Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə88/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   134

383 CANFEDA KADIN ÇEŞMESİ

lıktan kurtulmak için ne büyük gayretler sarf edildiğim gösterir.

ilgi çekici bir mescit 1956'ya kadar Vatan Caddesi'nin surlar tarafındaki u-cunda bulunan Yenibahçe veya Hoca At-tar Halil Ağa Mescidi idi. 16. yy ortalarında yapılan bu mescit ahşaptı. Avlu içinde olan mescidin minaresi, binadan uzakta, avlunun bir köşesindeki iki yüzlü güzel bir çeşmenin üzerine oturtulmuş bir şerefeden ibaret olup, düz bir merdivenle buna ulaşılıyordu. Eyüp'te Zal Mahmud Paşa Camii'nin karşısında olan Silâhi Mehmed Bey Mescidi çok değişik plan düzeni ve çok değişik biçimde sekiz köşeli minaresi ile dikkati çeker. Mimar Sinan'ın kendi adına Ye-nibahçe'de yaptığı mescit de plan düzeni ve minaresi bakımından başka benzeri olmayan bir eserdir. Bu minarede şerefe, çıkıntısız sekizgen bir baca şeklinde olup ezan en yukarıdaki küçük pencerelerden okunur.

Mimar Sinan'ın yaptığı, üstü kiremit kaplı dikdörtgen planlı mescitler arasında Çapa'da Kazasker Abdurrahman Efendi (1957'de yıktırıldı), Şehremini semtinde Odabaşı, Balat'ta Ferruh Kethüda, Yedikule'de Hacı Evhad, Fındıklı sırtlarında Defterdar Ebu'lfazl (1936'da yıktırıldı), Hekimoğlu civarında Bezirgan veya Ramazan Efendi mescitleri sayılabilir. Bunların minareleri gösterişsiz ve basit olmasına karşılık, içlerinde çini ve kalem işi nakışlarla yapılmış zengin bir bezeme olduğu, bazı izlerden anlaşılır. Yalnız 1586'da yapılan Bezirgan Mescidi, son derecede muhteşem çini süslemesini bugüne kadar koruyabilmiştir. Bu tip basit mimarili mescitlerin iç süslemesine sahip bir örnek ise Topkapı dışında 1592' de Takkeci (Arakiyeci) ibrahim Ağa tarafından yaptırılan eserdir. Burada bütün duvarlar çinilerle kaplı olduktan başka, kiremit kaplı tavan boşluğuna gizlenmiş ahşap bir kubbe de mekânı örter. Bu özellik, böyle çatılı küçük camilerin esasında içlerinde ahşap kubbeler olduğunu gösterir.

19. yy'da yapılan ve döneminin güzel bir örneği olan mescitlerinden biri de Tekfur Sarayı karşısındaki Âdilşah Kadın Camii(-0 idi. 1805'te ampir üslubunda yapılan bu zarif eser 1943'te ortadan kaldırılmış, fakat eski planına uygun olarak 1980'lerde yeniden inşa edilmiştir. Bu yüzyılın ikinci yarısında Laleli'deki Ya-kub Ağa, Beyazıt'taki Kaliçeci Hasan gibi bazı eski mescitler tamamen tahrif edilerek, kaba bir şekilde yenilenmiş, Vilayet yanındaki Naili Mescit ile Sultan-hamamı'ndaki Hacı Köçek Mescidi de garip üsluplarda yemden inşa edilmiştir. Bu ikincide gotik üslubun, bilhassa minare şerefesinde uygulanması şaşırtıcıdır. Eminönü'nde bu tarihlerde yenilenen Hidayet Camii de belirli bir üsluba bağlanamayan, fakat iyi malzeme ile, itinalı işçilikle inşa edilmiş, cephesindeki geniş penceresi ile mimari yenilik denemesi gösteren kubbeli bir binadır. Mimarının Fransız Vallaury olduğu söyle-

nir. Büyük Postane arkasındaki Hobyar Mescidi de 1911'e doğru yeniden yapılırken eski Türk sanatının yeni bir taklidi olarak fakat pek başarılı sayılamayacak biçimde yapılmıştır. Buna karşılık, aynı yıllarda Mimar Kemaleddin Bey'in, Te-pebaşı'nda küçük bir mahalle mescidi gibi tasarladığı Kamer Hatun Mescidi daha başarılı bir denemedir.

Eski ahşap, mahalle mescitlerinden ise hemen hemen şehir içinde hiçbir örnek kalmamış gibidir. Eminönü'ndeki Bursa Tekkesi Mescidi(->) oldukça belirli bir ampir üslubu gösteren, nadir kalabilmiş bir eser sayılabilir. Son yıllarda sebepsiz yere ya da cadde açmak amacıyla birçok mescit yıktırılmıştır. Sarayburnu'n-da Yedekçiler, Atatürk Bulvarı yakınında Voynuk Şücaeddin, Aksaray'da Oruç Gazi, Unkapanı'nda Süleyman Subaşı, Babıâli karşısında Fatma Sultan, Eminönü Meydanı'nda Arap Mehmed Paşa, Atatürk Bulvarı'nın iki tarafında Revanî Çelebi, Papazoğlu, Yahyagüzel veya Hoca Te-berrük, Karagöz veya Baba Hasan Alemi, Firuz Ağa, Sirkeci istasyonu karşısında Sirkeci mescitleri bunlardan bazılarıdır. Ayrıca cami ve mescitlerin tasnifi hakkındaki talimatname nedeniyle 1930-1950 arasında satışa çıkarılmış ve yeni sahiplerince yıktırılmış birçok mescit vardır. Bunlar arasında Haraççı, Kabasakal, Hoca Ali, Tüfekhane, Servili, Pirinççi Sinan, Öküz Mehmed Paşa, Yolgeçen, Hacı Ferhad, Sinan Ağa, Dibek, Ilyas Çelebi mescitleri sayılabilir.

Cumhuriyet Dönemi Camileri: Cumhuriyet döneminde uzunca bir süre yeni cami yapılmamıştır. Mimar Vasfi Egeli' nin yaptığı Feneryolu Camii küçük bir denemedir. Aynı mimarın eseri olan çok daha iddialı Şişli Camii, Mimar Kemaleddin Bey'in başlattığı neoklasik akımın en önemli eseridir. Burada yarım kubbelerle desteklenmiş ana kubbe sistemine sahip bir cami yapılmış ve klasik dönemin süslemede kullandığı bütün unsurlara geniş ölçüde yer verilmiştir. Levent'teki A-fet Yola Camii de bunlar gibi, eski Türk sanatının esaslarını aşmayan, klasik prensiplere bağlı bir yapıdır. 1960'lı yıllarda yapılan Söğütlüçeşme Camii yine Türk neoklasik üslubunun bir örneğini teşkil eder. Sirkeci tren garı yanında, Mimar Aydın Yüksel tarafından projelendirilip inşa edilen Mustafa Paşa Camii klasik üslubun tekrarlandığı küçük bir camidir. Fakat burada da klasik dönemin bütün unsurlarının bir binada toplanmasına özen gösterilmiştir. Mimar Ömer Kirazoğlu' nün projelendirdiği Beykoz, Paşabahçe, Fıstıkağacı ve ilahiyat Fakültesi camileri ile mimar Ömer Kirazoğlu'nun projelendirdiği Küçüksu Camii ve projesini Yur-daer Zırhlıoğlu'nun çizdiği Ataköy Camii, klasik cami mimarisinin modern inşa tekniklerinden faydalanılarak gerçekleştirilen örneklerindendir.

Son yıllarda istanbul'un çeşitli semtlerinde ve bilhassa yeni kurulan mahallelerde yapılan camilerden çoğu belirli bir üslubu aksettirmezler. Bu camiler ma-

halle derneklerinin zevki ve yapı anlayışının tesiri altında kalmışlar ve kısa bir süre içinde sayısız denecek kadar çoğalmışlardır. Ciddi projelere dayanmayan bu camilerde altta dükkânlar, çarşılar, bunun üstünde lojmanlar, en üstte ise cami bulunmaktadır. Kubbeli olarak yapılan bu camilerde nispetlere dikkat edilmediğinden ortaya son derece çirkin yapılar çıkmaktadır.

Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri; Evliya, Seyahatname, I; Avyansarayî, Hadîka, I-II; 1. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I-II, İst., 1987; Raif, Mir'at; Gurlitt, Konstantinopels; F. Adler, "Die Moscheen zu Konstantinopel", Deutsche Bauzeitung, 1874; Osman Bey, Mecmua-i Cevâıni, I-II; H. Etem (Eldem), Camilerimiz, ist., 1933; A. Gabriel, "Leş mos-quees de Constantinople", Syria, VII (1926), s. 359-419; (Konyalı), Abideler; Konyalı, Mimar Sinan-, Eyice, İstanbul; Öz, İstanbul Camileri, I-II; Kuban, Barok; S. Eyice, "istanbul (Tarihi Eserler)", M, V/2, 1214/55-1214/75; A. M. Schneider-M. İs. Nomidis, Galata, İst., 1944; Ayverdi, Fatih III; Ayverdi, Fatih IV; Yüksel, Bâyezid-Yavuz; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I-II; A. Saim Ülgen, Mimar Sinan Yapılan, I-II, Ankara, 1989; Müller-Wiener, Bildlexikon; Eminönü Camileri; Fatih Camileri; S. Eyice, "Cami", DlA, VII, 78-85; S. Eyice, İstanbul, İst., 1993, s. 61-68, 89-119; ay, "İstanbul'un Camiye Çevrilen Kiliseleri", TAÇ, I (1986), 9-18; ay, "İstanbul'da Kiliseden Çevrilmiş Camiler ve Bunların Restorasyonu", VII. Vakıflar Haftası, Ankara, 1990, s. 279-291; Haskan, Eyüp Tarihi, I-II.

SEMAVİ EYİCE



CANBAZHANE

Osmanlı döneminde düzenlenen düğün ve şenliklerde gösteriler yapan canbaz-lar grubu. "Canbazân", "canbaz taifesi", "canbazân-ı hassa" da denmiştir.

istanbul'da canbazbaşının yönetiminde 30-40 kişilik bir Canbazhane vardı. Buradaki canbazlar ve resenbazlar.Op canbazları) türlü hünerlere sahiptiler. Oda denen kışlaları Eyüp Bahariyesi'nde ve Tersane Bahçesi'ndeydi. Canbazhane'ye şakirt (çırak) olarak yetenekli acemioğ-lanları alındığı gibi mülazım (aday) olarak da ülkenin her tarafından temin edilen yetenekli çocuklar ve gençler, hattâ sahipsiz çocuklar alınıyordu. Canbazbaşı ile ser-resenbaz ve canbazhane halifeleri, bunlara çeşitli hünerler, iş disiplini ve gerekli eğitimleri kazandırmaktaydılar. Canbazların yeteneğe dayalı eğitimleri, ipte yürüme, perende atma, atlama vb oyun ve sporları kapsıyordu.

Canbazlar, binişlerde padişahın önünde sık sık gösteriler yaparlardı. Saray düğünlerinde ip canbazlığı, tabak çevirme, dikili taşa tırmanma, karında taş kırdırma, başına nal çaktırma, maskeli taklalar, ipte araba yürütme vb hünerler sergilerlerdi.

1750'de Canbazbaşı İbrahim, Dolma-bahçe Çayırı'nda I. Mahmud'un önünde, canbazlarına ip, kalyon ve atlı karaca o-yunları sergiletmiş, bu program için ha^ zineden önemli bir ödenek ayrılmıştır.

İstanbul'a başka kentlerden de zaman zaman canbaz grupları gelmekte, bunlar halka açık mesire yerlerinde ve ça-

yırlarda, ramazan ayı boyunca da kahvehanelerde gösteriler yapmaktaydılar. 1753'te Bağdat'tan gelen bir canbaz grubuna, İstanbul gümrüğünden 1.065 akçe gündelik para ödenmişti.

19. yy'a doğru geleneksel askeri örgütlerin dağılması sürecinde, Canbazhane de devlet korumacılığından yoksun kalarak dağıldı. Fakat hüner sahipleri kendi aralarında küçük gruplar oluşturarak ip canbazlığı geleneğini yaşattılar ve bunu bir geçim yolu edindiler. Portatif sehpalar kurup ipler gererek Kâğıthane'de, Haliç üstünde, ramazan aylarında ise Di-reklerarası'ndaki çadır ve kahvehanelerde türlü hünerler gösterdiler. Bunlar, Anadolu'ya da turnelere çıkmaktaydılar. Can-bazhane'nin uzantısı olan ip canbazlığı, giderek güçleşen koşullar altında varlığını 1950'ye kadar koruyabildi.



Bibi. BOA, Cevdet Tasnifi, Saray, no. 3761, 1353, 1615, 3280, 3760; Ergin, Maarif Tarihi, I, 34-35; Pakalm, Tarih Deyimleri, I, 256-257; M. And, Kırk Gün Kırk Gece, İst., 1959, s. 29 vd; M. And, "tik Türk Canbazları", Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1967.

İSTANBUL


CANFEDA KADIN

(?, ? - 1600 ?, İstanbul) Osmanlı sarayı hareminin, yönetimde etkili olmuş cari-.yelerindendir. "Canfeda Hatun", "Saliha Hatun", "Kethüda Kadın", "Kâhya Kadın" adlarıyla da bilinir. İstanbul'da cami, mescit ve sebil yaptırmıştır.

Cariye olarak saraya ne zaman girdiği konusunda bilgi yoktur. III. Murad döneminde (1574-1595) ünlendi. Nurbânu Valide Sultan'm(->) güvenini kazanan ve Topkapı Sarayı harem dairesinde en yüksek mevki olan kethüda (kâhya) kadınlık görevine getirilen Canfeda, III. Murad'ın başhasekisi Safiye Sultan'a karşı, Nurbânu'nun yanında yer aldı. Bu ikisi, II. Selim'in kızı Esma Sultan ve harem vekilharcı Raziye Kadın'ı da yanlarına alarak padişaha birbirinden güzel cariyeler sundular. III. Murad'ı Safiye Sul-tan'dan uzaklaştırmaya, bir yandan da hareme bağlamaya çalıştılar. Bu sayede, devlet yönetiminde de diledikleri kararları aldırmaktaydılar. Örneğin, olanca dengesizliğine ve yetersizliğine karşın Canfeda'nın kardeşi Divane İbrahim,



Surname-i Vehbî'de yer alan Levni'nin bir minyatüründe canbazların gösterileri. Gözlem Yayıncılık Arşivi

beylerbeyi rütbesiyle Diyarbekir valiliğine atanmıştı. Bu dörtlü grup, olasılıkla dışarıdan rüşvet alarak önemli kamu görevlerine atamalarda da etkiliydiler. Canfeda, dönemin tarihçilerince vurgulandığı üzere, III. Murad'a her gün birbirinden güzel cariyeler sunmakta ve onun kadınlara düşkünlüğünden yararlanmaktaydı. Nurbânu Sultan ölürken (1583) oğlu III. Murad'a, Canfeda'yı koruyup gözetmesi ve onu kendi yerinde tutması vasiyetinde bulundu.

Haremdeki konumunu III. Murad'ın ölümüne (1595) dek koruyan Canfeda Kadın, askere düşük ayarlı ya da eksik ulufe dağıtılmasından kaynaklanan 1589' daki Beylerbeyi Olayı'nda(-0 ve 1593' teki sipahi eyleminde etkili oldu. Fakat yeni padişah III. Mehmed (hd 1595-1603) saygı göstermekle birlikte Canfeda'yı Eski Saray'a gönderdi. Topkapı Sarayı'n-daki dairesinin özel eşyasıyla birlikte edindiği büyük serveti de götüren Canfeda'nın yeni görevi, ölen III. Murad'ın Eski Saray'a gönderilen 26 kızını evliliğe hazırlamaktı. Kendisine ilkin 100 akçe, daha sonra 200 akçe gibi çok yüksek bir gündelik ve yıllık ödenekler bağlanmıştı.

Canfeda Kadın yaşamının son yıllarını hayır işlerine adadı. Karagümrük'te eski bir mescidin yerine yeni bir cami (Canfeda Kadın Camii) ve mektep, Saraçhane'de bir sebil-çeşme, Kasımpaşa' da bir zaviye, Beykoz Akbaba'da bir mescit ve hamam İstanbul'a kazandırdığı e-serlerdendir. Ayrıca harap mescitleri o-nartmıştır. Topkapı Sarayı Arşivi'ndeki vakfiyeleri ve vakıf muhasebeleri, serveti ve Mısır'a kadar uzanan hayırları konusunda fikir vermektedir. Mezarı Eyüb Sultan Türbesi civarındadır. Hadîkatü'l-Cevâmi'âe, yanlış olarak Canfeda Ka-dm'ın I. Ahmed döneminde (1603-1617) harem-i hümayunda kethüdalığa yükseldiği yazılmıştır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 183-184; Ta-rih-i Selânikî, 303; Danişmend, Kronoloji, III, 71, 125; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 206-207; Topkapı, Saray ı Müzesi Arşivi Kılavuzu, I. Fas., İst., 1938, s. 91.

NECDET SAKAOĞLU



CANFEDA KADIN ÇEŞMESİ

Gedikpaşa'da Divan-ı Âli Camii karşı-smdadır.

İlk yaptıran, III. Murad'ın annesi Nurbânu Sultan'ın nedimesi Canfeda Kadın' dır(-+). Mevcut çeşmenin inşa tarihi 11957 1780'dir. Sonradan harabe haline gelmiş ve Haznedar Şevk-i Nihâi Usta tarafından 1264/1848'de imar edilmiştir. Bu o-narımı belgeleyen yedi satırlık ikinci kitabe, maliye mektubî odası kâtiplerinden Ahıskalı Selâmî Efendi'nindir. Bilhassa batıya açılış döneminde, çeşme ve sebillerde karşımıza çıkan nesta'lik yazı stili burada da görülmektedir. Kitabenin tarih mısraı şöyledir: Safâ-yâb ber-bekâ olsun sarayda Hazinedar Usta 1264/1848.

Cephe kare şeklinde ele alınmıştır ve tamamıyla beyaz mermerden inşa edil-



CANFEDA KADIN MESCİDİ 384

385

CARÎYE

Esir pazarında cariyelerin satışım gösteren Allom'un bir deseninden gravür. Ara Güler arşivi



Canfeda Kadın Çeşmesi

Yavuz Çelenk, 1994

mistir. Çeşmenin ayna taşı yuvarlak kemerli bir niş içine alınmış ve ortasına kabartma olarak stilize bir menekşe motifi işlenmiştir. Sağ ve sol üst köşelerde ikişer adet girland motifi, bunların altlarında ise ışınsal çiçek demeti şeklinde stilize Osmanlı yıldızı yer alır. Dört köşesinde ay-yıldız motifinin görüldüğü kitabenin hemen üstünde Sultan Abdül-mecid'in tuğrası bulunmaktadır. Ayrıca iki alt köşeye de birer küçük çeşme yerleştirilmiştir. Haznesiyle beraber sağlam bir şekilde günümüze gelen çeşmenin bugün suyu akmamaktadır.

DOĞAN YAVAŞ

CANFEDA KADIN MESCİDİ

Beykoz'un Akbaba Köyü'nde bulunmaktadır.

Banisi Canfeda Kadın'dır(->). İlk yapı günümüze ulaşmamıştır. Bugünkü cami, kagir bir bodrum üzerinde yükselen ahşap kitlesi ile meskeni andıran bir görünüme sahiptir. Basamaklarla ulaşılan giriş, kuzey cephesinde, tam ortada yer almaktadır. Üzerinde küçük bir ahşap sun-

durma bulunur. Her iki yanında ikişerden toplam dört adet pencere vardır. Pencerelerden her biri ayrı büyüklüktedir. Kapıdan önce kapalı son cemaat yerine girilmektedir. Burası dikdörtgen şeklinde olup her iki tarafı birer seki ile yükseltilmiştir. Tavanı çubuklarla dikdörtgenlere ayrılmıştır.

Yapının ana mekânı ile son cemaat yerini ayıran duvarda, ortada kapı ve bu kapının iki yanında birer dikdörtgen pencere vardır. Son cemaat yerinin sağ tarafında fevkani mahfile çıkan bir merdiven bulunur. Merdivenin alt boşluğu oda o-larak kullanılmıştır. Yapının doğu ve batı duvarında ikişer tane pencere açılmıştır. Güneyde, tam ortada, yarım yuvarlak niş şeklinde tasarlanmış mihrap bulunur. Her iki yanında ikişerden toplam dört pencere açılmıştır. Minberi ahşap ve vaaz kürsüsü taş olarak yapılmıştır. Her ikisi de güney cephesinde yer alır. Yapıdaki bütün pencereler dikdörtgen şeklindedir.

Yapıda ana mekâna girildiği zaman, kapının her iki yanında maksureler yer almaktadır. Tavanı düz olup, paşalarla dikdörtgen çubuklara ayrılmıştır. Fevkani kadınlar mahfilinde dört tane ahşap dikme ile beş açıklık sağlanmıştır. Kadınlar mahfili, düz balkon çıkması şeklinde olup, ahşap çerçevelidir. Bu bölüm dikdörtgen olup doğuda biri büyük, diğeri küçük iki dikdörtgen pencere açılmıştır, bunun aynısı batıda da tekrarlanmıştır. Yapının üstü dıştan meyilli çatı ile kaplanmıştır. Silindir biçimindeki minare kesme taştan kaide üzerine, prizmatik üçgenlerden oluşan pabuç kürsü aracılığıyla oturmaktadır. Yapının kuzeybatı köşesinde son cemaat yerinden geçilen ahşap bir oda bulunur. Her iki cephesinde söz konusu oda ikişerden toplanı dört pencere ile aydınlanır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 150; Raif, Mir'at, 235; Öz, İstanbul Camileri, H, 3; IKSA, IV, 1327-1328; M. tpşirli, "Canfeda Hatun", DİA, VII, 150.

N. ESRA DİŞÖREN



Canfeda Kadın Mescidi

M. Baha Tanman

Edip Cansever

Ara Güler

CANSEVER, EDİP

(8 Ağustos 1928, İstanbul - 28 Mayıs 1986, istanbul) Şair.

1946'da Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Kapalıçarşı'da antikacılık yapmaya başladı. Sonraları ticaret hayatından çekilerek kendisini bütünüyle şiire verdi ve II. Yeni akımının ortaya çıktığı 1954-1959 dönemiyle birlikte Türk şiirinin merkezinde can alıcı bir yer tuttu. Cansever, çok genç yaşta ilk kitabını yayımladı: ikindi Üstü (1947). Ama asıl özgün çizgisi, 1954' te yayımlanan Dirlik Düzenlik ile daha çok da YerçekimliKaranfiK.1957'), Umutsuzlar Parkı (1958) ve Petrol (1959) ile ortaya çıktı. 1958'de Yeditepe Şiir Arma-ğanı'nı kazandı. 196l'de yayımlanan Ner-de Antigone, onu izleyen Tragedyalar (1964), Çağrılmayan Yakup (1966) ile şiir haritasını iyice genişletti. Kirli Ağustos (1970) ve Sonrası Kalır1 da. (1974), Türkiye'nin çalkantılı bir dönemini yansıtan şiirlerini topladıktan sonra, bir yandan da eski çizgisini sürdüren Ben Ruhi Bey Nasılım (1976), Bezik Oynayan Kadınlar (1982) ve Oteller Kenti'm (1985), bir yandan da kısa, yalın deyişli, ustalık dolu şiirlerine yer verdiği Sevda ile Sevgi (1977), Şairin Seyir Defteri (1980), ilkyaz Şikâyetçileri' ni gün ışığına çıkardı. 1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü'nü, "Bütün Şiirle-ri"nin ilk basımı olan Yeniden ile 1982 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü kazandı.

Edebiyatın öteki türlerine açılmaktan hoşlanmayan, yaşamı boyunca şiir üzerinde yoğunlaşan Cansever bir kent şa-iri, öncelikle de İstanbul'un şairi olarak tanımlanabilecek bir yapıt ortaya koymuştur. Kente, İstanbul'a, kentli insana yaklaşımında övgü, coşku, keyif kutuplarından çok yılgı, hüzün, 'acı kutuplan ağır basmıştır. İstanbul'un sessiz orta tabaka insanını, sık sık da azınlık üyelerini işleyen şiirlerine varoluşçu felsefeyle

uzak bir komşuluk barındıran bir bakış açısı yer etmiş; koyu yalnızlıkların, umudu kırılmışların gamlı ve uzun monolog-larıyla, hemen sağırlaşmak durumu doğuran diyaloglarla şiir kitaplarını örmüştür. Cansever'in yapıtının bütününe bakıldığında, onun büyük bir atmosfer ustası olduğu göze çarpar. İstanbul'un ana-caddelerinde kaybolan, kuytu ara sokaklarda bu kayboluşun içinden kendi umutsuz arayışına kapılan antikahramanlarm bungun epopesi doğar. Cansever, Türk şiirinin, çağdaş insanın yaralı portresini en usta biçimde çizen şairidir.

ENİS BATUR

CARAFFE, ARMAND CHARLES

(l 762, Paris - 18 Ağustos 1822, Paris) Fransız ressam ve gravürcü.

David ve Lagrenee'nin öğrencisi oldu. Roma'daki Fransız Akademisi'nde çalıştı. 1788'de Yunanistan, Mısır ve Ege adalarını kapsayan bir geziye çıktı. Dönüşte uğradığı İstanbul'da bir yıl kadar kaldı. 1789-1793 arasında Paris'te çalıştı. 1793 "Salon" sergisine katıldı. Jakoben olduğundan 1794'te tutuklandı. 1797'ye kadar hapiste kaldı. 1797-1802 arasındaki "Salon" sergilerine gezi izlenimlerini yansıtan resimlerle katıldı. 1802'de Rusya'ya giderek 1812'ye kadar Petersburg'da saray ressamı olarak çalıştı.

Caraffe'in İstanbul'la ilgili resimleri kentin 18. yy sonundaki yaşamım yansıtan ilginç belgelerdir. Bunlardan "III. Se-lim'in Portresi", "Sünnet Töreni", "Harem", "Kuran Okuyan Derviş ve Hocalar", "At Üstünde Türk", "Rum Düğünü" en tanınmışlarıdır. Ayrıca arabalar, kahvehaneler, güreşçiler, gelin alayı, sünnet düğünü, haremağaları, akağalar, hamam gibi sahneleri içeren resimleri vardır. "Mezar Başında Türk Kadınları" adlı ünlü gravürü Olivier'in Atlas pour servir avu voyage dans l'Empire Ottomon et la Per-se (1802; Osmanlı İmparatorluğu ve İran' da Yolculuk Edecekler İçin Atlas) adlı kitabında yer almıştır. İstanbul'la ilgili çizimlerini de içeren 32 karakalem ve çini mürekkebi çalışması bugün Atina' daki Gennadios Kütüphanesi'ndedir.

Bibi. A. Boppe, Leş peintres du bosphore, Paris, 1911; E. Benezit, Dictionnaire deş peintres, sdupteurs, dessinateurs et graveurs, Paris, 1948-1955; S. Germaner-Z. İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, İst., 1989.

AHMET ÖZEL



CARİYE

20. yy'ın başına değin, başka yerlerde olduğu gibi İstanbul'da da saray ve konaklarla zengin evlerinin harem dairelerinde bulundurulan köle kız ve kadınlar. Bunlara konumlarına göre "gözde", "odalık", "halayık", "müstefrişe", "oda cariyesi", "hizmet cariyesi", "bacı", "çeyiz halayığı", "molada" vb adlar veriliyordu.

Fetihten (1453) önceki dönemlerde de İstanbul'da köle pazarları vardı. Kentin alınışından sonra bu pazarlar, İslami esaslara göre yeniden düzenlendi. Bir yandan savaşlarda tutsak düşen erkekler ile

kız ve kadınlar, diğer yandan köle ihraç eden Afrika, Hindistan ve Kafkasya ülkeleri, İstanbul'a binlerce satılık insan sağlamaktaydı (bak. esir ticareti). Osmanlıların Avrupa'daki ilerleyişi, istilalar ve akınlar, Macar, Sırp, Boşnak, Bulgar, Rum, Alman, Rus, Fransız, İtalyan, Leh asıllı çok sayıda tutsağın da 17. yy'ın sonlarına değin başkent İstanbul'da pazar-lanmasına olanak verdi. Ancak, erkek kölelerin çoğu, Acemi Ocağı'na, Tersane'ye, Enderun'a alındığı gibi İstanbul halkının da kent yaşamı gereği erkek köleye gereksinimi fazla değildi. Bu nedenle esir pazarlarında çoklukla cariye denen kızlar ve seyyibeler (bakire olmayan) satılmaktaydı. Cariye edinimindeki başlıca amaçlar, ev işlerinde kullanmak, odalık edinmek, bir başkasına hediye etmek veya rüşvet vermek, eğitip yetiştirdikten sonra yüksek fiyatla satarak kazanç sağlamak, azat ederek (özgürlüğünü vererek) sevap kazanmak, dadı, çocuk bakıcısı yapmaktı.

Cariye almak isteyenler, amaçlarına uygun olanım seçerlerdi. Alım sırasında cariyenin göğüslerini, kol ve bacaklarını muayene etmek doğaldı. 16. yy'da ve 17. yy'ın ortalarına değin İstanbul'da cariye fiyatları, bolluktan ötürü çok düşüktü. Ancak, soylu Avrupalı kızlar, "ağır paha" etmekte ve bunlar genelde saraya takdim ve sultan düğünlerinde hediye edilmek üzere satın alınmaktaydı. Genç, sağlıklı, güzel olan cariyeler de Özelliklerine göre yüksek fiyatlarla alıcı bulmaktaydılar. Oysa, "molada" denen yüzü ve fiziği çirkin cariyeler 50 altına ve daha ucuza alınıyordu.

Müslüman edilen cariyeye malı olduğu ailenin olanakları ölçüsünde okuma yazma, nakış, dikiş, ev hizmetleri, çocuk bakımı, müzik, oyun öğretilirdi. Bunların konakta veya evde her işte kullanılmaları, eğer isterse sahibinin koynuna girme-



m

leri de doğaldı. Böylelerine "odalık" ya da "müstefrişe" deniyordu. Çocuk doğuranlar, eğer azat edilip nikâhlanmazlarsa "ümmü veled" sanı ile köle konumunda kalmaktaydılar. Fakat doğurdukları çocuk, köle sayılmazdı. Şer'i yasalar gereği cariyelik süresi beyazlar için 9, zenciler için 7 yıldı. Süre dolunca ıtıkname denen özgürlük belgelerim alırlar, fakat isterlerse aileden ayrılmazlardı. Saygın aileler, cariyelerinin ezilmeden yaşam sürmesine, ailenin bireyi sayılmasına özen gösterirler, hattâ özgürlüğünü de verirlerdi. Bu olanağı elde eden cariyeler, ömürlerini aileye adayarak yaşamayı tercih etmekteydiler. Ayrıca, yaşamından memnun olmayanların, sahip değiştirme önerisinde bulunmaları haklarıydı. Ya da kaçarak kendilerini yeniden sattınrlardı. İstanbul'daki bir âdet de zengin ailelerin kızlarını gelin ederken onunla akran bir cariyeyi "çeyiz halayığı" ya da "bacı"(-0 olarak yanma katmaktı. "Çeyiz halayığı" veya "bacı", gelinin can yoldaşı, dert ortağı olur, aile özlemini giderir, işlerini görür ve çocuğunu büyütürdü.

Köle azat etmek, özgürlük verip evlendirmek ve aile sahibi yapmak sevap sayıldığından İstanbul'daki ilmiye mensupları, zengin paşaların eşleri, valide sultan ve kadın efendiler, konak ve saraylarında yetiştirdikleri cariyeleri kendi kızları gibi gelin ederlerdi. Bu gelenek İstanbul'da, taşraya oranla çok yaygındı. Ayrıca her padişah değişiminde de saray haremindeki cariye kadrosu yenilenir, ölen ya da tahttan indirilen padişahın tüm odalık ve hizmet cariyeleri Eski Saray'a nakledilerek buradan, çıkma yöntemiyle durumlarına uygun, esnaf, memur, asker kimselerle evlendirilirlerdi. Bunlara İstanbullular "saraylı" derler ve incelikleri, görgüleri, padişah sarayında yetişmiş olmaları gibi nedenlerden saygı gösterirlerdi. Büyük vezirlerin saraylarında ba-


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin