hûn-behâ (f.b.i.) kan pahası, diyet.
hûn-çegân (f.b.s.) kendisinden kan akan.
Ecfân-ı hûn-çegân kan akan gözevleri [gözler].
hunefâ' (a.i. hanîf’in c.) islâm dînine sımsıkı bağlı olanlar.
hûn-efşân (f.b.s.) kan saçıcı, kan saçan, serpen, (bkz: hûn-feşân).
hunfesâ' (a.i.c. hanâfis) bokböceği, mayıs böceği; mec. piç. (bkz: veled-i zinâ).
hun-feşân (f.b.s.) kan saçan, kan saçıcı, serpen, (bkz: hûn-efşân).
hûn-germ (f.b.s.) kanı sıcak, ısınmış, alışmış.
hûn-hâh (f.b.s.) kan isteyen, öç alıcı.
hûn-hâr (f.b.s.) kan içen, kan dökücü, zâlim, (bkz: hûn-âşâm, hûn-rîz, zâlim).
hûn-hârâne (f.zf.) zulmederek, zâlimce.
hûnî (f.s.) 1. kanlı, kan dökmeye meyilli. 2. s. kanlı, gaddar, zâlim, kaatil.
hûnîde (f.s.) beğenilmiş, makbul.
hûn-în (f.b.s.) kanlı, kana bulaşmış. (bkz. hûn-âlûd, hûn-âlûde, kaatil).
hûnîn-ciger, hûnîn-dil içi kan ağlayan, çok üzgün.
hunnâk (a.i.) hek. boğmaca, bademcik, boğaz iltihabı.
hunnâk-ı sadrî hek. göğüs iltihabı, anjin do puatrin, fr. angine de poitrine.
hunnâkî (a.s.) hek. boğmaca, bademcik, boğaz iltihabı ile ilgili.
hunnas (a.i. hânis'in c.), astr. Beş seyyare (gezegen) Zuhal (Satürn), Müşteri (Jüpiter), Merih (Mars), Zühre (Venüs), Utârid (Merkür).
hûn-pâş (f.b.s.) kan saçan, kan döken.
hûn-rîz (f.b.s.) kan döken, kan dökücü. (bkz: hûn-hâr).
hûn-rîzâne (f.b.zf.) kan dökücülükle, zalimce, insafsızca.
hûn-rîzî (f.b.i.) kan dökücülük, zalimlik.
hunük (f.n.) ne güzel!, ne mutlu!, yaşa!
hunyâ (f.i.) şarkı, türkü söyleme, (bkz: hînâ).
hunyâ-ger (f.i.c. hunyâ-gerân) şarkıcı. (bkz: hânende, hinâ-ger).
hunyâ-gerân (f.i. hunyâger'in c.) şarkıcılar.
hûr (f.i.) Güneş, (bkz: Âf-tâb, Hurşîd, Mihr, Şems).
hur (f.i.) Güneş, (bkz: Âftâb, Hurşîd, Şems).
hûr (f.i.) Güneş, (bkz: Âftâb, Hurşîd, Mihr, Şems). 2. yiyecek, yiyinti, (bkz: hûrd, hûrdenî).
hûr (a.i. ahver ve havrâ'nın c.) 1. âhû gözlüler, gözlerinin akı karasından çok olanlar. 2. (c. hûriyân) cennet kızları, huriler.
hûr-i în (bkz: hûrî).
hurâc (a.i.) hek. çıban.
hurâce (a.i.) hek. 1. irinlenme. 2. çıban.
hurâfât (a.i. hurâfe'nin c.) aslı, esâsı olmayan saçma-sapan sözler ve rivayetler.
hurâfe (a.i.c. hurâfât) inanılmaz, uydurma, yalan hikâye ve rivayet. [Arap kabilelerinden Uzle [veya Özre] kabilesine mensup bir şahsın ismi olup, anlattığı inanılmayacak şeylere de "hadîs-i hurâfe" denir], (bkz: ustûre).
hûrân (f.i. hûr'un c.) iri gözlü cennet kızları.
hurâşe (a.i.) küçük parça, ufak parça.
hurc (a.i.) meşinden yapılmış büyük heybe.
hurd (f.s.) 1. küçük, ufak. (bkz: sagîr). 2. kırık. 3. ehemmiyetsiz.
hûrd, hûrdenî (f.i.) yiyecek, yiyinti.
hûrd ü hâb yiyecek ve uyku.
hûrde (f.s.) yemiş, yenilmiş.
Taâm-hûrde yemek yemiş.
Sâl-hûrde (yıl yemiş) kocamış, yaşlanmış, ihtiyar.
hurde (f.i.) 1. ufak değersiz şey, kırıntı. 2. nükte; dakika. 3. g. s. yazıya nüans veren bir tarz.
hurde-i tarîkat tas. tarîkatin edep ve erkânına dâir ufak tefek bilgiler. [Mevlevi tâbirlerindendir].
hurde tezyînât g.s. tezhipte küçük süsleme motiflerine verilen umûmî ad.
hurde-bân (f.b.s.) 1. bir şeyin inceliklerini bilen. 2. çok dikkat eden.
hurde-bîn (f.b.s.c. hurde-bînân) 1. ince, ufak şeyleri gören. 2. i. fiz. büyüteç, ufak şeyleri büyülterek gösteren âlet, mikroskop.
hurde-bînân (f.b.s. hurde-bîn'in c.) 1. ince, ufak şeyleri görenler. 2. i. fiz. büyüteçler, ufak şeyleri büyük gösteren âletler, mikroskoplar.
hurde-bîn-âne (f.zf.) hurde-bîncesine, ince şeyleri görene yakışacak surette, inceden inceye.
hurde-bînî (f.b.i.) ancak hurdebinle görülebilecek derecede küçük, mikrosko-pik.
hurde-bîniyye (f.b.s.) (bkz: hurde-bînî).
hurde-çîn (f.b.s.) kırıntı toplayan, dökülen kırıntıları toplayan fakir.
hurde-dân (f.b.s.) dikkat sahibi, nükte ve inceliği anlayan.
hurde-dânî (f.b.i.) dikkat sahibi olma, nükte ve inceliği anlama.
hurde-furûş (f.b.s.) ufak tefek şeyler satan, çerçi.
hurde-gîr (f.b.s.) sözde ayıp, kusur arayan.
hurde-gîrî (f.b.i.) hurdegirlik, sözde ayıp ve kusur arama.
hurden-gâh (f.b.i.) yemek odası.
hurde-hâş (f.b.s.) kırık dökük, param parça.
hurde-mürde (f.b.i.) ufak tefek eşya.
hûrdenî (f.i.) yiyinti, yiyecek şey.
hurde-sâl (f.b.s.) yaşı küçük, genç. (bkz: hurd-sâl).
hurde-şinâs (f.b.s.) ince şeyleri anlayan, dikkatli.
hurde-vât (f.i.c.) hırdavat, öteberi, kırık dökük şeyler.
hurd-sâl (f.a.b.s.) yaşı küçük, genç. (bkz: sagîr-üs-sinn).
hurd u hâş kırık dökük, param parça, (bkz: hurde-hâş).
hurd ü bürd kırıntı, döküntü, artık.
hurd ü mürd (f.b.i.) ufak tefek [kimse]; parça parça.
hurekile (a.s.). (bkz. herkele, hirekle).
hûrî (f.i.c. hûriyân) 1. cennet kızı. 2. sevgili.
hûrî-veş (f.b.s.) "huri gibi" çok güzel.
hûriyân (f.i. hûrî'nin c.) huriler.
hûriyye (a.i.) 1. coşkunluk hallerinde hurilerle buluştuklarına inanan bir tarikat. 2. kadın adı.
hurkat (a.i.) hek. yanma, yanıklık; çıban.
hurkat-ül-bevl bel soğukluğu.
hurkat (a.i.) akılsızlık; bilmezlik. (bkz. cihâlet).
hûr-lika (f.b.s.) peri yüzlü, güzel.
huremât, hurmât, hurumât (a.i. hürmet'in c.c.) haram, dince yasak olan şeyler.
hurma (a.i.) hurma ağacının yemişi. (bkz. temr).
hûr-peyker (f.b.s.) hûri yüzlü.
hurrâs (a.i. hâris'in c.) bekçiler, nöbetçiler.
hurrem (f.s.) 1. şen, sevinçli, güleryüzlü, gönül açan; taze. 2. g. s. bir yazı sitili.
hurrem-âbâd (f.b.i.) Haliç'te Alibey köyü civarındaki kasrın adı.
hurrem-gâh, -geh (f.b.i.) şen ve gönül açan yer.
hurremî (f.i.) sevinç, (bkz: meserret).
hurremiyye (f.i.) Erdebil ilinin Hurrem bucağında ortaya çıkan bir mezhep.
hurrem-rû (f.b.s.) güler yüzlü, hoş yüzlü.
hurrem-rûz (f.b.s.) her ayın sekizinci günü.
hursend (f.s.) kanaat eden, kısmetine razı olan, tokgözlü, gözü tok.
hursend-âne (f.zf.) tokgözlülükle. (bkz. kanâat-kârâne).
hursendî (f.i.) kanaat edicilik, tokgözlülük, göz tokluğu.
Hûrşîd (f.i.) 1. Güneş, (bkz: Âftâb, Hûr, Mihr, Şems). 2. erkek adı.
hurşîd-i cihân-tâb dünyayı aydınlatan güneş.
hurşîd-i iştihâr şöhret güneşi.
hurşîd-i leb-i bâm 1. güneşin batışı. 2. mec. ömrün son günleri.
hurşîd-i ser-i dîvân 1. güneşin batışı. 2. mec. hayatın son demleri.
Hûrşîd ü Ferahşâd Germiyanlı Şeyh oğlu Mustafa tarafından yazılan ve İran Şahı Siyâvuş'un kızı Hurşid ile diyâr-ı magrib sultânının oğlu Ferahşâd'ın sevişmelerini anlatan manzum bir eser.
hurşîd-cihân-tâb (f.b.s.) dünyayı aydınlatan güneş.
hurşîd-fürûğ (f.b.s.) güneş gibi parlayan, güneş gibi parlaklığı olan. (bkz. hurşîd-lemaân).
hurşîd-lemaân (f.a.b.s.) güneş gibi parlayan, (bkz. hurşîd-fürûğ).
hurşîd-perestân (f.b.i.) güneşe tapanlar.
hurşîd-süvârân (f.b.s.) 1. sabahları erken kalkanlar. 2. i. keşişler. 3. i. melekler.
hurşîd-tal'at (f.a.b.s.) güneşin doğuşu gibi güzel görünüşlü olanlar.
hurtûm (a.i.c. harâtîm) fil hortumu, fil burnu.
hurû' (a.i.) tanelerinden hintyağı çıkarılan ağaç.
hurûb (a.i. harb'ın c.) savaşlar, kavgalar.
hurûc (a.i.) çıkış, çıkma; dışan çıkma; ayaklanma.
Sâhib-hurûc büyük kahraman.
Yevm-el-hurûc kıyamet günü.
hurûf (a.i. harf’in c.) harfler,
ilm-i hurûf harflerden mânâ çıkarıp yorumlama bilgisi.
hurûf-i âliyyât Tanrı maksadının sırlarında gizli olan maddeler.
hurûf-i alîle bir kelimenin kendi harfleri arasında bulunan elif, vav, ye harfleri.
hurûf-i âniye uzatılmadan kullanılan harfler.
hurûf-i bedel zayıf köklerin yerine konulan harfler.
hurûf-i câzime kelimeyi sakin yapan son ünsüzler.
hurûf-i gayr-ı sadâiyye gr. sessiz harfler.
hûruf-i hafîfe gr. ince sesli harfler.
hurûf-i hançeriyye gırtlak sesleri.
hurûf-i hecâ gr. 1) alfabe harfleri; 2) elif, vav, he, ye harfleri.
hurûf-i imlâ a, e, ı, i, o, ö, u, ü harfleri.
hurûf-i kalkale Kur'an okurken "kaf, te, be, cim ve dal" harflerinin sonundaki harekeleri düşünerek okunan harfler, cezim hallerindeki okunan harfler.
hurûf-i kameriyye kendinden önce gelen el harfi okunan harfler e, b, c, g, h, f, k, m, v, y el-kamer. gibi.
hurûf-i lisevî diş etlerine çarparak çıkan sesler.
hurûf-i menkuta, -mu'ceme Arap alfabesindeki b, p, t, vb. noktalı harfler.
hurûf-i mukataa Kur'ân'ın 29. süresindeki elif lam mîm, elif lam elif râ, kaf, sâd, nün.. gibi harfler.
hurûf-i munfasıla (Arap veya Osmanlı alfabesinde) kendinden sonra gelen harflere bitişmeyen harfler vav, n, dal, ze, zel.
huruf-i muttasıla kendinden sonra gelen harflere bitişen harfler b, p, t, c, l, g., gibi.
hurûf-i mühmele gr. alfabede noktasız harfler.
hurûf-i müsta'liye hı, sad, dad, ti, zı, ayın, kaf harfleri, fr. sons emphatiques.
hurûf-i müteharrike gr. harekesi olan, harekeli harfler, vokal.
hurûf-i nâriyye elif, he, te, mim, sat, dat harfleri.
hurûf-i nıt'iyye dilin damağa değmesiyle çıkan sesler.
hurûf-i rahve yumuşak sesler.
hurûf-i sadâiyye gr. sesli harfler.
hurûf-i safîr s, z, gibi ıslık harfleri, ıslığımsı harfler.
hurûf-i sahîhe kelimenin ana harfleri; aslî harfler.
huruf-i sakîle gr. kalın sesli harfler.
hurûf-i sâkine gr. sakin harfler, harekesiz harfler, konson.
hurûf-i şemsiyye kendinden önce gelen el harfi tarifinin l harfi okunmayan harfler d, n, r, s, ş, t, z.
hurûf-i teheccî alfabe harfleri.
hurûf-i vasliyye kendisinden sonra gelen harflere bitişen harfler.
hurûf-i zevlakıyye dil-dudak sesleri.
hurûfât (a.i. hurûf’un c.) 1. harfler. 2. matbaa harfleri.
hurûfî (a.s.) 1. hurûf bilgisi ile ilgili olan. 2. tas. Allah'ın kelâm suretinde tecellisine ve harflerle belirtilmesine inanan.
hurûfiyye (a.i.) Fazlullah-i Hurûfî'nin, harflerin esrarına dâir nazariyesini kabul eden tarîkatler ve sâlikleri.
hurûs (f.i.) horoz.
hurûs-i arş sabahları öterek başka horozları da öttürdüğüne inanılan kutsal horoz.
hurûs-ı bî-mahall yersiz konuşan veya zamansız gelen kimse.
hurûs-i hindî zool. hindi.
hurûs-i sahrâi zool. sülün.
hurûs-beçe (f.b.i.) piliç.
hurûş (f.i.) coşma, çağıltı, gürültü, şamata, telâş.
Cûş ü hurûş coşma ve gürültü.
hurûşân (f.s.) 1. coşan, çağlayan. 2. zf. coşarak, çağlayarak.
hurûş-bîn (f.b.i.) kim. ebülyoskop.
husâ (a.i. husye'nin c.) erkeklik bezleri, hayalan, (erkekteki) yumurtalar.
husâf (a.i.) ekin biçme; hasad, hasad mevsimi.
husâfe (a.i.) gizli kin; düşmanlık, (bkz: husâke).
husâke (a.i.) gizli kin, düşmanlık. (bkz: husâfe).
husâle (a.i.) kırıntı, ufalanmış nesne.
husâm (a.i.). (bkz. hüsâm).
husbân (a.i.) azap, sıkıntı.
husedâ (a.s.c.) hasetçiler, kıskananlar, (bkz: hasede).
husemâ' (a.i. hasîm'in c.) 1. düşmanlar. 2. muhalifler, karşı taraflar.
huseyle (a.i.) bot. kavuzcuk, fr. glumellule.
husmân (a.s. hasm'ın c.) hasımlar, düşmanlar.
husr (a.i.) 1. peklik, kabız, (bkz: inkıbâz). 2. idrar tutukluğu, (bkz: ihtibâs-ı bevl).
huss (a.i.) bot. 1. eğrelti otu. 2. hurma yaprağı.
hussâd (a.s. hâsid'in c.) haset edenler, kıskananlar, (bkz: hasede).
hussâr (a.s. hâsır'in c.) hasret çekenler.
hussâr (a.s. hâsır'in c.) muhasara edenler, kuşatanlar.
husûf (a.i.) Ay tutulması, (bkz: inhisâf3).
husûf-i cüz'î meteor. Ay'ın kısmen tutulması.
husûf-i küllî meteor. Ay'ın tamamen tutulması.
husûl (a.i.) üreme, türeme, çıkma.
husûl-pezîr (a.f.b.s.) hâsıl olmuş, husul bulmuş, (bkz: husûl-yâfte).
husûl-yâfte (a.f.b.s.) hâsıl olmuş, (bkz: husûl-pezîr).
husûm (a.i.) 1. uğursuzluk. 2. birbiri ardınca devam etmek üzere olma. 3. sürekli esen rüzgâr, fırtına.
husûm (a.i. hasm'ın c.) düşmanlar.
husûmet (a.i.) 1. hasımlık, düşmanlık. 2. kıskançlık, çekememezlik.
husûn (a.i. hısn'ın c.) kaleler.
husûn-i refîa yüksek kaleler.
husûs (a.i.c. husûsât) bakım, iş; şekil, yol, konu.
husûsâ (a.zf.) başkaca, ayrıca, (bkz: husûsen).
husûsât (a.i. husûs'un c.) bakımlar, işler; şekiller, yollar, konular; mes'eleler; maddeler.
husûsen (a.zf.) husûsî olarak, hele, ayrıca, (bkz: bil-hassa, hassaten).
husûsî, husûsiyye (a.s.c. husûsiyyât) birisine, bir şeye mahsûs.
İmtihân-ı husûsî yıl içinde yapılan yoklama.
Mekâtib-i husûsiyye husûsî mektepler (özel okullar).
Sûret-i husûsiyyede husûsî olarak.
husûsiyle (a.t.zf.) bilhassa, özellikle.
husûsiyyât (a.i. husûsî'nin c.) birinin husûsî hayâtına ait şeyler.
husûsiyyet (a.i.) 1. hususîlik. 2. ilerilemiş olan tanışıklık, ahbaplık, yakınlık.
husye (a.i.c. husâ) erkeklik bezi, haya.
husyet-üs-semek zool. balık yumurtası.
husye-tân (a.f.c.) hayanın çifti, çift haya, yumurtalar, (bkz: husye-teyn).
husye-teyn (a.i.c.).(bkz: husye-tân)
hûş (f.i.) 1. akıl; fikir, şuur; us.
Gûş-i hûş (akıl kulağı) anlayış. 2. ölüm. 3. zehir.
hûş-ber (f.b.i.) aklı mahveden, bozan ilâç.
hûşe (f.i.) 1. başak, (bkz: sünbüle). 2. salkım.
hûşe-i engûr üzüm salkımı.
hûşe-i çarh, hûşe-i sipihr astr. Sünbüle denilen burç.
hûşe-i hurmâ hurma salkımı. 3. yığın.
hûşe-çîn (f.b.s.) harman sonu tarlada kalan kesik, döküntü başaklan toplayıcı, toplayan, (bkz: lakkata).
hûşenk (f.i.) akıl, idrak, iz'an.
Hûşenk (f.h.i.) Siyam bin Kiyumerz'in oğlu ve Câvidân Hurd'ün müellifidir.
huşeyfât (a.i. huşeyfe'nin c.) bot., anat. başçıklar.
huşeyfât-ı şibh huveyniyye bot. erkek gözeler, f r. antherozoîdes.
huşeyfe (a.i.c. huşeyfât) bot., anat. başçık, küçük baş.
huşeyfe-i nebât bot. başçık.
hûş-fersâ aırtan, şaşırtıcı.
huşk (f.s.) 1. kuru. (bkz: yâbis).
Meyve-i huşk kuru yemiş.
Nân-ı huşk kuru ekmek.
huşk ü ter 1) kuru ve yaş; 2) kaba, soğuk.
Şahs-ı huşk kaba, soğuk adam.
huşk-ahur (f.b.i.) kıtlık yılı.
huşk-cân (f.b.s.) câhil, nadan, gabî, kalın kafalı kimse.
huşk-dehân (f.b.s.) "ağzı kuru" mec. oruçlu, ağızı mühürlü.
huşk-endâm (f.b.s.) vücudu kuru, zayıf, çelimsiz kimse.
huşki (f.i.) 1. kuruluk, (bkz: yubûset). 2. hek. kabızlık.
huşk-leb (f.a.b.s.) dudağı kurumuş, kuru dudaklı, susamış, (bkz: teşne).
huşk-mağz (f.b.s.) boş kafalı, (bkz: huşk-ser).
huşk-nihâd (f.b.s.) iyilik sevmez, acımasız, katı yürükli (kimse).
huşk-pey (f.b.s.) uğursuz.
huşk-rîşe (f.b.i.) hek. ciltte, bir yerin kangren olarak kuru bir kabuk hâlinde kalması.
huşk-sâl (f.b.i.) kuraklık.
huşk-ser (f.a.b.s.) beyinsiz, ahmak, kaçık, dîvâne, (bkz: huşk-mağz).
huşk-tıynet (f.a.b.s.). (bkz. huşk-nihâd).
hûş-mend (f.b.s.c. hûş-mendân) akıl sahibi; akıllı, aklı başında.
hûş-mendân (f.b.s. hûşmend'in c.) akıl sahipleri, aklı başında olanlar.
hûş-mend-âne (f.zf.) aklı başında olarak, akıllıca.
hûş-mendî (f.b.i.) akıl sahipliği, usluluk.
hûş-rübâ (f.b.s.) akıl kapan, kapıcı.
hûş-rübûde (f.b.s.) aklı kapılmış, aklı alınmış, ["hüş-rübâ, hüş-rübûde" şekli de vardır].
huşû' (a.i.) 1. gönül alçaklığı, (bkz: tavâzu, zarâet). 2. tas. Tanrı huzurunda boyun eğme, nefsini hor ve hakir görme.
huşûnet (a.i.) 1. sertlik, kabalık, katılık. 2. inatçılık.
huşûnet-i libâs elbisenin sertliği.
huşûnet-i mizâc tabîat, mizaç serdiği.
huşûnet-âmîz (a.f.b.s.) huşunetle, kabalıkla, sertlikle.
hûş-yâr (f.b.s.) aklı kendisine yar olan, yarayan, akıllı.
hûş-yârâne (f.b.zf.) akıllıca.
hûş-yârî (f.b.i.) akıllılık.
hût (a.i.) 1. büyük balık. 2. astr. balık burcu, semânın güney yarımküresinde Sevr burcundan ileride Hamel burcunun istikametinde bir burç, fr. Poissons. [semânın güney yarımküresinde olmasına rağmen, kuzey yarımküresinden de görülebilir ve Güneş şubatta bu burca girer].
Sâhib-ül-hût (balık adamı) Yunus Peygamber.
hutab (a.i. hutbe'nin c.) hutbeler.
hutâm (a.i.) kuru ot, kabuk ve saman kırıntıları, çerçöp.
hutâm-ı dünyâ (bu) dünyânın geçici, boş malı mülkü.
Hutame (a.h.i.) cehennem'in beşinci katı; inatçı münkirlerin yeri. ["Gayya kuyusu" bu tabakadadır].
hutbe (a.i.c. huteb) 1. cuma namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatibin minberde halka verdiği dînî öğüt. 2. kitapların başındaki süslü nesir başlangıcı. 3. kız isteme, dünürlük. Sikke ve hutbe (para kesme ve hutbe okutma) istiklâl işaretleri.
hutbet-ün-nikâh nikâh merasiminde nikâh memurunun söylediği sözler.
hutbe-hân (a.f.b.s.) hutbe okuyan.
huteb (a.i. hutbe'nin c.), (bkz. hutbe).
hutebâ' (a. hatîb'in c.) hutbe okuyanlar.
huttâf (a.i.c. hatâtîf) kırlangıç [kuş].
hutûb (a.i. hatb'in c.) maslahatlar, işler, meseleler.
hutûf (hatfın c.) ölümler.
hutûn, hutûnet (a.i.) damat olma, damatlık. 2. evlenme, (bkz: teehhül, tezevvüc).
hutûr (a.i.) hatıra gelme, akla gelme, (bkz: tahattür).
hutût (a.i. hatt'ın c.) 1. çizgiler. 2. yazılar. 3. yollar,
hutût-ı cebhiyye geo. alın doğruları, fr. lignes frontales.
hutût-ı ebeviyye baba ile ilgili hatlar. [2 bıyık, 2 sakal, 2 favori, l bamteli].
hutût-ı mütevâziye geo. paraleller.
hutût-i şuâiyye usulü top. inşiâ' metodu, bir noktadan çıkarılan tulleri belli istikametler yardımıyla diğer noktaları tesbîtetme usulü, fr. rayonnement. [eğer bu noktalar bir zincir gibi uzanırsa buna "cheminement" adı verilir].
hutût-ı ümmiyye ana ile ilgili hatlar [2 kaş, 4 kirpik, l saç].
hutuvât (a.i. hutve'nin c.) şeytan aldatmaları.
huveyn (a.i.c. huveynât) gözle görünemeyecek kadar küçük hayvancık, mikrop.
huveyn-i menevî biy. sperma hayvancığı.
huveynât (a.i. huveyn'in c.) gözle görünemeyecek kadar küçük olan hayvancıklar, mikroplar.
huveynât-ı nak'iyye zool. öğlena, fr. euglene.
huveynî (a.s.) çok küçük olan hayvancıklar ile ilgili, mikrobumsu.
huveysal (a.i.c. huveysalat) deride peyda olan içi sulu, ufak kabarcık.
huveysal-ı menevî anat. sperma kesesi.
huveysal-ı rievî anat. akciğer keseciği.
huveysal-ı sem'î anat. işitme kesesi.
huveysala (a.i.) anat. havuzcuk, ufak kabarcık.
huveysala-i kilye anat. böbrek havuzcuğu.
huveysalat (a.i. huveysal'ın c.) deride peyda olan içi su dolu kabarcıklar.
huveyzâ (a.i.) hek. iç sürgünü, ishal.
huvvân (a.s. hâin'in c.) hâinler, hiyânet edenler.
hûy, hoy (f.i.) ter.
hûy, hû (f.i.) tabiat, mizaç, ahlâk; âdet.
hûy-ı bed fena huy.
hûy-gerde (f.b.s.) 1. terlemiş. 2. alışmış, âdet edinmiş.
huyûl (a.i. hayl'ın c.) 1. atlar. 2. atlı alaylar. 3. kötüler kalabalığı.
huyûr (a.s. hayr'ın c.) hayırlar, hayırlı, faydalı, yararlı şeyler.
huyût (a.i. hayt'in c.) ipler, iplikler; lifler, teller.
huyût-ı rakîka ince iplikler.
huz (a.f.i. ahz'den) ahz maddesinden emri hazır al.
huz mâ safâ da' mâ kedür hoşuna gideni al, gitmeyeni bırak.
huzâmî (a.i.) lavanta çiçeği.
huzâret (a.i.). (bkz: hudâret).
huzem (a.i. huzme'nin c.) demetler,
huzemât (a.i. huzme'nin c.) demetler.
huzemât-ı kitabiyye-i haşebiyye bot. odun-kalbur demetleri.
hûzî (f.i.) müz. tahmînen altı asırlık ehemmiyetsiz bir mürekkep makamdır. Corcînin peşrev ve saz semaîsi ile Dede Efendi'nin darb-ı fetih bestesi, bu terkibe örnektir. Hûzî, sathî bir çargâh beşlisi geçkili (hattâ çok defa yalnız do notuna fazla ehemmiyet verilmek ile iktifa olunmuştur.) uşşak'dan ibarettir. Uşşak gibi dügâh'da kalır. Birinci güçlü, uşşak'daki gibi, neva, ikinci güçlü de çargâh perdeleridir. Donanımına uşşak gibi si için bir koma bemolü alır.
hûzî-aşîran (f.b.i.) müz. tahmînen dört asırlık bir mürekkep makamdır, aşîran perdesine nakledilmiş bir hüseynî beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. Bu beşli ile hüseynî-aşîran perdesinde kalır. Donanımına si koma bemolü konur; hüseynî beşlisi için de fa bakıyye diyezi alır ve si bekarlanır. Güçlü birinci derecede dügâhdır.
hûzî-pûselik (f.b.i.) müz. en az üç asırlık bir mürekkep makam olup numunesi kalmamıştır; hûzî, pûselik beşlisinin veya makamının ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâh'da kalır.
huzme (a.i.c. huzem) demet.
huzme-i ziyâiyye fz. ışın demeti.
huzû' (a.i.) alçakgönüllülük, gönül alçaklığı.
huzûr (a.i.) 1. hâzır bulunma.
Hakk-ı huzûr bir toplantıda hazır bulunma karşılığı olarak verilen para. 2. rahat.
huzûr-i kalb gönül rahatlığı.
huzûr-i küllî fels. Allah'ın her yerde hazır olması, fr. Omnipresence.
huzûr-ı meymenet-mevfur tar. Sultanın meymenetle dolu varlığı.
huzur ü hâb rahat ve uyku.
huzur ü sükûn rahatlık ve eminlik.
huzûr-âver (a.f.b.s.) rahatlandırıcı, sükûnet verici.
huzûz (a.i. hazz'ın c.) sevinçler, zevkler, memnuniyetler, (bkz: hazz).
huzûzât (a.i. huzûz'un c.) insanın hazzettiği, hoşuna giden şeyler.
huzûzât-ı nefsâniyye nefse hoş gelen şeyler.
huzzâk (a.s. hâzık'ın c.) hazakatli, işinin ehli olanlar, ustalar, eliuzlar. [dilimizde en çok doktor hakkında kullanılır].
huzzâk-ı etibbâ doktorların en hazakatlileri, en eliuz olanları.
huzzân (a.s. hâzin'in c.) hazîne muhafızları, hazinedarlar, bekçiler.
huzzâr (a.s. hâzır'ın c.) huzurda, meydanda, gözönünde olanlar, bizzat bulunanlar,
huzzâr-ı meclis mecliste hazır bulunanlar, (bkz: hâzırîn, hâzırûn).
hübûb (a.i.) 1. rüzgâr esmesi, (bkz: vezîden). 2. üfleme, üfürme.
hübûb-i riyâh rüzgârların esmesi.
Hübel (a.h.i.) İslâmdan önce Kureyşlilerin Kabe'de duran en büyük putunun adı.
hübût (a.i.) 1. yukarıdan aşağı inme düşme. 2. düşme. 3. uyuşma, [zıddı "suûd" dur].
hübût-i Âdem Âdem peygamberin Cennet'ten yeryüzüne inmesi.
hübük (a.i. habîke'nin c.) 1. çizgiler. 2. samanyollan, hacılaryolları. (bkz: habâik).
hüccâb (a.i. hâcib'in c.) 1. kapıcılar. 2. perdeciler.
hüccâc (a.i. hâcc ve hâcı'nın c.), hacılar, hac yolculuğunu yapmış olanlar, (bkz. hâcc, hâcı).
hüccet (a.i.) 1. senet, vesîka, delil, [eskiden, şeriat mahkemesinden verilen bir hak veya bir sahiplik gösteren resmî vesîka (belge)]. 2. seçkin âlimlere verilen unvan.
Hüccet-ül-îslâm İmâm-ı Gazâlî.
hüccet-i dâfia huk. [eskiden] bir şeyi ispata delil olmayıp talep ve iddiayı defide delîl olan hüccet istishap gibi [meselâ hayâtı, istishap tarikiyle sabit olan mefkudun veresesi "ihtimal ki ölmüştür" diye malını aralarında taksîm edemezler, istishap veresenin bu husustaki talep ve iddialarını defide hüccettir. Fakat istishap mefkudun irse istihkakında, yânî başkasının vâris olması hususunda delil ve hüccet olamaz].
hüccet-i kasıra ["ka" uzun okunur] huk.[eskiden] şahsa maksur ve münhasır olup başkasına sirayet etmeyen hüccet; ikrar ve yeminden nukûl gibi.
hüccet-i müsbite huk. bir şeyi isbatta delîl olan hüccettir şahâdet gibi. [buna "hüccet-ı muzlime" de denir].
hüccet-i müteaddiyye huk. [eskiden] hükmü yalnız taraflara münhasır kalmayıp dâva ile sâir alâkadar olanlara da sirayet ve tecâvüz eden beyyinedir. [nesebi veya mülkiyeti ispat eden şahâdet gibi].
hüccet-i zahriyye huk. [eskiden] zahrmda sebebi yazılan hükmün tasdikli suretini hâvî hüccet.
hücciyyet (a.i.) ihticâca sâliholma.
hücec (a.i. hüccet'in c.) deliller, senetler, vesikalar, (bkz: hicâc).
hücec-i hattiyye huk. [eskiden] yazılı deliller ki tezvîr ve tasnî' şüphesinden salim ise mâmûl-ün-bih, yâni hükme medar olur. Başka veçhile sübûta hacet kalmaz, [beratlar, Defter-i Hâkanî kayıtları, hile ve fesattan salim olacak surette tutulan mahkeme sicilleri, tescil edilen vakfiye gibi].
Dostları ilə paylaş: |