BİZANS SANATI
254
255
BİZANS SANATI
Orta Bizans döneminin en büyük dini binası, 12. yy ortalarında kurulan Pantokrator Manastırı Kilisesi'dir (bugün Zeyrek Kilise Camii). Ara Güler
Kariye
Müzesi'nde
mahşer
sahnesini
betimleyen
bir fresk.
Ara Güler
nan Mazul veya Mazlum Kemeri de geç Roma-erken Bizans dönemi su sisteminin parçası olarak yapılmıştır.
Batıdan şehre akıtılan sular, büyük açık hava haznelerinde veya havuzlarında toplandıktan sonra yeraltı kanalları ile şehrin içine dağıtılıyordu. Bu haznelerden üç tanesi şehrin içinde, dördüncüsü ise surların dışında Hebdomon'da (Bakırköy) bulunmaktadır. 127x90 m ölçülerinde ve 11 m derinliğinde olan bu hazne, suyun dışa basıncını karşılamak için bir sıra kemerli nişlerle güçlendirilmiş bir cepheye sahiptir. Şehir içindeki haznelerin hepsi de 5. yy içinde yapılmıştır. Bunlardan Sultan Selim Camii yanında olanı 5,20 m kalınlığında bir duvarla çevrili, 152 m kenarı olan, 11 m derinliğinde bir karedir. Karagümrük'te olanı 244x85 m ölçüsünde ve 15 m kadar derinliktedir. Altımermer semtinde olanı ise 170x147 m ölçüsünde ve 12 m kadar derinliktedir. Bunların duvar örgüleri, kara tarafı surlarının duvar tekniği ile benzerlikler gösterir.
Trakya'dan gelerek Konstantinopolis surlarına dayanan akınlar yüzünden bu suyollarını ve tesislerini korumak, yaşatmak gittikçe zorlaştığından şehir içinde kapalı sarnıçlarda su biriktirme yoluna gidilmiştir. Bu sarnıçlar esas görevleri dışında, engebeli bir araziye sahip olan istanbul'da teraslar oluşturduktan başka, üstlerinde bulunan alanın daha yüksek ve gösterişli olmalarını da sağlıyordu, iç duvarları, su geçirmez çok sert horasanharcı ile sıvanan, muhakkak bir duvarı kenarından taş bir merdivenle dibine kadar inilebilen ve üstünü örten kubbeli veya çapraz tonozları taşıyan kemerleri, mermer sütunlara oturan bu kapalı sarnıçların en muhteşemi, İustini-anos'un yaptırdığı Bazilika Sarnıcı'dır. Türk döneminde Yerebatan Sarayı olarak adlandırılan bu su deposu yaklaşık 140x70 m ölçülerinde olup, tuğla kemer ve tonozları 336 sütun taşır. Bunların bazılarının gövdelerinin işlenmiş oluşu
ve dip kısımda bir Roma dönemi anıtından alınarak kaide olarak kullanılmış dev ölçüde mermer Medusa başları, burada devşirme malzemeden de faydala-nıldığını gösterir. Halbuki Constantinus' un Roma'dan göç ettirdiği senatörlerden Filoksenus'un sarayının su deposu olduğu sanılan diğer büyük sarnıç ise Binbirdirek Sarnıcı' dır(->). Bu 64x57 m ölçüsündedir. Tonozları taşıyan kemerleri, hepsi de burası için yontulmuş 224 mermer sütuna oturur. Sütunların gövdeleri iki parçalı olup, bu parçalar taşkın birer bilezikle gizlenmiştir. Başlıklar ise çok sade, kesik piramit biçimindedir. Böylece gözlerden gizli kalacak yeraltında bulunan bir su haznesinde bile estetik bir kaygının hâkim olduğu dikkati çeker. Atatürk Bulvarı kenarında, 12. yy'da yapılan Pantokrator Manastı-rı'nın suyunu depoladığı anlaşılan Zeyrek Sarnıcı ise, arazi eğimlerinden dolayı bulvar kenarındaki cephesi bir dizi niş ile güçlendirilmiş ve çok yüksek bir haznedir. Burası sütunların düzenlenişi ve içinin mekân olarak heybetli yüksekliği bakımından bir sanat eseri hüviyetindedir.
Özenli biçimde işlenmiş başlıklarla süslü sütunlara sahip sarnıçların yanında, daha eski yapılardan toplanmış devşirme malzeme ile yapılmış sarnıçlar da vardır. Bunlardan Karagümrük'te Kasım Ağa Camii yanında bulunan bir sarnıç, gerek başlıkları, gerek toplama sütun gövdelerinin boylan yeterli olmadığından ve kaide olarak üst üste konulan başka başlıklara sahip olduğundan adeta bir sütun başlıkları müzesi görünümü almıştır. Maalesef son yirmi yıl içinde bu çok değerli eski eser, içine çöp ve moloz doldurulmak suretiyle kapatıldı. Yedikule dolaylarında üstünde, 46l'e doğru yapıldığı bilinen Studios Manastırı olan sarnıç ise İstanbul'un bu tür yapılarının en eskilerinden biri idi ve bütün mimari elemanlar burası için yapılmıştı. Son yıllarda atölye olarak kullanı-
lirken bu değerli eski eser de bir patlama sonunda mahvoldu.
Son dönemde, Bizanslılar hemen hemen bütün binaların altlarındaki mahzenleri su sarnıcına çevirmek zorunda kalmışlardır. Böylece iç duvarları, bir harçla sıvanarak sarnıç haline getirilen mezar odaları, kilise mahzenleri, manastır ve konut altyapılarına rastlanır, istanbul'da Bizans döneminden kalan su sarnıçlarının sayısı tam olarak bilinmez. Bunlardan bazıları son yıllarda büyük inşaatlar yapılırken ortadan kaldırılırken, bu arada birçok bilinmeyenleri de ortaya çıkmıştır. Bilhassa Sarayburnu'na uzanan kesimdeki sarnıçlarının çokluğu şaşırtıcıdır. Bunlardan muntazam planlı bir tanesi Gülhane Parkı içinde "akuarium" olarak kullanılmaktadır. Yakın tarihlerde Topkapı Sarayı birinci avlusunda, Arkeoloji Müzesi ek yapısı kazısında çok büyük ölçüde bir sarnıç daha bulunmuştur. Fatih'te Atpazan denilen yerde de şimdiye kadar bilinmeyen büyük bir sarnıç ortaya çıkarılmıştır. Bunun planı, evvelce üstünde apsisli üç nefli bazilika tipinde bir dini yapı olduğunu ve ancak sonradan bu bodrumun su haznesine dönüştürüldüğünü belli eder. İlkçağın sarnıç mimarisi geleneğini sürdüren Bizanslıların tuğla ve harcı yeni terkiplerle ustalıklı bir biçimde kullanarak, su hazneleri hususunda ileri bir tekniğe ulaştıkları bir gerçektir. Bu sarnıçların suyunun kullanılabilmesi için zaman zaman temizlendikleri ve içlerinin yalnız yağmur sızıntıları ile değil, başka yollardan da doldurulduklarına ihtimal verilir.
Hıristiyanlık resmen serbest bırakıldıktan sonra ilk kiliseler, öncüsü ilkçağ mimarisinde olan bazilika tipinde yapılmıştı. Bunlar batı-doğu ekseni üzerinde gelişen üstü ahşap, çift meyilli çatı ile örtülü olan ve Hıristiyanlığın zaferini simgelemek istercesine çok büyük ölçülerde inşa edilen uzunlamasına yapılardı. Ahşap çatı iki dizi halinde sıralanan sütunlar tarafından taşınıyordu. 4. yy'da
inşa edilen ilk Ayasofya ile şimdiki Fatih Camii'nin yerindeki ilk On İki Havari Kilisesi'nin bu mimari tipte oldukları bilinir. Sonraları 6. yy'da her iki kilise de değişik planlarda olarak yeniden yapılmıştır. Erken Hıristiyan çağının İstanbul'da bazilika tipindeki bir eseri Yedikule yakınında 461'de yapılan Shedios Manastırı'nın İoannes Prodromos adına sunulmuş olan kilisesidir (sonra İmrahor İlyas Bey Camii). Bu tip yapılar, erken Bizans mimarisinin orantıları en dengeli ve ilkçağ sanatı mimari unsur ve motiflerinin en başarılı biçimde kullanıldığı temsilcisidir.
Bu tip dini yapıların Konstantinopo-lis'te çok sayıda oldukları tahmin edilebilir. Bunlardan birinin temel kalıntıları 1936'larda, Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusunda, Akağalar Kapısı yakınında yapılan kazıda bulunmuştur. Aynı tipte cilan Teotokos (Meryem) Halkoprateia Kilisesi'nin yalnız doğudaki mihrap ucunun mescide çevrilen parçası (Acem Ağa veya Lala Hayreddin mescidi), Alemdar Yokuşu alt başında yeni binalar arasına sıkışmış durumdadır. Harabe halindeki parça, sanat üslubu bakımından bir ipucu veremeyecek derecede önemsizdir.
Erken Hıristiyanlık döneminde dini binaların yapımında kullanılan ikinci yapı tipi ise merkezi planlı binalardır. Bunların da öncülerini ilkçağın abidevi mezar binaları ile Roma hamamlarının bir bölümünün oluşturduğu tahmin edilir. Bazilikaya nispetle mimari bakımdan daha zengin çeşitlemelere imkân sağlayan ve üstü kubbe ile örtülü olan bu tür binalardan biri, İmparator I. İustinianos tarafından yaklaşık 530'a doğru yapılan Sergios ve Bakos Kilisesi'dir (Küçük A-yasofya Camii). Bu mimari tip burada, kare bir dış duvar sınırı içinde sekiz paye ve aralarındaki ikişer sütundan meydana gelen bir halkanın üstünün dilimli bir kubbe ile örtülmesi suretiyle oluşmuştur. Ortadaki paye ve sütun halkasını saran çevre dehlizinin üstünde bir galeri vardır. Bu iki katı ayıran bezemeli
silmeler, tamamen ilkçağ mimarisinden alınan motiflerle süslenmiştir. Alt kattaki sütun başlıkları ise, Yakındoğu sanatlarının ilhamı ile Bizans sanatında yaratılan 6. yy'ın kuvvetli gölge-ışık etkisine sahip, aralarında derin çukurlar olan, sepet biçimi başlıklardandır. Bazilika ile merkezi yapı tipinin kubbesini bağdaştıran "kubbeli bazilika" demlen kiliselerin en büyüğü ve en iddialısı olan Ayasofya, I. İustinianos tarafından, yanmış olan Ayasofya'nın yerinde 532-537 arasında yaptırılmıştır (bak. Ayasofya). Burada uzun yapı sistemine göre düzenlenmiş dev ölçülerde bir yapı, çok büyük bir merkezi kubbe ile örtülerek, mimarlık tarihinde hiç denenmemiş bir dini bina uygulaması ortaya konulmuştur. Bizans, Ayasofya'nın büyüklük ve kubbesinin göz alıcı cüret ve haşmeti karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak görerek, öylece değerlendirmiş, fakat onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak ve denemek yoluna gitmemiştir. Bu bakımdan Ayasofya, Bizans sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır.
Ayasofya'nın komşusu, Aya İrini Kilisesi de(->) 6. yy'da yapılmış, fakat 8. yy' da önemli bir tamir ve yenileme geçirmiştir. Burada yapı, esas mekânın dört beşik tonozla desteklenen ana kubbesiyle, Bizans mimarisinde esas kilise tipini oluşturan haç biçimli plan sisteminin bir öncüsü olarak belirlenmektedir.
Belki Roma çağının bir mezar binası iken Bizans döneminde başka bir fonksiyon verilen Şeyh Süleyman Mescidi, üstü kubbeyle örtülü, altı kare, üstü sekizgen bir binadır. Altında ise bir mezar odası vardır. Bunun yanındaki Pantok-. rator Manastırı'nın (Zeyrek Kilise Camii) kütüphanesi olduğu yolundaki hipotez dayanaksızdır. 1894 depreminde yıkılmışken, son yıllarda yeniden yapılan, Samatya'da Sancaktar Mescidi de sonraları şapele dönüştürülmüş bir erken dönem yapısı, belki de bir mezar binasıdır. Burada dıştan sekizgen olan binanın içi,
dört kolu eşit bir haç biçimindedir. Adliye Sarayı'nın duvarı dibinde, 1941'de bulunan Ayia Eufemia Martirionu aslında 5. yy'a ait merkezi planlı bir yapıdır. Burada mekânın altıgen biçiminde tasarlandığı görülür.
Orta Bizans döneminde, 842'de İko-noklazma Akımı'mn, kilisenin kesin zaferi ile sona ermesinden sonra ibadet yerlerinin Hıristiyanlığın kutsal sembolü olan haç biçiminde yapılması hız kazanmıştır. Bunlarda ana mekân kolları tonozlar ile örtülü bir haç biçiminde olup, tam ortada gökyüzünü ve semavi âlemi temsil eden kubbe bulunur. Bu tipin ilk örneği Aya İrini Kilisesi'dir. Haç şeklini ağır payeler halindeki köşe duvarlarının oluşturduğu kiliselerden eski adı kesinlikle tespit edilemeyen Kalenderhane Camii, belki Ayios Tekla Kilisesi olan Atik Mustafa Paşa Camii(->) ve Ayia Te-odosia Kilisesi olan Gül Camii örnek gösterilebilir. Haç biçimli mekânın gelişmiş şeklinde ise kubbeyi destekleyen büyük tonozlar, dört sütuna (veya destek payelerine) dayanır. Öncekine nazaran yapının içine daha hafif bir görünüş veren bu plan, Laleli semtinde I. Roma-nos Lekapenos'un (920-944) yaptırdığı Mirelaion Manastırı'nın kilisesi olan Bodrum (Mesih Paşa) Camii'nde uygulanmıştır. Vatan Caddesi kenarındaki 910'a doğru kurulan Lips Manastırı Kilisesi'nin kuzey kanadında (Fenârî İsa Camii) ve 11. yy sonlarında İmparator I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) annesi An-na Dalassena tarafından yaptırılan Pan-tepoptes Manastırı Kilisesi'nde de (Eski İmaret Camii) aynı planın esasları görülür. Yalnız bütün bu binalarda deprem ve yangınlar yüzünden binaların iç bünyelerinde, taşıyıcı unsurlarında önemli değişiklikler yapılmış olmakla beraber, ana esaslar açıkça belirlidir. Orta Bizans döneminin en büyük dini binası 12. yy' in ortalarında II. İoannes Komnenos ile eşi İrene tarafından kurulan Pantokrator Manastırı'nın kilisesidir. İçinde elli yataklı bir de hastanesi olan bu büyük ma-
Dostları ilə paylaş: |