Kütahya-Eskişehir Muharebeleri
Yunanlıların beklenen başarıyı göstermemeleri İngilizleri oldukça tedirgin etmiştir. İngilizleri rahatsız eden başka bir gelişmede Hint Müslümanlarının Anadolu’daki Milli Mücadeleyi destekleyerek İngiltere’ye sorun oluşturmalarıdır. Yunanlılara olan güvenin sarsılmasına rağmen İngilizlerin Yunanlıları desteklemekten başka çareleri de yoktur. Çünkü İngiliz Başkanı Lloyd George, Sevr’i Türklere kabul ettirememeyi İngilizlerin prestijine indirilmiş büyük bir darbe olarak görmektedir.
Anadolu’daki kuvvetlerin sayısını iki katına çıkaran, yanlarına krallarını ve İngilizlerin desteğini alarak 10 Temmuz 1921’de yeni bir saldırıya geçen Yunanlılar, artık bu sefer Ankara’ya giderek Türklerin işini bitirmek niyetindedirler. Ankara hükümetinin hazırlıksız yakalandığı bu saldırı, 13 Temmuzda Afyon’un düşmesine yol açmıştır. Yunan taarruzunun durdurulamamasından dolayı 17 Temmuzda Kütahya elden çıkmış, 19 Temmuzda da Eskişehir işgal altına girmiştir. Eskişehir yönüne yapılan karşı taarruz gelişemeyince, Türk kuvvetlerinin daha fazla kayba uğramamsı için ordunun Sakarya nehrinin gerisine çekilmesine karar verilmiştir. Türk ordusu 25 Temmuzdan itibaren bu yeni savunma hattında gerekli tertibatı almaya başlamıştır.
M. Kemal Paşanın Başkomutanlığa Seçilmesi ve Tekalif-i Milliye Emirleri
Yunanlıların Eskişehir-Kütahya Savaşlarında elde ettiği başarı yurt içinde ve dışında büyük yankılar yaratmıştır. Türkler üzerinde büyük üzüntüye, çekinmeye, hatta korkuya neden olan bu gelişme çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. M. Kemal Paşa, ordunun Sakarya nehrinin gerisine çekilme kararını verdiğinde bu kararın bir takım sıkıntılar doğuracağını tahmin etmiş, ancak başarıya ulaşabilmek için askerliğin gereklerini yerine getirmeyi faydalı görmüştür. Sorumlu arayan bazı meclis üyeleri ordunun geri çekilmesini ve ordunun tutumunu eleştirmişlerdir. Meclisteki muhalifler sorumlu ararken, telaşlanan bazı meclis üyeleri, meclisin Ankara’dan, Anadolu’nun daha güvenli bir yerine taşınmasını bile konuşmaya başlamışlardır. Mecliste yaşanan tartışmalar sırasında, M. Kemal Paşanın Türk ordularının başına getirilmesi gündeme gelmiştir. M. Kemal Paşada, “ordunun maddi ve manevi gücünü arttırmak ve en yüksek seviyeye ulaştırmak için üç ay müddetle meclisin sahip olduğu yekinin kendisine verilmesi” şartıyla başkomutanlığı üzerine almayı kabul etmiştir. Bazı üyelerin itirazlarına rağmen M. Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de çıkarılan bir kanunla başkomutanlık görevine getirilmiştir.
M. Kemal Paşa Başkomutanlığı üzerine aldıktan sonra ordunun, insan, araç, taşıt ve malzeme bakımından eksiklerini giderebilmesi , yiyecek ve giyecek sağlanabilmesi için bazı tedbirler almak ihtiyacının hissetmiştir. Bu amaçla 7-8 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye emirleri adı altında 10 emir çıkarmıştır. Bu emirler şunlardır:
-
Her kazada bir Tekalif-i Milliye komisyonu kurulacak, bu komisyonlar toplanan malzemenin orduya ulaştırılmasını sağlayacaktır.
-
Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecektir.
-
Bu komisyonlar başkomutanın emriyle halkın ve tüccarın elindeki, askerin ihtiyacı olan malların %40’ına bedeli sonradan ödenmek üzere el konacaktır.
-
Yine bu komisyonlar aynı amaçla ve aynı şartlarla halkın ve tüccarların elindeki yiyecek maddelerinin %40’ına el koyacaktır.
-
Taşıt sahipleri ayda bir kere olmak üzere 100 km.lik mesafeye ücretsiz askeri nakliyat yapacaktır.
-
Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konacaktır.
-
Halk elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde bu komisyonlara teslim edecektir.
-
Savaş malzemesi yapabilen usta ve imalathanelerin sayıları ve kapasiteleri belirlenecektir.
-
Halkın elindeki araba ve hayvanların %20sine el konacaktır.
Bu emirlerin uygulanmasında bir suistimale meydan vermemek için, Ankara, Samsun, Kastamonu, Konya ve Eskişehir’de İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Tekalif-i Milliye emirlerinin eksiksiz yerine getirilmesine rağmen, Yunan kuvvetleri ile Türk kuvvetleri arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmak mümkün olamamıştır. Çünkü Yunan ordusu çok güçlü bir sömürge imparatorluğuna sahip olan İngiltere tarafından desteklenirken, Türk ordusunun gücü uzun savaş yıllarının yıprattığı, bütün kaynakların tükendiği fakir Anadolu’ya dayanmaktadır. Bu sebeple Türk idare heyeti, Ankara’nın düşmesi durumunda mücadeleye Kayseri’de devam ederek, her ne pahasına olursa olsun düşmanı yurttan atmak niyetindeydi. Bu düşünce ile Doğu ve Güney cephesindeki tamamına yakını da Batı Cephesine kaydırılmıştır.
Sakarya Meydan Muharebesi Ve Sonuçları (23 Ağustos- 13 Eylül 1921)
Yunanlıların Kütahya-Eskişehir savaşlarında elde ettikleri başarıları abartarak dünya kamuoyuna ilan etmelerine rağmen, Türk ordusu tamamen zararsız hale getirilememiştir. Bu nedenle Yunan ordusu bir meydan muharebesi ile Türk ordusunu tamamen yok etmek düşüncesindedir. Bizzat cepheye kadar gelen Yunan kralı ordularına “Ankara” emrini vermiştir. Bu emri alan Yunan kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya savaşlarında olduğu gibi taaruza geçmiştir.
M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda Başkomutanlık karargahı, savunma hattının çok yakınındaki Alagöz köyüdür. 23 Ağustosta başlayan şiddetli çarpışmalar sonunda, 13 Eylülde Sakarya’nın doğusunda hiçbir Yunan Askeri kalmamıştır. M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda ordularına “Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk edilemez” emrini vermiş ve inatçı bir savunma ile Yunan ordusu karşısında zafere ulaşmıştır. Ancak Türk ordusu da 22 gün aralıksız süren bu savaşta çok yıprandığı için, düşmanı izleyerek yok edecek bir takip harekatına girişememiştir. Sakarya Muharebesinin zaferle sonuçlanması ile TBMM hükümetinin içerideki ve dışarıdaki prestiji artmıştır. Bu seferin sonuçları şunlardır:
-
Sakarya Savaşı’nda Yunan ordusunun 1/3’ü yok edilerek, taaruz kabiliyeti tamamen kırılmıştır.
-
TBMM’nce Sakarya Savaşındaki başarısından dolayı M. Kemal Paşaya “Gazilik” ünvanı ile “Mareşallik” rütbesi verilmiştir.
-
Sakarya Zaferi üzerine Türkiye siyasi alanda gelişmeler yaşamış, Sovyetlerle 13 Ekim 1921’de Kars Ant. imzalamıştır. Bu ant. ile Sovyetler Birliği’nin hakimiyeti altına giren Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki sınır kesinleşmiştir.
-
Fransa, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerek, Ankara itilaf namesini imzalamıştır.
-
Ankara bu zaferle sadece Yunanlılara üstünlük sağlamakla kalmamış, Türk milletinin haklı davasını dünyaya kabul ettirme yönünde önemli bir başarı sağlamıştır.
Yeni Diplomasi Girişimleri
Sakarya Zaferi Ankara hükümetine diplomatik alanda daha rahat hareket edebilme imkanı vermiştir. Sakarya zaferinden sonra Fransızlarla Ankara itilaf namesinin imzalanmış olmasına rağmen, Fransızlar hala ortaklarıyla birlikte hareket etmektedirler. II. İnönü Muharebesinin ardından Anadolu’daki kuvvetlerini çeken İtalyanlar ise diplomasi alanında İngilizlerin etkisinden tam olarak çıkamamışlardır.
TBMM hükümeti, Sakarya zaferinden sonra, elde ettiği avantajın batıda diplomasi alanındaki etkilerini mümkün olursa, yeni bir savaşa gerek kalmadan barışı gerçekleştirebilmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, Türkiye’nin milli davasındaki haklılığını anlatmak gayesiyle İngiltere’ye gönderilmiştir. Müttefikler, Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki savaşı durduracak bir ateşkes önerisini yapılan görüşmeler sonucunda Ankara, İstanbul ve Atina’ya ulaştırmışlardır. Yunanlılar Sakarya yenilgisinin etkisinden kurtulamadıkları için bu teklifi hemen kabul etmişlerdir. TBMM hükümeti ise, prensip olarak ateşkesi kabul etmekle birlikte, teklifin taşıdığı şartların Yunanlılara zaman kazandıracak nitelikte olması yüzünden pek sıcak karşılamamıştır. Ankara kendi teklifini hazırlarken, İtilaf Devletlerinden 26 Mart 1922’de ikinci bir antlaşma teklifi gelmiştir.
İtilaf Devletlerinde ardarda önce ateşkes, sonra da barış teklifi alan TBMM hükümeti, işgal altındaki Türk topraklarının tamamen boşaltılması şartıyla barış görüşmelerine hemen başlayabileceği cevabını vermiştir. Ancak İngiliz hükümeti öncelikle bir ateşkes yapılması üzerinde diretince, Türkiye’nin tamamen kurtuluşunun kesin sonuçlu bir taaruzla mümkün olabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. TBMM hükümeti bir yandan çok gizli olarak taaruz hazırlıklarını sürdürürken, diğer yandan da İtilaf Devletleri ile diyaloğu kesmemeye özen göstermiştir. Böylece hem barışa karşı olmadığını ortaya koymaya çalışmış, hem de barışın gerçekleşememesi durumunda yapılması düşünülen taarruzun hazırlıklarını kamufle etmiştir.
Büyük Taarruz
Sevr Antlaşmasını Türklere kabul ettirmeyi gaye edinen İngilizler, Sakarya’dan sonra başlattıkları diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir. Ancak TBMM hükümeti Misak-ı Milliden ödün vermek niyetinde değildirler.
Sakarya yenilgisinden sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk Genel Kurmayı Yunanlılar toparlanmadan taarruza geçilmesi düşüncesindedir.
14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899, 1900,1901 doğumlular silah altına alınmış, ordunun asker eksiği tamamlanmıştır. Türk kuvvetlerinin araç ve malzeme eksikleri de çeşitli kaynaklardan tamamlanmaya çalışılmıştır. Başta İstanbul’daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, İnebolu üzerinden Anadolu’ya nakledilmiştir. İtilaf Devletlerinden kamaları alınarak işe yaramaz hale getirilen Türk topları, ilkel aletlerle kullanılır hale getirilmiştir. Sıkıntısı çekilen bazı silahlar da Ruslardan, İtalyanlardan ve Fransızlardan satın alınarak karşılanmaya çalışılmıştır.
6 Mayıs 1922’de Başkomutanlık süresi uzatılan M. Kemal Paşa, artık taaruza geçilmesi düşüncesindedir. M. Kemal bu düşüncesini Haziran ortalarında Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşalara açmış ve 15 Ağustosa kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır. TBMM bu hazırlıkları yürütürken, barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için, diplomatik çabaları sürdürmüş ve Fethi Okyar’ı Avrupa’ya göndermiştir. İngiltere’nin barış yolunu tamamen kapatması, şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulamaya konmasını kaçınılmaz kılmıştır.
26 Ağustosta Türk topçusunun başlattığı taarruzda Türk ordusu, Yunan kuvvetlerinin büyük bölümünü yok etmiş, kaçabilenler de 1 eylül 1922 günü Atatürk’ün verdiği “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle, Türk kuvvetlerinin takibi altına alınmıştır. 9 Eylülde Yunanlılar İzmir’den çıkarılmış, 9 Eylülden 18 Eylüle kadar da Batı Anadolu’nun Yunan İstilasından temizlenmesi işlemi gerçekleşmiştir. Böylece 26 ağustosta başlayan Büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200.000 kişilik Yunan ordusunun yok edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu zafer İslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir başarı olarak değerlendirilmiştir. Asırlardan beri Batılıların “Şark Meselesi” adı altında, Müslüman Türkleri Anadolu’dan atmaya yönelik hedefleri bu zaferle sonuçsuz bırakılmıştır.
Güney Cephesi ve Fransızlarla Savaşlar
Mütarekeden sonra İtilaf Devletleri, Güney Anadolu’da askeri harekatlarını durdurmamışlardır. İngilizler önce; Musul, İskenderun, Kilis ve Antep’i ardından da Maraş ve Urfa’yı işgal etmişlerdir. Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal etmişlerdir. Fransız işgali altında yaşayan Ermenilerin Türklere yönelik taşkınlıları bölge halkını derinden yaralamıştır. 15 eylül 1919’da İngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu’nun paylaşımı konusunda yeni bir anlaşma yapılmış, bu anlaşma ile İngilizler daha önce işgal ettikleri Antep, Urfa ve Maraştan çekilerek, buraları da Fransız işgaline terk etmişlerdir. Antep, Urfa ve Maraşta da Fransızların Ermenileri Türklere karşı kullanma politikası uygulamaları, bu bölgelerde halkı galeyana itmiştir. Bu gelişme Milli Mücadelede Güney Cephesinin oluşmasına zemin oluşturmuştur. Maraş, Urfa, Antep ve Adana’da Kuva-yı Milliye, Fransızlara ağır darbe indirmiş ve Fransızlardan yüz bulan Ermenilerin bu darbelerle yöredeki hayalleri sonuçsuz kalmıştır. Sakarya Zaferinden sonra şanslarını fazla zorlamak istemeyen Fransızlar, Ankara hükümeti ile anlaşmaya karar vermiştir. Bu doğrultuda Fransızlarla yapılan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar;
-
İşgalleri altında bulundurdukları Türk topraklarından (Antakya hariç) çekileceklerdir.
-
İskenderun ve Antakya’da özel bir idare kurulacak, buradaki Türkler, kültürlerini geliştirme konusunda serbest kalacaklar ve burada resmi dil Türkçe olacaktır.
Fransızlarla 30 Mayıs 1920’de yapılan 20 günlük ateşkes anlaşmasından sonra, 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar artık Misak-ı Milliyi kabul etmişlerdir. Ankara İtilafnamesiyle Türkler ve Fransızlar arasındaki savaşlar sona ermiş, Türkiye’nin Batı dünyası nazarında yeri daha da güçlenmiştir. Bu antlaşmadan sonra Fransızlar gizlice Milli Mücadeleyi destekledikleri için, Bu gelişme Türkiye’yi silah bulma bakımından Sovyetlerin tekelinden kurtarmıştır. Güneyde serbest kalan Türk ordularının Batıya kaydırılması ve özellikle Büyük Taarruz’da kullanılması, Anakara İtilafnamesi ile mümkün olmuştur.
Mudanya Mütarekesi-11 Ekim 1922
Eylül 1922 ortalarına gelindiğinde Tüm Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmış, sıra hala Yunan işgali altında bulunan Doğu Trakya ile İtilaf Devletleri’nin kontrolünde bulunan İstanbul’un kurtarılmasına gelmiştir. TBMM orduları bu amaçla Çanakkale’ye ilerlemeye başlamışlardır. Türk ordusunun ilerleyişi karşısında İngilizler bir yandan Çanakkale Boğazındaki kuvvetlerini arttırırken, bir yandan da müttefiklerinden yardım istemişlerdir. Ancak Yeni Zelanda yardım çağrısına olumlu cevap vermiş, Fransa ve İtalya kesinlikle yardım veremeyeceğini bildirmiştir.
Mütareke görüşmelerinin nerede ve ne zaman yapılacağı konusunun yoğun olarak tartışıldığı günlerde, Türk birlikleri tarafsız bölgeye girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki Erenköy’ü işgal etmişlerdir. Türk-İngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri günlerde İngiliz General Harrington Londra’dan aldığı talimata rağmen, askerlerine ateş emri vermemiş ve Türk birlikleri Çanakkale’ye saldırmadıkça herhangi bir çatışmaya girmemeyi istememiştir. Aynı günlerde Fransız temsilcisi Franklin Boullin, ile de bir görüşme yapan M. Kemal, askeri harekatın durdurulmasını kabul etmiştir. Nihayet ateşkes görüşmelerinin 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlaması taraflarca kabul edilmiştir.
Görüşmelerde TBMM hükümeti Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa tarafından temsil edilirken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya’da kalmıştır. İngiltere General Harrington, Fransa General Charpy, ve İtalya da General Monbelli tarafından temsil edilmiştir. Görüşmelerde doğrudan ilişkili olan Yunanistan ise, General Mazarakis ile Albay Sarıyanis’i görevlendirmesine rağmen, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan katılmamışlar, bir gemiden izlemekle yetinmişlerdir. 11 Ekim 1922 günü uzlaşmayla sonuçlanan Mudanya Mütarekesinin önemli maddeleri şunlardır:
-
Mütareke imzalandıktan 3 gün sonra 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir.
-
Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona erecektir.
-
Yunanlılar Doğu Trakya’yı 15 gün içerisinde boşaltacaklar, bölge 30 gün içinde Türk yönetimine devredilecektir.
-
Barış antlaşması imzalanana kadar Türk ordusu Trakya’ya geçemeyecektir. Buna karşın iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8000’i geçmeyecek bir jandarma kuvveti gönderilebilecektir.
-
Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Mericin sağ sahili ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ve İzmit’te belirlenen çizgiyi geçmeyecektir.
15 Ekimde yürürlüğe giren mütarekede kararlaştırılan Doğu Trakya’nın teslimi işini Türk tarafı adına yürütmekle, Doğu Trakya valiliğine atanan Refet Paşa görevlendirilmiştir.
Mudanya Mütarekesi’nin Önemi
Mütareke Türk Milli Mücadele hareketinin silahlı mücadele kısmının, Türk’ün zaferiyle sonuçlandığının yazılı belgesidir. Mudanya Mütarekesiyle Doğu Trakya silahlı mücadeleye gerek kalmadan diplomasi yoluyla Türkiye'ye kazandırılmış, Türklerin Avrupa’dan atılması gayesi boşa çıkarılmıştır. Bu mütareke ile İngiliz Başkanı Lloyd George’un Yakındoğu politikası iflas ettiği gibi, siyasi hayatı da sona ermiştir. Lloyd George’un politika alanından silinmesi, Ortadoğu’da barışın kurulması ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan’da da Anadolu macerasından sorumlu altı devlet adamı idam edilmiştir. Mudanya Mütarekesi ile Boğazlar ve İstanbul’da Türk egemenliği tamamen kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi barış konferansı öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu da Mütarekenin zayıf halkası olarak görülebilir.
Lozan Barış Konferansı
Türklerle kalıcı barışın yapılması konusu, Mudanya görüşmeleri sırasında karara bağlanmıştır. İtilaf Devletleri Mudanya Mütarekesi’nin yürürlüğe girmesinden sonra bu doğrultuda faaliyetlere başlamıştır.
Lozan Barış Konferansı Öncesinde Ankara Hükümetinin Yaşadığı Sorunlar
Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara hükümeti üç sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan biri ve ilk gündeme geleni, görüşmelerin nerede yapılacağı ve ne zaman başlayacağı konusudur. TBMM hükümeti daha Mudanya görüşmeleri devam ederken İtilaf Devletlerine verdiği bir notayla barış konferansının 20 ekim 1922’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak İtilaf Devletleri bu öneriye sıcak bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri sıklaştırmışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasımda Lozan’da toplanması konusunda hemfikir olan müttefikler bu kararlarını, 23 Ekim 1922 tarihli bir nota ile hem TBMM hükümetine hem de İstanbul hükümetine bildirmişlerdir.
İtilaf Devletleri’nin bu notası, Ankara hükümetini başka bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır. Görüşmelerde Türk milletinin haklarını Ankara hükümetimi yoksa İstanbul hükümetimi temsil edecektir. İtilaf Devletleri, konferansın yerini ve tarihini iki hükümete de ayrı ayrı bildirmek suretiyle, görüşmelerde iki hükümetinde yan yana olmasını istemediklerini belli etmişlerdir. Ankara’daki TBMM hükümetinin Türk milletinin tek gerçek temsilcisi olduğunun M. Kemal Paşa tarafından açıklanmış olmasına rağmen, İstanbul temsilcisi Sadrazam Tevfik Paşa açıklamayı görmezden gelerek, konferansa katılmak niyetinde olduklarını ortaya koymuş ve konferansta izlenecek ortak politikayı tespit etmek için Ankara’ya telgraf çekmiştir. İstanbul hükümetinin konferansa katılmayı istemesi, elde edilen askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması İstanbul hükümetinin yanı sıra saltanata kurumunun da varlığını tartışılır hale getirmiştir. Kurtuluş Savaş sırasında iç ve dış şartların uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı açıkça olumsuz bir tavır sergilemeyen, ancak ilk fırsatta saltanat kurumunu kaldırmayı düşünen M. Kemal Paşa, Mecliste Osmanlı hükümetine doğan karşı tepkiyi iyi kullanmış ve sorunun kökünden çözülmesi için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. İstanbul hükümetinin girişimlerine saltanat ve hilafete sıcak bakan milletvekilleri bile tepki göstermişler, M. Kemal Paşanın telkinleriyle Dr. Rıza Nur ve arkadaşları saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun teklifini meclis başkanlığına sunmuştur. 1 Kasım 1922’de mecliste yapılan oylama ile saltanat kaldırılmış ve 600 yıllık Osmanlı hanedanının egemenliği sona erdirilmiştir. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfik Paşanın görevinden istifa etmesiyle, İstanbul hükümetinin konferansa katılma ihtimali tümden ortadan kalkmıştır. Bu gelişmeler sonunda İtilaf Devletleri’nin “bizim için sorun oluşturmaz” şeklinde tavır sergilemeleri, artık dış dünyanın Osmanlı Devleti’nin tükendiğini ve TBMM sürekliliğini kabul ettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
TBMM hükümetini Lozan görüşmeleri öncesinde uğraştıran üçüncü sorun ise, görüşmeler sırasında TBMM’ni temsil edecek heyetin kimlerden oluşacağı ve heyetin başkanının kim olacağı konusudur. Heyet başkanlığı için Rauf Orbay başta olmak üzere, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyin, Fethi Okyar’ın ve Kazım Karabekir Paşa’nın adları gündeme gelmiştir. Bu isimlerin hiçbiri de M. Kemal’e uygun gelmemiştir. Bütün bunlara karşın M. Kemal Paşanın kafasın çok farklı bir isim vardı. O da Mudanya Görüşmelerinde Türk Milletinin haklarını başarıyla savunan ve her konuda kendisinin güvenini kazanmış olan İsmet Paşadır. Yurt dışında yapılacak olan ve M. Kemal’in sınırlı düzeyde etki yapabileceği bu konferansta M. Kemal doğal olarak en çok güvendiği ismin orada bulunmasından yanadır. İsmet Paşa, M. Kemal’in direktiflerine uyma konusunda telkin etmektedir, O bunu Mudanya’da kanıtlamıştır. Ayrıca İsmet Paşa, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen bir devlet adamıdır ve Batılılar karşısında hiçbir kompleks taşımamaktadır. Bu niteliği, İngilizlere yakınlığı ile bilinen Rauf Beye karşı bir avantaj oluşturmaktadır. M. Kemal, Ali Fuat ve Fevzi Paşalarla, Yusuf Kemal Bey ve İsmet Paşanın da görüşlerini aldıktan sonra, İsmet Paşanın heyet başkanı olmasıyla ilgili kararını açıklamıştır. 24 Ekimde Yusuf Kemal Bey Dışişleri Bakanlığından istifa etmiş ve yerine İsmet Paşa getirilerek, Lozan’a Türk Dışişlerinden sorumlu heyet başkanı olarak gönderilmesi doğrultusundaki prosedür tamamlanmıştır. İsmet Paşa başkanlığındaki heyetin Lozan’a gönderilmesi kararının TBMM tarafından onaylanmasından sonra, hazırlanan Türk tezini içeren 14 maddelik talimatname heyete verilmiştir. Türk tezi şöyledir:
-
Doğu sınırı: Görüşmelerde Ermeni Devleti meselesi söz konusu olmayacak, olursa görüşmeler kesilecektir.
-
Irak sınırı: Süleymaniye, Musul, Kerkük sancakları istenecektir. Konferansta bundan farklı olarak ortaya çıkacak güçlükler için Bakanlar Kurulundan talimat alınacaktır. Petrol vs. imtiyazları sorununda İngilizlere bazı ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir.
-
Suriye sınırı: bu sınırın düzeltilmesine imkanlar ölçüsünde çalışılacaktır.
-
Adalar: Duruma göre hareket edilecek, kıyılarımıza çok yakın meskun olan ve olmayan adalar, hemen ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’nın görüşü alınacaktır.
-
Trakya Batı sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
-
Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır.
-
Boğazlarda ve Gelibolu yarımadasında yabancı askeri kuvvet kabul edilmeyecektir. Bu konudaki görüşmeler kesilmeyi gerektirirse, kesilmeden önce Ankara’ya bilgi verilecektir.
-
Kapitülasyonlar kabul edilmeyecek, bu konuda diretilirse görüşmeler kesilecektir.
-
Azınlıklar konusunda arzu edilenin yapılmasıdır.
-
Ordu ve donanmanın sınırlandırılması konu bile edilmeyecektir.
-
Yabancı kurumlar, Türk kanunlarına tabi olacaktır.
-
Duyun-u Umumiye idaresi ortadan kalkacaktır. Borçların Türkiye’den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı takdirde 20 yıl ertelenmesi için çalışılacaktır. güçlükler çıktığında Ankara’nın görüşü alınacaktır.
-
Türkiye’den ayrılan memleketler için, Misak-ı Millinin özel maddesi yürürlüktedir.
-
Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku, eski antlaşmalara göre düzenlenecektir.
Görüşmelerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi
Lozan görüşmelerinin 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken, İngiltere’deki sorunlar ve müttefikler arasındaki anlaşmazlıkların giderilemeyişi yüzünden, Konferans 20 Kasım 1922’de başlatılabilmiştir. Konferansa Türkiye, İtalya, İngiltere, Japonya temsilcisi ve ABD’nin Roma Büyükelçisi katılmışlardır. Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Rusya temsilcileri kendilerini ilgilendiren konularda görüşmelere katılacaklardır. Konferansın başlaması ile birlikte, üç ayrı komisyon oluşturularak çalışmalara başlanmıştır. Birinci komisyon sorunlar, askerlikle ilgili işlere, Boğazların statüsüne bakacak olup, başkanlığına İngiltere temsilcisi Lord Curzon getirilmiştir. Mali ve ekonomik sorunlarla ilgilenecek ikinci komisyonun başına da Fransız Barare getirilmiştir. Azınlık ve diğer hukuki sorunlarla ilgilenecek komisyonun başına da İtalyan Garroni getirilmiştir.
Görüşmelerin başlaması ile Türk heyeti, İngiltere ile Musul ve Boğazlar, Fransa ile kapitülasyonlar ve imtiyazlar, İtalyanlar ile ise kapitülasyonlar ve kabotaj konularında büyük bir çatışma içine girmiştir. Ayrıca Yunanistan ile savaş tazminatı ve nüfus mübadeleleri konularında önemli ölçüde görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Görüşmelerde Türkiye’nin en çok sıkıntı yaşadığı ülke olan İngiltere’nin temsilcisi Lord Curzon, İsmet Paşaya “Her şeyi reddediyorsunuz. Ancak ülkeniz haraptır. Yarın paraya ihtiyacınız olduğunda, İngiltere’den başka para bulabileceğiniz ülke yoktur” tehdidin de bulunmuştur. Bu davranış başta İngiltere olmak üzere, diğer devletlerin konferansa ve Türkiye’ye bakış açısını göstermesi açısından önemlidir.
Lord Curzon’un tutumu ve diğer gelişmeler karşısında konferansın anahtar ülkesi olarak İngiltere’yi gören Türkiye, bu ülkenin kısmen de olsa tatmin edilmesi gerektiğine inanmaya başlamıştır. Bu nedenle S. Rusya’nın tüm kışkırtmalarına rağmen, Boğazlar konusunda İngiltere’nin tezine yaklaşılmış ve bu konuda İngiltere’ye belli ölçüde taviz verilmiştir. Ancak diğer konularda hiçbir olumlu gelişme sağlanamamış, bu yüzden de 4 Şubat 1923’de görüşmeler kesilmiştir. Türk tarafı ve diğer heyetler Lozan’dan ayrılmışlardır.
Lozan Konferansı’nın Kesilme Dönemi-Türkiye’de Yaşanan Olaylar
4 Şubat 1923-23 Nisan 1923 arası Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı dönemdir. Bu dönemde görüşmelerin yeniden başlaması için taraflar birbirlerine yeni projeler sunarken, bir yandan da Türkiye’nin iç politikası Lozan Konferansı ile doğrudan veya dolaylı ilgili bazı gelişmelere sahne olmuştur.
Konferansla ilgili içte yaşanan olaylardan ilki, 17 Şubat 1923’de İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasıdır. Türkiye’nin uygulayacağı ekonomik politikanın belirlendiği bu kongrede Türkiye, Türk kanunlarına uyulması kaydıyla yabancı sermayeye karşı olmadığını ortaya koymak suretiyle, Batıya sosyalist olunmayacağı mesajını vermiştir. Yine bu kongrede Türkiye, ekonomik anlamda tam bağımsızlıktan yana olduğunu vurgulayarak, kapitülasyonlara sıcak bakmadığını ima etmeye çalışmıştır.
İzmir’de İktisat Kongresi sürerken, Ankara’da da mecliste sıcak saatler yaşanmıştır. II. Gruba bağlı bazı muhalif milletvekilleri, Lozan’dan dinen heyete ve hükümete yönelik sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu tartışmalar sırasında M. Kemal, İsmet Paşa başkanlığındaki heyetten yana tavrını koyarak, İsmet Paşaya olan güvenini bir kez daha göstermiş ve tartışmalara son noktayı koymuştur. Bu tarihten sonra meclis, Lozan görüşmelerinin ilk bölümünde yaşanan sıkıntıların ışığı altında, sorunlarına yeni çözümler bulmaya çalışmıştır. Türkiye barış şartları konusunda ortay koyduğu yeni tezini 8 Martta bir nota ile İtilaf Devletlerine sunmuştur. Bu projeye göre Musul, Türkiye ile İngiltere arasında barıştan sonra 12 ay içerisinde görüşülüp, karara bağlanacak, anlaşma sağlanamaması durumunda Milletler Cemiyetine gidilecektir. Projede Boğazların statüsü ve azınlıklar konusunda anlaşmazlık olmadığı açıklanmış, borçlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik konularda Türkiye’nin başından beri izlediği tavrın değişmediği ifade edilmiştir. Yani kapitülasyonlar tamamen kaldırılacak, borçlar ise taksim edilerek, ödemeler altın para hesabına göre yapılacaktır. İtilaf Devletleri bu notaya cevap vererek, görüşmelerin 23 Nisanda yeniden başlayacağını açıklamışlardır.
Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra ilk iş olarak meclis, 1 Nisan 1923’te TBMM seçimlerinin yenilenmesi kararını almıştır. Bu kararın alınmasında Lozan görüşmelerinin kesinti döneminde, muhalif grubun meclisteki tutumunun ve engellemelerinin rolü büyüktür. Seçimlerin yenilenmesi halinde, Lozan Antlaşması imzalanmış bile olsa, Bu antlaşmanın TBMM’nin onayından geçirilmemesi tehlikesi doğacaktır. Seçimlerin yenilenmesi kararının TBMM tarafından onaylanmasından sonra, Milli Mücadeleyi gerçekleştiren birinci TBMM’nin faaliyetleri sona ermiştir.
Bu kesinti döneminde Ankara’da yaşanan bir başka gelişmede, Amerikalı Chester grubuna madenler, petrol kaynakları, demiryolları ve limanlarla ilgili verilen imtiyazlardır. Türkiye bu imtiyazları vererek, barış görüşmelerinde ABD’nin desteğini kazanmaya çalışmıştır. Özellikle Musul konusunda İngiltere’ye karşı, ABD’ni bu yolla kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Ancak Musul konusunda Türkiye’nin istekleri gerçekleşmeyince Chester İmtiyazı hayata geçirilememiştir.
Lozan Görüşmelerinin Yeniden Başlaması Ve Antlaşmanın İmzası
II. dönem görüşmelerde yine Türk heyetinin başkanı İsmet Paşadır. Ancak Türk heyeti bu dönemde , birinci döneme göre daha rahat ve daha güçlü bir konumdadır. Çünkü heyet meclisin feshedilmesiyle, II. Grubun baskısından kurtulmuş ve M. Kemal Paşanın tam desteğini alarak Lozan’a gelmiştir. Bu dönemde İngiltere’yi Sir Horaca Rumbold, Fransa’yı General Pelle, İtalya’yı ise Montagna temsil etmiştir.
Birinci tur görüşmelerde istediklerini büyük ölçüde elde eden İngiltere, ikinci tur görüşmelerde Türkiye’ye fazla zorluk çıkarmayacağı ve konferansa fazla önem vermeyeceği Türk heyeti tarafından düşünülmekteydi. Nitekim Lord Curzon’un görüşmelerden çekilmesi, İngiltere’nin konferansı fazla önemsemediğinin delilidir. Gerçekten de birinci dönem ve kesilme dönemindeki girişimlerle, İngiltere ile arazi, sınırlar ve askeri sorunlar büyük ölçüde çözümlendiği için, ikinci dönemde daha çok mali ve ekonomik oturumlara ağırlık verilecektir. Nitekim beklendiği gibi olmuş ve Türkiye ekonomik ve mile sorunlarda Fransa Ve İtalya ile karşı karşıya gelirken, Yunanistan ile savaş tazminatı konusunda anlaşmazlığa düşmüştür.
Görüşmelerin ikinci dönemini, birinci dönemden ayıran bir başka nokta ise, Türk heyeti ile hükümet arasındaki görüş ayrılıklarının belirginleşmesi ve ilişkilerin gerginleşmesidir. İsmet Paşa ve vekiller heyeti başkanı Rauf Bey arasında ciddi tartışmaya yol açan konulardan ilki borçların ödenmesi ile ilgilidir. M. Kemal Paşa ve Rauf Bey, İsmet Paşaya gönderdikleri talimatta, İstanbul’un boşaltılması ve borçların frank olarak ödenmemesi konusunda taviz vermemesini istemişseler de, İsmet Paşa bu talimatı hemen uygulamamış, Ankara’nın ısrarı sonucunda kararını değiştirmiştir. Borçların ödenmesi sorununda bozulan ilişkiler, Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı konusundaki anlaşmazlıktan dolayı daha da büyümüştür. Venizelos’un Karaağaç’ın Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmesi teklifine Ankara’nın olumsuz cevap vermesine karşın, İsmet Paşa kendi iradesiyle Yunan teklifine olumlu yanıt vermiştir. Bu tutum İsmet Paşa İle Rauf Bey arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. İmtiyazlar konusunda İsmet Paşa ve Rauf Bey arasında yaşanan görüş ayrılığı, artık bu iki devlet adamının tamamen farklı çizgilere çekilmesine neden olmuştur. Ancak bu kritik dönemde M. Kemal Paşanın İsmet Paşayı destekleyen tutumu, muhtemel bir siyasi krizi engellemiştir. Hükümet ile heyet arasındaki anlaşmazlığın M. Kemal Paşanın girişimleriyle aşılmasından sonra, Lozan Ant. 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır.
Lozan görüşmeleri, kesinti dönemleri de dahil olmakla birlikte 8 ay sürmüş ve çok çetin şartlarda geçmiştir. Görüşmelerin bu kadar uzun ve zor geçmesinin genel sebepleri şunlardır:
-
Konferansta Türkiye’nin tutumu açık ve kesindir. Türkiye sadece her medeni millet gibi kayıtsız şartsız bir bağımsızlık istemektedir. Müttefikler ise yüzyılların kökleştirdiği alışkanlıkla Türklerin bu isteklerini kolay kolay kabul etmemişler ve eski düzeni başka yollardan devam ettirmeye çalışmışlardır.
-
Türkiye yeni barış düzenini milletlerarası hukuk ilkelerine dayandırmaya çalışmaktadır. Batılı devletler ise Osm. Devletine Kabul ettirilen Sevr Antlaşmasını esas almışlar ve katlandıkları fedakarlığı, bu anlaşmada yaptıkları değişikliklerle ölçmüşlerdir. Bu yüzden anlaşmak için iki tarafın esas kabul ettiği değerler farklılık göstermiştir.
-
Müttefikler Türkiye’yi kendilerin karşı yenilmiş ve Yunanistan’ı yenmiş bir devlet saymışlar ve bütün işleri buna göre düzenlemek istemişlerdir. Türkiye ise bağımsızlığı için savaşmış ve bunda başarıya ulaşmış bir devlet olarak, bu başarısını bütün devletlere kabul ettirmeye gayret etmiştir.
Lozan Antlaşması Hükümleri
Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşmuş ve 4 bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu hükümleri kısaca şöyle özetlemek mümkün:
SINIRLAR
Trakya Sınırı: Karaağaç Türkiye’de kalacak ve Meriç nehri sınır olacaktır. İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışındaki Ege adaları Yunanistan’a bırakılacaktır. Buna karşılık Midilli, Sakız ve Sisam asker ve silahtan arındırılacaktır. Bu arada Türkiye Kıbrıs ve Mısır’ın İngiliz Yönetimine geçtiğini kabul edecektir.
Suriye Sınırı: 20 Ekim 1921’de Fransa ile TBMM hükümeti arasında imzalanan Ankara İtilafnamesi’nde kabul edilen sınır aynen benimsenecektir.
Irak Sınırı (Musul Sorunu): Konferansın bitiminden sonra 9 ay içinde yapılacak ikili görüşmelerle çözümlenecek, anlaşma sağlanamadığı durumunda çözüm Milletler Cemiyetinin kararına bırakılacaktır.
Boğazların Statüsü: İtilaf Devletlerinin işgali tümüyle kalkacak ve Boğazlar Türkiye’nin başkanlığındaki uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecektir. Bu komisyonda Türk temsilcilerinin yanı sıra, Fransa , İngiltere, İtalya, Japonya, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan temsilcisi bulunacaktır. Boğazların her iki kıyısında 15 km.lik bir alan askersiz bölge olacaktır. Bir savaş tehlikesi ya da Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi durumunda boğazlar silahlandırılabilecek, Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir savaşta, Karadeniz’e geçecek gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirilecektir. Barış zamanında boğazlardan her türlü aracın geçişi serbest olacaktır.
Kapitülasyonlar
Lozan Ant. ile bütün kapitülasyonlar kaldırılmış, bu haklardan yararlanarak kurulmuş yabancı ticari kuruluşlara da Türk yasalarına uyma zorunluluğu getirilmiştir.
Borçlar
Osmanlı Devletinin Avrupa Devletlerinden 1854’den itibaren almaya başladığı borçlar, Osmanlı Devleti ve Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletler arasında taksim edilerek ödenecektir. Türkiye’nin üzerine düşen borcu ödeme şekli konusunda, Türkiye alacaklı ülkeyle görüşmeler yapacaktır. Bu borçlar 1933den itibaren ödenmeye başlanmış, 1954de son bulmuştur.
Azınlıklar
Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edilmiştir. Yunanistan’da yaşayan Türklerle, Türkiye’de yaşayan Rumlar yer değiştirecektir. İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktır.
Savaş Tazminatı
Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç ve çevresini Türkiye’ye vermiştir.
İstanbul Ve Boğazların Boşaltılması
Antlaşmanın TBMM tarafından onaylanmasından sonra İtilaf kuvvetleri 6 hafta içinde İstanbul ve boğazlar bölgesindeki Türk topraklarını boşaltacaklardır.
Lozan Antlaşmasının Önemi Ve Sonuçları
Lozan Ant. ile yeni Türk Devleti’nin varlığı ve bağımsızlığı tüm dünya tarafından kabul edilmiştir. Lozan Ant. ile 28 Temmuz 1914te başlayan I. Dünya Savaşı resmen sona ermiştir. Dış politika açısından Şark Meselesi yeni bir boyut kazanırken, Türk iç politikası da Lozan’ın etkisindeki yıllara girmiştir. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa ve Rauf Bey sırasında yaşanan tartışmalar Cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran siyasal görüş ayrılıklarına kadar uzanmıştır. Lozan barışı konusundaki farklı yaklaşımlar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve Takrir-i Sükun Kanununa kadar uzanan sürecin başlangıcını teşkil emiştir.
Lozan Barış Ant. daha önceki yıllarda imzalanan barış antlaşmaları dikkate alındığında Türk diplomasi tarihi açısından büyük bir başarıdır. Antlaşmayla Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleştirilmiş ve tam bağımsızlık elde edilmiştir. Musul’un Türkiye sınırları dışında kalması, Boğazlar üzerinde Türk egemenliğinin tam olarak sağlanamaması, Hatay sorununun çözümlenememesi Lozan’da Türkiye’nin istediği biçimde çözemediği konulardır. Sonraki yıllarda Musul sorunu Türkiye’nin aleyhinde, Hatay sorunu ise Türkiye lehinde çözüme kavuşmuştur. M. Kemal Paşa Lozan Antlaşmasının önemini şu sözleriyle en güzel biçimde özetlemektedir: “ Bu antlaşma Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın, sonunda neticesiz bırakıldığının belgesidir”.
Sayfa /
Dostları ilə paylaş: |