BULGAR HASTANESİ
İstanbul'un en eski özel hastanelerinden biridir.
Şişli Darülaceze Caddesi'ndeki binası Evlogi Gergiyef'in maddi desteği ile 1897' de inşa edilmeye başlanmış, 1901'de tamamlanmıştır. 25 Nisan 1902 tarihinde faaliyete geçen hastane 50 yataklı olup dahiliye ve hariciye şemslerine sahipti.
Bulgar Konsolosluğu tarafından yönetilen hastanenin arazisi II. Bayezid'in vakıflarından olduğu için burada hukuken bir hakkı olmayan Bulgaristan Konsolosluğu hastaneyi 1988'de boşaltmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan hastane binası Mayıs 1990'da İhlas Holding tarafından kiralanmış ve Türkiye Gazetesi Hastanesi adıyla yeniden hasta kabulüne başlamıştır. Günümüzde 50 yatakla çalışmakta, ateşli hastalıklar ve akıl hastalıkları dışında tüm branşlarda s.ağlık hizmeti vermektedir.
İSTANBUL
BULGAR KİLİSESİ
bak. STEFAN (SVETİ) KİLİSESİ
BULGAR OKULLARI
Bulgarlar 19. yy'ın ikinci yarısına kadar Rum okullarında ya da yabancı okullarda eğitim görüyorlardı. İlk Bulgar okulu olan Sveti Kiril ve Metodiy Okulu 1857' de Fener'de Sveti Stefan Kilisesi'nin karşısındaki kiliseye ait binada açıldı. Okul önceleri ilkokul düzeyinde idi, daha sonra buna ortaokul (progimnaziya) sınıfları eklendi. Bu okulda ünlü Bulgarlar öğretmenlik yaptı. Ama 1870'lerde Bulgarların başka semtlere taşınmaları nedeniyle öğrencisizlikten kapandı.
İkinci Bulgar okulu Hayırsever Eğitim
Derneği (Blagodetelno Bratstvo Prosveş-tenie) tarafından 1869'da Vezir Hanı'nda-ki bir odada Pazar Okulu adıyla açıldı. Bu okula fakir çocuklar yanında Bulgar alfabesini öğrenmek isteyen yaşlılar da devam ediyordu. Bulgarlara yararlı olduğu görülen bu okullar daha sonra Has-köy, Kasımpaşa, Topkapı, Langa, Kum-kapı ve çevredeki köylerde de açıldı.
Hayırsever Eğitim Derneği'nin öncülüğüyle 1870'te Kasımpaşa'da ve Tatavla'da (Kurtuluş), 1872'de de Aynalıçeşme'de (Beyoğlu) yeni okullar açıldı. Bu okul öğretim yılı sona ermeden aynı semtte başka bir yere taşındı. Öğrenci sayısı oldukça arttı.
Hayırsever Eğitim Derneği 1871'de Langa (Vlanga) semtinde de bir okul açtı. Bu okulda üç yıl süreyle yaşlılar i-çin pazar günü kursları düzenlendi. At-meydam'nda çalışan Bulgar abacılar tarafından Nikola P. Tıpçileştov'un öncülüğüyle Kumkapı'da da bir okul açılmıştı. Bu okulda Manyo P. Boyacıyev öğretmenlik yaptı.
Topkapı'da bahçıvanlık, sütçülük, Topkapı dışındaki çiftliklerde ırgatlık yapan birçok Bulgar vardı. Hayırsever Eğitim Derneği tarafından sütçü Georgi Filipov' un evinde 1872'de Bulgar çocuklarına bir okul açıldı, öğrencilerin artmasıyla ev dar geldi, okul başka yere taşındı. Ortaköy Bulgar Karma Okulu 1874'te kira ile tutulan bir evde öğretime başladı. Okulda eksarhhane görevlileri ile o semtte oturanların kız ve erkek çocukları okuyordu. Okulda kızlar erkeklerden sayıca fazlaydı.
İstanbul'da en uzun süre yaşamış Bulgar okulu Beyoğlu'nda Başağa Çeşme Sokağı no. 5'te bulunmaktaydı. Okul için 1893 ders yılı başında, bir bina sağlanarak, öğretime başlamak üzere Maarif Ne-zareti'ne başvurulmuştur. Okul müdürlüğüne "Devlet-i Aliyye'den ve Bulgar milletinden Âsitaneli Konstantin Yorgif Efendi" seçilmiştir. Böylece Osmanlı uyruklu Bulgar cemaatinin yararına yönelik (Bulgar Ortodoks etfaline mahsus) okul, 3 sınıflı bir ilkokul (sıbyan mektebi) olarak öğretime başlamıştır. İzin belgesi 13 Mart 1893 tarihini taşımaktadır.
Okul, önceleri Beyoğlu Tarlabaşı Caddesi no. 46'da kiracı olarak öğretime başlamıştır. Okulda uzun yıllar, sadece Bulgar alfabesi, okuma, aritmetik ve resim-iş dersleri okutulmuştur. Daha sonraları belgelendirilemeyen izinlerle 1930'a kadar 4'ü ilkokul, 3'ü ortaokul olmak üzere 7 sınıflı bir okul olarak öğretime devam etmiştir. 18 Haziran 1931 gün ve 41417 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı emirleri ile 6 sınıf ilkokul, l sınıf orta dereceli olmak üzere 7 sınıflı ve 7 yıllık bir okul hüviyetini almıştır. Bunda okul idarecilerinin isteği de rol oynamıştır. Çünkü o dönemde Bulgaristan'da ilkokul 4 yıl, ortaokul 3 yıldı. Amaç Bulgaristan'dan naklen gelen öğrencilerin yatay geçişlerinin sağlanma-sıydı. Ancak, bu durum Türkiye'deki o-kullarla Bulgar okulu arasındaki geçişler bakımından sorunlar doğurmuştur. Bu-
BULGARCA BASIN
330
331
BULGURLU
nün üzerine okul idaresinin, okulun 8 yıla çıkartılıp denkliğinin sağlanma isteği bakanlıkça kabul görmemiştir.
1940'lı yıllardan, okulun faaliyetini durdurduğu yıla kadar yapılan istatistiklerde dikkati çeken konu, okuldaki toplam öğrenci sayısının her yıl 2-3'ü aşmadığıdır. 1970-1971 öğretim yılında resmi istatistiklere göre toplam öğrencisi 2'dir. Nitekim okul 1972-1973 öğretim yılında öğrenci bulunamadığından faaliyetini durdurmuştur.
AHMET HEZARFEN-AHMET MÜLAYİM
BULGARCA BASIN
Abdülmecid döneminde (1839-1861) ba-sın-yayın ile ilgili nizamnamelerin Tak-vimhane-i Âmire'de bastırılmasından sonra diğer dillerde de patrikhanelerce bastırılmasına izin verildi. Bastırılan Bulgarca 1.000 adet nizamname Takvimhane tarafından ilgili makamlara yollandı. Bundan cesaretlenen İstanbullu Bulgarlar kitap, dergi gazete yayımlamak için devletten izin almayı başardılar.
İstanbul'da yayımlanan Bulgarca ilk gazete Tsarigmdski Vestnik'tit (İstanbul Gazetesi). İlk sayısı Ocak 1848'de çıkan gazetenin yayımcısı İvan Bogorov'du. Bulgarların kültürel gelişmesinde ve siyasal bilinçlenmesinde önemli rol oynayan bu gazete 1862'ye kadar yayımlandı. İkinci gazete olan Novina Bılgarska 1850' de çıkmaya başladı. Onu 1859-1863 arasında Dragan Tsankov'un yayımladığı Kon-sile izledi (1862). Kiros Petro bu gazeteyi çıkarmak için tüccar Hristo Tıpçileş-kov'un kefaletiyle ilgili makama başvurdu. Osmanlı Devleti'nin Bulgar ulusuna karşı iyi niyetinin bir göstergesi olacağı için gazetenin posta masrafı da bağışlanarak basılmasına padişah iradesiyle izin verildi. Ardından Svetnik (Nasihatçı) (1863-1865) yayımlandı. Gene 1863'te Petko R. Slaveykoy tarafından çıkarılan Gayda, haftalık siyasi, ticari ve edebi gazeteydi. Slaveykov, Bulgar kilisesinin Rum kilisesinden ayrılmasına çalışan eylemci bir kişiydi. İstanbul'da genç Bulgar aydınları onun yanında yer alarak Bulgar kilisesinin özgürlüğü için çalıştılar. Daha sonraki yıllarda yayımlanmış bellibaşlı gazete ve dergiler olarak Mesetsa Zornü-sa (Ay, Sabah Yıldızı) (1864-1877), Amerikan misyonerlerince çıkarıldı; Vreme (Zaman) (1864-1867); Turtsiya (Türkiye) (1864-1873), Nikolo Genoviç tarafından haftalık gazete olarak yayımlandı; Çtta-lişte (Okuma Yurdu) (1867), Robert Kolej'de okuyan Bulgar öğrencilerce çıkarıldı; Makedoniya (1866-1872), Petko R. Slaveykov tarafından yayımlandı, aşırı milliyetçi yazılardan dolayı kapatıldı; Zornitsa (Sabah Yıldızı-Zühre) (1868-?), Amerikan Protestan misyonerlerince çıkarıldı; Pravo (Hak) (1869-1873); Napre-dık (İlerleme) (1874-1877); İztoçno Vreme (Doğu Çağı) (1874-1877); Sutrina (Sabah) (1877-?); Novini (Haberler) (1890); Progres (İlerleyiş) (1896-?); Glas (Ses) (1910-?) sayılabilir.
İstanbul'daki Bulgar basını bu uyanış döneminde, biri evrimci diğeri devrimci olmak üzere iki yol izledi. Evrimci yolu izleyen Vreme, Pravo, Sıvetnik, Napre-dık gibi gazeteler, çorbacıların, büyük tüccar ve sanayicilerin çıkarlarını savunuyordu. Gayda, Makedoniya gibi gazeteler ise ulusal bilinç için mücadele ediyorlardı.
Bibi. Kratka Bılgarska Ensiklopediya, Sofya, 1967, I, s. 382; Bılgariska Ezik i Literatürü, Sofya, 1945, s. 127, 128; P. Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, ist., 1984, s. 192; I. Ortaylı, "Osmanlı Bulgar Basını Üzerine Notlar", TAD, 26 (1991), 253-259.
AHMET HEZARFEN
BULGARLAR
Bizans Dönemi
Bulgarlar, Balkan Yarımadası'na geldikten sonra Tuna boylarında Bizanslılarla karşılaştılar. Çok geçmeden aralarında savaş başladı. Bu savaşlar sonucu esir düşme, sızma, ticari ilişkiler, Bulgar hanedanı ile Bizans hanedanı arasında olan sık sık evlenmeler ve bu yüzden kurulan akrabalık nedeniyle Bulgarlar Bizans "m başkenti Konstantinopolis'e yerleşmeye başladılar. Hele I. Boris döneminde (852-889) Bulgarlar Hıristiyanlığı resmen kabul edip istanbul'daki Ortodoks Pat-rikhanesi'ne bağlanınca ilişkiler daha da sıklaştı, kiliselere din adamı yetiştirmek için İstanbul'a öğrenci yollanmaya başlandı. I. Boris'in yerine tahta geçen I. Si-meon (hd 893-927) İstanbul' da Magna-ura Sarayı'ndaki yüksekokulda okumuştu. I. Simeon, hükümdarlığı sırasında Bizanslılarla yaptığı antlaşmada İstanbul'da Bulgar tüccarlarına pazar yeri verme koşulunu kabul ettirdi.
1018'den sonra Bulgaristan Bizanslılar tarafından işgal edildi, bu dönemde Bulgarların İstanbul'a yerleşmeleri daha da hızlandı. Bulgarlar 1186'da ayaklanarak Bizans boyunduruğundan kurtuldular ve Bulgar Çarlığı'm kurdular. 1207'de tahtı ele geçiren Boril döneminde, Balkan Ya-rımadası'nda Bogomil (Allahı Seven) hareketi alevlendiği gibi 1204'te Konstanti-
nopolis'i işgal eden Latinlerin egemenliği de yerleşmişti. Boril bu dönemde Latin-lerle iyi ilişkiler kurmaya çalıştı.
Latin egemenliğinin sona ermesinin (1201) ardından yeniden kurulan Bizans İmparatorluğu yeni bir tehlike olarak beliren Osmanlılara karşı Bulgarlarla bir sözleşme yaptı fakat Bizanslılar sözlerinde durmadılar. 1364'te Bulgarlarla Osmanlılar arasındaki savaşta Bizanslılar Bulgarlara yardım etmedi, I. Murad Eski Zağra (Stara Zagora) ile Filibe'yi (Plov-div) aldı. Bundan sonra Tuna Irmağı'na kadar yerler Osmanlıların eline geçti ve Bulgar Çarlığı son buldu (1396).
Osmanlı Dönemi
Bulgarlar, Osmanlıların 1453'te Konstan-tinopolis'i almalarından sonra geçimlerini sağlamak için istanbul'a gelmeye başladılar. Burada hem devlet güvencesi altında daha iyi bir yaşam sürüyor, hem de Balkanlar'da, sık sık ortaya çıkan eşkıyadan uzak bulunuyorlardı.
Bulgarlar İstanbul'da sur dışında, Haliç kıyılarında, Boğaziçi'nde, Çatalca ve Terkos çevresindeki köylerde oturuyor, ırgat olarak sultanların, paşaların atlarına bakıyor, voynik olarak onların çiftliklerinde çalışıyorlardı.
İstanbul'dan geçen gezginler kentin çevresinde birçok Bulgar yerleşim yeri bulunduğunu yazarlar. Bulgarların koyun, kuzu ve yabani hayvanların derisinden giysileri, kuzu derisinden yapılan tulum (gayda) çalgıları ve oynadıkları horo, raçenitsa gibi oyunları yabancıların dikkatini çekmiştir.
İstanbul'daki Bulgarlara ilişkin bilgiler 19. yy'da daha çoktur. Bulgarların çoğu bu dönemde de kendini Rum sayıyor, Bulgar olduğunu söylemekten çekiniyordu. Bulgarlar dini yönden Rum Patrikhanesi'ne bağlı olduklarından Osmanlı Devleti onları da "Rum milleti"n-den sayıyordu. Rumlara karşı ayrı bir kilise kurma mücadelesinde, 1858'de Bulgar tüccarlarından Nikola Tıpçileşkov önemli rol oynamıştır.
1825'te İstanbul'a gelen Petır Mateev' in anlattıklarına göre Kutucu Han'da İs-
Şişli'deki Bulgar Mezarlığı'mn şapeli (solda) ve mezarlığın içinden bir görünüm (üstte). Fotoğraflar Erkin Emiroğlu
limne (Sliven) ve Kotelli abacılar bulunuyordu. İslimneliler ve Kotelliler evde dokudukları aba, şayak, kilim, halı vb dokumalar ile ördükleri kaytanları burada satıyorlardı. Lonca örgütlerini 1773'te III. Mustafa tarafından çıkarılan fermana göre kurmuşlardı. Ayrıca İstanbul ve çevresindeki binaların taş, tuğla, kiremit, kireç, ağaç işlerinin çoğu Bulgar ustalarının elinden çıkıyordu.
II. Mahmud'un 1826'da yeniçerileri ortadan kaldırıp Asâkir-i Mansure-i Mu-hammediye'yi(->) kurmasından sonra, askerlerin giysilerinin dikilmesi için abacı esnafından birçok Bulgar terzi Atmeyda-m'nda ambar denen binada görevlendirilmişti. Terzilerin giydikleri siyah fesin üzerinde mesleklerinin alameti olan makas vardı. Terzilerin çoğu Bulgaristan'ın Kalofer, Karlova, Koprivştitsa (Avrata-lan), Küsura, Eskizağra (Stara Zagora), İslimne (Sliven), Kotel (Kazan) kasabaları ve onların civarındaki köylerden gelmekteydi. Bunlar iyi ücret alır, şehirde serbestçe dolaşırlardı.
İstanbul'da balıkçı esnafı da Bulgardı. 1846'da Boğaz'da yaşayan Bulgar balıkçılar hakkında Fransız gezgin X. Hom-nıaire de Hell oldukça geniş bilgi vermiş, İstanbul'a koyun, keçi sürüsü getiren Bulgar çobanlar da "Tepeden tırnağa kadar silahlı olan ve baştan ayağa deriler giymiş bu kişiler, sürülerini güden kişilerden ziyade baskından dönen eşkıyaya benzerdi" sözleriyle anlatılmıştır. Ayrıca manav, bahçıvan, marangoz, dülger, demirci, kazancı, mutaf, kasap gibi işlerle uğraşan Bulgarlar da vardı. 18. yy'da Ohri'den gelmiş bir Bulgar topluluğu kürkçülük (kojuharstvo-gocukçu-luk) yapıyordu. Bulgar tüccarlar ise Tanzimat'tan sonra önemli bir topluluk haline geldi. Bunların içerisinde zengin ve aydın Kaloferli Hristo ile Nikola Tıpçi-leştov gibi kişiler vardı.
İstanbul'daki Bulgar tüccarlar daha çok zahire, un, pirinç, pastırma, peynir, kaşkaval, tereyağı, sızdırma, sucuk, kürk derisi, aba, şayak, kaytan satarlardı. Bu tüccarlar Balkapanı Hanı, Elçi Han, Küçük Yeni Han, Kumru Han, Boyacı Han, Fazlıpaşa Hanı, Sümbüllü Han, Çorapçı Han, Valide Hanı gibi ünlü hanlarda toplanmışlardı. Bunlardan en önemlisi Balkapanı Hanı'ydı, burası Bulgarların bir çeşit konsolosluğu gibiydi, İstanbullu veya konuk olarak İstanbul'a gelen Bulgarlar bayramlarda Fener Kilisesi ve Bal-kapanı'nı ziyareti hac sayarlardı.
İstanbul'daki Bulgar nüfusu hakkında kesin bilgi yoktur, sayılan yıldan yıla, mevsimden mevsime değiştiği için ancak bazı tahminler yapılmıştır. V. Gri-goriyeviç 1844'te Bulgarların 20.000, İ. P. Georgiev 30.000, Sv. Milar 50.000, N. E. Sapunov da 50.000'den çok olduklarını bildirmektedir. 21 Ocak 1863 tarihli Bılgariya (Bulgaristan) gazetesi o dönemde İstanbul'da 8.000'i abacı, 5.000'i tüccar, 4.000'i fırıncı, 3.500'ü bahçıvan, 2.000'i faytoncu, 2.250'si balıkçı, 600'ü mutaf, 1.500'ü aşçı ve yamağı, 3.000'i
çiftlik ırgatı, 1.500'ü çoban ve sığırtmaç, 400'ü tütüncü, 500'ü kürkçü (gocukçu) olmak üzere toplam 32.000'den fazla Bulgar bulunduğunu yazmaktadır.
Bulgaristan'ın hayvan ve toprak ürünleri İstanbul için önemli bir ticaret kaynağı olduğundan, bunları üreten, taşınmasıyla uğraşan, İstanbul'a gelen malları satanlar için büyük olanaklar yaratıyordu. 1878'den sonra Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti'nden ayrılmasını İstanbullu Bulgarlar bu yüzden iyi karşılamamışü.
İstanbul'daki Bulgar nüfusu Balkan Savaşı (1912-1913) sonrasındaki kitlesel göçle büyük ölçüde azalmıştır. Cumhuriyet döneminde gittikçe küçülen bir cemaat halinde varlıklarını sürdürmektedirler.
AHMET HEZARFEN
BULGURLU
Anadolu yakasında, Acıbadem, Kısıklı ve Ümraniye semtlerinin arasında yer alan tarihi köyün etrafında gelişen mahalle. Bulgurlu, günümüzde Üsküdar İl-çesi'nin en büyük mahallesi olup, batıda Küçükçamlıca Caddesi, güneyde Üç-pmaıiar Caddesi ile Anadolu Otoyolu, doğuda Namık Kemal Mahallesi, kuzeyde ise Bulgurlu Caddesi ile sınırlıdır. Mahalleyi kuzey-güney doğrultusunda kesen Libade Caddesi ise semtin bir başka önemli ulaşım yoludur. İstanbul'un ünlü mesire yerlerinden Küçükçamlıca Tepesi de (bak. Çamlıca Tepesi) bu mahallenin içindedir.
Bölgeyi kaplayan çam ormanlarının tarihini geç Roma dönemine götüren ve Bizans imparatorlarının av sarayı Damat-ris'i, Küçükçamlıca Tepesi'nin eteklerinde arayan kaynaklar vardır. Osmanlı döneminde Bulgurlu'nün adına kaynaklarda, 16. yy'dan itibaren rastlanır. Şair ve
Bulgurlu
İstanbul Ansiklopedisi
araştırmacı V. Hiç'e göre, Bulgurlu Köyü, I. Selim (Yavuz) zamanında (1512-1520) padişahın mektubunu İran'a götüren "incili kaftan sahibi" Muhsin Çelebi'nin çiftliğidir. İ. H. Konyalı ise buranın, I. Ah-med (hd 1603-1617) tarafından, 1580'ler-de Bulgurlu'daki çilehanesinde yaşadığı bilinen, Celvetî tarikatının kurucusu Aziz Mahmud Hüdaî Efendi'ye(->) bahşedilen ve daha sonra onun tarafından köylüye dağıtılan topraklar olduğunu söyler.
Bahçeleri, yeşilliği, mesireleri ve suları ile ünlü Bulgurlu Köyü'nün tarihe geçmesine neden olaylardan biri de, Atmey-danı Olayı'nı(-t) bahane eden kapıkulu sipahilerinin öcünü almak üzere İstanbul'a yürüyen Gürcü Abdünnebi ile devlet güçleri arasında Bulgurlu dolaylarında 1649' da meydana gelen ve Abdünnebi'nin bozgunu ile sonuçlanan Bulgurlu Savaşı'dır (bak. Gürcü Abdünnemi Olayı).
Kaynaklarda "Burkullu", "Burgullu", "Burkurlu" ve "Burgurlu" olarak da geçen Bulgurlu adının, 1876 Balkan bozgunundan sonra yörede iskân edilen Bulgar göçmenlerinden geldiği iddiası pek kabul görmemiştir. Bulgurlu adının bu tarihten önce de kullanıldığı düşünülünce adın kaynağının burada aranmaması gerektiği ortaya çıkar. 16. yy'da çiftçilikle uğraşan köyün adı, "bulgür"dan türemiş olmalıdır. Köyün tarihi camiinin (Bulgurlu Mescidi) önünde, Aziz Mahmud Hüdaî Efendi'nin hediyesi olduğu rivayet edilen ve 1960'lara kadar görülebilen tek parça mermerden bulgur dibeği bu tezi destekleyen bir kanıt olabilir.
Öte yandan R. E. Koçu gibi tarihçiler bazı kaynaklara dayanarak Küçükçamlıca Tepesi'nin asıl adının Bulgurlu Dağı olup, Küçükçamlıca adının tepeye daha sonra verildiğini ileri sürerlerse de 1850' lerde İstanbul'da bulunan İngiliz gezgini
BULGURLU
332
333 BOUNDELMONTI, CRISTOFORO
Miss Pardoe'nin The Beauties ofthe Bosphorus adlı kitabında Barttlet'in betimlediği Bulgurlu Dağı deseninden gravür, 19. yy. Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi
Miss Pardoe'nin anılarında geçen "Bulgurlu Dağı" adının bir yanılgı olabileceği fikri daha akla uygun görülmüştür. Kon-yalı'ya göre, 17. yy kaynaklarında ve Evliya Çelebi'de, Büyük ve Küçük Çamlıca isimleri defalarca zikredilmiş, Bulgurlu adı ise Küçükçamlıca Tepesi'nin doğu yamaçlarına verilmiştir. Konyalı, Miss Pardoe'nin tepeye bu yakadan çıktığım ve bundan dolayı da yanlışlıkla Bulgurlu Dağı demiş olabileceğini ileri sürer.
Osmanlı dönemi boyunca, güzel suları, temiz havası ve yeşillikleri ile aranan bir sayfiye köyü olan Bulgurlu, çoğu iki katlı ahşap, bahçeli evleri ile tipik bir Müslüman yerleşimi idi. Kısıklı ile Bulgurlu arasında, Bamya Tarlası denen yerde yapılan güreşlere Bulgurlu, Erenköy ve Merdivenköy gençleri katılır, güreşten sonra at yarışları yapılırdı, istanbul ağzında, bir işi bitirmek için çok çalışan, acele edenlere söylenen "Bulgurlu'ya gelin mi gideceksin?" deyiminin, Bulgurlu'nun güreşçi delikanlıları ile nişanlanan ve güzel köye gelin gitmek için acele eden kızların, bir arabozucu çıkıp da sorun çıkarmasın diye, çeyizlerini çabuk tamamlama çabalarından doğduğu söylenir.
Osmanlı döneminde köyü ziyarete gelenler, Demirci, Libade, Müftükuyusu, Haminne, Meleksima ve Şeker maslaklarından su alır, Hanım Şeddi denen yerde piknik yaparlardı. Her yıl mayıs ayının onuncu günü, Bulgurlu'ya gelen Arap bacılar (bak. bacı) Aziz Mahmud Hüdaî Efendi'nin çilehanesi önünde toplanarak bahar bayramını kutlardı. 1930'lara kadar devam eden bu gelenekler zamanla unutulmuş, yok olmuştur.
1947'de 286 haneden ve hemen hemen tümü Müslüman 1.685 kişiden oluşan Bulgurlu Köyü'ne, aynı yıl Yugoslavya, Yunanistan ve Bulgaristan'dan gelen
göçmenler yerleştirilmiştir. Bugün, Ümraniye'nin yerleştiği bölge, eskiden Bulgurlu Taşocakları olarak biliniyordu. Yine Ümraniye'deki Şerifali Çiftliği denen yer, 1950'lerde Bulgurlu'ya dahildi. 1970' lerde hızlanan iç göç ve bunun getirdiği plansız gelişme, Bulgurlu'nun çehresini hızla değiştirdi. Eski mesire yerleri, gecekondular tarafından işgal edildi. Özel kişilerin eline geçen Haminne, Meleksima gibi kaynak suları, körelmeye bırakıldı. Bulgurlu Köyü'nü süsleyen, her biri 500 yaşından büyük dört anıt çınardan sadece ikisi kaldı. Aynı yıllarda, yörede yaşayanlar tarafından canlandırılmak istenen köy güreşleri ve bulgur pilavı şenlikleri başarısızlığa uğradı.
Sürekli yapılaşmayla yayılan ve büyüyen Bulgurlu 1977-1990 arasında bölündü ve Unalan, Örnek, Esat Paşa ve Fetih mahalleleri ayrı muhtarlıklar haline getirildi. Günümüzde yaklaşık 50.000 kişilik nüfusu ve 17.000 seçmeni ile Üsküdar'ın en büyük mahallesi olan Bulgurlu'da, İstanbul kökenli nüfus olarak, az sayıda Şileli bulunmaktadır. Nüfusun dörtte birini Sivaslılar, kalanını ise Gümüşhane, Ordu, Bingöl ve Doğu Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelenler oluşturmaktadır. 1947'de yerleşen Balkan kökenli nüfustan ise eser kalmamıştır.
Bulgurlu'nun önemli tarihi yapıları a-rasında Bulgurlu Mescidi(->), Aziz Mahmud Hüdaî Efendi Çilehanesi ve Hamamı ile Namazgah Mescidi'ni sayabiliriz. 20. yy'da yapılan Bodrumî Ömer Lütfi Efendi Camii(->) ve çeşitli dönemlere ait çeşmeler diğer önemli yapılardır.
Valide ya da Bulgurlu Çeşmesi, kitabesinden anlaşıldığına göre, 1728'de, III. Ahmed'in oğlu Bayezid'in annesi Safiye Hatun yaptırmıştır. Kısıklı yolu üzerindeki diğer çeşme ise, Aziz Mahmud Hüdaî
Efendi'nin müritlerinden Demirci Baba' nın adını taşır. Dokuz basamaklı merdiven ile inilen Demirci Çeşmesi'nin üstü ahşap örtülüdür. Kitabesine göre 1790' da yapılmıştır. Bulgurlu Mescidi'nin hemen yanındaki Bulgurlu Çeşmesi, 1875' te yapılmıştır. Arkasında, kesme taştan büyük bir deposu vardır. Suyu fazla geldiği için haznesini taşırdığından, yanına yeni bir çeşme daha yapılmıştır. Önünde bir zamanlar kullanılan yalak, mermerden bir Bizans mezar sandukasıdır. Meydandaki ulu çınarın yanındaki bayırdan çıkan ve eskiden Şeftali Suyu diye bilinen Meleksima Suyu ise bugün sahibi tarafından halka kapatılmış ve unutulmaya terk edilmiştir.
Bulgurlu'nun tek hamamı, Aziz Mahmud Hüdaî Efendi tarafından köye vakfedilen mülkler arasındadır. Kitabesine göre, l6l7'de yapılan hamamın halvetinde, ilk defa Aziz Mahmud Hüdaî Efendi' nin yıkandığı rivayet edildiğinden, bu bölüm demir bir kafesle çevrelenmişti, içinde bir kandil yanar, dervişler nöbet tutardı. Cumhuriyet döneminde, tekke ve zaviyelerin yasaklanmasıyla, bu bölümü çevreleyen parmaklıklar, Üsküdar' da Imrahor Caddesi'nde bir başka eski hamama taşındı ve hamamdaki kandil söndürüldü. Bulgurlu Hamamı halen işletilmektedir.
Bulgurlu Mescidi'nin yanındaki Bulgurlu Mektebi, Şair Nüzhet'in hazırladığı kitabesine göre, 1755'te, III. Osman'ın hazinedarı Süleyman Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hattatı Hazine Kâtibi Osman Ağa olan bu kitabe, Üsküdar'daki bir başka ilkokulun duvarında durmaktadır.
Namazgah Mezarlığı olarak bilinen ve çok sayıda tarihi mezar taşı bulunan eski mezarlık, Bulgurlu Caddesi üzerindedir. Bulgurlu, Kısıklı ve Ümraniye tarafından ortaklaşa kullanılan yeni mezarlık Çakal-dağı Mezarlığı adım taşımaktadır.
Bulgurlu civarında, Ömer Lütfi Efendi Konağı, Nasuhi Bey Köşkü, Serasker Rıza Paşa Köşkü ve Dr. Hazım Bumin Köşkü ve bunların koruları çok güzel mekânlardı. Küçükçamlıca Tepesi'ni tümüyle kaplayan ve Kısıklı'dan Bulgurlu'ya giden yolun sağ tarafında duvarla çevrili Suphi Paşa Korusu, Lütfi Kırdar'ın başkanlığı sırasında, belediye tarafından satın alındı ve 1988'de düzenlenerek halka açıldı. Bugün Bulgurlu'da bulunan pek çok eski konak ve köşk kaderlerine terk edilmiş olup yalnızca Küçükçamlıca civarındaki birkaç köşk ikinci derece tarihi eser olarak- yenilenmektedir.
Küçükçamlıca Tepesi'ndeki Topbaş Vil-laları'ndan başka, Bulgurlu'nun eski mesire yerleri de, Gürpınar (530 ev), Ata I (530 ev), Teletaş (220 ev), Mavi Gök (190 ev), İlke I (230 ev), Altınköy (320 ev), Levken (180 ev) gibi büyük sitelerle dolmuştur. DSİ'ye ait büyük su depoları, lojman ve misafirhaneler Bulgurlu'da, Anadolu Otoyolu yanındadır. Küçükçamlıca Tepesi'nde yapımı bitmek üzere o-lan İmar ve İskân Bakanlığı'na ait huzurevi ve sağlık tesisleri, yörenin önemli
yapılarmdandır. Halen 2 ilkokulu ve 15 camii bulunan Bulgurlu'da, 2 ilkokulun inşaatı da sürmektedir.
Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1-0; İA, VI, 3113-3128; Pardoe, Bosphorus.
AYŞE HÜR
BULGURLU MESCİDİ
Üsküdar Bulgurlu'da Kısıklı-Dudullu yolu üzerindedir.
İnşa tarihi tespit edilemeyen mescidin banisi Teberdar Mehmed Ağa'dır. Vezira-zam Bayram Paşa (ö. 1638) minber koydurmak suretiyle camiye dönüştürmüştür. I. Mahmud'un silahtarlarından Süleyman Ağa 1164/1750'de bu mescidin yakınlarında, bugün yıkılmış olan bir sıb-yan mektebi yaptırmıştı. Söz konusu mektebin kitabesi halen mescidin avlusunda durmaktadır.
Mescit kareye yakın dikdörtgen planlı ve ahşap çatılıdır. Eskiden ahşap olan tavanın yerinde bugün betonarme döşeme bulunmaktadır. Batı duvarındaki minarenin sol yanında yer alan kapı son cemaat yerine açılır. Buradan iki yanında birer, pencere bulunan bir kapıdan harime girilir. Harim bölümünde, iki adet kare kesitli sütun üzerine oturarak yarım daire şeklinde küçük bir çıkma yapan betonarme fevkani mahfil, sonradan eskisinin yerine yaptırılmıştır. Mermer mihrabı basittir. Yapı son yıllarda yenilenircesine onarılmıştır. Çokgen kaideli bodur ve kalın minare, sacdan armudi bir külahla örtülmüştür. Batıda, minarenin sağında küçük haziresi mevcuttur.. Bahçede bulunan musalla taşının üzerindeki antik taş blok, bugün çevre duvarının güney tarafına dayalı olarak durmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |