Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə59/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   189

hikmet-i ameliyye pratik bilgi.

hikmet-i bedâyi' estetik.

hikmet-i hukûk hukuk hikmeti.

hikmet-i ilâhiyye ancak Tanrı'nın bileceği iş.

hikmet-i mâdde işin hikmeti. 3. fizik [eskiden].

hikmet-i tabîiyye fizik bilgisi.

hikmet-i tecrübiyye tecrübeye dayanan hikmet.

hikmet-i teşrî Allah'ın emir ve nebilerine hükmolan rabbani prensip.

hikmet-âmîz (a.f.b.s.) hikmetle karışık, (bkz: hakîmâne).

hikmet-âmûz (f.b.s.) 1. hikmet öğreten. 2. hikmetli.

hikmeten (a.zf.) hikmetçe, hikmet bakımından.

hikmet-furûş (a.f.b.s.) hikmet satan, hikmetli bir söz söylediğini sanan.

Hikmet-nâme (a.f.b.i.) Antepli İbrahim bin Bâlî'nin, hilkatten, tabîatten, peygamberler târihinden ve uzun müddet gezip dolaştığı memleketlerin târih ve coğrafyasından kısa kısa, doğup büyüdüğü Antep ile Mısır târihinden nisbeten daha geniş bahseden manzum eseridir, [müellif, 13.000 beyti bulan bu güzel mesnevisini 1487 (H. 893) yılında memleketinde bitirmiştir].

hikmet-şinâs (a.f.b.s.) hikmet, felsefe bilen; filozof.

hila' (a.i. hil'at'ın c.) hil'atler, giydirilen kaftanlar.

hilâf (a.i.) 1. karşı zıd. 2. yalan.

hilâf-i âde fels. sapıklık, (düzgüsüzlük), fr. anomalie.

hilâf-ı hakîkat hakîkata, gerçeğe uymayan, hakîkata zıd.

hilâf-ı tabîat tabiat, yaradılış dışı, anormal.

hilâfen (a.zf.) hilaf, yalan olarak.

hilâfet (a.i.) 1. birinin yerini tutma. 2. halifelik, peygamber vekili olarak islâmlığı koruma vazifesi.

Dâr-ül-hilâfe istanbul (bkz. Âstâne).

hilâfet-nâme (a.f.b.i.) tarîkate intisâb ile usûl dâiresinde muayyen menzilleri aşarak irşad mertebesine yükselenlere isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.

hilâfet-penâh (a.f.b.i.) hilâfetin dayanağı olan, hilâfeti koruyan kimse, halifeliği hâiz bulunan, pâdişâh.

hiIâfet-penâhî (a.f.b.i.) hilâfet-penahlık.

hilâf-gîr (a.f.b.s.c. hilâf-gîran) aleyhinde, zıd fikirde bulunan.

hilâf-gîrân (a.f. hilâf-gîr'in c.) hilâfgirler, aleyhte bulunanlar.

hilâf-gîrâne (a.f.zf.) hilâfgir olana yaraşır surette.

hilâf-gîrî (a.f.b.i.) hilâfgirlik, karşı tarafı tutma.

hilâfına (a.t.zf.) aksine, zıddına, tersine.

hilâfî, hilâfiyye (a.s.) 1. hilafa ait, hilaf ile ilgili. 2. münakaşalı, tartışmalı. 3. münakaşacı, tartışan. 4. açık tartışma ile ilgili.

hilâfiyyât (a.i.c.) polemik bilgisi.

hilâf-ül-âde (a.b.s.) usul ve kaideye karşı.

hilâl (a.i.c. ehille) 1. yeni Ay. (bkz: mâh-ı nev)

Rü'yet-i hilâl Ayı görme, [eskiden ertesi günü ramazan ve bayram olacağına işaret sayılmak üzere, Ay'ın bir akşam önce batıda ufka yakın vaziyette görülmesi ve bunun mutlaka şahitlerle ispat edilmesi keyfiyeti. Hava kapalı olup da rü'yet-i hilâl vâki olmazsa şaban ve ramazan otuz gün üzerinden hesap edilir ve buna "ikmâl-i selâsîn" (otuza doldurma) denilirdi]. 2. kadın adı.

hilâl-i ahdar 1) yeşilay. 2) 1926'da Fahrettin Kerim (Gökay) tarafından istanbul'da aylık olarak yayımlanmış "içki düşmanı" bir dergi.

hilâl-i ahmer 1) kızılay. 2) 1920'de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından istanbul'da yayımlanmış bir gazete.

hilâl-i beyzâ anat. lunula, tırnağın dibindeki beyaz leke, fr. lunule.

Hilâl-i Osmânî 1912'de Abdülaziz Bey tarafından istanbul'da günlük olarak yayımlanmış ilmî, edebî, siyasî, iktisadî bir gazete.

hilâl-i Ramazân Ramazan ayının başı, ilk günleri.

hilâl (a.i.) 1. diş, kulak karıştıracak âlet. 2. iki şey arasına sokulan üçüncü şey. 3. ara, aralık.

hilâl-i sütûr satırların aralığı. 4. zaman aralığı, (bkz. hengâm).

hilâl-i Şa'bân Şaban ayı içinde.

hilâl-dân (a.f.b.i.) kürdanlık.

hilâle (a.i.). (bkz. hâle).

hilâl-ebrû (a.f.b.s.) hilâl kaşlı, kaşı Ay gibi olan.

hilâlet (a.i.) samimî dostluk, (bkz: halâlet, hulâlet).

hilâlî (a.s.) 1. hilâl, yeni Ay şeklinde olan, yeni Ay ile ilgili. 2. i. bir yazı sitili. 3. i.erkek adı.

hilâlî sâat (a.i.) kalıbı bakır veya tombak olan eski bir saat.

hilâliyye (a.i.) bot. kırlangıç otu denilen bir nebat (bitki).

Hilâliyye (a.h.i.) tas. Kadirî tarikatı şubelerinden birinin adı. [bu adı kurucusu Şeyh Muhammed Hilâl-ür-Râm-ül-Hemedâniyy-üş Şefîî'nin adından almıştır.].

hilâl-manzar (a.b.s.) "ay görünüşlü" ay çehreli; çehresi ay gibi olan sevgili.

hilâsi (a.s.) beyaz ile zenci melezi, fr. hybride. [müen. "hilâsiyye"dir].

hilâş (f.i.) kavga, gürültü, şamata. (bkz.halâlûş).

hil'at (a.i.c. hila') eskiden, pâdişâh veya vezir tarafından takdîr edilen, beğenilen kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan.

hil'at-i fâhire çok değerli olan kaftan; gösterişli elbise.

hil'at-i vedâ sarayda ağırlanan misafirlere giderken giydirilen kaftan.

hil'at-i zerrîn altınla işlenmiş hil'at, kaftan.

hil'at-bahâ (a.f.b.i.) hil'at bedeli, hil'at giyecek kadar önemi olmayan kişilere elbise yaptırmak üzere armağan olarak verilen para.

hil'at-dûz (a.f.b.i.) hil'at diken, hil'at biçen, terzi.

hilb (a.i.c. ahlâb) anat. 1. tırnak. 2. ciğer; ciğerin perdesi. 3. bot. turp. 4. asma yaprağı. 5. s. zampara [genç].

hîle (a.i.c. hiyel) oyun, aldatma, dubârâ. [Arapçada asıl mânâsı "çâre"dir].

hile-i şer'iyye şer'î çâre, bulunan şer'î kolaylık.

hîle-bâz (a.f.b.s.) hîleci, oyuncu, dubaracı, aldatıcı, (bkz: hîle-kâr, hîle-perdâz, hîle-sâz).

hîle-kâr (a.f.b.s.) hîleci, hîle eden, düzenbaz, oyuncu, (bkz: hîle-bâz, hîle-perdâz, hîle-sâz).

hîle-kâr-âne (a.f.zf.) hilekârcasına.

hîle-kârî (a.f.b.i.) hilekârlık.

hîle-perdâz (a.f.b.s.) hîleci. (bkz: hîle-bâz, hîle-kâr, hîle-sâz).

hîle-sâz (a.f.b.s.) hîleci, düzenci, oyuncu, (bkz: hîle-bâz, hîle-kâr, hîle-perdâz).

hilf (a.i.c. ahlâf) 1. birlik maksadıyla ittifak, yardımlaşma. 2. sözleşme.

hilkat (a.i.) 1. yaratılma, yaradılış, (bkz: âferîniş, fıtret). 2. tabiat.

hilkaten (a.f.) hilkatçe, yaradılış bakımından.

hilkatî (a.s.) 1. hilkatle, yaradılışla ilgili olan. 2. hilkatten, doğuştan, tabu.

hilkatıyyât (a.i.c.) tabîî nitelikler.

hilkatiyyet (a.i.) hilkatten, doğuştan var olan özellik.

hilkıyyât (a.i.c.) hilkatle ilgili, yaradılışta olan vasıflar.

hilkıyye (a.s.) . ["hilkî" nin müen.] (bkz: hilkî).

hilkıyyet (a.i.) hılkî olma, yaradılışta olma.

hilkî (a.s.) hilkata mensup, hilkatle ilgili, (bkz: cibillî).

hill (a.s.) 1. helâl, şerîatçe yapılmasına izin verilmiş. 2. hac zamanında Mekke dışında ehrama girilen yerin dışında bulunan saha. (bkz: Harem).

hille (a.i.) durak, istasyon.

hilm (a.i.) insanın tabiatında olan yavaşlık, yumuşaklık.

hilm-i himâr aşırı derecede yavaşlık ve yumuşaklık ki, makbul sayılmaz.

hilmî (a.s.) 1. yumuşak huylu, nâzik, kibar. 2. i. erkek adı. [müen. "hilmiyye"].

hilmiyyet (a.i.) yavaşlık, yumuşaklık.

hiltît (a.i.) bot. fena kokulu bir çeşit zamk, şeytan teresi.

hilye (a.i.) 1. süs, zînet, cevher. 2. güzel sıfatlar. 3. güzel yüz. 4. Hz. Muhammed'in mübarek vasıflarını ve güzelliklerini anlatan manzum veya mensur eser. [bizde "hilye-i hâkanî" meşhurdur].

hilye-i çihâr-yâr-ı güzîn ed. dört halife hakkında yazılmış hilyeler. (bkz: hilye).

hilye-i enbiyâ bütün peygamberler hakkında yazılmış hilye.

hilye-i Fahr-i âlem (bkz: hilye-i şerîf).

hilye-i nebevî (bkz: hilye-i şerîf).

hilye-i şerîf g.s. Hz. Muhammed'in yazı ile yapılmış portresi. 5. g. s. bir yazı sitili.

hilyevn (a.i.) bot. kuşkonmaz, fr. asperge. (bkz: helyûn).

hîm (a.i.) huy, tabiat.

himâle (a.i.c. hamâil). (bkz: hamâil).

hîman (a.i.) susamış, susuz, (bkz: atşân).

himâr (a.i.c. hamîr) erkek eşek.

himârî (a.s.) 1. himarla ilgili, eşeklik. 2. eşek gibi.

himâriyyet (a.i.) 1. eşek olma durumu; eşeklik. 2. mec. aptallık.

himâr-ül-vahş (a.b.i) yaban eşeği.

himâye, himâyet (a.i.) koruma, korunma.

himâye-i etfâl cem'iyyeti Çocuk Esirgeme Kurumu.

himâye-i hayvânât cem'iyyeti hayvanları koruma derneği.

hîme (f.i.) odun, kütük (bkz: hîzem).

hîme-keş (f.b.i.). (bkz. hîzem-keş).

himem (a.i. himmet'in c.) 1. gayretler, emekler, çalışmalar, yüksek irâdeler. 2. ermiş olanların te'sirleri.

himemât (a.i. himmet'in c.), (bkz. himem).

himl (a.i.) yük.

himl-i cesîm ağır yük.

himl-i hafîf hafif yük.

himmet (a.i.c. himem) 1. gayret, emek, çalışma, çabalama.

himmet-ür-ricâl, takla'-ül-cibâl becerikli insanların himmeti, dağları yerinden söker. 2. yüksek irâde. 3. ermiş kimsenin te'sîri.

Himmetiyye (a.h.i.) tas. Sofiyyenin büyüklerinden Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kurulmuş olan Bayrâmiyye tarikatı şubelerinden birinin adı. [Kurucusu Himmet Efendiye nispetle bu adı almıştır.]

himye (a.i.) perhiz [yeme; içmede].

himyer (a.h.i.) Yemen'de bir şehir adı.

himyerî (a.s.) Himyer'li.

himyevî (a.s.) perhiz ile ilgili.

hîn (a.i.c. ahyân) an, zaman, vakit, sıra.

hîn-i hâcet gerektiği zaman.

hîn-i sefer (yolculuk ânı) ölüm.

hînâ (f.i.) şarkı söyleme, (bkz: hunyâ, terennüm).

hînâ-ger (f.b.i.) şarkı söyleyen, hanende, sazende, (bkz: hânende, hunyâ-ger).

hinâs (a.s. hünsâ'nın c.) kendilerinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunan kimseler.

Hind (a.h.i.) 1. bir kadın adıdır. [Hz. Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın. Ebû Süfyân'ın karısı]. Fetva ve şeriat işlerinde mücerret olarak kadından bahis açılınca bu ad çok geçer. 2. Hindistan.

Deryâ-yi Hind Hind Okyanusu.

Hind-i Garbî batı Hint, Amerika.

hindâm (a.i.) iyi tertipleme, uygunluk, simetri.

hindî (a.i.) güzel sanatlarda kullanılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür, v.b.].

Hindî (a.h.i.c. Hünûd) 1. Hindli. 2. Hindistan ile veya Hintliler ile ilgili olan.

Temr-hindî demirhindi denilen ve su ile ezilerek içilen kara bir meyva.

hindibâ' (a.i.) bot. hindibâ.

Hindiyye (a.h.i.) tas. Kadirî tarîkati şubelerinden birinin adı.

hindû (f.i. ve s.) 1. Hintli. 2. Satürn. (bkz. Sekendiz, Zuhal). 3. ben, benek.

hindûbâr (f.i.) 1. yazı hokkası. 2. h. i. Hindistan.

hinduvâne (f.i.) karpuz; kavun.

hîne (a.i.) onurlu olma hâli.

hink (a.i.) kır at.

hirâbe (a.i.) şehir dışında yapılan haydutlukta, yol kesicilikte bulunma.

hirâm (f.i.) salınma, salınarak edalı edalı yürüme, (bkz. bahtere).

hirâm (a.i. herem'in c.) ihramlar, piramitler.

hirâs (f.i.) korku, (bkz: bîm, havf, ters).

hirâsân (f.s.) korkan, korkak.

hirâse (f.i.) korkutacak şey, bostan korkuluğu.

hirâset (a.i.). (bkz. harâset).

hirâve (a.i.) asâ, baston.

hirbâ (a.i.) zool. bukalemûn; mec. Sık sık fikir değiştiren kimse,

hirbed (f.i.) ateşe tapanların reisi.

hîre (f.i.). (bkz: hıyre).

hîre-bahş (f.b.s.) (bkz: hıyre-bahş).

hîre-çeşm (f.b.s.) (bkz: hıyre-çeşm).

hired (f.i.) (bkz: hıred).

hired-âmûz (f.b.i.) muallim (öğretmen) (bkz: hâce)

hîre-dest (f.b.s.) (bkz: hıyre-dest).

hiref (a.i. hirfet'in c.) sanatlar, meslekler.

hîregi (f.i.) (bkz: hıyregî).

hirrekle (a.s.).(bkz. herkele, hurekile).

hîre-küş (f.b.s.). (bkz: hıyre-küş).

hirem (a.i.c. ehrâm), (bkz: ehrâm).

hiremî (a.s.) hireme mensup, ehram şeklinde.

hîre-re'y (f.a.b.s.). (bkz: hıyre-re'y).

hîre-ser (f.b.s.) . (bkz: hıyre-ser).

hîre-serâne (f.zf.) . (bkz: hıyre-serâne).

hîre-serî (f.b.i.). (bkz: hıyre-serî).

hirfet (a.i.c. hiref) san'at, meslek.

hirfet-kâr (a.f.b.i.) sanatkâr.

hirmân (a.i.) 1. nasipsizlik, mahrumluk. 2 . mahrum olma.

hirmen (f.i.) harman.

hirmen-i mâh Ay ağılı, (bkz: hâle).

hirmen-gâh (f.b.i.) harman yeri.

hirmen-sûhte (f.b.s.) "harmanı yanmış" mahvolmuş, zarar görmüş.

hirr (a.i.) kedi. (bkz: gürbe, sinnevr).

hirre (a.i.c. hürer) dişi kedi.

hirre-nâme (a.f.b.i.) merhum Pertev Paşa'nın mizahî bir eseri.

hirriyye (a.i.) zool. kedigiller.

hisâb (a.i.c. hisâbât) hesap, sayma, aritmetik, fr. arithmetique.

Bî-hisâb hesapsız. sayısız, pek çok.

ilm-i hisâb aritmetik bilgisi,

ind-el-hisab hesap sonunda, hesâbedilerek.

hisâb-ı amelî mat. pratik hesap.

hisâb-ı asgar-ı nâ-mütenâhî infinitezimal hesap.

hisâb-ı a'şârî mat. ondalık hesap.

hisâb-ı cümel Arap harflerinin cümledeki sayı değerine göre yapılan hesap, ebced hesabı.

hisâb-ı havâî mat. zihin hesabı, fr. calcul mental. (bkz. hisâb-ı zihnî).

hisâb-ı kat'î kesin hesap.

hisâb-ı nazarî mat. teorik hesap.

hisâb-ı tefâzulî mat. diferansiyel hesap.

hisâb-ı temâmî mat. integral hesap.

hisâb-ı zihnî mat. zihin hesabı, fr. calcul mental.

hisâb-ül-benân (parmak hesabı) ed. Hece vezni, (bkz. vezn-i benân).

hisâbî (a.s.) 1. hesabını iyi bilen. 2. eli sıkı.

hisâl (a.i haslet'in c.) . (bkz. hısâl).

hisân (a.i.) aygır.

hisân (a.s. hasen'in c.) güzeller.

hisâr (a.i. hasr'dan) 1. kuşatma, etrafını alma. 2. kale, etrafı istihkâmlı kale, bent. (bkz: hısn).

hisâr (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlanndandır; sûz-i dil makamına hüseynî beşlisinin veya hüseynî makamının ilâvesinden mürekkeptir. Hüseynî ile dügâh'da kalır. Güçlüleri birinci derecede -sûz-i dil'in tîz durağı ve hüseynî'nin güçlüsü olan- hüseynî, ikinci derecede de -sûz-i dil'in güçlüsü olan- pûseliktir. Donanımına sûz-i dil'inki gibi sol ve re bakıyye diyezleri konulur. Hüseynî için sol bekar, re bekar, si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi kullanılır.

hisâr-aşîrân (f.b.i.) müz. Rakım Elkutlu tarafından takîbedilmiş ve bir devr-i kebîr beste bestelenmiş olan mürekkep makamdır ki, hisar'dan yegâne farkı hüseynî makamı veya beşlisi kullanmayıp, bunun yerine uşşak dörtlüsü'nün hüseynî-aşîran perdesindeki şeddini (âşîran, ırak, rast, dügâh) kullanmak ve böylece âşîran perdesinde karar kılmaktan ibarettir. Güçlüsü de pûseliktir.

hisâr'da pûselik (f.t.b.i. müz. re diyez minör'ün Türk müziğindeki ismi olup, pûselik makamının hisar perdesindeki şeddidir. Donanımına altı tane (fa, do, sol, re, la, mi) küçük mücenneb diyezi konulur (yeden sesi için do çifte diyez alır). Ona sekizlideki sesleri, pestden tize doğru şöyledir kaba hisar, dik acem-aşîran, geveşt, zirgüle, dik kürdî, pûselik, neva ve hisar.

hisarek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

hisar-evic (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

hisâr-ı büzürg müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.

hisâr-ı gayr-i müsteâr müz. Türk müziğinin en az beş asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.

hisâr-ı kadîm müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

hisâr-ı nîk müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

hisâr-kürdî (f.a.b.i.) müz. Abdülbâki Dede'nin terkîbettiği makamlardan biri olup nümunesi kalmamıştır. Hisar'ı müteakip bir kürdî dörtlüsü ile dügâh'da kalır.

hisâr-peçe (a.f.b.i.) hisar, kale, köprü ve benzeri şeyleri korumak için onun ötesine yapılan siperli sur veya kale.

hisâr-pûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin tahminen iki buçuk asırlık bir mürekkep makamıdır. Bu makam, hisar ile pûselik makamlarından mürekkeptir. Pûselik ile dügâh perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede hüseynî, ikinci derecede pûseliktir. Donanımına "sol" ve "re" için iki tane bakıyye diyezi konulur. Pûselik makamı için "re" diyez bekar yapılır.

hisbân (a.i.) 1. hesap, sayma; hesap görme. 2. zannetme, sanma. 3. ceza, azap.

hisbâniyye (a.i.) fels. fr. scepticisme.

hisbe (a.i.) 1. ecir, sevap. 2. islâm hukukunda devlet muhasebesi; muhasebe dairesi.

hiss (a.i.c. ahsâs) duyma kuvveti, duygu.

hiss-i bâtın mat. zihnî anlayış, idrâk.

hiss-i derûnî içe doğuş, seziş.

hiss-i hal fels. hal duygusu, fr. cenesthesie.

hissî hareket fels. devinduyum, fr. cinesie veya cinesthesie.

hiss-i ihtiyâc gerekseme.

hiss-i mukaddem önsezi.

hiss-i müşterek beyinde bulunduğuna inanılan hisleri algılama merkezi.

hiss-i selîm sağduyu, fr. bön sens.

hiss kabl-el-vuku', hiss-i mukaddem vukuundan önce hissetme, önsezi, fr. pressentiment.

hisse (a.i.c. hısas) pay, nasîp.

hisse-i mahabbet muhabbet dersi.

hisse-i menfaat kazanç, çıkar.

hisse-i müfreze huk. [eskiden] bir toprağın taksîminde kısmet sahiplerinden her birinin hissesine isabet eden yer.

hisse-i şâyia huk. müşterek bir malın her cüz'üne sirayet eden hisse, pay.

hisse-çîn (a.f.b.i.) pay alma

hisse-dâr (a.f.b.i.) hissesi olan, hisse sâbibi.

hisse-mend (a.f.b.s.) 1. hissesi olan. 2. pay alan. 3. ibret alan.

hissen (a.zf.) duyguca, duygulanarak.

hisset (a.i.) cimrilik, tamahkârlık, nekeslik, (bkz: hasâset).

hisset-i tab' yaradılıştan gelen tamahkârlık.

hisse-yâb (a.f.b.s.) hisse bulan, hisselenen.

hissî (a.s.) his ile, duygu ile ilgili, fr. sentimental [müen. "hissiyye" dir].

hissiyyât (o.i.c.) duygular, sezişler.

hissiyyât-ı hafiyye gizli duygular.

hissiyyât-ı kalbiyye gönüldeki duygular.

hissiyyât-ı ulviyye yüksek hisler, duygular.

hissiyyât-perver (a.f.b.s.) hisli, duygulu.

hissiyyât-perest (a.f.b.s.) duyucu.

hissiyyât-perestî (a.f.b.i.) duyuculuk.

hissiyye (a.s.) ["hissî" kelimesinin müen.] . (bkz: hissî).

hissiyyet (a.i.) duyarlık, duygululuk.

hissiyet-i adaliyye psik. kasıl duyumlar, fr. sensations musculaires.

hîş (f.i.c. hîşân) akraba, soysop. (bkz. hîşâvend).

hişân (f.i. hîş'in c.) akrabalar, soysoplar. (bkz: hîşâvendân).

hîşâvend (f.b.i.c. hîşâvendân) akraba, soysop. (bkz. hîş).

hîşâvendân (f.b.i. hîşâvend'in c.) akrabalar, soysoplar. (bkz: hîşan).

hîş-dâr (f.b.s.) temizlik kaidelerine çok bağlı kalan [adam].

hîşten (f.zm.) kendi.

hîşten-dâr, hîşdâr (f.b.s.) sağlığını koruyan, kendine iyi bakan.

hitâb (a.i.) 1. bir veya bir çok kimselere ağızdan veya yazı ile söyleme. 2. Kur'ân. (bkz: Furkan, Hüdâ, Kitâb, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr).

hitâb-ı izzet Allah tarafından söylenen söz.

hitâbe (a.i.c. hitâbât) bir topluluğa karşı îrâd edilen coşturucu sözler.

hitâben (a.zf.) birinin yüzüne söyleyerek.

hitâbet (a.i.) 1. hatiplik, güzel söz söyleme, söz söyleme sanatı. 2. hutbe okuma veya hitabe, nutuk îrâdetme.

hitâbî (a.s.) hitaba ait, hitapla ilgili.

hitâbiyyât (a.i.c.) hitâbolarak söylenilen sözler.

hitâbiyye (a.i. hitâbiyyât) hitaptan ibaret olarak söylenilen sözler.

hitâm (a.i.) 1. son, nihayet. 2. bitme, tükenme. 3. mühürün, basıldığı kâğıtta kalan izi.

hitâm-pezîr (a.f.b.s.) nihayete, sona eren.

hitân (a.i.) sünnet, sünnet etme.

hîtân (a.i. hâit'in c.) duvarlar, hâiller, engeller, avlular.

Li-l-hitân-ı âzân (duvarların kulakları vardır) Yerin kulağı vardır.

hitânet (a.s.) sünnetçilik.

hitâr (a.i.) herze, saçma söz.

hitr (a.i.) mânâsız, faydasız söz, yalan, kıür.

hivel (a.i.). (bkz. zevâl).

hiyâb, hiyâbet (a.i.) 1. suç, günah, kusur. 2. fena bir vaziyet başlangıcı. 3. yokluk.

hiyâc (a.i.) 1. ot kuruması. 2. savaş başlama. 3. ıztıraplı olma.

hiyâket (a.i.) dokumacılık.

hiyâl (a.i.) 1. hayvanın kısır olma hâli. 2. yan, taraf; hiza.

hiyâm (a.i. hîmân'ın c.) susamış kişiler. (bkz: atşân, teşne, teşne-gân).

hiyân (a.i.) zaman; devre.

hiyâset (a.i.) dikmek.

hiyât, hiyâtet (a.i.) bir şeyin etrafını çevirme, (bkz: ihâta).

hiyâz (a.i. hayz'ın c.) 1. hek. aybaşları [kadınlarda]. 2. (a.i. havz'ın c.), (bkz: hîyâz).

hiyâzet (a.i.) 1. bir araya toplama. 2. kendisine mal etme.

hiye (a.zm.). (bkz. hüve).

hiyel (a.i. hîle'nin c.) oyunlar, aldatmalar, dubârâlar.

İlm-ül-hiyel mekanik bilgisi,

letâif-ül-hiyel kurnazca oyunlar, hileler.

hiyelâ (a.i.) kibir, gurur, azamet; kendini beğenmişlik.

hiyem (a.i. hayme'nin c.) çadırlar, (bkz: hiyâm).

hiyyef (a.s. hâifin c.), (bkz. hâif).

-hîz (f.s.) sıçrayan, kalkan, atılan.

Seher-hîz erken kalkan.

hîz (f.s.) ibne oğlan; puşt.

hîz (f.s.) coşkunluk; dalgalanma.

hizâ' (a.i.) 1. karşı. 2. sıra, düzlük.

hizâb (a.i.) 1. boya. (bkz: levn). 2. kına.

hîzab (f.i.) dalga, (bkz: mevc).

hizâb-âlûd (a.f.b.s.) (bkz: hidâb-âlûd).

hîzâb-engîz (f.b.s.) dalga kaldıran.

hîzâb-gîr (f.b.i.) çocukların durtut oyunu.

hîzan (f.s.) kalkan, sıçrayan.

Üftân ü hîzân düşe kalka.

hizâne (a.i.c. hazâin) 1. hazne, hazîne. 2. kalb, gönül, 3. hazinedarlık.

hizâne-gâh (a.f.b.i.) hazne yeri.

hizânet (a.i.) hazinedarlık.

hizb (a.i.) 1. kısım, bölük. 2. tarafdar.

hizb-ullah-ür-rahmân Allah'ın emrine inkiyad hususunda birleşen zümre.

hizb-üş-şeytân şeytanın iğvalarına katılan kimseler. [Kur'an'da geçer].

hizba (a.s.c. hazâbî) arızalı, engebeli [yer, toprak].

hizber, hizebr (a.i.c. hezâbir) 1. arslan. (bkz. dırgam, esed, gazanfer, haydar, şîr). 2. cesur, yürekli adam.

hizebrân (a.i. hizber, hizebr'in f.c.) arslanlar. (bkz. darâgım).

hizebr-âne (a.f.zf.) arslancasına. (bkz: gazanfer-âne, haydar-âne).

hizebr-endâz (a.f.b.s.) arslanı yenecek derecede, çok güçlü kimse.

hîzem (f.i.) yakacak odun. (bkz: hatab).

hîzem-keş (f.b.i.) 1. odun yarıcı. 2. odun taşıyan köylü.

hîzende (f.s.) sıçrayıcı, kalkıcı, fırlayıcı, atılıcı.

Emvâc-ı hîzende yükselen, atılan, sıçrayan dalgalar.

hizlân (a.i.) muâvenetsiz, yardımcısız; kimsesiz, yalnız başına kalıp sefil, zelîl olma.

hizmet (a.i.) iş, iş görme, vazîfe, memurluk, (bkz: hidmet).

hizmet-i askeriyye askerlik görevi.

hizmet-i devlet devlet işi.

hizmet-kâr (a.f.b.i.) hizmet eden kimse, hizmetçi.

hîzrân (f.i.) 1. hezâren ağacı.

hîzrân-ı beldî bot. yaban mersini denilen bir ağaç. 2. h.i. Hârûn-ür-Reşîd'in annesi.

hizy, hizye (a.i.) rezil, rüsvâ ve kepaze olma.

hôca (f.i.). (bkz. hâce).

hocest (f.i.) müz. Türk müziğinin en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

hôd (f.zm.) 1. kendi. 2. i. baş zırhı, miğfer.

hôd-ârâ (f.b.s.) kendini süsleyen, kendini medheden. (bkz: hôd-fürûş).

hôd-be-hôd (f.zf.) kendi kendine, kendi başına, kendiliğinden.

hôd-bîn (f.b.s.) kendini beğenmiş, bencil, (bkz: mağrûr, mütekebbir).

hôd-bînî (f.b.i.) kendini beğenmişlik, bencillik, (bkz: tekebbür).

hôd-endîş (f.b.s.) kendini düşünen.

hôd-fürûş (f.b.s.) kendini satan, kendini medheden, övüngen. (bkz: hôd-ârâ).

hôd-gâm (f.b.s.) 1. kendini beğenmiş, bencil, (bkz: hôd-pesend). 2. fels. fr. egoiste.

hûd-gâmâne (f.b.zf.) hodgâmca, hodgâmlara yakışır, surette, kendini beğenmişçesine, egoistçe.

hôd-gâmî (f.b.s.) kendini beğenmişlik, bencillik.

hôd-geşte (f.b.s.) kendine bakma

hôdî (f.i.) benlik, bencillik, kendilik.

hôd-kerde (f.b.s.) kendi yapmış.

hôd-küş (f.b.s.) kendini öldüren, intihar eden.

hôd-nümâ (f.b.s.) gösterişe meraklı olan.

hôd-perest (f.b.s.) kendine tapan, kendini beğenmiş, (bkz: hôd-gâm, hôd-pesend).

hôd-pesend (f.b.s.) kendini beğenen, (bkz: hôd-gâm, hôd-perest, hôd-sitâ).

hôd-pesendî (f.b.i.) kendini beğenmişlik, (bkz: mağrûriyyet).

hôd-reng (f.b.s.) bir şeyin tabiî, kendi rengi.

hôd-reste (f.b.s.) kendi kendini yetiştirmiş, kendi kendine yetişmiş.

hôd-reviş (f.b.s.) başınabuyruk.

hôd-re'y (f.a.b.s.) kendi re'yiyle âmil olan; kendi kafasına giden.

hôd-rû[y] (f.b.s.) kendi kendine biten, yabâni.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin