BEYOĞLU
214
215
BEYOĞLU
Beyoğlu'nun Levanten ortamında gösterişli kutlamalara neden olurdu. Betimlemelerden anlaşıldığı üzere, özellikle Cad-de-i Kebir'in (İstiklal Caddesi) rengârenk bayraklar ve yoğun ışıklar içindeki gece görünümü tam bir bayram havası yaratmaktaydı. 19. yy'm ikinci yarısında Beyoğlu'nda çoğu kültürel amaçlı çeşitli kulüp ve toplulukların da kurulduğu görülmektedir.
Ancak ilk gelişim yıllarından beri gerek fiziksel, gerekse de sosyal yapısıyla Batı Avrupa kentlerine benzeyen Pera bölgesi, 19. yy'm ikinci yansına gelindiğinde hâlâ düzenli bir belediye örgütüne sahip değildir. 1856'da kurulan İnti-zam-ı Şehir Komisyonu'nun 14 belediye dairesine ayırdığı kent içinde, Beyoğlu-Galata'yı içeren belediye dairesinin ilk
okullarda öğrenim gördüklerinden Türkçeyi bazıları çok geç yaşta, sonradan öğrenmişlerdir. 19. yy Beyoğlu'sun-da yaygın olarak Fransızca, İtalyanca, ingilizce, Almanca gibi Batı Avrupa dilleri konuşulmaktaydı. Zaten Levantenlerin büyük bir kısmı gerek devlet yönetiminde, gerekse de özel bürolarda çevirmen olarak çalışmaktaydılar. Bu gruptan devlet işlerinde çalışanların bazıları, Avrupa ülkelerinin başkentlerindeki Osmanlı elçiliklerinde görevlendirilmek üzere bu merkezlere atanıyorlardı. Bölgedeki elçiliklerde çalışan ve çoğu Rum ya da Venedik ve Ceneviz asıllı ailelerden gelen beratlı çevirmenlerin, toplum içinde özel bir yeri, saygınlığı vardı. Yabancı elçiliklerin genellikle ticari ilişkilerde yararlandıkları bu kişilerin, bir süre sonra beratlı tüccara dönüştükleri görülmektedir. Esas ticaret alanının Galata'da olması, acente vb ticari faaliyetlerin orada toplanmasına neden olmaktaydı. Ancak bu tüccarların konutları genellikle Beyoğlu'ndaydı. Bunlardan bir kısmı devlete borç verecek kadar zenginleşmişlerdi. Ayrıca ünlü Galata bankerleri(-») de bu bölgede oturmaktaydılar.
Avrupa'nın Paris, Londra, Viyana gibi ünlü başkentleriyle sıkı ilişkiler içindeki Levantenler özgün yaşam biçimleri ve onu şekillendiren alışkanlıklarıyla, 19. yy'ın ikinci yarısında İstanbul içinde Pe-ra'da farklı bir dünya yaratmışlardı. Bu farklı dünyanın en renkli dönemi kış aylarıydı. Kışın Beyoğlu'nda, Batı Avrupa kentlerinde rastlanabilecek her türden eğlence vardı. Ancak yazlan, başta elçilikler ve çevresindeki Levantenler olmak üzere, bölgenin ileri gelenleri Boğaz'a ya da Adalar'a yazlık evlerine giderlerdi. Tarabya, Büyükdere gibi Boğaz semtlerinde, bugün de olduğu gibi, elçiliklerin yazlıkları bulunmaktaydı. Yazlıkta, havaların el verdiği kadar uzun kalınır ve kasım ayı ortalarında Beyoğlu'na dönülürdü. Beyoğlu'ndan yazlıklara göçün, bazen ev eşyalarının bir kısmının da taşınması nedeniyle, oldukça yoğun bir trafik yarattığı, ayrıca yazın ıssızlaşan yörenin boşalan evlerinin, hırsızlık olaylarının artmasına yol açtığı yazılmaktadır.
Pera sosyetesi kış aylarım tiyatro, konser vb gösterilerle, davet ve balolarla geçirirlerdi. Bölgedeki tiyatrolar, sahnelerini genellikle ekim ayı ortalarında açar ve faaliyetlerini yaz sezonunun başlangıcına kadar sürdürürlerdi. Örneğin İtalyan Na-um Tiyatrosu(->), sezonu, genellikle mayıs ortasında kapatmaktaydı. Yaz aylarında tiyatroların tatile girmesinden sonra, yerini sirk gösterileri alırdı. Ayrıca Pera eğlenceleri arasında konserler de daima ön plandaydı. Yerli Levantenlerin yanısıra, çoğunlukla İtalya vb Avrupa ülkelerinden gelen müzisyenler, büyük ilgiyle izlenen ve hattâ zaman zaman birkaç kez yinelenen konserler verirlerdi. Beyoğlu'nun görkemli tiyatro salonları bu konserler için ideal bir ortam oluştururdu. Ayrıca, başta karnaval olmak üzere, çeşitli bayram eğlenceleri de geçen
R
Mezarlıktan çıktıktan sonra, yeniden Kuledibi'ne gidip Pera caddesine giriyoruz. Pera deniz seviyesinden yüz metre yüksektedir: hem sakindir hem eğlenceli, hem Halic'e bakar hem Boğaz'a. Avrupa kolonisinin West-End'idir, zarafet ve safa şehridir. Yürüdüğümüz yolun iki tarafına İngiliz ve Fransız konaklan, şık kahveler, göz kamaştıran dükkânlar, tiyatrolar, konsoloshaneler, kulüpler, sefaret konaklan sıralanmış; bunların arasından bir kale gibi Beyoğlu'na, Gala-ta'ya ve Boğaz sahilindeki Fındıklı'ya hâkim olan Rus sefaretinin kagir sarayı yükseliyor. Burada Galata'dakinden çok farklı olan bir kalabalık var. Aşağı yukarı, soba borusu gibi erkek şapkalarıyla, tüylerle, çiçeklerle süslenmiş kadın şapkalarından başka bir şey görülmüyor. Rum, İtalyan ve Fransız kibarları, zengin tüccarlar, sefaret memurları, yabancı gemilerin zabitleri, sefir arabaları ve her milletten ne olduğu bilinmeyen, karışık suratlı insanlar görülüyor. Türk erkekleri berber dükkânlarındaki balmumundan yapılmış bebekleri seyretmek için duruyorlar. Türk kadınları da ağızlarından sular akarak terzi camekânları-mn önünde takılıp kalıyorlar; Avrupalı sokağın ortasında yüksek sesle konuşuyor, gülüyor, şakalaşıyor; Müslüman kendisini gurbette gibi görüyor ve başını İstanbul'daki kadar dik tutmuyor.
Arkadaşım beni birden İstanbul'u göstermek için geri çevirdi: olduğum yerden, uzaklarda, mavimsi bir perdenin arkasında, Saray tepesi, Ayasofya ve Sultanahmet camiinin minareleri görülüyordu; şimdi içinde bulunduğumuz âlemden başka bir âlem. Sonra.şöyle dedi:
"Şimdi, şuraya bak".
Baktım, ve bir vitrinde: La Dame aux Camelias, Madame Bovary, Mademoi-selle Giraud ma f emme romanlarım gördüm. Bu tezat beni de heyecanlandırdı ve bir an dalıp gittim. Başka bir sefer de, fevkalâde güzel bir kahveyi göster-• mek için ben arkadaşımı durdurdum: hem enine hem boyuna loş bir koridor, koridorun sonundaki açık büyük bir pencereden pek uzaklarda gibi gelen güneş ışıklan altında pırıl pırıl parlayan Üsküdar görülüyordu.
Pera caddesinde ilerliyorduk ve hemen hemen sonuna gelmiştik ki, gürîeyen bir ses duyduk: "Seni seviyorum, Adele! canımdan çok seviyorum! dünyada ne kadar sevilebilirse o kadar seviyorum!" Şaşkın şakın bakıyorduk birbirimize. Bu ses nereden geliyor? Arkamıza dönünce, bir duvarın aralıklarından sandalye dolu bir bahçe, bir sahne ve prova yapan komedyenler görüyoruz. Bizden pek uzakta olmayan bir Türk kadını da, bizim gibi aralıklardan bakarak, bütün kalbiyle gülüyor. Geçip giden ihtiyar bir Türk başını merhametle sallıyor. Türk kadını birden bir çığlık atarak kaçıyor; oradaki öteki kadınlar da feryadedip uzak-laşıyorlar. Ne oldu? Bu, sokaklarda, IV. Mehmed devrinde yaşayan meşhur bir din adamının bütün Müslümanları sokmak istediği kılıkta, yani anadan doğma çıplak gezen, elli yaşlarında, bütün İstanbul'un tanıyıp bildiği bir Türk idi. Zavallı adam çakıl taşlarının üstünde sıçrıyor, bağırıyor, yüzüne acaip şekiller veriyor ve bir sürü velet korkunç bir şamatayla peşinden geliyordu.
"Herhalde yakalarlar", dedim tiyatronun kapıcısına.
—Katiyen, aylardan beri elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp duruyor.
Aynı anda dükkânlardan sokağa fırlayan insanlar, kaçışan kadınlar, gözlerini kapayan genç kızlar, kapanan kapılar ve pencerelerden içeriye çekilen başlar görüyorum. Bu her gün böyledir ve kimse aldırmaz.
Amicis, istanbul, s. 68-72
yüzyılda Beyoğlu'nun vazgeçemediği faaliyetlerdendi.
19- yy'm ikinci yarısında, Beyoğlu'n-daki elçilik davet ve balolarına katılmak, dönemin ünlü sanatçılarının çağrıldığı aile içi toplantılar düzenlemek, yörenin üst tabakadan aileleri için özel bir önem taşımaktaydı. Elçiliklerce düzenlenen danslı toplantılar arasında Fransızlarınki-nin oldukça sık ve görkemli olduğu gözlenmektedir. Ayrıca Beyoğlu'ndaki tiyatro ve oteller de balolar düzenlerlerdi. Söz konusu baloların büyük bir kısmı hayır amacıyla gerçekleştirilmekte ve katılımın çok fazla olması, oldukça büyük gelir toplanmasına ve dolayısıyla da istenilen yardımın önemli ölçülere varabilmesine olanak sağlamaktaydı.
Padişahların tahta çıkış törenleri de
1960'lara
doğru
Beyoğlu
istiklal
Caddesi.
Dostları ilə paylaş: |