BOĞ A._ Z t Ç İ MEDENİYETİ
Bu asrın ilk yıllarında Boğaziçi -en çok hatıra getirdiği eski Venedik gibi- sanki bir göl tarzında kendi üstüne kapanmış ve kendine mahsus âdetleri ve zevkleri olan büsbütün hususî bir âlemdi. Barındırdığı bir çok an'aneler kendine hâs tabiatının hususiyetlerine katılarak ona, bazı kısımlarıyle eş bulunduğu İstanbul medeniyetinden bile ayrılan, hususî bir medeniyet kurmuş oluyordu.
Her sene, zamanı gelince, Istanbulun birçok semtlerinden Boğazın mahallelerine göçler başlardı. Boğaziçinin kenarlarına yapılmış ve hâlâ kısmen olsun eski erkân sedirleri, kerevetler üstünde şilteler ve halılar üstünde yer minderleri gibi eski eşyalarla döşenmiş geniş gönüllü yalılara taşındırdı.
Boğaziçinde bilhassa sularla ışıkların oyunları esrarlı bir canlılıktadır. Yalıların Boğazı seyretmeye ayrılmış ön odalarında sulara çarpan ışıkların içeriye sıçramış akisleriyle birdenbire oda duvarının bir parçası bir vücudun derisi gibi ür-permeğe ve başınızın üstünde, tavanın bir parçası, bir nehrin altın sulariyle akmağa başlar. Karada temelleri üstünde sabit duran yalılar sularda, baş aşağı, temelleri havada, yüzmeğe koyulurlar. Yosun kokulu kayıkhaneler denizin mırıldanan sularını yalının, bir zemin kat odasının tâ altına getirirler.
Burada yalıların gezen birer parçası, birer yavrusu gibi olan kayıklar ve sandallar, gezintileri özler gibi bekleşirlerdi. Böyle hususî kayıkları .olmayanlar için de, iskele başlarında, Venedikte olduğu gibi, Boğaziçinde de, arabaların yerini tutan ve ikide birde öteye beriye gitmek için binilen kira sandal ve kayıkları bulunurdu. Birçok yerlerde deniz kenarında yalıların önlerinden geçen yollar ancak kendilerinin, daracık ve hususî ahşap rıhtımlarıydı. Yalının kayıkhanesi önünden bitişik bir yalının rıhtımına altı desteklenmiş bir tahtanın teşkil ettiği küçücük köprüden geçilirdi. Bir sahil karşıki sahile bir bahçe gibi görünür. İçlerinde oturanların konuşa konuşa bu sahilleri, bu suları seyrettikleri Şirket vapurları İstanbula gidip gelirken, Boğazın seyrine mahsus seyyar salonlara benzer. Boğaziçi köylerinde oturanların birbirleriyle buluşmaları için zigzak vapurlar işlerdi. Vapurlar Boğazdaki burunların önüne gelir gelmez bir işaretçi, boğa güreşlerinde olduğu gibi, fakat vapuru kızdırmak için değil yolun açık olduğunu bildirmek için kırmızı bir bayrak sallardı. Hergün İstanbula inip esnafın ve mahalle halkının şehirden toptan aldıklarını taşıyan ve kocaman küreklerinin her birini bir kayıkçının iki eliyle tuttuğu ve ayağa kalkıp yavaş yavaş oturarak çektiği beş altı çifte gedikli pazar kayıkları gider gelirdi. Süslü, hususî birçok çatanalar geçer, bazan badi badi bir römorkör sira sira halatlarla arkasına takdığı inanılmıyacak kadar kalabalık bir sürü halinde mavnaları, yelkenlileri, kayıkları, sandalları sürükleyerek çekerdi. Tarihten evvelki acaip şekilli mahlûklara benzeyen bazı yelkenliler kahraman edalarıyla gelir, yalıların rıhtımlarına yanaşarak, sadece onlara mevsimlik meyvalarım, senelik soğanlarını, kışlık odunlarını ve kömürlerini getirirlerdi. Yalıların önlerinden daha nice satıcı kayıkları geçer ve içlerindekiler sattıklarını kendilerine mahsus şiveler ve seslerle bağırarak balıkçılar daha canlı balıklarım, mısır satanlar daha kazanda kaynayan mısırlarını ve dondurmacılar tenekelerinde donan dondurmalarım methederlerdi ve söyledikleri basit şeyleri duymakla aynı zamanda ırklarım, milliyetlerini, memleketlerini, yaşlarını, talihlerini ve sanki ahlâklarını da duyar, anlardınız. İkindi sularında hanımlar ve beyler için sandalla gezinmek âdetti. Cuma ve pazarları Küçüksu, Göksu, Kalender, Çubuklu gibi incesaz yerlerine, mesirelere denizden gidilirdi. Akıntı burunlarına gelindiği zaman böyle sandalların geçmesini bekleyen bir yedekçi karadan onlara bir ip atar ve ucunu omuzuna alıp yürüyerek kayıkları çekerdi. Böylece Boğaziçi hayatında suların ve üstündeki nakil vasıtaları olan kayık, sandal, yelkenli ve vapurların büyük ehemmiyeti vardı....
Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Mehtapları, İst., 1942, s. 10-12
oldukça yağışlıdır. Düşen yağmur miktarı kuzeyde fazla, güneyde azdır. Üç yaz ayının toplam yağış miktarı 60-100 mm'dir. Yağış yüksekliği kuzeye doğru, kuraklık ise güneye doğru artar.
Boğaziçi'nde oldukça yüksek ısıya sahip olan deniz, soğuk mevsimlerle soğumaya başlar. Bu seyir, karadakinden yavaştır ve böylece üzerinden geçen havayı ısıtır. Kara ile temasta olan hava ile atmosferin yüksek kısımlarındaki hava soğuk kalır; iki farklı atmosferin teması sisi oluşturur. Kuzeyde ortaya çıkan sis, güneye doğru iner ve genellikle ekim ayından kasım ayı başına kadar sürer.
İstanbul Boğazı morfolojik ünite olarak rüzgârları yöneltecek bir oluk görevi yerine getirir. Boğaziçi'nde kuzey yamaçları doğrudan rüzgârın etkisindedir. Soğuk mevsimde güneş ışınları az ve kısa sürelidir. Hâkim rüzgâr, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusundadır ve ortalama hızı 2-9 m/s'dir. Öğleden sonraları ise 15.00-16.00 saatlerinde hız artar.
Boğaziçi'nde nemlilik oram çok yüksektir. Tüm yıl. için nemlilik ortalaması yüzde 74 ve aylık ortalama yüzde 71-80'dir. Yaz aylarında daha az yağmur düşer. En kuvvetli ve sürekli yağmurlar temmuz ve ağustos aylarıdır. Sonbahar
İstanbul'un uzaydan çekilmiş fotoğrafında Boğaziçi ve çevresi. EOSAT/CNES 1986, AS-ISLEM/GEOSPACE1990
Dostları ilə paylaş: |