’ya göndermesini istedi. “Düşmanların millet ve memleket menfaatlerini ve bağımsızlığımızı merhametsizce yok etmeye çalıştığı bir sırada hepimizin en büyük çalışmayı göstermemizgerekir ifadesiyle, kolorduyu uyardı ve muktedir kişilerden Urfa’ya adam gönderilmesi talimatını verdi252.

Bu arada dışarıdan takviye alamayan Fransızların dayanma gücü gittikçe zayıflamaktaydı. Nitekim onların başvurusu üzerine, 9 Nisan’da mütareke yapıldı ve Fransızlar 11 Nisan gecesi Urfa’yı boşalttılar. Yolda baskına uğrayan Fransızlar ağır kayıplar verdiler. Yapılan çarpışmalar sonunda Fırat doğusu ve özellikle Urfa tam olarak güven altına alınmış oldu.

Fransızların Antep dolaylarını 5 Kasım 1919’da İngilizlerden teslim almalarından sonra, işgal edilen diğer yerler de olduğu gibi, Ermenilerin can, mal ve namus güvenliğini ortadan kaldıran tecavüzleri üzerine, Antep Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti savunma önlemleri aldı. Öncelikle Antep-Kilis yolunu kesmekle teğmen Şahin Bey’i (asıl adı Said) görevlendirdi. Şahin Bey 1920 Mart başlarında Antep’e gönderilen Fransız birliklerini yenilgiye uğratarak çekilmek zorunda bırakmıştı. Ama 26 Mart’ta güçlü bir Fransız birliğine üç gün kadar direnmiş ve son nefesini Fransız süngüleri altında vermişti. Fransız takviye kuvvetlerinin gelmesi Anteplileri yıldırmamış, şehirde savunma önlemleri çoğaltılmış, Fransızlara Antep’i boşaltmaları için bir protesto yazısı verilmişti. Antep savunmasını üstlenmek üzere Kılıç Ali Bey, Mustafa Kemal tarafından görevlendirildi. 1 Nisan 1920’de başlayan Antep savunması, 8 Şubat 1921’e kadar inanılmaz zor şartlar altında devam etti. Ancak savunmacıların ağır zayiatı ve yiyecek maddelerinin tükenmesi, Kuva-yı Millîye Komutanı Özdemir Bey’in yaptığı muhasarayı yarma hücumlarının sonuç vermemesi üzerine, şehir ileri gelenleri teslim olma kararı aldılar. Antep 9 Şubat 1921’de teslim oldu. On ay süreyle direnen Antep’e Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla gazi unvanı verildi253.

Toroslar bölgesinde ise, 1920 başlarından beri Kuva-yı Millîye Fransızlarla savaş halindeydi. Toros yamaçlarını ve Pozantı geçitleri Fransızlardan temizlenmişti. Burada 800 kişilik bir Fransız birliği teslim alındı. Fransızların Mustafa Kemal’e başvurmaları üzerine, 30 Mayıs’tan itibaren geçerli olacak bir ateşkes anlaşması yapılmıştı254. Fransızlar böylece TBMM Hükümetini dolaylı olarak tanımış olmaktaydılar. Ancak anlaşma uygulanamadı. Çünkü Fransızlar sözlerini tutmadıkları gibi, Zonguldak ve Ereğli’yi işgal ederek ateşkesi bozmuşlardı. 18 Ağustos 1920’de çarpışmalar yeniden başlamıştı. 26 Haziran 1920’de İran hududu ile Fırat nehri arasındaki bölgede Elcezire Komutanlığı kuruldu, Cephe Komutanlığına Nihat Paşa (ANILMIŞ) atandı. Fırat’ın batısından Toroslar’a kadar olan bölgede Adana Cephesi oluşturularak, başına Kurmay Albay Selâhattin Âdil getirildi. 1920 yazı boyunca Kuva-yı Millîye, Mersin, Tarsus ve Adana mıntıkasında baskınlarla Fransızları hırpaladı. Çukurova kuzeyinde Fransızlar tarafından silahlandırılmış ve örgütlenmiş Ermeni kuvvetleri vardı. Özellikle Saimbeyli (Haçin) bir direniş merkezi durumundaydı. Burası şiddetli savaşlardan sonra 15/16 Ekim 1920 gecesi ele geçerildi. Keza diğer bir direniş merkezi olan Zeytûn (Süleymanlı) 29 Haziran 1921’de millî kuvvetlerin kontrolüne alındı.

Sonuç olarak 1921 yılı başına kadar yapılan savaşlarda, Urfa güneyinde Toroslarda birer Fransız taburu yok edilmiş, Maraş ve Urfa kurtarılmış, Saimbeyli (Haçin)’de Ermeni âsileri yenilmiş, Süleymanlı kurtarılmış, Çukurova’da bir Ermeni devleti kurmak hayali yok edilmiştir.

C. Ankara Antlaşması: Nedenleri ve Sonuçları

Bu başarılar Fransızların bölgede tutunamayacağını gösteriyordu. Esasen Suriye’de Arap millîyetçileri ile Fransa’nın başı dertteydi. Türklerin onlarla işbirliği yapmasından çekiniyorlardı. Diğer taraftan geniş açıdan bakıldığında, Fransa’nın ekonomik çıkarları, Türkiye’nin bir bütün olarak kalmasını gerektirmekteydi. Fransız şirketlerinin bankacılık, liman, rıhtımlar ve madencilik alanında önemli yatırımları vardı. Fransa, ekonomik ayrıcalıklar karşılığı, Anadolu’dan çekilmeye hazır görünmekteydi.

Genel siyasî tablo açısından da Fransa’nın ana davasını Doğu sınırlarının güvenliğini sağlamak, başka bir deyimle, Almanya’nın parçalanması ve güçsüzleştirilmesi teşkil ediyordu. Daha önce de değinildiği gibi, Büyük Britanya geleneksel olarak Avrupa kıt’asında bir devletin aşırı güçlenmesine karşı olduğundan, Almanya konusunda iki devlet arasında ciddî bir görüş ayrılığı vardı. Almanya ile ilgili konularda yeteri kadar destek bulamayan Fransa, Yakındoğuda artık İngiliz kartı oynamamak durumuna gelmişti. Bunun ilk işaretlerini Picot daha 7 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’e vermişti. 23 Mayıs’ta yapılan yirmi günlük mütareke bu sürecin bir başlangıcıydı. Bundan başka, Fransa’nın halkı Müslüman olan sömürgelerinde, Mustafa Kemal millî bir kahraman olarak algılanmakta ve manen coşkuyla desteklenmekteydi.

Suriye’de başı Araplarla dertte olan Fransa, askerî açıdan iki hareketi birden yürütme gücüne sahip değildi. Diğer taraftan, yurt savunmasını yapan Türklerin direnmeleri gittikçe artmakta, Ankara Hükümeti gittikçe ağırlık kazanmaktaydı. Fransa, Suriye’de serbest kalabilmek için Mustafa Kemal ile uzlaşmakta yarar görmekteydi.

Birinci İnönü Zaferinden sonra, Sèvres’i yumuşatma amacıyla Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti de çağırılmış, böylece onlar, Mustafa Kemal’in başında olduğu TBMM Hükümetini dolaylı olarak tanımışlardır. TBMM temsilcisi Bekir Sami (KUNDUH) 11 Mart 1921 tarihinde Fransa Başbakanı Briand ile bir anlaşma taslağı imzalıyordu. Buna göre, özetle Fransa, işgal ettiği Kilikya’yı boşaltacak, sınır Payas’tan başlayarak Meydanıekbez-Kilis güneyinden geçerek Urfa, Mardin ve Midyat’ı Türkiye’ye bırakan düz bir çizgi halinde Dicle’ye ulaşacaktır. Buna karşılık, boşaltılacak bölgelerde, Fransa’ya ekonomik ayrıcalıklar ve öncelikler tanınacaktır. Ancak Mustafa Kemal, bu şartları bağımsızlıkla bağdaşır görmediği için, anlaşmayı kabul etmedi. Çünkü Mustafa Kemal 1 Mart tarihli talimatında, Bekir Sami Bey’den “Sèvres’in tartışma konusu yapılmayarak reddedilmesini, Fransız birliklerinin jandarma görünümü altında bölgede kalmasına müsaade edilmemesini, tartışmalarda Misak-ı Millî prensiplerine kesinlikle uyulmasını” istemişti.

Bununla beraber Yunanlıların İkinci İnönü Savaşında da yenilmeleri ve Ankara’nın Moskova ile anlaşması üzerine, Fransa Mustafa Kemal ile anlaşmak üzere tekrar girişimler başlatıyordu. Fransa Senato Dış işleri Komisyonu Başkanı ve eski bakan Franklin Bouillon’u görüşmeler için Ankara’ya gönderiyordu. Franklin Bouillon tartışmalarda Londra’da Bekir Sami ile yapılan görüşmelerin esas alınması, Mustafa Kemal ise Misak-ı Millî üzerinde ısrar ediyordu. Bouillon Misak-ı Millî’den Londra’da söz edilmediğini ve bu ilkelerin Avrupa’da bilinmediğini ileri sürüyordu. Buna karşı Mustafa Kemal özetle “Sèvres Antlaşmasını kafasından çıkarmayan uluslarla güvene dayalı ilişkiye giremeyiz. Bizim için Sèvres diye bir anlaşma yoktur255 cevabını veriyordu. Fransız devlet adamı Misak-ı Millî metnini incelemek için görüşmelere ara verilmesini teklif ediyordu. Görüşmelerden M. Kemal’in tam bağımsızlık, kapitülâsyonlar konusunda ödün vermeyeceği ve Londra’da yapılan nüfuz bölgesine ait maddeyi kesinlikle kabul etmeyeceği anlaşılmıştı. Buna göre hazırlanan öneriler Bouillon’a iletildi. İki taraf arasında bir anlaşma zemini hasıl olmuştu. Bouillon hükümetiyle görüşmek için Ankara’dan ayrıldı. Bu arada Yunan saldırısı başlamış, Türk ordusu Sakarya gerisine çekilmişti. Fransızlar, duraksamalarından Sakarya Savaşı’nın kazanılmasından 37 gün sonra kurtuldular. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması yapıldı. Buna göre iki taraf arasındaki harp haline son veriliyor, esirler ve tutuklular mübadele ediliyorlar, güney sınırları Hatay ili hariç bugünkü sınırlar olarak çiziliyor, İskenderun Sancağı idarî özerkliğe sahip oluyor Türk kültürünün gelişmesine yardım edecek teşkilâttan yararlanmak ve Türkçe resmi dillerden biri sayılmak şartıyla, Fransa’ya bırakılıyor, Süleyman Şah’ın mezarının bulunduğu Caber kalesinin müştemilatıyla Türkiye’nin malı olduğu ve kaleye Türk bayrağı çekileceği kabul ediliyordu256.



Ankara Anlaşması Mustafa Kemal için öneli bir başarıyı noktalıyordu. Bu anlaşma ile Fransa Misak-ı Millî’yi ve TBMM Hükümetini hukuken tanımış oluyordu. Anlaşma ile Güney cephesi kapatılıyor buradaki kuvvetleri kesin sonuç yeri olan Batı Cephesinde kullanmak imkânı hasıl oluyordu. Ayrıca bu cephedeki Fransız askerî malzemesi paralı veya parasız olarak Türklere intikal ediyordu. Fransa’nın savaştan çekilmesiyle, İtilâf devletlerinin Türkiye’ye karşı devam ettirmeye çalıştıkları müşterek cephe parçalanmış oluyordu.

İtalya da kendi iç meseleleri dolayısıyla, Anadolu’da işgal ettiği yerleri boşaltma eğilimine girmişti. Bu vaziyette Mustafa Kemal bütün gücünü kesin sonuç yeri olan Batı Cephesine aktarma imkânı buluyordu.


Yüklə 2,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin